
12 ocak gecesinin sabahı
Kuş cıvıltıları kulağımı dolduruyordu. Bir köpek sesi ve bir kaç kişinin sesli konuşmaları da… Gözlerimi açtığımda yabancı bir odada olmanın şokunu yaşıyordum. Hızlıca yatağımdan doğrulup karşımdaki aynadan üzerime baktığımda geceki kanlı pijamamı üzerimde göremedim. Yerine büyük ayıcıkları olan açık mavi bir pijama vardı. Mavi rengi hiç sevmezdim oysa.
Kapıyı açıp dışarıya ufak bir adım attığımda kapının yanında gece tanıştığım çocuğu gördüm. “Sonunda uyanmışsın. Nasıl geçti gecen?” Etrafıma bakınıp ellerimi Atlas’ın kollarına sardım. “İlyas amca nerede? Beni ona götürür müsün?” Eliyle koridorun sonunu gösterip önden yürümeye başladı. Kapının önüne geldiğinde kapıyı tıklatıp geri çekildi. Ben ise kapının önüne geçmiştim. Kapı açıldığında ışık dolu odada gözlerim yalnızca Adnan amcamı arıyordu.
“Oo, prenses uyanmış demek. Kahvaltı hazır bile, seni bekliyor aşağıda.” Çok düşünceli biriydi fakat kafamı kurcalayan tek konu amcamdı. “Peki Adnan amcam nerede? Ben kahvaltımı hep onunla yaparım. Ya da Firuze yengemle, Lina’yla.” Gözümden bir kaç damla yaş süzüldüğünde İlyas amca masanın arkasından çıkıp yanıma gelmiş, önümde diz çöküp kollarını bana açmıştı.
“Biz hepimiz senin yanındayız ve emin ol yakında amcan da yanında olacak. Ama sen şimdi kahvaltını yapmazsan hastalanırsın. Bu kez de o seni göremez.” Başımı sallayıp sıkıca sarıldım. Amcam… Onun gibi kokuyor, onun gibi sarılıyordu. Başımı omuzuna yaslayıp gözlerimi açtığımda ilk Atlas’ı, sonra da elindeki kağıtla yaptığı uçağı gördüm. Masadan aldığı bir kalemle üzerine bir şeyler karalamış odanın içine doğru fırlattı.
Hayranlıkla uçağın odadaki süzülüşlerini izlerken bir anda kafama çarpmıştı. Uçağı elime alıp Atlas’a sertçe baktım. “Başka yere atsana! Derdin ne benimle.” Karşımda yalnızca gülüyordu. “Uçağa baksana.” Elimdeki uçağa bakınca üzerindeki yazıyı gördüm. “Hadi kahvaltıya inelim, midemdeki canavar yumurta istiyor.” Bir anda çok komik gelmişti. Elimi mideme koyup kahkaha atmaya başladım. “Benim canavarım da acıkmış. Bir bardak portakal suyu rica ediyor.”
Odadaki herkes bize gülerek bakarken biz odadan çoktan çıkmış merdivenleri iniyorduk. Mutfağa doğru koşmaya başladığımda Atlas arkamdan yavaş adımlarla geliyordu. Masaya yaklaştığımda önüme geçip oturacağım sandalyeyi geriye doğru çekti. “Buyurmaz mısınız?” Gülümseyip sandalyeye oturmuştum. “Teşekkür ederim, çok naziksiniz.” Kendi sandalyesine oturup önündeki portakal suyundan bir yudum aldı. Bir kaç dakika sonra tabağımıza yumurtalar geldi.
Kahvaltıdan sonra bir kaç film izledik, Atlas bana kağıttan uçak yapmayı öğretmişti ama benimki asla onun uçakları gibi güzel olmuyordu. Ben sıkılıp resim yapmaya başlamıştım. Akşam yemeğimizi de yiyip odalarımıza doğru giderken Atlas yanıma geldi. “Hiç uçağa bindin mi?” Hiç beklemediğim bir soru olmuştu. “Binmedim, korkardım heralde. Adnan amcam telefonla konuşurken duymuştum; bir uçak kazası olmuş ve onlarca hasta gelmiş hastaneye. Kazalardan korkarım.”
Atlas gülümsüyordu yalnızca. Bir anda elimden tutup gözlerime yakından baktı. “Hiç kaza yapamayacağın bir uçağa biniyoruz şimdi. Benimle gel.” Tek kelime etmeden elinden tutup peşinden koşuyordum. Merdivenleri çıkıp büyük bir terasa gelmiştik. Arkamızdan iki kişi daha gelmişti; birinin belinde silahı ve üzerinde takım elbisesi vardı. Diğeri ise tamamen hoş giyimli sarı saçları toplu bir kadındı. Atlas adamın kulağına bir şeyler fısıldadığında adam terasın sonuna doğru yürümeye başlamıştı.
Bir kaç saniye sonra her yerde küçük ışıklar yanmaya başlamıştı. Onca karanlığın arasında benim karanlığımı farkeden bir tek oydu. İki görevli ve ben dahil hepimiz ışıklara bakarken onun gözleri bir tek benim üzerimdeydi. Rüyada gibiydim, büyülü bir rüyanın ortasına inmiştim. Atlas’ın sesinin geldiği yöne doğru döndüğümde ağzım açık ona bakakalmıştım. Karşımda büyük maket bir uçak ve Atlas’ın elinde iki kask…
“Bu bir uçak.” Gülerek yanıma gelmiş, kaskı başıma geçirmişti. “Uçaklardan korkmana gerek kalmadı, pilot benim.” Maket uçağın içine girip ona bakakalmıştım. “Sayın yolcum Derin, kaptanın Atlas konuşuyor. Yolculuğumuz nereye olsun istersin? Bugün rotamızı sen çizeceksin.” Ellerimi birbirime çarpıp düşünmeye başladım. “Prensesler Diyarı.” Atlas arkasını dönüp cevap verdi. “Kemerini sıkı bağla. Prensesler Diyarı’na uçuyoruz.”
Maketin içinde kahkahalar atarak deli gibi koşuyorduk. Bir sağa bir sola savruluyordu uçağımız. Özgürlüğüme uçuyordum. “Sayın yolcum. Derin. Birazdan uçağımız iniş yapacaktır. Prensesler Diyarı’na geldik.” Heyecanla ellerimi çırpıp Atlas’ın adımlarını takip edip onunla beraber durdum. Maket uçaktan çıktığımızda karşımda bir çadır görmüştüm. Kaskımı başımdan çıkarıp yere bıraktığımda tam karşımda bir el gördüm. Atlas elini uzatmış bana bakıyordu. Elini tutup onunla beraber çadıra girdiğimde bir şok daha geçirmiştim.
Rengarenk ışıkların arasında bir bilgisayar vardı. İçeriye oturup çadırı kapattık. Ardından Atlas bir film açıp bilgisayarı yerine geri koydu. Aradan bir kaç dakika geçmeden sarı saçlı kadın çadırın fermuarını açıp içeriye iki kova mısır uzatmıştı. Mısırları alıp teşekkür ettikten sonra filmimizi başlattık. Bir prenses ve bir prensin hikayesiydi. En son dediğimi ve duyduğumu hatırladığım cümleler şunlardı: “Keşke bende bir prenses olsaydım. Keşke benimde bir prensim olsaydı.” Atlas saçlarımı okşuyordu. “Sen zaten bir prensessin fakat prensini kendin seçeceksin.”
Uyuyakalmıştım Atlas’ın dizinde. Gözlerimi açtığımda dün sabah uyandığım odadaydım. Her şey rüya gibi gelmişti bir anlığına. Yataktan kalkıp camın önüne doğru yürüdüm. Perdeyi biraz aralayıp dışarıda yağan kara baktım. Ne zaman karın yağdığını görürsem Adnan amcama koşar kardan adam yapmamız gerektiğini söylerdim. Bir umutla odadan çıktım. Çıkar çıkmaz yine Atlas’la karşılaşmıştım. Ben tek kelime etmeme fırsat vermeden ilk o konuştu. “Hadi babamın yanına gidelim.”
Yüzümde kocaman bir gülümseme oluşmuş, tavşan yavrusu gibi seke seke yürüyordum. İlyas amcanın kapısının önüne geldiğimizde hiç tereddüt etmeden kapıyı çaldım ve bir kaç saniye sonra kapı açıldı. Büyük bir heyecanla odaya girdiğimde Adnan amcamın sesini duydum. “Kızım.” Daha samimi bir ses olamazdı. Ve ben Derin Çakır, daha mutlu olamazdım. Hızlıca yanına gidip kendimi sertçe kollarına attığımda dudaklarından acılı bir ses çıkartmıştı. Bunu farkedip geri çekildiğimde bana daha da sıkı sarılmıştı.
“Baba!” Bu kelimeyi dudaklarımdan duyar duymaz kolları yere düşmüş, dolu gözlerle bana bakıyordu. “Kızım benim. Güzel kızım. İlyas ben baba oldum, Derin’in babası oldum ben. Duydun mu? Baba dedi bana.” İlyas amca da aynı şekilde dolu gözleriyle bizi izliyordu. Yüzündeki gülümsemeyi gözünden akan yaşlar ıslatmıştı. Acısına rağmen beni kucağına alıp sıkıca sarıldı. “Seni bir daha asla babasız bırakmayacağım Derin.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 251 Okunma |
134 Oy |
0 Takip |
18 Bölümlü Kitap |