
Hayat mısın, ölüm müsün nesin.
Demin candaydın, şindi tendesin.
öyle karıştık ki belli değil.
Ben mi sendeyim,
Sen mi bendesin?
~Ümit Yaşar OĞUZCAN

Mahi ve Defne (Temsili)
''Başlıyoruz.''
Masada oturan Ece Yıldırım’ın söylemi üzerine gözlerini devirdi. ''Ah, kes şu havalı girişleri.'' Elini havada savurmuş, sonra da göğsünün altında birleştirmişti.
Ece ve Yıldırım arasında anlamlandıramadığım bir danışıklı dövüş vardı. Bakışlarında birbirlerine karşı nefret olduğu kadar anlayış da var gibiydi ya da ben öyle anlıyordum aralarındaki ilişkiyi. Halbuki Yıldırım, Ece’ye güvenmediğini açıkça söylemişti bana. Bu yüzden anlayamıyordum aralarındaki ilişkiyi.
Eğer güvenmiyorsa şuan burada ne işi vardı? Ece'nin buradaki varlığını henüz sorgulamaya başlamadan önce oyunbaz bir şekilde Ece'yi onayladım. ''Bayılır zaten son sözü kendisi söylemeye; gereksiz havalı havalı.''
Söylemim üzerine Yıldırım bu söylemimle daha sonra ilgileneceğini belli eden bir bakış atmıştı.
O sırada ayağa kalkıp yanıma gelen Ece her seferinde yaptığı gibi kollarını kocaman açarak bana sarıldı. Sarılmasına karşılık verdiğimde herkes masada bizi beklemeye devam ediyordu. Ece olayı biraz daha uzatarak hal hatır sormaya başlamıştı ki masadan bir homurtu yükseldi ve arkasından Aysu, Yıldırım'a bakarak konuşmaya başladı. ''Daha ne kadar bakışmaya devam edeceğiz?''
Yıldırım’ın cevap vermesine fırsat bırakmadan Ece ile daha sonra konuşmak üzere onu az önceki sandalyesine ilerlettim ben de boş yere oturdum. Ece ve Yıldırım arasındaki ilişkiyi çözemiyordum lakin Aysu ile kendi ilişkimi, hiç çözemiyordum. Bana karşı nötr mü, benden nefret mi ediyor geçirdiğimiz şu günlerde karar verememiştim.
Masadaki sessizlik uzamaya devam ederken Yıldırım bir süre hepimizin yüzüne baktı, benim yüzümde fazladan oyalandı. Ardından masadan kalkarak odasına doğru ilerledi, geri döndüğünde elinde rulo yapılmış uzun bir kağıt destesi tutuyordu.
Karşımızda oturan Güneş, Damon ve Aysu'dan sandalyelerini kaydırmalarını istedi. Yıldırım artık tek başına karşımızda masanın bir yanında dururken hepimiz yan yana dizilmiştik ve ondan gelecek herhangi bir şeyi bekliyorduk. Elindeki büyükçe kağıdı masaya serdiğinde açılan rulonun üzerinde gözlerimi gezdirdim. Öne doğru eğilerek tanıdık resimlerin üzerinde parmaklarımı dolaştırdım.
''Uzun soluklu bir birikime bakıyorsunuz şuan. Yeni eklenmiş resimler kendini belli ediyordur.'' Defne'nin fotoğrafının üstünden parmaklarımı çekemezken mırıldandım. ''Oldukça.''
Elini bir yapının bulunduğu fotoğrafın üstüne uzattı. ''Buraya karşı tarafın ini diyebiliriz. Üstün güvenlik önlemleriyle korunuyor, Defne ve yanlarında zorla tuttukları herkes içeride.'' Nefesimi tutmuş Yıldırım’ı diniyordum.
Elindeki fotoğrafı Damon ve yanında oturan Güneş'e uzattı, başka bir rulo yapılmış kağıtla birlikte. ''Kalenin haritası ve içerideki adamlarımızın isimleri. Hemen iletişimi kurun.'' Onların onaylamasından sonra eline başka bir fotoğraf aldı. ''Atlas İstiklal; bildiğimiz kadarıyla Kötülerin yönetiminde en üstte bulunan kişi.'' Fotoğrafı başka bir kağıt destesiyle birlikte Aysu'ya verdi.
''Yanındaki tüm çalışanlarının ve onun her türlü pis işini gerçekleştirenlerin isim listesi, teker teker hepsinin isimlerini, görevlerini, yeteneklerini, onlarla ilgili tüm bilgileri öğrenmeni istiyorum. Sen bizim gözlerimizsin, kulaklarımızsın.'' Aysu'da sessiz bir baş hareketi ile onu onayladı.
''İçeriye girmek için iki günümüz var. Çünkü işlerine yaramayan herkesi öldürdükleri bir toplantının gerçekleşeceği gün o gün. Kimseyi ölüme terk edemeyiz, kurtarabildiğimiz kadar çok kişiyi yanımızda getiriyoruz.''
Sağ elim yumruk olmuş bir biçimde göğsümde dururken sol elimin parmakları sıkı sıkıya sağ elime dolanmış kendimden destek alır şekilde ellerim kenetlenmişken Yıldırım'ın ağzından çıkanları dikkatle dinliyordum.
''Emre sana iletişim görevini veriyorum, çünkü Mahi’nin bizimle içeriye gelmek için her şeyi yapacağını biliyorum.'' Büyük bir hevesle başımı sallamama başını onaylamaz bir biçimde hareket ettirerek cevap verdiğinde devam etti. ''Tüm teçhizatı Damon halleder ve nasıl kullanman gerektiğini sana anlatır. Eğer herhangi bir olayın içinde bulunmak istemediğini şu an belirtirsen seni korumaya alacak ve içine dahil etmeyecek şekilde planı revize edebilirim.''
''Aklından bile geçirme.'' Emre'nin ciddiyetle söylediği ile masanın altında bileğini tutan elime bakmış ardından bakışlarını yüzüme kaldırmıştı. Gördüğü tek şey ise ona minnetle bakan gözlerimdi.
''Güzel.'' Konuşmasına birkaç soluk ara vermişken devam etti. ''Kızların planı her ne kadar şu an için gereksiz bir hamle olsa da,'' Güneş, Aysu ve benim aramda küçük bir bakışma geçerken devam etti.
''Kabul ediyorum işimize yaradı. Çünkü bizden bir hamle bekliyorlardı ve bu olduğunu düşünmeleri gayet olağan. Onlar henüz Aysu'nun ortaya çıkardığı güçlerini konuşup bunun üzerinden ilerlemeye karar verirlerken biz beklemedikleri başka bir saldırı gerçekleştireceğiz.''
Bakışlarını bu konudan yüzde yüz emin olmak istediğini belli eder şekilde dolaştırdı bu kez üstümüzde. ''Kimse kendi başına hareket etmeyecek, tamamen gürültü ve patırtıdan uzak bir hamle olacak. İçeriye giren birileri olduğunu fark etmelerini bile istemiyorum. Anlaşıldı mı?''
Kimseden bir onaylama veya cevap almamasına rağmen devam etti. ''Ece burada sen devreye gireceksin. Ailenin yönetimde söz sahibi olan bir konumda olduğunu biliyoruz. O kaleye elini kolunu sallayarak rahatça girebilecek birisi varsa o da sensin.'' Eline aldığı başka bir kağıdı da Ece'ye uzattı. ''Kullanacağımız güzergah bu. Hangi kameranın nereyi gördüğü ve planladığım güzergaha göre hangi açıya göre hareket ettirmen gerektiği elindeki kağıtta yazıyor. İçeriye gir, adaya girmemizi engelleyecek ne varsa ortadan kaldır. Merak etme planlamayı kameraların hareketi anlaşılmayacak şekilde yaptım. Tek yapman gereken kontrol odasına ulaşabilmek ve orada yalnız kalmak, bunu da nasıl yapacağın konusunu sana bırakıyorum, hallet.''
''Tamamdır kaptan.'' Elindeki kağıdı uzatırken vermeden hemen geri çekti.
''Ece anladın değil mi? Bu çok önemli, her şey senin görevin ile başlıyor ve yapacağın tek hatada başlamadan plan iptal olur ve o insanları ölüme terk etmiş oluruz.''
''Anladım, bana güvenmediğini biliyorum ama vicdanıma oynamana gerek yok, halledeceğim.'' Onu kafasıyla onayladığında kağıdı verdi.
''Son olarak Mahi ve ben; Defne'yi bulma görevi bizde. Daha sonra içeriye girenler olarak hepimiz içerideki tutsakları alıyoruz ve hemen çıkıyoruz. Unutmayın önceliğimiz fark edilmemek. Hepinize güveniyorum.'' Ellerini iki yana açtığında dağılabileceğimizi ve konuşmasının bittiğini belli ettiğinde herkes evin bir köşesine dağılmıştı. Ece benim odamda olacağını söylediğinde onu onayladım. Bana sessiz bir öpücük atarak koridorda Emre ile ilerleyip gözden kayboldu.
Salonun ortasında Yıldırım ile yalnız kalmıştık, birbirimize karşı olan bakışlarımızı kıpırdatmadan sürdürüyorduk. Sessizliğimi hiç bozmadan ona bir adım yaklaştım. Dilimin sessizliğine karşı bedenim benim söylemediklerimi çoktan haykırmaya başlamıştı. Ellerimden birini hafifçe kaldırdığımda titreyen parmaklarım kendini belli etti. Gözlerimin dolmasıyla kızaran yüzüm belli etti. Kendimi tutmaktan boynumda belirginleşen damarlarım belli etti. En çok da bakışlarımdan belli olan teşekkürlerim anlattı dilimin sustuklarını.
Benim ona karşı attığım bir adım karşılığında o bana defalarca adımını atarak tam dibimde durdu ve kollarından biri belimi sararken diğeri başımda saçlarımın arasına dalmıştı. Sol tarafımda şakağımda bulunan benime dudaklarını belli belirsiz değdirdiğinde ben de kollarımı beline onun aksine sıkıca sardım. ''Teşekkür ederim.''
''Etme, gözlerinden bir tek mutluluktan yaş aksın istiyorum.'' Geriye çekildiğinde birbirimizin gözlerine bakıyorduk artık.
Yüzüne hafif alaylı bir gülümseme oturttu. ''Unuttun mu bir anlaşmamız vardı?” Söylediği benim de yüzümde yer etti sahici bir gülümseme ve ben birkaç parça sözle hissettirilen umutla mutluluktan sarhoş oldum.
⚘⚘⚘
Kişi sayısına göre düzenlendiği her halinden belli olan bu apartman dairesi şimdi içindeki kalabalığı zor kaldıracak kadar yoğundu. Evin merkezini oluşturan yemek masası bile belki de ilk defa bu kadar kalabalığı bir arada yemek yerken görüyordu. Herkes masasının etrafında sıralanmış Damon'un pişirdiği yemeklerden afiyetle yerken arkada hafif bir müzik çalıyordu ve hafiften ısınan havaların beraberinde getirdiği iç ılıtan meltem aralık camdan masanın arkasındaki perdeleri uçurarak usul usul içeriye sızıyor bu akşamki havada bulunan umut kokusunun yayılmasını sağlıyordu.
İnanıyordum. Hiçbir şeye inanmadığım kadar bu gece bu umuda inanıyordum. Her şeyin güzel olacağına inanıyordum. İnanmak istiyordum.
Şimdi bu masada otururken ve tuttuğum rakı bardağını elimle birlikte başıma yaslamışken hafif bir gülümseme ile masada oturanları izliyordum. Benim her şeyim olan ve hiçbir şeyleri olduğum insanlar bir masada oturmuş gülüşerek yemek yiyorlardı. Birbirlerine olan güvenleri, inançları, kim oldukları veya kim olmadıkları; hepsi bu gece kapı dışında kalan birkaç küçük detaydı.
Güneş ve Doman birbirlerinin tabağına ortada bulunan mezelerden bırakırken hemen Damon'un yanında ve Ece ile aralarında oturan Emre ise arada Damon ile uğraşıyor; Aysu'ya alttan alttan yürümeyi asla bırakmıyordu. Biliyordum Aysu rahatsız olduğunu bir an belli etse Emre asla buna devam etmezdi ama onun da genelde memnuniyetsiz duran suratında gizli bir gülümseme vardı.
Ece hemen yanımda oturmasına rağmen karşı tarafta, uzağında bulunan Aysu ile kıyafetler ve topuklular hakkında yüksek sesle konuşuyor; konuyu bu kadar hararetli ve heyecanlı konuşmaları sohbetlerini dinlemeyi ilgi çekici yapıyordu.
Bu kez masanın başında oturmayan ve hemen yanımda yer edinen Yıldırım da konuşmaları çok fazla umursamadan büyük bir iştahla yemeğini yiyordu. Ancak ağzı dolu olmasına rağmen Doman'a asla yetiştirmekten geri kalmadığı sözleri ve gülümsemeleriyle onun da keyfinin yerinde olduğunu gösteriyordu.
Aslında mutluluk bu kadar basitti. Bir masada birbirlerinin hiçbir şeyi, belki de her şeyi olan insanların, birbirlerinin dudaklarındaki gülümsemenin sebebi olmaları kadar basitti. Esen bir rüzgar kadar, ilkbahar kadar basitti. Daha sonucu belli olmadan inanılan bir plan kadar basitti.
Mutluluk, umut kadar basitti.
Belki de ısınan havanın pozitif duygularla bir ilgisi vardır. Çiçekler belki de insanlığın içinde ortaya çıkan olumlu duyguların dünyaya bir yansımasıdır kim bilir?
Herkesi izlemeye devam ederken kendi düşüncelerimden sıyrılmış ve konuşmalar yavaş yavaş kulaklarıma doluyorken başıma yasladığım bardağımdan bir yudum daha boğazımı yakarak mideme indiğinde, her yudumda dudaklarımdaki gülümsemenin büyüyeceğini biliyordum; belki mutluluktan belki de sarhoşluktan.
O sırada Damon ve Emre'ye gözüm takıldı. Emre'nin yanağına bulaşan mezelerden birini Damon fark etmiş ve Emre'ye kendi yanağını göstererek silmesi gerektiğini işaret etmeye çalışıyordu. Ne işaret ettiğini ben anlamıştım ancak Emre anlamamış olmalıydı ki bir süre masada gözlerini gezdirdikten sonra herkesin kendi halinde takılmaya devam ettiğini fark ettiğinde Damon'un yanağına kocaman bir öpücük kondurdu. Emre'nin öpücüğü kadar kocaman açılan Damon'un gözlerini gördüğümde kocaman bir kahkaha patlattım.
Benim kahkaham ile bakışlar bana, ardından Damon'un kocaman açılmış gözlerine kaydı ve neler olduğunu anlamadan, çok da umursamadan konuşmaya devam etmişlerdi. Güneş de benim gibi şahit olduklarıyla avuç içini anlına vurarak bana dönmüştü. ''Beni Emre ile aldatıyor olabilir mi? Gerçekten aralarında bir şeyler olduğundan şüphelenmeye başladım.''
Güneş'in söylenmeleriyle tekrardan daha küçük bir kahkaha attığımda Damon masadan bir hışımla kalkarak banyoya gitti. O sırada Damon'un arkasından bakan Emre'yi gördüğümüzde aynı anda Güneş ile göz göze geldik. ''Bence bu ikisini yalnız bırakma, her an seni boynuzlamaya hazırlar.'' İkimiz de gülerek kafamızı salladığımızda gecenin yeni başladığı arka planda yükselen müzik sesinden ve defalarca boşalıp dolan tabak ve bardaklardan belli olmuştu.
İlerleyen saatlerde Güneş ve Damon odasına çekilmişti. Ece benim yatağımda birkaç saattir uyuyordu. Emre koltukta sızmıştı ve hafif bir baş dönmesiyle yerimden kalktığımda üzerine hemen yanında duran battaniyeyi örttüğümde her zamanki gibi sarılarak masum bir görüntü kazanmıştı.
Odada Aysu, Yıldırım ve ben kalmışken Aysu da odasına gideceğini söyledi ve Yıldırım içten bir iyi geceler diledi. İkisinin arasındaki bu ilişkiyi anlayamıyordum. Aralarındakine bir sevgili ilişkisi diyemezdim, çünkü öyle bir tutku yoktu. Ancak sadece bir arkadaşlık, dostluk ilişkisi de diyemezdim, ondan daha birbirine bağlı bir ilişkiydi. Aysu'yu Yıldırım'a, Yıldırım'ı Aysu'ya bağlayan bir şey vardı, bu görülebiliyordu. Ancak ne olduğunu bilmiyor, merakıma yenilmeden ve kendim sormadan önce öğrenmeyi diliyordum.
Yıldırım'ı arkamda bırakarak odama ilerledim ve yatağımda sere serpe yatan Ece'yi hafif bir gülümseme ile karşıladıktan sonra kapının hemen kenarında askılıkta duran beyaz kabanımın cebinden sigaramı alarak eşofmanımın cebine yerleştirdim ve geçen gün keşfettiğim terasa doğru ilerlemeye başladım.
Tavandan açılan merdivenlere ipi çekerek ulaştığımda hafif ılık meltemi şimdiden hissedebiliyordum. Merdivenleri tırmanarak terasa adım attığımda denizi gören köşeye gidip ayaklarımı kenardan aşağı sarkıtarak oturdum. Rüzgarı kesmek için birbirine siper yaptığım ellerimle yaktığım sigaramdan derin bir nefes içime çektim. Gecenin sessizliğine eşlik etmeye başladım.
Sigaramın çoktan bittiği ve dakikalardır sessizce otururken, sessizliği bozan adım seslerini arkamda duydum. Ardından sırtıma bırakılan bir şalın sıcaklığını hissettim. Soluma doğru bakışlarımı çevirdiğimde ayakta dikilen Yıldırım ile göz teması kurmak için başımı bir hayli kaldırmam gerekmişti. Uçuşan saçlarını gördüğümde bakışlarımı önüme çevirerek söylendim. ''Serseri.''
''Duydum seni.'' Yanıma oturdu.
''Duy diye söyledim.'' Huysuzca söylenirken omuzumdaki şalın bir tarafını açtım ve yanıma oturduğunda onun sırtına serdim.
Hafif bir gülümsemeyle hareketime bakarken o da iyice sarıldı. Şimdi omuzlarımız birbirine değiyor neredeyse göğsüne yaslanıyordum.
''Hayır madem üşüyordun neden iki tane getirmedin?'' Yine de söylenmeyi ihmal etmemiştim.
''Sende benimle paylaştın ama.''
''Bir tane getirerek zorunda bıraktın beni.''
''Göğsüme de zorla mı sokuldun?''
''Hah, ne münasebet.” Geri çekilmiş sonra yüzsüzce tekrar yaslanmıştım. “Beni göğsüne doğru çekmesen yaslanmazdım.''
Başımı kaldırarak söylenmeye devam ettim. ''Sarhoş halimden faydalanıyorsun.''
Elimi göğsüne vurdum. ''Utanmaz herif.'' Başımı boynuna yasladığında söylediklerime güldüğünü hafifçe sarsılan bedeninden hissediyordum ve birinin güldüğünü göğsünden hissetmek, bu biri Yıldırım’ken ve sebebi benken bana bambaşka hissettirmişti.
Saat gecenin yarısını çoktan geçmişken ve hava hafif serinken denize karşı bir terasta aynı şalın altında göğsüne sokulduğum bir adamla sessizliği paylaşıyordum.
Sessizliğimiz bir süre devam ettiğinde aklımdan geçenleri ona sormaktan kendimi alıkoyamadım.
''Yıldırım?''
“Hm.” Sessiz bir mırıltıyla devam etmemi beklediğini belli etmişti.
''Bir şey soracağım.''
''Sor.''
''Ama dalga geçmek yok tamam mı?'' Boynuna yasladığım başımı kendinden uzaklaştırdı ve göz göze gelmemizi sağladı.
''Seni dinliyorum.''
''Şimdi biz burada oturuyoruz ya...'' Beni onaylayarak devam etmemi bekledi. ''Yani şimdi sen ve ben böyle şeyiz ya...'' Yüzünde çok ufak belki de yakınında olmasam fark edemeyeceğim kadar küçük bir gülümseme oluştu. ''Neyiz?''
''İşte böyle yan yana, samimi.''
''Ee başka neyiz?''
''Başka,'' işaret parmağımı yanağıma hafif hafif vurarak düşünmeye başladım ''Sen bana güzelim dedin mesela, sonra bana bir bakıyorsun uff varya fena.''
Elimi sallayarak söylediklerim bu sefer yüzünde daha belirgin bir gülümseme oluşturmuştu.
''Sonra bana bir sarılıyorsun, ben hiç hissetmediğim bir huzuru hissediyorum senin kokunda.''
Ellerimi dudaklarıma kapattığımda söylememem gereken her şeyi çoktan söylediğimi fark ettim ve battı balık yan gider düşüncesiyle devam ettim.
''Yani ben yanlış anlamıyorum dimi?''
Ellerini yanaklarıma yasladı ve dişlerini gösterecek kadar gülerken konuştu. ''Sabah uyandığında bunları hatırladığın anı kaçırmamak için bütün gece uyumadan başında bekleyeceğim.'' Söylediklerini çok da umursamadığım dakikalardı ve benim tek düşündüğüm alamadığım sorunun cevabıydı. Zaten bu soruları sormaya cesaret etmemi sağlayan da kanımda gezen alkoldü.
Cevabı beklerken büzdüğüm dudaklarıma kayan bakışlar ise kalbimi hızlandırmıştı. Yüzümün iki yanında duran elleri ile yüzüme gittikçe yaklaşan yüzü kalbimde bir maraton başlatıyor, nefesimin tıkanmasına sebep oluyordu. Dudakları bir nefes kadar yakın, dudağımın hemen karşısında duruyordu. Gözlerimi yavaşça kapattığım anlarda büyük bir beklenti içine girmiştim ancak devamı gelmedi.
Gözlerimi geri açtığım zaman aynı yerde duran ve bana bakan Yıldırım'ı gördüm. Hiç hareket etmeden konuşmaya başladı. ''Şu an sorunu cevaplamak için deliriyorum, ancak cevaplara bu gece ulaşamayacaksın. Eğer sarhoş olmadığın bir gün kapıma gelirsen bil ki seni asla geri çevirmeyeceğim.'' Dedikten hemen sonra burnumun üzerine minik bir öpücük kondurdu.
''Üşümüşsün hadi içeri girelim.'' Başımla onaylayarak ayağa kalktığımda omuzlarımdan düşmek üzere olan şalı bedenime sardı, beni belimden destekleyerek merdivenlerin oraya kadar yürüttü. Önden kendisi inerken birkaç basamak sonrasında arkasına döndü ve büyük avuçları belimin hemen iki yanına yerleşti ve ayaklarımın yerle bağlantısını kesti.
Dudaklarımdan kaçan küçük kıkırtılarla birlikte ben de ellerimi kollarının iki yanına koydum. Merdiveni büyük bir hızla indiğinde beni yere bıraktı ve dengemi bir an sağlayamamamdan kaynaklı dudaklarımdan başka bir kıkırtı çıktı. Sürekli gülümsememe Yıldırım parıldayan gözlerle bakıyordu.
''Çok tatlısın.''
''Sarhoşum diye söylüyorsun.''
''Hayır, bu gece daha çok güldüğün için söylüyorum.''
Yıldım beni odamın kapısına bıraktığında, içeride Ece'nin olduğunu bana hatırlatarak kendi odasına gitmişti. Ben de bu odayı ilk defa görüyormuş gibi etrafta dolaşıyor bütün eşyaların üzerinde elimi gezdiriyordum ki az sonra Defne ile olan fotoğrafımıza denk geldim; artık tek fotoğrafımıza.
Evden çıkmadan önce Defne'nin odasından bir tek bunu almıştım ve yatağımın hemen başucunda duruyordu, kocaman gülümsemelerle kameraya bakışımız. Fotoğrafı elime alarak göğsüme bastırdım ve kendimi yatağıma bıraktım. En son gördüğüm yanımda uyuyan Ece'nin varlığı ve elimdeki fotoğraftı.
''Ya Ece yapma.'' Yüzümde gezinen parmaklarına söylenerek uyumaya devam etmeye çalışıyordum. ''Uyumak istiyorum.''
Bu sefer saçlarımda gezinen parmakları hissettim. Gözlerimi açtığımda karşımda uçuşan beyaz perdeleri gördüm. Gözlerimi geri kapattığımda söylenmeye başladım. ''Sıçacağım ama; Bu evin camları neden sürekli açık ya kıçım dondu.''
Üstüme örtülen yorganı hissettim ardından Ece'nin olmadığına emin olduğum bariton bir ses tonu ile konuşmaları işittim. ''Örtelim kıçını daha fazla üşümesin.'' Üstüm örtüldükten sonra belimde duran ele şöyle bir bakış attım ve idrak ettiklerimle hemen yataktan fırladım. Yorgana dolanmış bir halde yere kapaklandım da denebilirdi. ''Yıldırım!''
Üstsüz vücudu, beline kadar örtülü yorganı, dağılmış saçları, güzel gülümsemesi ile eline yasladığı başıyla uzandığı yataktan bana bakıyordu. Az önce kalktığım yataktan.
''Senin ne işin var burada?''
''Bilmem sana sormak lazım, gece yanıma gelip nasıl usulca yatağıma girdiğini, nasıl kollarınla bedenimi sardığını...'' Elimi uzattım ve araya girdim. ''Tamam! Sus lütfen.''
''Neden? Bence çok güzeldi.''
Kaşlarımı inanamaz biçimde kaldırdım, ''Öyle mi?''
''Öyle.'' dudaklarını ısırarak ve hafif bir gülümsemeyle söylediği ile yutkunma ihtiyacı hissetmiştim.
''Benim bir işim vardı.'' Diyerek yorganı vücudumdan itiştirerek uzamlaştırdım. Ayaka kalkarak odadan hızlıca çıkarken arkamdan kahkaha attı ve ''Hm, kuşlar söylemişti bana işini.'' Diyerek geçen sefer yatağında uyuduğumda ve Damon bizi gördüğünde saçmaladıklarımı hatırlatarak daha fazla utanmamı sağlamıştı.
⚘⚘⚘
Plan hakkında daha detaylı konuştuğumuz bir günün sonunda bu gece Defne'yi kurtaracaktık, içeride kaç kişi olduklarını bilmediğim herkesle birlikte. Az sonra adaya ulaşmak için açılmak üzere limanda bekliyorduk. Geçen seferki yata oranla daha küçük ve daha hızlı bir sürat teknesiyle birlikte Ece'nin önden gidip güvenlik önlemlerini saf dışı bırakması için başka bir tekne de bulunuyordu.
Ece sahilden ayrıldığında bizde ondan gelecek haberi beklemeye başladık. Kulaklarımızda yine bulunan cihazlardan iletişim kuracaktık. Yine her zamankinden farklı bir aracın içinde otururken Damon herkese silah dağıtıyordu. Güneş sırtındaki aparata iki silah takmışken ve üzerindeki dar pantolonun çeşitli yerlerinde yerleştirdiği bıçaklar bulunurken yüzündeki gülümseme ile masumdan ziyade daha çok korkutucu gözüküyordu. Aysu'nun kendisi bir silahken başka silaha ihtiyacı olmadığını söyleyerek bir köşede oturmuş sadece izliyordu.
Damon büyük çantasından çıkardığı bir şeyi bana uzattı. ''Bu ne?''
''Elektroşok cihazı.'' Elime aldığımda cihazdan çıkan mavi kıvılcımları gördüğümde gözlerim kocaman oldu. Damon'a baktığım zaman omuzlarını silkti. ''Zaten Yıldırım'ın yanında olacaksın, sessiz olacağız dedik, riske atamazdım. Ayrıca silah mı kullanabiliyorsun sen?''
''Teşekkürler ya, amına koyayım biri silah doğrultsa savunmaya bak elektrik vermek.'' Ettiğim küfürle Yıldırım’ın bakışları bana dönmüştü.
“Seksist küfürler etme lütfen.”
Damon sadece konuşmanın başını umursamış teşekkürüme karşılık elini göğsüne vurarak eyvallah demişti. Kendisi de Güneş gibi çeşitli yerlerine yerleştirdiği silahlar ile tamamen hazır olduğunda başından beri hazır olan ve bizi izleyen Yıldırım ile göz göze geldim ve elimdeki elektro şok tabancasını ona doğru tuttuğumda birkaç cızırtı ile çalıştı. Hareketime gülerek başını salladığında hepimiz hazır şekilde Ece'nin bizimle iletişime geçmesini bekliyorduk.
Az sonra kulaklıklardan Ece'nin sesi hepimizin kulağına doldu.
''Hallettim gençler gelebilirsiniz.'' Ece'nin nefes nefese konuşmasına karşın Yıldırım hemen yerinde dikleşti. ''Bir sorun mu var?''
''Merak etmeyin,'' dedikten sonra bir es verdi ''Her şey yolunda. Tek güvenlik vardı, biraz eğlenerek halletmem gerekti. İstediğinizden fazlasını aldım, geldiğinizi kimsenin ruhu bile duymayacak.''
Aysu araya girerek bir tepki savurdu. ''İğrençsin.''
Ece devam etti. ''Bebeğim buna fizyolojik ihtiyaç denir. Siz gelene kadar bir saatimiz daha var sonra bu yakışıklı adamı da ayağımıza takılmayacak şekilde ortadan kaldırırım. Arka tarafta bekleyeceğim sizi, öpüldünüz.'' dedikten sonra sesi kesilmişti. Tam da Ece'den beklenecek bir halletme biçimi.
Hepimiz arka tarafta otururken Ece'den gelen haber ile tekneye geçmiştik, varmamıza dakikalar vardı. Aysu içeride olması muhtemel herkesi sırayla anlatmış ve liste bir hayli kabarık olduğu için en önemlileri sıralamıştı. Doman ve Güneş ise adanın ve yapının planını tamamen ezberlemiş ve bizi yönlendireceklerdi.
Ön tarafta bulunan iskeleden değil de arka tarafta kayalıkların arasındaki hafif düzlükten adaya adım attığımız an her şeyin değişeceği anın başlangıcıydı.
Ece'nin dedikleri doğruydu, çünkü adanın içinde ilerlerken hiçbir güvenlik önlemine takılmamıştık ve Ece'nin uzun süredir bu güven veren hareketleri Yıldırım'ın Ece'den şüphelenmesinde haksızlık payı olduğunu gösteriyordu. Lakin kendisi ile bu konuyu bir daha hiç konuşmamıştık ve neler düşündüğünü, düşüncelerinin değişip değişmediğini bilmiyordum.
Damon ve Güneş el ele tutuşmuş en sağda yürürken ortada Yıldırım ve ben vardım, bizim sağımızda ise Aysu duruyor; Emre ise Teknede kulaklıkların başında bizi yönlendirmek birbirimiz ile haberleşmemizi kolaylaştırmak için bulunuyordu. Ayrıca tutsak olarak içeride tutulanlardan kurtarabildiklerim olursa direkt olarak onlarla ilgilenecekti ve ben içten içe Emre'nin içeriye girmemesine ve orada güvendeyken bize yardım etmesine seviniyordum. Çünkü artık tek kişi kaybetmek istemiyordum.
Hava bugün inanılmaz soğuktu, gecede hakim olan keskin soğuk uzun zamandır sırtıma geçirmediğim beyaz kabanımı tekrar giymemi sağlamıştı. Öylesine soğuktu ki bahar aylarından birinde değil de kışın ayazındaymışız gibiydi. Asla giyiminden ödün vermeyen Aysu bile üzerine tamamen alakasız bir renkte mont geçirmişti. Adanın ağaçlarla çevrili kısmından daha açık alana geçmeye başladığımızda soğuk esen rüzgar daha fazla hissedilir oldu.
Ağaçların bitiminde açık alanın başlangıcında durduğumuzda karşımızda bir kale gibi dikilmiş olan o yapıyla karşılaştık. Taş sütunlar ve kulelerle çevrili bu yapının ihtişamı göz büyülüyor, iskele taraftan ulaştığımız ve geçen sefer geldiğimiz konaktan bu yapının hiç gözükmemesi ise adanın büyüklüğünü gözler önüne seriyordu. Burada bulununca Yıldırım'ın neden uzun bir çalışma sonucunda adayı çözmeyi başardığını ve krokiye neden ihtiyacı olduğunu anlayabiliyordum.
Gözlerimiz kaleye çevrili iken Karşıdan gelen Ece'yi ilk Aysu fark etti ve ''Geliyor sizinki'' diyerek ona odaklanmamızı sağladı. Ece sanki bir planın tam ortasında değilmişiz gibi yavaş yavaş sekerek yanımıza ulaştığında yüzünde gülümseme hakimdi. Yıldırım'ın elini tuttu ve avucunu açarak eline kocaman bir anahtarlık bıraktı. Üzerinde birçok anahtar barındırıyordu.
''İşte bunlar kilitli her yerin anahtarları.'' Omuzlarını silkti, dudaklarını büzerek devam etti. ''Tabi hangisi nerenin bilmiyorum, deneyip göreceğiz.''
Yıldırım aldığı anahtarları cebine bıraktı ve düşememesi için fermuarı kapattı. Hızlı hareket etmemiz gerekiyordu, şimdilik her şeyi düşünmüş olsak da birilerinin bir gariplik olduğunu anlaması çok da uzun sürmezdi.
Kalenin arkasında bulunan büyük demir kapıdan içeriye girdik. Kapının önünde dikilirken bir süre herkes birbirine baktı, Damon Güneş'in dudaklarına hızlı bir öpücük kondurarak Ece'nin yanına geçti, Güneş ise Aysu'yu yanına aldı, Yıldırım bana bir adım yaklaştı, Ece ellerini kaldırdı ve sevinerek kıkırdadı, Ece'nin gülmesi hepimizin bakışlarını bir anlık ona çevirmemizi sağladı.
Yıldırım dirsekten kırdığı sağ kolunu havaya kaldırdı ve birleştirdiği işaret ve orta parmağını ileriye doğru iki kez salladı. ''İşte şimdi başlıyoruz.''
Herkes silahına davrandığında Aysu'da avuç içlerini yukarıya kaldırdı ve parmaklarının arasından ışık hüzmelerinin süzülmesine yüzündeki korkunç bir gülümseme ile izin verdi.
Önümüzdeki uzun koridorda yan yana yürüyorduk. Üst kata çıkan merdivenlere geldiğimizde iki tarafa ayrıldık ve duvarın kenarından merdivenleri tırmanmaya başladık. Merdivenleri henüz bitirmiştik ki karşıdan gelen bir korumayı gördük. Karşımda duran Aysu'ya baktığımda sesi hepimiz kulağındaki cihazda yankılandı. ''Koruma 12, bu gece 3. katta nöbetçi görevi dışında burada, indirin. Birazdan aramaya başlarlar.'' O sırada hemen merdivenlerin başına gelmişti ki Damon hızlı bir hareketle Ece'yi korumanın önüne itti.
''Ece Hanım, burada ne işiniz var?''
''Aa, ben şeye bakıyordum. Şey için gelmiştim buraya.'' Derken etrafa bakan gözleri ve düşünürmüş gibi hafifçe arkaya dönen bedeni ile konuşmayı bir anda kesip adamın suratına hızla koca bir yumruk geçirdi ve adam arkaya doğru düştü.
Damon yerde uzanan herifi hemen alırken bir köşeye sakladığına emindim, Ece ise o sırada elinin tersini iğrenmiş bir surat ifadesi ile üstüne siliyordu. Beni gördüğünde gülümsedi ve el sallayarak tekrar eski yerine geçti. Ece’nin böyle şeyler yapabildiğini bilmiyordum, dahası tüm bu olayın içinde bu soğukkanlılığı şaşırtıcıydı.
Damon'un gelmesi ile hareket etmeye devam ettik. Kimse birbirinden ayrılmıyordu ancak herhangi bir durumda ayrılma ihtimaline karşı herkes koruyacağı kişinin yanında yürümeye devam ediyordu. İlk katın karşı koridorundan aşağı inen merdivenlere ulaşacağımızı Yıldım az önce söylemişti. Kuledeki tutsakların her birinin bulunduğu odaların olduğu kalenin batı kanadı orasıydı.
Hiçbir sorun olmadan sağında solunda vitral camlara sahip olan ilk katın uzun koridorunu aştığımızda aşağıya inmek için hareketlenmiştik. Herkes sağ tarafta toplanmışken sola doğru dönen merdivenlerin sonunda buranın ortasında güvenlikler dolaşan mahzen gibi bir yer olduğunu fark ettim.
Damon ve Yıldırım adamları aynı anda sessizce haklamanın yolunu konuşurken Aysu ile göz göze geldim ve öndeki adamı işaret ederek elektroşok tabancamı çıkardım. Arkadaki iki güvenliği işaret ederek sol elini havaya kaldırdığında ben de Yıldırım'ın arkasından öne doğru çıktım. Dolaşan güvenliklere doğru yaklaşan yılanı gördüğümde Aysu'nun bu sefer açıkça bir şey yapmak yerine hayvanlara müdahale ettiğini anladım.
O sırada kapılardaki parmaklıklara benzer boşluklardan bizi fark eden birkaç kişinin yüzünde de oluşan gülümsemeyi anbean gördüm. Yılan sırayla iki korumaya da saldırdığında kapının önündeki koruma onlara bakmak için hareketlenmişti ki arkasından yaklaştığım güvenliğe elektrik verdiğimde yere yığıldı.
Diğerlerinin durumu ise ayağa kalkabilecek kadar iyi değildi, bizi görmelerine rağmen parmaklarının ucunu hareket ettiremeyecek kadar yılan zehri vücutlarına yayılmıştı. Damon'a döndüm. Yıldırım ile birlikte Aysu ve bana bakıyorlardı. Elektroşok tabancamı elimde bir tur döndürdüm. ''Haklıymışsın işe yarıyor.''
Aysu sözü devraldı. ''Koruma 23 ve koruma 24 öldü; Elektrik yiyen Koruma 22, hayati durumundan çok emin değilim.''
Yıldırım, Ece'nin ele geçirdiği anahtarlar sayesinde kapıları teker teker açarken Güneş ise merdivenlerin orada gözcülük yapıyordu. Aysu kulaklıklardan Emre ile iletişime geçti. ''Emre on bir kişi var. Biri on iki on üç yaşlarında bir çocuk sana geliyorlar yolluyoruz.''
''Yolla bebeğim, bekliyorum.'' Emre'nin sevinçli çıkan sesini hepimiz duymuştuk. Yıldırım herkesi serbest bıraktığında tek dileğim bu havasız ve kötü kokulu yerden çıkmaktı. Peşimizdeki insanlarla merdivenlerden yukarı çıktığımızda koridor hala boştu ve bu da henüz fark edilmediğimizi gösteriyordu.
Defne alt kattaki tutsaklar arasında yoktu ve Atlas İstiklal denen şerefsizin kardeşimi bu kadar ayırması ve özel bir yere koymasının nedenlerini düşünüyordum.
Koridorda Ece az önce kurtardığımız insanlar ile gitmek üzere yanımızdan ayrıldı ve kalan beşli olarak; Damon, Güneş, Aysu, Yıldırım ve ben üst katlara doğru hareketlendik. Güneş ve Damon arkamızdan yürüyerek her odayı kontrol ediyor işimize yarayacak her şeyi topluyorlardı. Hemen hemen çoğu boş olan katlara nazaran şu an çıktığımız kat bir hayli yoğundu ve her odanın kapısında bir koruma vardı.
Biz kenarda dururken ve buradan sessizce çıkmak için bu kattaki korumalardan kurtulma yolunu düşünürken bizi fark eden bir koruma silahına davranmıştı ki Güneş vücudunun çeşitli yerlerine sakladığı bıçaklardan birini hızla fırlattığında korumanın tam anlının ortasına gelmişti. Gözleri açık bir şekilde yere yığılan koruma ile fark edilmiştik ve bir anda ortama kargaşa hakim oldu.
Bir anda ayak uyduramadığım hareketli ortamda kurşun sesleri kulağımda yankılanırken Aysu karşıdan gelen kurşunları durdurdu. Aysu'yu isteme nedenlerini anlıyordum ancak tam olarak bu gece kendi gözlerimle görmüştüm.
Aysu'ya sahip olan tarafın kaybetme ihtimali yoktu, çünkü elinin bir hareketi aklındakini gerçeğe dönüştürmesine yetiyordu; tıpkı şimdi karşımızda tüm fizik kurallarını hiçe sayarak dikilen kurşunlar gibi.
Kurşunlar isabet edemeden yere döküldüğünde içerideki çok sayıda adam ve arka taraftan gelmeye devam edenler ile bizim aramızda bir çatışma çıkmıştı. Arka tarafta duran ve kurşunların yönünü değiştirerek bizimkilere isabet etmemesini sağlayan Aysu; Sol eli ile bıçaklarını fırlatırken sağ eli ile kullandığı silahı ile adamları indiren Güneş; Koridorun diğer tarafına geçmeyi başarmış ve merdivenden her yeni gelen adamı haklayan Damon'un arasından Yıldırım elimi tutarak koridorda benimle ilerlemeye başladı.
Bu katta bulunan tüm odaların kapısını açıp kapatırken en sonda solda bulunan odanın kapısından içeriye girdiğimizde onu gördüm. Kalbim Defne'yi kaybettiğinden beri atmıyormuş, şimdi atışından anladım.
Orada ona verilen yatakta yatıyordu, sarı saçları yastığın hemen üstüne dağılmıştı ve görmediğim zamandan beri hayli uzamıştı. Arkada yankılanan silah ve kırılan dökülen her şeyin sesine inat huzurlu bir uykudaydı. Hızlı adımlarla ona yaklaştım ve omuzlarından kavrayarak kaldırdım, saçlarını okşadım. Gözleri yavaşça açıldığında elinin teki ile gözünü ovalamaya başladı ve beni fark ettiği an kocaman açılan gözleriyle direk boynuma atıldı. Ağlayan sesinin arasından konuştu. ''Abla'' dediği an gözlerimden süzülen yaşlara engel olamadım. Görmesini istemeyerek hızlıca sildiğimde onun da ağladığını fark ettim.
Boynuma sıkı sıkı sarılmışken saçlarını okşayarak onu sakinleştirmeye çalıştım. ''Geldim bebeğim, ablan seni asla bırakmayacak.'' Yanaklarımdan tuttu ve göz göze gelmemizi sağladı. Yüzümün her yerine öpücükler kondurmaya başladı. Ağlaması kesilmese de sessiz iç çekişlere dönüşmüştü. O sırada Yıldırım ''Mahi, acele et çıkmamız lazım'' dedi ve hemen onu başımla onaylayarak Defne'ye döndüm. ''Eve gidiyoruz.'' ikimizin yüzündeki gülümseme de şu an melekleri kıskandıracak cinstendi.
Arkada silah sesleri kesilmişken Damon kapıyı açtı. ''Merhaba küçük hanım, sonunda tanıştığımıza çok sevindim.'' Derken yüzünde cüssesine ve elindeki silaha inat kocaman bir gülümseme vardı.
''Gitmemiz lazım bu kattakileri hallettik ancak hızla yenileri geliyor.''
Yıldırım eğilerek Defne'ye üstünden çıkardığı hırkasını giydirdi ve kucaklayarak hareket etmemizi sağladı. Geldiğimiz hale tamamen ters şekilde koşarak ve sessiz olmayı umursamayarak kapıya doğru ilerledik.
Kapıdan çıktığımız an ağaçların oradan gelen adamları gördük. Hemen arka tarafa hamle yaptığımızda arkamızda sarılmıştı ve oradan da yaklaşan korumalar vardı. Aysu'nun sesi duyuldu. ''Şu an adadaki tüm korumalar burada.''
Bizi tamamen çember içine aldıklarında Yıldırım Defne'yi kucağıma verdi. ''Bu kez canım pahasına koruyacağım.'' Anlıma kondurduğu hızlı ama derin öpücükle söyledikleri bir yemin gibiydi ve ben neyden bahsettiğini bile bilmiyordum.
Önümde duran Yıldırım'ken arkamda Duran Damon'du. Güneş bana bir gülümseme gönderdikten sonra sırtından aldığı iki silah ile sağıma geçmişti ve Aysu'da Solumda yer aldığında dördünün ortasında korunaklı bir çemberde yer alıyordum; hepsi bizi korumak için sırt sırta vermişti.
Aysu kalenin duvarında asılı duran meşaleden aldığı ateşi avuçlarında tutarken etrafımızda geniş bir çember çizdi ve bütün korumaların uzak durmasını sağladı, kimse yaklaşmıyordu. Aysu'nun hala avuçlarında bulunan ateşin ışığı yeşil gözlerine vuruyordu ve yine yüzünde duran gülümsemesi birkaç korumanın korku ile birbirine bakmasına ve yutkunmasına sebep olmuştu.
Yıldırım elinde sis bombası tutuyordu. ''Üç dediğimde.'' Güneş, Damon ve Aysu onu onayladı.
Bir; Yıldırım'ın eli sis bombasının pimine gitti, Güneş ve Damon silahlarını kaldırdı, Aysu etrafımızdaki alevden çemberi biraz daha büyüttü. Korumalar birkaç adım geri gitti.
İki; Yıldırım sis bombasının pimini çekti, Güneş ve Damon nişan aldı, Aysu çemberi biraz daha büyüttü. Alevlerin boyu da uzamışken korumalar birkaç adım daha geri çekildi.
Üç; Yıldırım bombayı korumaların en yoğun olduğu yere fırlattığında duman ortalığı kapladı, Güneş ve Damon'un silahlarından çıkan kurşun sesi gecede yankılanmaya başladı, Aysu çemberi biraz daha büyüttüğünde alevlerin vücutlarını sardığı birkaç koruma kaçışmaya başladı.
Ben Defne'nin kulaklarını kapatmış olduğum yere çökerken etrafımdaki etten duvarlar bizi buradan çıkarmak için uğraşıyordu. Defne ile birbirimize bakıyorduk, ona dişlerimi göstereceğim kadar kocaman gülümsediğimde dudağının tek tarafında hafif bir kıvrılma gördüm.
Bebek gibi yüzüne bakarken ve arkada kurşunlar havada uçuşurken birbirimizin gözlerinden güç alıyorduk ve o küçücük olmasına rağmen kocaman cesareti ile bana bakıyordu.
O sırada seslerin ve bakışların arasında onu gördüm. Kalenin hemen yanında bana bakan o şeyi. Çığlıkları hala kulağımda yankılanıyordu ama bu yaratığı, Tonton Hanım'ı kaybetmeden önce Yıldırım'ın evinde gördükten sonra bir daha hiç görmemiştim. Şimdi duvarın dibinde durmuş yine o yüzündeki gülümseme ile bana bakıyordu. Tüylerimi diken diken eden gülümsemesi ile Defne'ye sıkıca sarıldığımda ortadan kayboldu. Defne'nin bebek kokusunu bir süre içime çektim.
Etrafa göz gezdirdiğimde yerde yatan, bedeni yandığı için kaçışmaya devam eden korumalarla doluydu. Etraftaki sis dağılmaya başlamıştı ve bize saldıran kimse kalmamıştı. Aysu, Güneş ve Damon etrafımdaki çemberi bozduğunda Yıldırım yanıma eğildi. ''Hemen gitmemiz gerek buradan.''
Başımla onu onayladım ve Defne'nin de elinden tutarak öndeki Aysu, Güneş ve Damon'un peşinden koşmaya başladık. Yıldırım hemen yanımızda koşarken elinden tuttuğum Defne'ye başımı çevirdim. O da bakışlarını bana kaldırdı, keyifli kocaman bebek kahkahasını attı. Bende ona uyarak şevinçli bir kahkaha attım.
Kahkaha sesimi bölen ise bir ses oldu. Az önce defalarca duyduğum ama ilk defa acı veren o ses. Gülüşümün yarım kalmasına, bebeğimin gülüşünün yarım kalmasına neden olan o ses. Yıldırım'ın adımlarını durduran, Güneş'in gözlerinin dolmasına sebep olan, Aysu'nun güçleri ile müdahale etse de geç kaldığı, Damon'un terse dönerek yanımıza koşmaya başladığı, ağaçların arasından silikçe gözüken Emre ve Ece'nin feryat etmesine sebep olan o ses.
Bir kurşun sesi.
Şimdi gülüşüm yüzümde asılı kalırken gözümden damlayan yaş bile kırmızıya boyanmıştı artık.
Ne bölümdü amaa! En uzun bölüm oldu. O duygudan bu duyguya atladık. Yorumlarınızı bekliyorum.
O piti piti gizemler sepeti???
Aysu ve Yıldırım arasındaki ilişkinin tahminlerini buraya,
Yıldırım'ın bu sefer kaybetmeyeceğim deme sebebinin tahminlerini buraya,
Ece'nin durduğu tarafın tahminlerini buraya,
Defne'yle ilgili tahminleri buraya alalım.
Bakalım herhangi birini tahmin edebilen olacak mı? Heyecanlandımm 😈
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |