
Karanlığın içinden süzülüp gelen kişiye karşı silahımı doğrultmuş, öylece bekliyordum. Arabamın uzun farlarını açmak geldi aklıma. Silahı kucağıma bırakıp uzunları açtığımda bana doğru gelenin Atlas olduğunu farkettim. Arabanın önünde başını yere gömen Dora’ya elimi uzattığımda korkak bir tavırla elimi tutup koltuğa oturdu.
“Kurtulduk mu?” Dolu gözlerimle başımla onu onaylayıp hızlıca arabadan inip gökyüzüne başımı çevirdim. Yüzüme bir kaç damla düşmüştü, yağmur tüm günahlarımı temizlemek için yağıyordu adeta. Bir kaç saniye öylece gökyüzüne kucak açmışken kollarımı saran Atlas’ın iri kollarıydı.
Önce gülmeye başladım. “Kurtulduk mu?” Atlas ıslanmış saçlarımdan sımsıkı öpüyordu. “Kurtulduk.”
Daha sonra güçlü bedenim bir anda çöktü. Beni saran kollar olmasaydı çamura bırakacaktım kendimi. “Şşş, geçti Derin. Geçti güzel kızım. Ben yanınızdayım artık.” Daha sıkı sarılıyordum, son sarılmam gibi sıkı sarılıyordum. Oysa bu benim ona ilk sarılmamdı. Çenemden tutup başımı yukarı kaldırdığında kanlanmış gözleriyle karşılaştım.
“Kim yaptı bunları sana Derin?” Başımı kaldırıp gözlerine uzun uzun bakmıştım. Yağmurdan ıslanan saçlarından akan her su damlasına önce kirpiklerine, oradan da benim yüzüme düşüyordu. Gözlerim dudaklarına kaydığında Atlas yüzünü yüzüme iyice yaklaştırdı. Aramızda milimler vardı bu kez. O an her şeyi unutmuştuk. Dudaklarımı araladığımda gürültülü bir korna sesiyle titredi vücudum. Dora kornaya basmıştı. Utanarak kendimi Atlas’dan uzaklaştırdım.
“Ben arabaya geçiyorum, sende Dora’yı al gel. Daha fazla rezil olmak istemiyorum.” Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle Dora’nın olduğu arabaya doğru ilerlemeye başlamıştı. Atlas’ın arabasına bindiğimde karşımda Atlas ve Dora’nın gülüşlerini gördüm. O kadar güzel, o kadar samimilerdi ki gözlerimi onlardan ayıramıyordum. Arabaya bindiklerinde Dora elleriyle gözümü kapattı. “Derin ben bir şey görmemişim, Atlas abim öyle diyor. Görmedim değil mi?” Başımla onu onaylayıp emniyet kemerimi taktım.
Bir kaç dakika içinde evin bahçesinden içeri girip kapının önünde durduk. İlyas amca arabanın kapısını açıp Dora’yı kucağına almıştı. Birbirlerine sımsıkı sarılıyorlardı. Tıpkı bir baba kız gibi…
Tek bir kelime etmeden ıslak kıyafetlerimin mermer zemine bıraktığı damlalara bakıyordum. Tek tek düşüyorlardı. Dinlemeyi bilseydiniz eğer seslerini duyardınız. Oysa beni kimse dinleyemiyordu. İçimdeki sesi duyan kimse yoktu. İçimde attığım çığlıkları benden başka kimse duymuyordu.
İlyas amca ve Atlas’ın yanından geçip sessizce eve doğru girdim. Arkamdan gelen ayak seslerini umursamadan merdivenlerden yukarı çıktım. Banyonun kapısının önünde durduğumda benimle beraber arkamdaki ayak sesi de durmuştu. Arkamı dönmeden içeri girip kapıyı kilitledim. Arkamı dönseydim tüm gücümü yitirip kendimi kollarında ağlarken bulacaktım. Gözleriyle bir saniye bile buluşmam sonucunda bunları getirecekti.
Sıcak suyu ardına kadar açıp kıyafetlerimle birlikte altına girdim. Bedenim delicesine yanarken ben bedenime bulaştığını düşündüğüm kan temizlenir sanıyordum. Bir yandan kıyafetlerimi çıkartıyor, bir yandan da delicesine ağlıyordum. Bir saati aşkın bir süre kaynar suyun bedenimden aşağı süzülmesine katlandım. Ne yaparsam yapayım temizlenmeyecekti bedenim. Ruhum kirlenmişti benim. Bunun bilincinde ayağa kalkıp dolabın birinden temiz bir havlu alıp kapıyı açtım.
Tam karşımda; bir taburenin üzerinde bir gecelik ve terlik gördüm. Kıyafetleri elime alıp banyoya tekrar girip üzerimi değiştirdim. Tekrar çıktığımda bu kez karşımda Atlas duruyordu. Bir şey demeden odama doğru yürüyordum ki Atlas kolumdan tuttu. “Konuş benimle. Yalvarırım anlat bana.” Tekrardan bir şey demeden odama girdim. Her şey çok düzenliydi, toplanmıştı odam. En son Atlas’ın yatağının altındayken odamdaki her şeyin kırıldığını duyuyordum.
Kapıyı kapatmaktan vazgeçip tekrar açtığımda Atlas daha kapımın önünde bekliyordu. “Gece yarısı, mutfak.” Başka bir şey demesine fırsat vermeden kapımı kapatmış ve kendimi yatağıma atmıştım. Karşımdaki saate bakar bakmaz ayağa kalkıp dolabımın önüne durdum. Gece yarısına yaklaşık iki saat vardı ve bu gece İlyas amca evde değildi. Dolabı kurcaladığımda gözüme çarpan siyah uzun elbiseyi aradan çekip aldım. Üzerime tuttuğumda mezuniyetimde giydiğim elbise aklıma geldi: Üzeri kanla süslenmiş mini elbisem…
Geceliğimi çıkarıp elbiseyi üzerime geçirdim ve bir kez daha boy aynasından kendime baktım. Sadece elbiseyle olmazdı elbette. Dolaptan bir topuklu ayakkabı alıp ayağıma geçirdim. Ardından makyaj aynasının önüne geçip morarmış göz altlarıma kapatıcı sürüp kapattım, güzel bir makyaj yapıp kırmızı rujumu sürüp tekrar aynaya baktım. İnci bir kolye, küpeler ve yüzüklerle aynada saçlarımı taramaya başladım. Birbirine girmişlerdi, bende inatla sertçe asılıyordum dolaşmış saçlarımı. En sonunda bir tokayla saçlarımı geriden toplayıp bir parfüm sıktım. Hazırdım, kendime hazırdım.
Kapıyı sessizce açıp ayakkabılarımı elime aldım. Arkamdan tekrar sessizce kapatıp parmaklarımın ucunda merdivenlerden aşağı inip mutfağa yöneldim. Dolaptan bir kaç meyve çıkarıp yıkadım ve doğramaya başladım. Bir kaç dakika sonra köşede bir sehpanın üzerinde pikap gözüme çarptı. Hemen yanında ise bir plak duruyordu. Ne olduğunu bilmeden plağı yerine koyup şarkıyı dinlemeye başladım. “Nilüfer-Son Arzum” Çok zarif bir parçaydı.
Şarkıyı hem mırıldanıyor, hem de dilimlediğim meyveleri tabaklara yerleştiriyordum. Kaç kere tekrar başlatmıştım plağı hatırlamıyorum ama Atlas’ın sesini duyduğumda gülerek yanına gitmiştim. “Dalmışsın şarkıya sanırım. Yaklaşık yarım saattir seni izliyorum.” Gerçekten yarım saattir beni mi izliyordu? Hiç farketmemiştim. “Şarkının büyüsüne kapılmamak elde değil ki.” Elini belime koyup beni kendine çekmişti. “Asıl senin büyüne kapılmamak elde değil. Derin, son arzum sensin benim. Tıpkı ilk arzum gibi.” Ayaklarıyla bana ritim veriyordu.
Sessiz ve loş mutfakta şarkıyla dans etmeye başlamıştık. “Bırak kıyamet kopsun dışarıda, biz seninle dans edelim.” Rüyada olmadığıma inandırmaya çalışıyordum kendimi. Plak durmuştu fakat bizim dansımız durmak bilmiyordu. “Şu sıralar fazla şarkı dinliyorum sanırım Derin.” Söylediği cümleye istemsizce gülmüştüm.
“Nereden çıktı bir anda acaba, merak ettim.” Yüzünü bana yaklaştırıp kulağıma fısıldadı. “Seni izlerken artık kafamın içinde şarkılar çalıyor.” Hiç kıpırdamadan merakla fısıldadım. “Hangi şarkı peki?” Ellerini belime sıkıca sarıp beni kendine çekmişti. “Mor ve Ötesi-Cambaz şarkısının girişini kulaklarımı patlatıyor şu an. Elektro-gitar patlatacak kulaklarımı Derin. O derece güzelsin.” Ciddi kalmam gerekiyordu ama ben aksine kahkaha atmaya başlamıştım. “Çok yaratıcıymış, yani kulaklarını patlatan şarkı.” O da benimle birlikte gülmeye başlamıştı. Belki de Atlas’da en sevdiğim şey tam olarak buydu: Bana hep ayak uyduruyordu.
“Sadece giriş kısmını düşün, ben o şekilde duyuyorum çünkü. Hem senin gözlerinin şarkısını kim duyar benden başka?” İlk kez böyle hissediyordum, nasıl hissediyordum bende bilmiyorum ama çok değişik bir histi. “Ben ne diyeceğimi bilemedim Atlas. Ben sadece teşekkür etmek istiyorum. Her şey için topluca teşekkür ederim. Yanımda olmasaydın ben ayakta duramazdım belki.”
O an tek bir cevap beklemeden söylemiştim tüm bunları. Çünkü cevap beklemiyordum. İstediğim tek şey dinlenmekti. Birinin beni dinlemesiydi. Buna çok ihtiyacım vardı. Parmaklarını sıcak suyun altında yanan tenime götürdüğünde yüzünü buruşturmuştu. “Kendini cezalandırıyorsun, farkındayım ama yapma.”
Ben savcıydım, hakimdim, avukattım ve müvekkildim. Ben kafamın içinde kurduğum mahkemede kendimi yargılayıp savunan, sonucunda da cezalandıran bir aptaldım. Bugün o kaynar suyun altına girip cezalarımın bedelini kendime ödettirdim. Değdi mi? Bilmiyorum. Ama ruhum rahatlamıştı.
“Yaptıklarımızın bedelini ödemezsek ruhumuzu nasıl rahatlatacağız?” Atlas’ın gözlerinde parlayan ışık yok olmuştu. Karşımda boş bakan gözler duruyordu artık. “Yaptıklarımızın bedelini fazlasıyla ödedik Derin, bu gece bedel ödemek istemiyorum.” Bedenine sıkı sıkı sarılıp kokusunu ciğerlerime doldurmuştum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 251 Okunma |
134 Oy |
0 Takip |
18 Bölümlü Kitap |