11. Bölüm

10

Merve Yılmaz
merveeylmazz

 

"Şu hakikati kendi hayatım bana öğretti: İnsanoğlu insanoğlunun cehennemidir. Bizi öldürecek belki de yüzlerce hastalık, yüzlerce vaziyet vardır. Fakat başkasının yerini hiçbiri alamaz."

-Ahmet Hamdi TANPINAR

 

 

Sesim kesildi. Etrafımdaki her ses çığlığa dönüştü ama benim sesim kesildi. Halbuki çığlık çığlığa bağırması gereken ben değil miydim, yerde yatmaya devam eden Emre değil miydi? Benim sesim kesildi, Emre'nin de öyle. Bizim sesimiz kesilmedi bizim sesimizi kestiler. Siyah bir arabanın içindeki bir gülümseme ile bizim sesimizi kestiler.

Şimdi yerde dizlerimin üzerine düşmüşken korkmaya bile korkuyordum. Daha fazla eğilmeye korkuyordum; dizlerim yere değmişken. Daha fazla kaybetmeye korkuyordum; kaybedecek kimsem kalmamışken.

Ben şimdi orada öylece duruyordum ve benim dışımda herkes çığlık çığlığaydı. Ambulansın sesi benim sessizliğimi bastırıyordu, insanların patlamanın etkiliyle çıkan yangını söndürme çabaları bastırıyordu, arkada korkudan ağlayan bebek bastırıyordu, hatta ve hatta en son duyduğum kulağımda yankılanan Tonton Hanım'ın kahkahaları bile benim sessizliğimi bastırıyordu. Oysa ben sessizliğimi bastıracak hiçbir harekette bulunmuyordum, buna teşebbüs bile etmiyordum, Emre'nin alıp almadığından emin olamadığım nefesleri bile benim sessizliğimi bastırıyordu ve ben orada öylece dizlerimin üstünde durmaya devam ediyordum.

Zaman yavaşladı mı, ben mi algılarımı yitirdim? Bu şimdi yere damlayan benim kanım mı, Emre'den mi üstüme sıçradı? Dizlerimin üstündeyim ama ses tellerime zarar gelmiş olabilir mi? Ruhumun yaralarının çok derin olduğuna eminim ama kalbim atmaya nasıl devam ediyor? Tonton'umun o binanın altından çıkabilme ihtimali bile yok ama Emre' de ölür mü? Ölmesin, n'olur!

Mahallelinin çabaları sonuç vermişti ve bu onları sevindirmişti, çünkü yangını söndürmüşlerdi ama içimdeki yangının bu saatten sonra sönmesi imkansızdı. Sönen yangının ardından arkaya doğru yıkılan binanın önüne sızdığını gördüğüm kan benim yangınımı sadece harlardı. Tonton Hanım'ın ezilerek can verirken yola sızan kanı sadece benim acımı harlardı.

Dizlerimin üstüne çöktüm zaten daha fazla nereye yıkılacağım ki. Sırtımı yaslayacağım kimsem yok ki kime sırtımı yaslayayım. Dizlerimin üstüne çöktüm; Zaten benim sırtım eğildi yerlere doğru daha nereye düşeyim? Düştüm, daha fazla düşemem dediğim her an yerin dibine daha fazla girdim. Bacaklarımdan güç çekilirken ve ben yere tamamen otururken attığım çığlıklar sokağı inletti. Öyle ki sesim kulaklarıma geri yansıdı ama ne fayda. Ellerimi yere vurarak ağlasam şimdi ne fayda, çığlılar atsam isyan etsem ne fayda.

Gözyaşları içinde Emre'ye doğru ilerlediğimde gözleri kapalıydı. Ellerimi başımın iki yanına koyarken ve saçlarım avuçlarımın arasında sıkışırken ben ona dokunmaya bile korkuyordum. Başını dizlerime yaslayarak yanında olduğumu, korkmamasını, onu sevdiğimi söylemek istiyordum lakin dokunmaya bile korkuyordum. Çünkü dokunurken daha fazla incitmekten korkuyordum.

Ambulanstan görevliler yıkıntılar arasında yanımıza ulaşırken beni omuzlarımda tutarak yanından uzaklaştırdılar. Ben geride izlerken onlar Emre'ye ilk müdahalede bulunup sedyeye yerleştirerek hastaneye götürmek için hareketlendiler. Peşlerinden hayalet gibi ilerledim. Emre'yi ambulansa bindirdiklerinde arkasından gelerek bir görevlinin kapıyı kapatmasını engelledim. "Ben de geleceğim." Sesimin titremesinden anladığını sanmıyordum.

"Hanımefendi müsaade edin işimizi yapalım."

"Ben de geleceğim dedim." Kendimi zorlayarak daha yüksek sesle söylediklerime de hızlıca cevap verdi.

"Siz kimsiniz?"

"Kardeşim! "Ağlamaya başladığımda "Kardeşim o benim." Diyerek cümlemi bitirdiğimde Emre'nin yanında oturuyor ve onun elini tutuyordum.

Ambulansın kapısı kapanmadan önce son bir an gördüğüm enkaz için kendimi hiç affetmeyecektim. Tontonum o enkazın altındayken onu arkamda bıraktığım için kendimi hiç affetmeyecektim.

Gözlerimi kapattığımda süzülen bir damla yaşla kendi kendime konuşmaya başladım. "Üzgünüm Tonton'um sen benim kimsesizliğime kimse olmuşken şimdi ben seni ölümünde kimsesiz bıraktım. Üzgünüm Tonton'um kendimi hiç affetmeyeceğim ama sen beni affet olur mu? Evladına kavuştuğunda çok mutlu ol, beni affet annem."

Emre'nin eline öpücük kondurduğumda gözyaşlarım eline de bulaşmıştı. Emre orada canıyla uğraşırken, sağlık çalışanları işlerini yaparken ben orada ağlıyordum. Kaybettiklerime ve kaybetme ihtimallerime. Kime karşıydım, kim bana karşıydı, kiminle karşı karşıya duruyordum bilmiyordum, bildiğim bir şey varsa ben tek başıma bu savaşa mağlup başlamıştım.

Bugün o ev patlamıştı, apartman yıkılmıştı, annem ölmüştü, kardeşim yaralanmıştı, birileri yardım etmişti, birileri işini yapmıştı, bir bebek ağlamıştı ama mağlup olan bendim.

Bugün birçok şey olmuştu ama bir sıfır kaybeden taraf bendim. Her şeyiyle yenilmiş olan taraf bendim.

Karşımdaki duvar bomboş. Koridordaki duvarlar da bomboş. Birini çevirip sorsam hastane orası tabi bomboş olacak der. Belki de normal olanı böyledir ama keşke bomboş olmasa. Bence farkında değiller ki aslında o dümdüz beyaz duvarlarda bekleyenlerin acıları oynuyor. Sinema perdesi görevini üstlenmiş duvarlarda gözlerinin önünde acıların dönüp duruyor ve daha da kötüsü kapatma tuşu olmayan bir oyun bu. Hiç bitmeyen hayatının sonuna kadar hatıralardan silinmeyecek bir oyun. Öyle ki bazı acılar ölümden sonra bile unutulmaz.

Bekleme koltuklarının bir ucunda kimsenin olmadığı bir koridorda oturuyordum. Bir elim kalbimin üstünde dururken omuzlarım öne doğru çökmüştü. Duvarları görmek istemediğim için kapattığım gözlerimden ara ara sızan yaşları durduramıyordum, silmiyordum da. Orada öylece otururken ben hiçbir şey yapmıyordum.

Şayet bir şeyler yapsam ne değişecekti ki. Hayır hayır çabalamanın boşa olduğunu düşünmüyorum, hatta inandıklarının uğruna sonuna kadar çabalamak gerektiğini savunurum ama şimdi değil, şuan değil. Her şeyin bir zamanı vardı ve ben omuzlarımı dikleştirdiğimde o gülümsemeyi o adamın götüne sokacaktım.

Az sonra kapıdan çıkan doktor durumunun şu anlık iyi olduğunu ancak iç kanama ihtimali ile yoğun bakımda tutacaklarını söyleyerek uzaklaşmıştı. Doktorun gidişini izledikten sonra yerime oturdum, karşımda yine o beyaz duvarlar.

Doktordan sonra gelen hemşire, kendi görevini üstlenerek benimle ilgilenmek istemişti. Evim yıkılırken sıçrayan birkaç parça yüzüme ve kollarıma gelmiş, farkında bile değildim. Dışarıdan görünen tüm yaralarımı temizledi ve pansuman yaptı. Şimdi tertemiz olmuştum ya da bundan sonra hiçbir zaman temiz olamazdım.

O hastane koridorunda otururken ne kadar zaman geçti emin değilim. Telefonumu elime aldığımda hiç arama gelmemiş olmasıyla yokluğumun veya varlığımın bir anlam ifade etmediği ile yüzleştim. Daha kötüsü elime tutuşturdukları Emre'nin telefonunda da hiç arama yoktu ve onun da yalnızlığı yüzüme tokat gibi çarptı. Arama kısmına girerek ben birilerine kendimi hatırlattım, hatırlatmak zorunda kaldım.

 

Yıldırım'dan;

Masanın üstünde iki büklüm uyumaktan her yanım ağrımıştı. Sırtıma örtülmüş cekete şöyle bir bakarak yan tarafa bıraktım ve dikleşerek kasılan bedenimi esnetmek için hareket ettim. Kaç saattir burada böyle uyuduğumu bilmiyordum.

Yan tarafımda masanın üstünde titreşen telefonuma baktığımda Mahi’ nin aradığını görmemle kaşlarımı çattım. Halbuki kütüphanede birlikteydik. Telefonu yanıtladım ve onun çatallı sesini duydum. Gelir misin dediğinde nerede olduğunu sorguladım ancak hastanede olduğunu söylemesiyle birbirine giren elimi ve ayağımı nasıl sakinleştireceğimi şaşırdım.

Evdekileri de panik havasına sokmak istemesem de yardıma ihtiyacı olabilirdi. Her ihtimal olabilirdi ve ben her ihtimale karşı hazırlıklı olmalıydım. Az sonra hepimiz araçlara geçtiğimizde ve Aysu bile sorgulamadan bizimle geldiğinde bu iki günde Mahi’nin aramızda yer edinmeye başladığını gördüm.

Mahi’nin beni aramasından yarım saat kadar sonra hastane bahçesine girdiğimizde ilerlemeye başladık. Ben önde giderken sağımda Aysu, solumda Güneş ve Damon el ele tutuşmuştu, ilerliyorduk ve tam binaya girmek üzereydik ki onu gördüm. Kapının hemen yanındaki kaldırıma soğuk havaya rağmen oturmuş dümdüz karşısına bakıyordu. Sanki kütüphanedeki haline göre birkaç kilo daha vermişti, halbuki dans ederken elimde hissettiğim kemikleri bile içimin titremesine neden olmuştu.

Üzerinde kan damlaları olan bir palto vardı, dizleri ve paçaları çamura bulanmış, elleri de yüzünün bazı yerleri gibi kir ve kan karışımından nasibini almıştı. Onu gördüğünde hızlanan kalbim, yüzündeki ve kollarındaki bandajları gördüğünde tekledi. Neler olduğunu deli gibi merak ediyordum. İnsanların yanına yaklaşmaktan çekineceği bir halde hastane bahçesinde bir kaldırımın üstünde oturuyor olmasının nedenini deli gibi merak ediyordum. Neler olduğunu, bunu yapanın kim olduğunu daha bilmesem bile onun saçının teline zarar veren her kim ise bunun bedelini ödeyecekti. Gözünden dökülen her damla yaşın; artık gözyaşının bile değil vücudundan damlayan her damla kanın sorumlusu kim ise ben de hesabını kan ile soracaktım.

Yavaş adımlarla ona yaklaştım, dalgın karşıya bakan gözlerinden henüz beni fark ettiğini sanmıyordum. Elimin tekini öne uzattığında ürpermeyle arkaya doğru korkarak bir anlık kaçmasının hesabını da soracaktım. Ona zarar veren her canlının azraili olacaktım.

"Hey hey benim." Elimi yavaşça uzattığımda gözlerini gözlerime çevirdi. "Benim iyi misin?" Bu soruyu ona sormaktan artık çekiniyordum. İyi değildi ve bu bariz bir gerçekti. Sızmak için dolu dolu bekleyen gözleri bana bakarken ellerini tutunacak bir dalmış gibi elimin çevresine sardığında büyük elimin arasında elleri kaybolmuştu ve parmaklarımı sıkı sıkı tutuyordu.

"Geldin." Umutsuz bir şekilde titreyen sesiyle söylediği ile şimdi her şeyi boşverip ona sıkı sıkı sarılmak istiyordum. Bir tarafım her şeyin canı cehenneme çektiği acılara bak tut elinden derken diğer tarafım yine onun daha fazla acı çekmemesi için beni durduruyordu. "Geldim, buradayım. İyi misin sen, neler oluyor?"

Arkamda büyük bir sabırla bizi bekleyen arkadaşlarıma bir anlık baktığımda Mahi de onlara baktı ve sanki gözlerine bir utanç duygusu oturdu. Onların varlığından mı utandı ya da kendinden mi o an anlayamamıştım.

"Evim,"dediği an gözünden damlayan yaşı hızlıca silerek devam etti. "Evim artık yok, yıkıldı. Emre yaralandı. Tonton'um..." dediğinde bu sefer gözyaşlarına hâkim olamadı ve dizlerine birleştirdiği kollarına yasladığı başı ile hıçkırarak ağlamaya devam etti. Onların, Mahi’nin etrafında nefes alan herkesin, kim olduğunu biliyordum ama bildiğimi o bilmiyordu.

"O öldü." Yanına çökerek elimi saçlarına uzattım. "Üzgünüm güzelim, başın sağ olsun. Çok üzgünüm."

"O yaptı Yıldırım." Bir anda aklına gelenleri söylerken dikkatle dinledim. "Oradaydı patlamadan birkaç saniye önce aracın içinden bana gülümsedi, eminim oydu." Söyledikleri ile benim de aklıma ilk gelen bu oldu. O Atlas olmalıydı ama bu kadar acımasız bir hamle yapacağını ben de beklemiyordum. Mahi’nin şu anki hali içimi acıtırken hiçbir şey söylemeden ona yavaşça kollarımı sardım. Başını omzuma yaslarken acısını akıtması için bir süre izin verdim.

"Sözüm olsun Mahi, sözüm olsun onlar yaptıklarını ödeyecek."

 

Mahi'den;

O günün üzerinden üç ay geçmişti. Tonton Hanım'ın cenazesinin üstünden iki buçuk ay, Emre'nin hastaneden çıkmasının üstünden 30 gün ve benim o adam hakkında bilgi toplamaya başlamamın üstünden ise tam tamına 25.

Olaydan hemen sonra Yıldırım hepimizi güvende tutma konusuna kendini adamış bir şekilde davranıyordu ve bize herhangi bir şey söylemese de bunun da o adamla ilgili olduğunu biliyordum, Atlas İstiklal ile.

Yıldırım'ın güvenlikle ilgili endişeleri Emre'ye de sıçramış onu da evine yerleşmesi konusunda ikna etmişti. Emre ise nasıl bir bokun içine battığımı öğrenince önce bana inanmamış hatta gizlice aldığı psikolog randevusuna beni götürmeye çalışmıştı.

Onu ikna edemeyeceğimi anladığımda biraz yardım almanın iyi bir fikir olduğuna karar verip en basit seçenek olan Aysu'dan yardım istemiştim. Aysu'nun tek parmağı ile yaptıklarıyla bir süre baygın kalmıştı. Ayıldığında ilk söylediği Aysu'ya bakarak aşık olduğu idi. Aysu'nun ona göz devirmesi ve asla yüz vermemesi hepimizi her seferinde kahkahalara boğmuştu. İkisinin arasında garip bir kaçan kovalanır ilişkisi vardı.

Defne'den ise haberdar olmaya başlamıştık, henüz ona kavuşamasam da o da çok yakın gözüküyordu. Ece sayesinde Atlas İstiklal'in adamlarından birkaçını kendi tarafımıza çekmeyi başarmıştık. Sanırım kozları elimizde toplamaya başladıkça oyunun seyri bizim lehimize dönüyordu.

Bugün ise benim için önemli bir gündü. Ben, Aysu ve Güneş için önemli bir gün.

Olayın olmasının üstünden bir ay yeni geçmişti ki Yıldırım benim bu kendimi adamış şekilde bilgi toplama hallerime bir gün dayanamamış ve beni kütüphanede otururken yakaladığında tek başıma kahramanlığa kalkışmamam hakkında konuşmasının sonrasında asla bana yardım edecek kişi olmadığına karar vermiştim. Lakin o adama tek başıma yaklaşmamın imkansız olduğuna da biliyordum.

İlk günden beri çekişmeli bir muhabbetimiz olsa da Aysu bir şeyler çevirdiğimi anladığı an yanımda damlayarak ortalığın karışacağı her olayda bulunmak istediğini söylemişti. Anlamıştım ki onun da kendi kişisel planları vardı ve her ne kadar bize anlatmasa da umarım bizi bok yoluna sokmazdı.

Yıldırım’ı oyalayama ve onun haberinin olmamasını sağlama işi için ise Damon'a başvurmamız gerekmişti. Başta kendisi de gelmek istese de Aysu'nun varlığı onu ikna etmiş, görevini kabul etmişti ama onun tarafında da şöyle bir sorunumuz vardı ki sevgilisinden hiçbir şey saklamayacağını öğrenmiş olmuştuk. Çünkü Güneş'e koşarak anlatmış ve Güneş de ondan gizli bir şeyler planlamamıza çok sinirlenmiş ve bugünü ne zamandır hayal ettiğinden bahsetmişti. Ortalığın karışmasını herkes sandığımdan daha fazla bir hevesle bekliyordu. İstemeyen tek kişi Yıldırım’dı. O daha sakin hamleler yapmaktan gözlemlemekten yanaydı. Benimse sabrım kalmamıştı.

Son olarak öğrenen Güneş ile evde tek bilmeyen Yıldırım ve Emre kalmıştı. Emre'nin olaylar çok da umurunda olmadan evde takılırken Yıldırım bir şeyler çevirdiğimizden şüpheleniyordu ancak Damon görevini güzel bir şekilde üstlenerek olayın gizli kalmasını sağlıyordu.

Kendi çapımızdaki kızlar grubumuz ile Atlas İstiklal'e ilk zararımızı vermeyi planlıyorduk. Onu bir anda devirmeye falan çalışmıyorduk ama İyiler tarafından hiçbir karşılık görmemişlere artık burada olduğumuzu açık açık belli etmek istiyorduk. Bu savaş, tek taraflı saldırı olmayı o patlama olduğu gün bırakmıştı.

Bugün ise bizim için önemli bir gündü.

Son kez planımızın üstünden geçmek için odamda toplaşmıştık. Yıldırım evde olmasa da her an gelme ihtimaline karşı sanki birbirimize kıyafet seçiyormuş gibi bir ortam yaratmıştık ki burada Damon'un yüzündeki makyajın ve dudaklarındaki kırmızı rujun neden var olduğuna bir türlü anlam verememiştim.

Ona kıstığım gözlerimle tuhaf bakışlar atarken bir anda konuşmaya başladı. "Yakıştı bence." Dudaklarını büzerek söylediğine cevap verme zahmetinde bulunmasam da Aysu sırtından iteleyerek odadan çıkarmıştı. Güneş ise o odadan çıkarken öpücük atıyordu.

Ona baktığımda "Ne? Çok tatlı bence." dedi. Ona da herhangi bir cevap vermeden önüme döndüğümde Aysu kapıyı kapatıp yatakta eski yerine tekrar oturmuştu. Onun gelmesiyle sözü ben devraldım.

"Her neyse; konuya dönelim." İkisi de kafasını sallayarak beni onayladıktan sonra son kez anlatmaya başladım.

"Parti adada yapılacak biliyorsunuz. Defne'yi o adada bir yerlerde tuttuklarını biliyoruz ama bu gece Defne ile alakalı değil. Kendi içlerinde evlenen birilerinin kutlaması; yani bir karşılık vermenin tam zamanı. Herkes orada olacak özellikle de o Atlas İstiklal. Giriş davetiyelerimiz hazır." O anda arkamdaki çekmeceyi açarak Ece'nin bize sağladığı davetiyeleri ellerine tutuşturdum ve kendiminkini tekrar çekmeceye bıraktım.

"Bunlarla içeriye sıradan bir konuk olarak gireceğiz. Aslında çok fazla bir görevimiz yok, Damon'un masaların altına yerleştirdiği bombaları kimsenin fark etmemesini sağlayacağız. Adaya giriş izni normalde yok, özel mülk. Orası hakkında bilgi toplamanın en iyi yolu bu gece yani."

Aysu sözü devraldı. "O iş bende fırsat bulduğum ilk an çıkarak etrafa kamera yerleştireceğim ve adada başka daire var mı kontrol edeceğim. Mahi zaten sen hep içeride kalacaksın ama onunla karşılaşmamaya çalış, o geceki gülümsemesi seni tanıdığını gösterir."

Güneş devam ederek, "Mahi’yi koruma görevi de bende, bir nefes gibi yakınında olacağım. Bu gece birçok kişi bizi tanıyacak. Bu karşılıkla bir fitili ateşliyoruz umarım farkındasınızdır."

"Hem de memnuniyetle." Dediğimde Aysu da beni onayladı ve "O zaman süslenme zamanı.” Diyerek büyük bir heyecanla devam etti. Gerçekten elbiselere aşık olduğunu ve giyinmeyi çok sevdiğini her seferinde belli ediyordu. Ancak bu çatışmanın içinde yer almaktan ve azınlık olsalar bile iyilerin yanında durmaktan duyduğu memnuniyet ilk defa bu kadar net gözlerinden okunuyordu. Sürekli saklanan kişi olmanın ardından kötü bir fikir bile olacak olsa ortaya çıkmak onu heyecanlandırmıştı.

Üçümüzün de hazırlanmasıyla odamın köşesinde bulunan aynadan kendimizi söyle bir süzdüm. Güneş ayak bileğine kadar uzanan koyu yeşil payetli bir elbise giymişti. Askılı ve bedenini tam saran elbisenin bacağında derin bir yırtmacı vardı. Kombinini yırtmacın olmadığı diğer bacağına özel bir aparatla yerleştirdiği silahı ve serbest bıraktığı saçlarının gizlediği sırtına yerleştirdiği bıçaklar tamamlıyordu.

Aysu ise siyah mini straplez elbisesini inci çok sayıda olan kolyesi, inci küpeleri ve elbisesiyle bir, dirseklerinin üstüne gelen eldivenleri ile tamamlamıştı. Onun silahı elleri iken son dokunuşu kırmızı ruju ile yapmıştı.

Ben ise işlemelerin küçük çiçekler oluşturduğu ve çiçeklerin arasındaki tüllerden tenimin gözüktüğü yarım kollu bir elbise giyiyordum ve kendimi ilk defa bu kadar farklı görüyordum. Elbiseyi tabi ki Aysu ayarlamıştı. Beni onaylar bir şekilde süzüyordu.

Kapıyı çalarak içeriye giren Damon ile bakışlarımı üstümden çekerek ona döndüm.

"Vay canına. Hanımlar; Çok güzelsiniz. Sanırım bombaları patlatmamıza gerek kalmayacak çünkü sizi gördüklerinde onlar komple saf dışı kalacak, çünkü ışıltınızdan gözleri kör olacakmış gibi."

Benim ise söyledikleri değil, onun arkasından odaya giren Emre'nin dudaklarında az önce Damon'da olan rujun olması dikkatimi çekmişti. Ona baktığımı anladığında parmakları ile silmeye çalıştığında yüzüne daha çok bulaştırmıştı. Öpüşmüş müydü bunlar?

Güneş’in odada bulamadığımız rujunu denediklerini düşünmek istiyordum. Gerçekten harika bir ikili olmuşlardı.

Evden çıktığımızda bir taksiye bindik ve marinaya doğru ilerlemeye başladık. Yolun kalan kısmında adaya ulaşabilmek için araç değiştirmemiz gerekiyordu.

Yıldırım biz evden çıkarken henüz gelmemişti ve bugün ondan herhangi bir haber almamıştım. Onu düşünmeye son verip bu geceye odaklandığımda marinaya gelmiştik ve Aysu'nun ailesinin yatlarından birine geçmiştik.

Yatta kimse yoktu ve içeriye geçerken Aysu zeminlerin özel kaplama ahşap olduğunu ve topuklu giymenin ve içki içmenin yasak olduğunu, annesinin kuralları olduğunu söylemişti. Güneş söylediğini umursamazken ben ayağımdaki topukluları çıkarmak için hazırlanıyordum ki göz kırparak gülümsedi.

Çantasından çıkardığı kırmızı şarabı patlatarak açmış ve zemine dökülenleri umursamadan kadehlerimize doldurarak elimize tutuşturdu. Daha sonra ayağındaki sivri topuklular ile sert adımlar atarak dümene geçmiş ve batmak üzere olan güneş ile gözlüklerini gözüne takarak yatı hareket ettirmişti.

Kendisini açığa çıkarmak için bizimle çıktığı bu yolda sanırım ailesine karşı başlattığı gizli bir protesto da vardı.

Hafif rüzgarlı bir hava varken güneş kızıllığı ile gökyüzünü boyamıştı ve denizin üstünde hızla ilerlerken üçümüz de gece için heyecanlıydık ama üstümüzde bir rahatlık da vardı ki bu rahatlık kendime ve bu geceye olan güvenimi arttırıyordu. Bu gece kumar masasında kartlar yeniden dağıtılıyordu ve biz kimsenin beklemediği hileli bir hamle yapmak üzereydik.

Türkiye sınırları içerisinde olan ancak varlığı gizli tutulan bir adaya varmak üzereydik. Buranın varlığı gizliydi ki, burada olan hiçbir olay olmuş sayılmasın. Kimsenin öğrenmesini istemediği kirli işlerini yaptıkları bir adaydı. O yüzden bu gece buradan çıkabilirsek elimizi kolumuzu sallayarak içinden sıyrılabileceğimiz bir hamleydi. Tüm yönleriyle kusursuzdu. Gizli bir adada yapılan her şey gizli kalırdı.

Az sonra denizin ortasında bir tekne yoğunluğunun başladığını gördüğümde Aysu da yavaşlamaya başlamıştı. Yaklaştığımızı anlamıştım.

Karaya adım attığımızda etrafımızdaki şatafat ile burada sade bile kaldığımızı anlamıştım. Abartmayı seviyorlardı. "Bok gibi paraları var." Aysu kısık sesle söylediklerimi duymuş ancak onaylama ihtiyacı hissetmemişti ama Güneş de bu kadar abartılı bir gece beklemediğini açıkça ifade etmişti. "Sandığımızdan daha kalabalık olacaktı anlaşılan. "

Kalabalığa karışmadan yavaşça ilerlerken arkamızdan gelen kalabalık bir grubun adım sesleri ile üçümüz de o yöne doğru döndük.

"Siktir!" dedim,

"Ya bu kadar çabuk mu?" dedi Güneş,

Ve çoğu zaman yaptığı gibi tek kaşını kaldırarak bakış attı Aysu.

"Hanımlar, çok şık gözüküyorsunuz."

Yıldırım üçümüzün karşısında dururken arkasında da bir grup insan duruyordu. Elleri pantolonun cebindeyken kalçalarına tam oturmuştu ve içindeki beyaz tişörtü ve üstündeki ceketi ile yarattığı tezatlıkla çok seksi gözüküyordu.

Gözündeki gözlükleri yavaş hareketlerle çıkartırken bana göz kırptığında kollarımı göğsümün altından bağladım. Sağ elini havaya kaldırarak işaret parmağını havada bir tur döndürdüğünde arkasındaki grup adada çeşitli yerlere dağılmıştı. O an onları izlerken fark etmiştim ki herkes yanında bir düzine koruma ile geziyordu ve bu gövde gösterisinden başka bir şey değildi. "Gösterişçi puşt." söylediğimi duyduğuna emindim ama duymamış gibi davranıyordu.

Kızlar grubumuz dağıldığında biraz üzülmüştüm ama işin gerçeği Yıldırım'ın şu an burada olması bizi daha güçlü bir konuma sokuyordu. Kimsenin kartlarını açık oynamadığı bu soğuk savaşta elbette herkes birbirine karşı rol yaparak yaklaşacaktı. Buna karşı tarafta olsan da düğünlerine katılmak da dahildi. Ancak bilmedikleri bizim planladığımız alıştıkları düzeni bozacak bir şeydi. Gizli saklı sokaklarda, karanlık odalarda, sinsice bir hamle gelmeyecekti. Açık açık yüzlerine bakarak tozu dumana katacaktık.

Etraftakiler bize bakmaya başladığında bozuntuya vermeden ilerlemeye devam ettiğimizde Yıldırım arada başını sallayarak birilerine selam veriyordu ve birkaç göz bizi süzüyordu.

Karşımızda bulunan ihtişamlı yapıya yaklaşmaya başladığımızda Yıldırım; "Benden saklamaya çalışırken çok tatlı gözüküyordun güzelim." Dediğinde başımı bir an çevirip ona baktım ve onu cevaplamadan ilerlemeye devam ettim. Güzelim mi? Güzelin miyim gerçekten demek için çok mu erken?

Basit bir kutlamadan çok daha fazlasıydı. Binanın ihtişamını geride bırakan süslemeler birbiri ile uyumluydu. Arka bahçede kurulu masaların arasında dolaşan iki fil vardı ve onlar da bu gece ile uyumlu bir şekilde süslenmişlerdi. Ağaçların arasından masalara sarkan kristaller ile ışık hüzmeleri her yerdeydi. Konuklar bahçeyi ve iç kısmı doldurabilecek kadar çoklardı ve biz de içerideydik.

Gece ilerlemeye devam ederken Aysu dışarı çıkmıştı ve Yıldırım'ın getirdiği adamlarından bazıları da ona yardım ederek işi farklı bir boyuta taşımışlar adanın haritası çıkartılıyordu.

İçeride ise biz dikkat dağıtma görevimizi başarıyla üstlenmiştik ve tüm dikkatleri kutlamanın sahiplerinde yani gelin ve damatta kalmasını sağlarken Damon evden bombaların dakikasını başlatmıştı ve Güneş bana bunu baş hareketi ile belli etmişti. Onu ben de başımla onaylayarak karşımda tanımadığım birkaç kişi ile konuşan Yıldırım’a haber vermek için ilerlemeye başladığımda camdan gördüğüm kadarıyla Atlas İstiklal içeriye girmeye hazırlanıyordu ve ilerlerken yönümü tam tersine çevirdiğimde Güneş yanıma gelerek benimle ilerlemeye başlamıştı. Beni tanıyordu ve görmemesi lazımdı.

Kapıdan giriş yaptığında adamlarını bu katın her yerine yaydığını gördüm. Güneşle göz göze geldik ve merdivenlerden çıkarak ikinci kata ulaştık. Ancak merdivenlerin başında bulunan koruma ile göz göze geldik.

"Hanımlar, bu kata çıkamazsınız."

Bizim sessizliğimiz ve benim arkamdaki merdivenlere baktığımda buraya gelen Atlas'ın korumalarını görmem ile korumanın bir sorun olduğunu anlaması bir olmuştu. Elini telsizine attığını gören korumanın kolunu Güneş eli ile tuttu ve sırtına doğru çevirerek korumanın eğilmesini sağladığında koruma acı ile inledi.

Ben orada dururken koruma da Güneş'e karşılık vermişti ve arbede sesleri müzik sesine karışıyordu. Korumanın hareketlerini büyük bir çeviklikle bertaraf eden Güneş bir anda bacaklarını boynuna doladı ve sıkıştırdığı ayakları ile koruma yere yığıldı. Omuzlarından ayaklarını çözen Güneş yerden kalkarken saçlarını savurarak düzelttiğinde bende yere yığılmış herifi kollarından tutmuş bir odaya doğru çekiştirerek sürüklüyordum.

Koridorun sonuna kadar sürüklediğim adamı rastgele bir odaya soktuğumda ve kapattığımda Atlas'ın korumalarından 5 kişi bu kata ulaşmıştı. "Ne arıyorsunuz siz burada?!" dedikleri an açıklama yapmak için ağzımı açmıştım ki bir anda açılan kapıdan yere yığılan adamla elim havada yumruk oldu ve dudaklarım kapandı.

Elimi indirerek bir gülümseme göndererek omuzlarımı bilmiyorum dermiş gibi silkmiştim. Baygın adam yerde yatmaya devam ediyordu ve en öndeki adam silahını havaya kaldırmıştı.

Arkamızda kalan Güneş adama yavaşça yaklaştığında "Beyler sakin olun bir sıkıntı yok" diyerek söze başlamıştı ki silahların ona dönmesi ile bacağını havaya kaldırarak elinde silah olan adamın koluna tekme atarak silahının düşmesini sağladı.

Her şey saniyeler içinde oluyordu. Güneş bir korumanın silahını ateşlememesi için tuttuğu kolunu bana doğru dönerek çevirdi ve elbisesinin yırtmacını açarak bacağından çıkardığı bir silahı bana doğru fırlattı. Elime düşen silahın emniyetini açtığımda bana gerek bile olmadığını gördüm.

Güneş az önce kolunu tuttuğu adamı ona yaklaşan iki korumanın üzerine itmiş ve merdiven korkuluklarından aşağı düşmelerini sağlamıştı. Bu da aşağının karışmasını sağlamıştı. Güneş yere çökerek bir ayağını yerde sürüyerek merdivenden çıkan korumanın yere devrilmesini sağladığında arkadan sırtına sarılan bir başkasına da başını hızlıca geriye savurarak çarptığında arkasındaki korumanın burnundan kanlar süzülüyordu.

Onunla ilgilenirken yerdeki koruma Güneş'e silah çektiğinde elimdeki silahı ona doğrultarak ateşledim. Aslında kolunu hedef almıştım ama sırtından vurulmuştu ve az önce aşağı düşen adamlar aşağıyı karıştırmadıysa bu silah sesi kesin karıştırmıştı. Çünkü çığlıklar yükselmeye başlamıştı.

Güneş ayağa kalkarak bana gelirken yerde burnunu tutmaya devam eden koruma diğer elini Güneş'in ayak bileğine sardığında Güneş dönerek diğer ayağı ile adamın yüzüne hızlı bir tekme atmıştı ve adamın bayılmasıyla ayağını savurarak kurtarmış bana doğru ilerlemeye başlamıştı.

Saçlarını düzelttiğinde nefes nefese ama gülümseyen hali ile konuştu. "Güzel atıştı." Kafamı sallayarak onu onayladığımda elimdeki silaha baktı. "Sende kalsın son bir dakika yirmi sekiz saniye çıkıyoruz buradan." Tekrar kafamı sallayarak onu onayladığımda kulağımızdaki kulaklıktan Aysu'ya haber verdim.

Güneş'e baktığımda merdivenlere ilerlediğini gördüm ama merdivenlerin başındaki Atlas İstiklal ile oradan çıkamayacağımız belli olmuştu.

Yüzündeki gülümseme ile bize yaklaşmaya başladığında Güneş önüme geçti ve iki koruma onu kolundan tuttu. "Kaç Mahi" Dediği an hızlıca etrafında bir tur dönmesi ve korumalarla alt kata düşmesi bir oldu. Hemen korkuluklardan aşağı baktığımda az önceki iki korumanın arasında yere eğilmiş duruyordu ve kalkarak Yıldırım'a doğru ilerlemeye başladı.

Tamam böyle bir hamle beklemiyordum. Bu kadın tam bir kaçıktı, alt kata atlamıştı!

Az sonra kulaklığımdan Güneş 'in sesini duydum. Diğerlerine haber veriyordu. "Son 25 saniye, Mahi içeride. Çıkışı ben hallediyorum, onu alın."

Sözü devralan Aysu’ydu. “Yanındaki odaya gir, camdan atla.” Bir gökdelenden atladığım ve yaşamımı Aysu ‘ya borçlu olduğum düşünülürse bir binanın birinci katından da pek tabi atlayabilirdim.

Dediklerini uygulayarak hemen yanımdaki odadan içeriye girdiğimde cama doğru koşmaya başladım. Arkamdaki Atlas ne yaptığımı anlamaya çalışırken, Güneş'in sesini yeniden duydum. "Son on, dokuz, sekiz..." derken omzumu silkip onun bana attığı bakışı ona geri iade ettiğimde yüz ifadesi o zaman bozuldu.

Camdan biraz uzakta iken hızlanarak atladığım zaman bombaların patlaması ve korumalarının Atlas İstiklal'in üstünde siper olduğunu görmem bir oldu. Camlardan yansıyan ışık ile bir süzülüyordum ve hemen karşımda Aysu duruyordu.

Beni güvenli bir şekilde yere indirdiğinde Güneş, ben ve Aysu yayana duruyorduk. İstediğimiz olmuştu; Damon'un hazırladığı bomba binayı yıkmasa da içeriye büyük ölçüde zarar verdiği anlaşılıyordu. Tam olarak istediğimiz de buydu, az önce atladığım camdan bakan Atlas İstiklal'e verdiğimiz karşılık.

Yüzünden anladığım kadarıyla çok sinirlenmişti ve Aysu sinirine son noktayı koyan o hareketi yaptı. İkimizin ortasında dururken ve o camdan bizi izlerken Aysu binanın etrafını kafes şeklinde büyüttüğü ağaç dalları ile donatmıştı, yangının ortasında içeriden hemen çıkamayacakları bir kafes yapmıştı. Üstelik bu kafes yavaşça alev alacak, yangını harlayacaktı. Aysu'nun planını da öğrenmiştik. Saklanmaktan çok sıkılmıştı ve güçlerini ortaya sererek onlara karşı olduğunu açıkça belli etmek istiyordu.

Yüzümüzdeki gülümseme ile onunda yüzü güler bir ifade aldığında bunun sadece başlangıç olduğunu iki taraf da her zerrelerine kadar biliyorlardı. Atlas İstiklal ’in bir yangının ortasında dururken yüzünde memnun bir gülümseme ile bakması o an ne kadar hasta ruhlu birisi olduğunu anlamama yetmişti.

Kızlar arkasını dönmüş ilerlemeye başladığında orta parmağımı Atlas İstiklal'e doğru kaldırdım ve ben de kızların yanına ilerledim. Yıldırım da yanımıza geldiğinde korumalar o binadan çıkmaya fırsat bulamadan biz Aysu'nun ailesinin yatına çoktan geçmiştik ve boğazın serin sularında gecenin karanlığında son hızla yol almaya başlamıştık.

Bu gece herkes kendince bir şeylere başkaldırmıştı, savaşı açık açık başlatmıştık ama benim tek düşündüğüm; Damon burada değildi ve tüm eğlenceyi kaçırmıştı ve anlatacaklarımla onu kudurtacaktım.

Aysu gözlüklerini gözüne indirmiş hızlıca yatı kullanırken, Güneş de bacak bacak üstüne atmış Aysu'nun yanında denizi izliyordu. Yıldırım ile göz göze geldiğimde yüzümdeki gülümseye bakmış ve başını yere doğru eğerek salladığında o da gülümsedi.

Gelirken olduğu gibi elimde olan kadehi havaya kaldırdığımda hepsi elindeki kadehlerini, kadehime dokundurmuştu.

 

 

 

Aman aman nereye geldik, daha az önce evdeydik!!

Hepimize birer Güneş ve Aysu lütfen, bu hanımlar varken sırtımız yere gelmez.

Vee bakışlar skorbord üstünde. Hanemize esaslı bir sayı yazılıyorr!!! 😂

Sizce alacakları karşılık nasıl olacak?

 

 

Bölüm : 10.04.2025 11:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Merve Yılmaz / Bir Sıfır: Zamanın Gölgesinde / 10
Merve Yılmaz
Bir Sıfır: Zamanın Gölgesinde

254 Okunma

71 Oy

0 Takip
14
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...