
"Beni güzel hatırla
Bunlar son satırlar...
Farzet ki bir rüzgardım
Esip geçtim hayatından
Ya da bir yağmur
Sel oldum sokağında
Sonra toprak çekti suyu
Kaybolup gittim..."
~ Orhan Veli KANIK

Mahi’den;
Kurtarma amaçlı bir yola çıkmıştık. Ortak hedefimiz mahkumları kurtarmaktı ancak tek tek bakıldığında şimdi kendimiz mahkumduk; kurtarma amaçlı çıkılan bu yolda kendimizi de kaybettik.
Defne'nin gözlerinin içine bakmayı sürdürüyordum. Kafası hafifçe yana eğildi, düşmüş ön dişine rağmen gülümsemesi hala dudaklarındayken yanağına bir damla gözyaşı süzüldü. Zaman hızını kaybetmişti, her ayrıntıyı görebiliyordum. Dünyamın başıma yıkılışının her detayını anbean yaşıyordum.
Bir adım önümde duran ve adımları silah sesiyle bıçak gibi kesilen Yıldırım yavaşça yanıma yaklaştı, belki de hızlıca bilmiyorum. Yanaklarımı avuçladığını hissettim. Başımı kendine çevirmeye çalışıyordu. ''Sorun yok! Sorun yok güzelim, her şey hallolacak.''
Hareketlerinden sözlerinin ve davranışlarının büyük bir panik içerisinde olduğunu anlayabiliyordum o zaman neden kulağıma fısıltı gibi geliyordu sesi? Defne'yle olan göz temasımız bir an kesilmedi.
''Damon! Buraya gel.'' Yıldırım'ın bağırarak bir şeyler konuştuğunu duydum. Güneş'in silahından çıkan ses kulaklarımı kapatma isteği doldurdu içime. Arka planda olan biten her şeye inat, zaman benim ve Defne'nin gözlerinin arasında yavaşladı.
Kollarımı kavrayan eller hissettim, Defne'nin bir anda kapanan gözleriyle, gözlerimi etrafta gezdirdim. Damon adımı sesleniyordu. ''Bırak Mahi, bırak artık!'' Tek tuttuğum küçük bebeğimdi, kaçıyorduk biz, nasıl bırakayım yeni kavuştum.
Gözlerim yere damlayan bir damla kanı gördü. Sıcacık bir damla kan soğuk gecede zemine çarparak etrafa sıçradı. Hafifçe dudaklarım aralandı. Kısık sesle konuştum. ''Birisi yaralanmış,'' Başımı çevirdim Yıldırım'a baktım ''Birisi yaralanmış.'' Sözlerimi bölen Emre'nin acı çığlığı oldu. Nefes nefese bir halde koşarken dizlerinin üzerine yıkılışıyla geceye karışan acı sesi bir oldu.
Emre'nin hemen arkasında duran Ece hızlı hızlı gözlerini siliyordu ancak gözyaşlarına yetişemiyordu. Emre'yi tutmaya çalışıyordu ancak gücü yetmiyordu.
Gözlerim Aysu'ya takıldı olduğu yerde donmuş gibiydi, suratındaki şok ifadesi ile bedenim titredi.
Yanımda kollarımı sarsan Damon'u hissediyordum. Az sonra yanıma gelen Güneş üzerindeki hırkayı hızlıca çıkardı ve Defne'nin arkasına geçti. Emre'nin acı çığlıkları hala gecede yankılanıyordu.
Yıldırım yüzümdeki ellerini çekmemişti bakışlarımı ona çevirdim. Gözlerinden akan yaşları gördüm, kendini tutamadığı için akan yaşları, sanki bıraksak hıçkırarak ağlayacak gibiydi.
Zamanın akışı bir anda normale döndü beynim görmek istemediklerinin önündeki perdeyi hızlıca kaldırdı, bakışlarım karşımda duran Defne'ye döndü. Küçücük kollarından o kadar sıkı tutuyordum ki bembeyaz teni kızarmıştı. Damon'un neyi bıraktırmaya çalıştığını şimdi anlamıştım. Kollarımı gevşettiğim an Defne ayaklarının üzerinde duramadı ve küçük bedeni yere yığıldı.
Ağzımdan çıkan acı inlemeyle yere eğildim, titreyen ellerimi ona doğru uzattım ama dokunamadım. Yıldırım da benimle birlikte eğilmişti ellerimi tutuyordu. Güneş elindeki hırkayı bedeninde bir yerlere bastırıyordu. Benim kardeşim daha küçücüktü, hırkası Defne’nin tüm bedenini kapatıyordu nerdeyse, yere damlayan kan onun olamazdı ki.
Yere savrulmuş sarı uzun saçlarını gördüm hiç kesmeye kıyamadığım bebek saçlarının uçlarına şimdi kan bulaşmış, kızıllığa bürünmüştü. Nefesim kesildi, nefesim öyle bir kesildi ki bir daha soluk alamam sandım.
Güneş bakışlarını Yıldırım’a çevirdi. Arkamda duran Damon'un da yere çöktüğünü hissettim. ''Hadi! Hadi hemen hastaneye gitmemiz lazım. Benim kardeşim iyi olacak, yeni kavuşmuşken kaybetmeyeceğim!''
Küçük bedenini omuzlarından kavrayarak kucağıma çektiğimde Güneş'in tampon yaptığı hırka sıyrılarak yere düştü, kurşun sol tarafına gelmişti, kıyafetleri de saçlarının ucu gibi kırmızıya boyanmıştı. Gözümden düşen yaşları Defne'nin kanı ile kırmızıya boyanmış ellerimle sildim.
Ayağa kaldım, kucağımda yatıyordu. ''Hadi bebeğim, korkma doktordan bu sefer korkmaman gerek; kimse sana zarar vermez iyi olacaksın. ''Gözleri kapalı olan bir çocuğu avutmaya çalışan sözlerimle Yıldırım koluma dokundu, Defne'yi kucağımdan almak istedi. Onu hızlıca iterek Emre'ye ilerlemeye başladım. ''Dokunma bana!''
''Hadi Emre bak kardeşimiz, iyi o, iyi olacak, doktorlar yardım eder, hadi.'' Dudaklarımdan sözler yalvarır gibi döküldü, gözlerimden yaşlarla birlikte. Arkamı döndüğümde Damon'un göğsüne sığınmış Güneş ile göz göze geldim.
Elini dudaklarına bastırmıştı kafasını iki yana salladı. ''Hayır, hayır, hayır, hayır.'' dizlerimin üstüne çöktüğümde Defne'nin yüzüne baktım sanki teni solmuştu, az önce gözlerimin içine bakan o gözler bir daha hiç açılmayacak mıydı? ''Hayır, hayır, HAYIR!'' dudaklarımdan dökülen çığlıkla birlikte Emre daha fazla dayanamaz gibi bakışlarını üzerimden çekti hıçkırıkları Ece'nin göğsünde kayboluyordu.
Aklıma gelenle Defne'yi nazik hareketlerle yere yatırdım, dudaklarım anlına dokundu. Koşarak Aysu'nun kolunu kavradım ve Defne'nin başına kadar çekiştirdim. ''İyileştir onu,'' yalvaran gözlerle bakıyordum ''gördüm, gördüm seni, gerçekten güçlüsün; istediklerinin olması parmağının tek hareketine bakıyor.'' Yerde yatan Defne'yi tekrar sardım ''Hadi kullan o güçlerini baksana şimdiden çok üşümüş hasta olacak, iyileştir onu.'' Buz gibi olmuş küçük ellerine dudaklarımı bastırdım avucumun içinde olan eline dudaklarımdan sıcak nefesimi üfledim, soğuk bedeni biraz ısınır umudu ile. Şimdi iyi olacaktı iyileşecekti.
Aysu gözyaşları içinde yanıma çöktü. ''Yapamam.''
''Ne demek yapamam! Yaparsın, yapabilirisin.'' Yüzüme uzun uzun bakmayı sürdürdü. ''Ne bakıyorsun! Bir şeyler yap o iyi olmak zorunda, çok küçük anlıyor musun, daha küçücük!''
Başını öne eğerken iki yana salladı. ''Ölümü geri alamam.''
Hızlıca boştaki elimi dudaklarıma bastırdım. ''Şşş, sessiz ol Defne korkar ölümden, annemiz öldü ya bizim. Yanında kullanma ölüm kelimesini.”
Defne kucağımda yatmaya devam ederken ben de ağlamaya devam ediyordum. Ne yapacaktım ki şimdi, canımın yarısı gözleri kapalı kucağımda uzanırken benim gözlerimin açık olmasının ne anlamı vardı. Ruhum Defne ile gözlerini kapatmıştı.
Dudaklarımı saçlarına bastırdım ayağa kalkarak tekneye doğru ilerledim. ''Hadi Yıldırım, gel yardım et onu burada bırakamam.''
Kardeşim kucağımda uzanmaya devam ederken hiçbir şey hissetmiyordum, acı bütün bedenimi sarmalamıştı. Arkamda kalan hiçbir şeyin farkında değildim, Defne'nin buz gibi olmuş bedenine öpücükler konduruyor kokusunu derin derin içime çekiyordum.
Teknenin koltuklarından birine oturmuş soğukta hızla ilerlerken Defne'yi kucağımda sarmalıyordum. Kardeşimin ölü bedenine tam 76 dakika sarılmıştım. Kardeşimin ölü bedenine tam 76 dakika sarılmamı sağlamışlardı ve kalbim her dakikada biraz daha kanamıştı.
Ne yazık ki gerçek hayat istediğimiz gibi ilerlemiyordu ve hastanenin bahçesinde Defne'yi kollarımdan almışlardı. Bahçede kalan yan yana dizilmiş ve gözyaşları dinmeden hastaneye bakan bizi polisler karşılamıştı.
Az sonra polisler sorgu için geri geleceklerini söylediklerinde ve herkesi şimdilik serbest bıraktığında ifade vermem gerektiğini özellikle söylemişlerdi. Benim ise karşılığında tek söylediğim Defne'nin dağınık saçlarıydı. Başım Emre'nin omzuna yaslıydı ve morgun önündeki bekleme koltuklarda oturuyorduk. Yıldırım dakikalar önce bazı işlemleri halletmek için gitmişti, diğerleriyse bahçeye çıktıklarını söyleyerek yanımdan ayrılmıştı.
Ben kanlı ellerimi izlerken çalışanlar da bizi izliyor, dik bakışlarını gelip geçerken üstümüze dikiyordu. ''Emre, Defne'nin saçları dağınıktı. O hiç sevmez ki.'' Mırıldanarak konuşuyordum, Emre'nin başıma kondurduğu öpücüğü hissetmiş, sessiz iç çekişlerini duyuyordum. ''O saçlarını iki örgü sever. Özenle yapılmış iki örgü.'' Dudaklarımdan bir kahkaha döküldü. ''Biliyor musun en çok benim yaptığım örgüyü sever, anne gibi hissettiriyor der, biliyor musun Tonton Hanım'la hep kavga eder,'' Duraksadım, az önce gülmeme tezat yine ağlamaya başladım ''Ederdi. İkisi de edemez şimdi.'' sonlara doğru mırıldanarak bitirmiştim cümlemi.
Emre ile bir süre daha sustuktan sonra sessizliği bozan yine ben oldum. ''Emre anneme de Tonton Hanım'a da kavuşmuştur dimi? Belki de çok mutludur dimi? Mutlu olsun, o annesine kavuştu, ben ölümü beklerim ona kavuşmak için.''
''Mutludur güzelim, çok mutludur. Eminim seni hiç bırakmak istemezdi ama çok mutludur.''
''Saçlarını öreğim mi? Bana izin versinler n'olur? Son kez öpeceğim gerçekten saçları açık olmaz, mutsuz eder, mutlu olsun, gidip hemen iki tane öreceğim hep yanında hissetsin beni, annesi gibi hissetsin.'' Gözümden akan yaşları sildim. Emre polislerden biri ile konuşup morga girmem için izin almayı başarmıştı. O polisin izni olmasa bırak onu görmeyi son kez sarılmayı, gerçek dünyanın gerçek düzeninde vurulmuş bir çocuk için kanla kaplı halimle beni bir adım yanına bile yaklaştırmazlardı.
Görevli kadın beni iğrenir gibi süzdüğünde bakışlarını umursamadım, içeriye girmemi sağladığı için teşekkür bile ederdim.
Görevli uzun bir çekmeceyi açtı, Defne yarısını bile kaplayamamıştı. Üstüne serilen beyaz çarşaftan olması gerektiği gibi ayakları bile gözükmüyordu. Ölüm kimseye yakışmazdı ama hayatını daha yaşamamış bir çocuğa, hele benim kardeşime hiç yakışmamıştı.
Kadın bana bir şeyler söyledikten sonra hızlıca çıktı ve bizi yalnız bıraktı. Örtüyü yüzünden sıyırdım. ''Bebeğim ben geldim.'' Dudaklarını bırak soğuktan yanakları bile morarmış tenine küçük bir öpücük bıraktım. Saçlarını severek onunla konuşmaya başladım. ''Annem karşıladı seni dimi? Bende çok özledim onu. '' Süzülen gözyaşım yüzüne damladı. ''Defne, ben seni koruyamadım, ben seni korurum sana güzel bir hayat sunarım sandığım için o evden çıkardım, özür dilerim ben seni koruyamadım kardeşim, beni bunun için asla affetme.''
Yüzüne bir diğer öpücüğümü kondurdum. '' Annem seni orada korur, benden daha iyi bakar sana, sana sunamadığım her şeye sahip olacaksın, çok mutlu olacaksın. Tonton Hanım'ı kızdırma onu da çok sevdiğini biliyorum, annelerimize iyi bak Defne. Çünkü ben kimseye iyi bakamadım. Yanınızda bana da yer ayırmayı unutmayın. Seni çok seviyorum. Onlara da sevgimi ilet olur mu? İstediğin kadar hava atabilirsin ablam en çok beni sever diye, çünkü doğru kardeşim, en çok seni sevdim, her zaman seveceğim. Sen benim biriciğimsin.''
Her zaman yaptığı gibi yanaklarımdan tutarak gözlerimin içine baksın ve bana 'Sen benim biriciğimsin' desin diye mümkün olsa canımı verirdim ama ben onu kaybetmiştim. Kardeşime kavuştuğum gün onu kaybetmiştim.
Kendi kanının kuruduğu ellerimle saçlarının her teline öpücük kondurmaya çalışarak saçlarını iki tane ördüm. Saçımdan çıkardığım ince lastik ile iki örgüsünü birleştirerek bozulmaması için bağladım. Boynuna eğilerek kokusunu içime çekmek istedim ancak Defne'min bebek kokusuna bile ölüm bulaşmıştı artık.
Çokça büyük örtüyü ikiye katladım ve bedenine düzgün örtülmesini sağladım. İçeriye giren görevli kadın bana acır gibi bakıyordu. Kardeşimin başına tekrar bir öpücük kondurdum.
Son kez.
Arkamı dönemedim, Defne'ye arkamı dönemedim, onu ardımda bırakarak bu odadan çıkamazdım. Görevli kadın konuştu; ''Hanımefendi çıkar mısınız artık?''
''Nasıl çıkayım ki ben şimdi sen söyle, ben büyüttüm onu, son kez olduğunu bilerek tenine öpücük bıraktım az önce. Sen söyle nasıl çıkayım ben şimdi bu odadan, NASIL?!'' Kadın dediklerimi umursamadan biraz önce ikiye katladığım örtüyü açmak için yeltendi.
''AÇMA! Görmüyor musun? Bak ona, BAK! Küçücük o, ikiye katlanmış şu boktan çarşaf bile büyük geliyor ona görmüyor musun?! BIRAK, BIRAK ÖYLE KALSIN! O gözlerini kapatalı henüz saatler olmadı ama bütün bedeni morarmaya başlamış görmüyor musun? Bırak biraz ısınsın. Dudaklarımın izi bir daha teninde kalmayacak anlıyor musun?! NASIL ÇIKAYIM ŞİMDİ BEN BU ODADAN?! SEN SÖYLE BANA, NASIL DÖNEYİM ARKAMI?'' Söylediklerimden sonra kadın yüzüme bakmayı kesmişti, başı önünde duruyordu; bense Defne'nin boşlukta sallanan elini tutmuştum nazikçe yerine yerleştirmekti amacım ama bırakamıyordum. ''Bırakamam, BIRAKAMAM!''
Çığlıklarımla birlikte Emre içeriye girdi, Defne'yi gördüğü an kapının önünde kaldı. ''Bırakamam Emre.'' Emre'nin arkasından hızlı adımlarla içeriye giren Yıldırım'ı gördüm. Anlık duraksamasının ardından hızlıca bana yaklaştı. ''Bırak Mahi.''
''BIRAKAMAM!'' Defne'ye döndüm, gözyaşlarıma hakim olamıyordum.
''Mahi, bırak artık, onu bırak ki huzurlu olsun. O bundan sonra hep seninle yaşayacak, kalbinde. Yarın gelip alacağız güzelim, hadi gel.''
''Yıldırım...'' kafamı iki yana sallamaya devam ediyordum, kolları bedenimi sardı. Gözlerimi bir an üzerinden alamıyordum. Alacaktık ama toprağa koymak için, toprak aldıklarını geri vermezdi ki...
Yıldırım yavaşça odadan çıkarken beni tutan kolları sayesinde yere yığılmıyordum, adımlarımı geri geri atarak kollarının arasında kapının önüne geldik. Görevli kadının Defne'nin uzandığı çekmeceyi yerine kapattığını gördüm; görmek istemiyordum, sıkı sıkı kapattığım gözlerimin önünde bile Defne'nin görüntüsü vardı. Onu kollarımın arasına almak ve bırakmamak istiyordum ve bunu yapmamak için kendimle savaşıyordum. Emre'nin arkamdaki varlığını hissettiğimde kapı kapanmıştı ardımızdan. Gücüm de kapanan kapıyla çekilmişti bedenimden, dizlerimin üstüne yığıldığımda Yıldırım'ın kolları bile saramıyordu artık bedenimi.
Sayıklamaya devam ederken Yıldırım dizlerimin ardına ve sırtıma kollarını sararak kucağına aldı. Boynuna sakladığım başımla sayıklamaya devam ediyordum. Gözyaşlarım göğsünü ıslatıyordu. Boynuna sıkı sıkı sardığım ellerimdeki kanı gördüğümde hıçkırıklarımı kontrol edemez olmuştum. Defne'nin kanını...
Hastanenin kapısından çıktığımızda adımlarını zor atan Emre peşimizden geliyordu, Defne'yi gördüğünden beri suratında olan donuk ifade hiç bozulmamıştı, yaşlar yanaklarında parlıyordu. Kapıdan çıktığımızı gören Ece hızlıca Emre'ye sarıldı ve onunla birlikte ilerlemeye devam etti. Damon, Güneş ve Aysu'nun da peşimizde olduğunu biliyordum ama fark etmezdi artık. Ölüm bizi bu gece bulmuştu, hem de en masumumuzdan.
Bir aracın içindeydim, Yıldırım'ın bedenime sıkı sıkı sardığı kolları varlığını koruyordu. Arka koltukta oturuyor olmalıydık, belki de ön koltukta; bilmiyorum. Aracı birisi kullanıyor olmalıydı, belki de hareket bile etmiyorduk; bilmiyorum. Ben bu geceden sonra tüm bildiklerimi de artık bilmiyordum. Gözlerim uzaklara bakarken, ruhum o uzaklarda artık kaybolmuştu. Ölüme etimle kemiğimle bu kadar bulanmıştım; şimdi bedenime bulaşan kanları temizlesem de çıkmazdı. Hayatımın kalan her dakikasında ellerime baktığımda kardeşimin kanını görmekle cezalandırılmış bir mahkumdum şimdi.
Yıldırım’ın evinin merdivenlerinden yine Yıldırım'ın bedenimden bir saniye olsun ayırmadığı kollarının arasında çıktık. Beni içeriye girdiğimizde ayaklarımın üstüne bıraktı, bir an düşecek gibi olsam da koridorun başlangıcındaki duvardan tutunarak dengemi sağlayabildim. Dün gece kahkahalar atarak oturduğumuz masayı gördüm, ne umutlarla oturuyordum; çok değil saatler öncesinde.
Gözümden bir damla yaş süzülürken bakış açıma Yıldırım girdi. Ellerini omuzlarıma uzattı, dokunuşları her zamanki gibi nezaket ve şefkat doluydu. Arkamı dönerek yavaş adımlarla odamın önüne geldim. Emre yatağımda elinde Defne'nin elimizde kalan tek hatırası olan resmimizin olduğu çerçeveye sarılmış yatıyordu Yanına yaklaşarak bana dönük duran resme bakışlarımı değdirmemeye çalışarak kenarda duran bir battaniyeyi aldım ve üstünü örterek başına öpücük kondurdum.
Odaya girişim gibi çıkışım da yavaş adımlarla olmuştu. Yıldırım koridorda durmuş her adımımı izliyor, sürekli tetikte duruyordu. Yavaş adımlarla banyoya girdim kanlı kıyafetlerimi bir köşeye bıraktığımda başımdan aşağı dökülen suyla birlikte zemin de kızıla boyanmıştı. Sanki saç tellerim bile berelenmişti de kan sızıyordu.
Elimdeki lifi Defne'nin kanla kaplı duran sol tarafını temizlermiş gibi acımadan bedenime bastırıp duruyordum. Bedenime o kadar bastırıyordum ki tenimde gerçekten kan sızan yaralar açtığımın farkında değildim. Ruhumdaki acıdan bedenimdekini hissedemiyordum. Sol tarafımın yeterince temizlendiğini düşündüğümde Defne'nin kana bulanmış sarı saçları için saçlarımı defalarca yıkamıştım. Yolunmuş saç tellerim gideri kapatmış duşun zemininde tenimden sızan kanlarla birlikte küçük bir birikinti oluşturmaya başlamıştı ki kapı sert bir darbeyle bir anda açıldı. İçeriye giren Yıldırım'ı gördüm. Kenardan kaptığı havluyla hızlıca bana yaklaştı ve bedenimi sararak beni kırmızı birikintinin içinden çıkardı, suyu kapattı. Bunların hepsi birkaç saniye içinde olmuştu.
Bakışlarım yüzündeyken anlamaz gibi bakıyordum, neler olduğunu merak ediyordum. Onunsa yüzünde saf bir endişe ifadesi vardı, yüzümden saçlarımı çekiyordu. ''İyi misin? Çığlık atıyordun, çok korktum.'' Çığlık mı atıyordum?
Bedenime hızlıca sarıldı ve beni banyodan çıkardı. Onun odasına geldiğimizde tepki vermiyordum, beni yatağa oturttu ve hızlıca odama giderek geri geldi. Gözlerimiz birbirinden ayrılmazken hiç kıpırdamadan duran bedenime çamaşırlarımı giydirdi. Havluyu bedenimden kaldırdığı an az önce berelediğimi hatırladığım tenimden sızan kanın bıraktığı lekeleri görmüş olmalıydı. Bakışlarını gözlerimden ilk o an ayırarak hızlıca vücuduma çevirdi, yaraladığım yeri inceledi.
Nereden bulduğunu bilmediğim birkaç krem ve sargı bezini hızlıca aldı ve yarama pansuman yaptı. Pijamalarımı giydirdi, buz gibi olmuş ayaklarıma hemen yatağın yanında bulunan komodinin çekmecesinden aldığı kendi çoraplarını geçirdi, arka tarafıma geçerek özenle saçlarımı taradı, havluyla az önce yolduğum saçlarımı tel tel, dakikalarca kuruttu, hala oturmaya devam eden bedenimi yatağa yatırdı ve özenle üstümü örttü.
Birkaç dakika sonra bakışlarım karşımda, yine Yıldırım'ın odasında uçuşan beyaz perdeyi izlerken görüş açıma girdi. Yatakta bana dönük olarak yan şekilde uzanmıştı ve şimdi birbirimizin gözlerine bakabiliyorduk. Birbirimizin gözlerinde uzun dakikalar kaybolduk.
Aramızdaki tüm diyaloglarda olduğu gibi sessizliği bozan yine ben olmuştum. Beni duyup duymadığını bile bilmediğim bir mırıltıyla konuşuyordum.
''Ben evlatlığım demiştim hatırlıyor musun?'' gözlerini kapatarak beni onayladı.
''Kapıya bırakmışlar beni, küçücük bir bebeği, bir çöp gibi sokağa bırakmışlar.'' Gözlerini acıyla yumduğunu gördüm ama bunu anlamlandırmaya çalışmakla uğraşmadım. Onun gözlerine acı yerleştiren şeyin ne olduğunu sorgulayamayacak kadar acıyordu canım.
''Annem; babam zorla evlenmiş onunla. Cahil küçük bir mahalle, elalemin ne diyeceğine göre yaşayan kafalar... Annemi takip edip dururmuş, annem hep korkarmış ondan. Mahalleye yayılmış bu durum, bu takiplere ses çıkaran olmayınca olayı abartmış artık köşelerde sıkıştırmaya başlamış. Annemin babası da zorla evlendirmiş o baba denmeyecek herifle. Her gün kavga, her gün şiddet hiç eksik olmamış evden, evimizden.'' Sessizce dinlemeye devam ediyordu, bense geçmişimi ortaya seriyordum.
''Tabi ben bilmiyorum, bana sonradan anlatılan bunlar ya neyse...'' dalga geçer bir gülümseme oluştu dudaklarımda, aynı zamanda yanağımdan süzülen gözyaşını sildim.
''Bir gün annem kapıda beni bulmuş, almış eve. İsmi yok, cismi yok; belli, yeni doğmuş bir bebek. Ne yapacağını bilememiş deli gibi kokmuş önce. Okutmamışlar ama annem bilgili kadındı, kendini geliştirirdi, her gördüğünü okur, gizli gizli kütüphaneden kitap alırdı; bulursa döverdi çünkü.'' Yanağımdan süzülen diğer yaşı sildim. ''Polise gitmiş; hiçbir kaydım yokmuş. Yani gerçekten çöp gibi atmışlar beni istememişler, beğenmemişler ya da hiç sevmemişler bilmiyorum.''
''Annem bana bakmaya gönüllü olmuş o zamanlar, tabi polisler elinden almış hemen, ama kimse nereden geldiğimi bulamamış, hemen çocuk esirgeme. Tabi ilçede bir tane var o da eski izbe bir bina içindeki çocuklara bakamıyorlar. Bir şekilde ikna etmiş babamı annem, hiç öğrenmedim sanıyordu ama ayda belli bir miktar para ona verirse beni eve almayı kabul etmiş. Para karşılığı sevgi yani. Annem çok yalnızmış, yalnızlığına umut ışığı olmuşum ben, anlayacağın yalnızlığına ev sahibi ile anlaşıp bebek kiralamış.'' Alaycı bir kıkırtı döküldü dudağımdan ancak yanlış anlamasından korkup panikle hemen devam ettim. ''Yanlış anlama annem benim bu hayattaki şansım.''
''Hemen konuşmuş çocuk esirgeme görevlileri ile; Zaten istemedikleri bir bebeğin aileye verilme fikrini çok beğenmişler, araştırmamışlar bile doğru düzgün hiçbir şeyi, işlerine gelmiş hemen vermişler beni. Daha yurtta kaydım bile bulunmazken hemen kimlik çıkartmış annem, bu yüzden hiç kaydım yok. Çocukluğumun güzel anılarında hep annemle gülüyoruz.''
Duraksadım biraz sonra devam ettim. ''O adam, annem hiç istemezdi, eve sarhoş gelirdi, annemle zorla birlikte olurdu. Kulaklarıma ellerimi kapatır saklandığım koltuğun arkasında şarkı mırıldanır acı çığlıkları, bağrışmaları duymamaya çalışırdım.'' Yıldırım daha fazla duymak istemez gibi elini koluma koydu. Ben yaşamıştım başka birisi dinlemeye dayanamıyordu. ''Benim canımı da acıtmıyorlar ki artık, endişelenme.” Kolumdaki elinin üstüne yaslamıştım yaşlardan ıslanmış parmaklarımı.
''Biz yıllarca kurtulamadık bu adamdan, çok korkardım ondan bizi öldürmekle tehdit ederdi. Anneme, bana değil anneme bir şey yapar diye sesimi bile çıkarmazdım. Annem yıllarca beni de yanında götürerek çalışmıştı her ay ona para vermeye de devam ediyordu. O adamın bir çocuğu olmasın diye ayırdığı üç kuruşu korunmak için harcıyordu ama olmadı. Annemin tüm çabasına rağmen tutunmuştu ve bırakmıyordu. On altı yaşımın sonlarındaydım o zaman. Babam bebeği öğrenince çok sevindi, o dokuz ay ne elini sürdü ne tek kelime bir şey çıktı ağzından, anneme narin bir çiçek gibi davranıyordu. Düzeliyor sanmıştım bir bebeğe baba olma fikri onu iyileştirdi; beni sevmedi ama onu sever sanmıştım, yanılmışım.'' Yıldırım’ın gözlerine bakmaya ve anlatmaya devam ediyordum. Sevgi sandığım her acı anda, dudaklarımda alaycı bir gülümseme, annemi ve Defne'yi andığım her anda gözümden süzülen bir damla yüzümde hakim oluyordu.
''O doğdu. Evde doğdu izin vermedi hastaneye gitmeye, bir kuruş harcamak istemiyordu bizim için. İlk o an şüphe ettim, varlığına çok sevindiği bebeğinin evde doğmasına hangi baba izin verirdi ki?''
O zamanki heyecanıma geri gitmiştim. ''Yıldırım, o kadar güzeldi ki inanamazsın. Cennetten bize verilmiş bir hediye gibiydi, çok sağlıklıydı, yüzü adeta parlıyordu, annem gibi sapsarı saçları vardı. Onu görür görmez hayatımı ona adayacağıma söz vermiştim, tutamadım.'' Sona doğru kısılan sesimle Yıldırım aramızda duran elini kaldırıp saçlarımı okşamaya başladı. Biraz ara verdikten sonra devam ettim.
''Ama annem çok hastaydı, bebeğine kıyamamıştı, o kimseye kıyamazdı. Yıllarca yetersiz beslenmişti, ağır işlerde çalışmış her gün dayak yemişti. Doğumda gördüm onu, bedeninin iflas etmek üzere olduğunu gördüm. Son birkaç yıldır çalışmasına izin vermeyip ben bulduğum her işi yapıp para getiriyordum eve ama çok geçti. Beni büyütürken harcamıştı sanki tüm hayat enerjisini. Yine de yüzünden gülümsemesi eksik olmazdı, bana bakarken gözleri ışıldardı. Biliyor musun kocaman gamzeli yanakları vardı,'' Elimle yanağımda onun gamzelerinin olduğu yeri işaret ettim. ''Gülümserken hafifçe başını yana eğer sarı dalgalı saçları omuzlarına dökülürdü, gamzeleri de ortaya çıktıysa için giderdi, kalbim annem her güldüğünde ona olan sevgimden hızlanırdı.''
''O gün babam evde değildi, kim bilir hangi sokak köşesinde sızmıştı. Annem yine bana öyle bir gülümsemeyle bakıyordu. Kucağındaki bebeğini gösterdi. Yanına ilerledim, hafifçe kıkırtısını duydum. Defne yaprağına benziyor demişti bebek için, gülüşmüştük. Defne yapraklarının tepesi hafif sarı olur, Defne'nin saçları gibi, mis gibi kokarlar demişti, onu da annemden öğrendim.'' Yıldırım da bu benzetmeye hafifçe güldü, tıpkı benim dudaklarımda oluşan acı gülümseme gibi.
''Annemin gözünden yaşlar süzüldüğünü gördüm, yine de gülümsemesini bozmuyordu, gözünde yaşlar yanaklarında gamzeler vardı. Ebe kadın yanımda duruyordu, sanırım o benden önce anlamıştı bir sorun olduğunu. Bebeğini kollarıma bıraktı, ona iyi bak dediğinde yüzüme acısını belli etmeden gülümseyerek bakıyordu. Belki de Tanrı onun acı çekmesine izin vermemiştir.'' Yıldırım'ın gözünden de bir damlanın aktığını gördüm.
''Akşam oldu kucağımda yeni doğmuş bebek, evde bir kalabalık, annem üstü beyaz örtüyle örtülmüş yatıyor. Eve girdi, gözlerinde mutluluk gördüm inanamazsın, şeytani bir mutluluk, bebeğe baktı pis bir sırıtmayla. Korktum, o an yapabileceklerinden çok korktum ama düşünmedim, kendi bebeği sonuçta zarar vermez diye düşündüm.''
''Bir hafta ya geçmiş ya geçmemişti, işe gitmeye devam ediyordum, Defne'yi evde bırakırken aklım çıkıyordu, ama eve para getirmezsem bize zarar vermesinden de korkuyordum. Bir gün eve geldiğimde telefonla konuşuyordu geldiğimi fark etmemişti. Defne'nin ismini kullanmıyor ona bebek diyordu, fiziksel özelliklerini, doğalı kaç gün olduğunu söylüyordu. Daha sonra fiyat konuşmaya başladıklarında kan beynime sıçramıştı, olanları idrak etmeye çalıştım, birkaç dakika öylece durdum. Kapının yanında duvarın yanına çökmüşken eve orta yaşlı bir adam girdi, fark etmedi beni gecenin karanlığında. Kavga ettiler, adam daha ne kadar bekleyeceğini soruyordu, parayı verdiğinden bahsediyordu. Satmış beni, beni de Defne'yi de.'' Yıldırım beni göğsüne çekti hızlıca bedenimi sıkıca sardı ama bu gece susturamazdı beni, acı tırnaklarımın arasından sızıyordu.
''Gece Defne'yi de aldım kaçtım o evden. Tonton Hanım sahip çıktı bize. Reşit bile değildim, bırak Defne'ye bakmayı nüfusa kayıt bile ettiremiyordum. Hayatımı Defne'yi korumaya harcayacağıma o akşam yemin etmiştim, bu akşam yeminim bozuldu. Sende tutamadın sözünü Yıldırım.'' Araya gireceğini anladım ve hızla devam ettim. ''Üzülme, ben kendime ve kardeşime verdiğim sözleri tutamadım seninki dert değil, eyvallah çaban yeter.'' O andan sonra sessizliği paylaşmaya devam ettik. Herhangi bir şey söylemesine izin vermedim, sadece sustuk.
Birkaç saat sonra onun düzenli nefes sesleri duyuluyordu. Yanından yavaşça kalktım, yatakta uzanan bedenini izledim. Üstüne yorganı örterek dağınık saçlarını geriye doğru elimle taradım ve saçlarının arasına varlığı belirsiz bir öpücük kondurarak odadan çıktım.
Üstüme dolabından aldığım hırkalarından birini geçirdim, banyoya girdim, Defne'nin kanıyla kaplı kıyafetlerim ellerimin arasındaydı şimdi. Kapının önünde duran botlarımı ayağıma geçirdim, bağlamaya uğraşmadan sakin adımlarla merdivenden indim. Sağ elimde sıkıca kanlı kıyafetleri tutarken sol elimde gecenin soğuğunda cılızca yanan sigaram vardı, ara ara dudaklarıma getiriyor derin soluklarla içime çekiyordum.
Saat gecenin bir yarısı olmalıydı, boş sokaklarda sakince yürümeye devam ediyordum. Dakikalarca yürüdüm. Üstümde yalnızca bir hırka vardı, ıslak saçlarım rüzgarın etkisiyle çoktan kurumuş ve karmakarışık bir haldeydi. Ayaklarıma büyük gelen çoraplar kaymış botlarımın üzerinde birikmişti ve ben sakin adımlarla ilerlerken sigaramı içmeye devam ediyordum.
Yıldırım'ın evinden çok da uzak olmayan kendi evimize gelmiştim. Karaköy'ün izbe ara sokaklarında bulunan yıkıntıyı kaldırmaya zahmet bile etmemişlerdi. Binanın karşısındaki kaldırıma oturdum, sağ elimde sıkıca tuttuğum kanlı kıyafetleri karşımda bir yere bıraktım. Gözlerimde kaybetmiş olmanın hissizliği vardı.
İçtiğim sigaranın dumanı havaya savrulurken dudaklarımın arasına tutturarak ayağa kalktım ve yıkıntının üzerinde dolaştım. Bilsem Defne'den geriye kokusu bile kalmayacak o odadaki her şeyi saklamak için uğraşırdım. Ne ironik, daha yeni aldığımız bembeyaz yatağının taksiti bitmemişti. Bunu düşününce kahkaha attım.
Yıkıntının üzerinde dolaşırken ayağıma yumuşak bir şey denk geldi; Defne'nin sarı saçlı bebeği.
Bebeği elime aldım Tonton Hanım almıştı ve benim anlattıklarıma göre anneme benzetiyordu. Hiç oynamamıştı bu bebekle dolabının en üst rafında öylece dururdu. Arada saçlarını sever yerine bırakırdı. Dudaklarımın arasından sigarayı alırken tersiyle hızlıca gözümden akan yaşı sildim. Sönmüş sigarayı rastgele bir yere fırlattım. Oyuncak bir bebeğe sarılmak ne kadar mantıklıydı, ondan acımı dindirmesini ummak?
Kaldırıma geri döndüm ve oturdum, bebeği de yanıma oturttum. Kıyafet yığınını izledim cebimden çıkardığım çakmağı parmaklarımın arasında çevirirken.
Çakmağı kullanarak yaktığım pakette kalan son sigarayı dudaklarımın arasına yerleştirdim. Elimde tutmaya devam ettiğim çakmağı kıyafet yığınına fırlattığımda rüzgarlı ve soğuk geceye rağmen hızlıca alev almıştı. Alev büyümeye devam ederken zehri ciğerlerime derince çekerek alevleri izliyordum.
Bebeği dizlerime yatırdım, saçlarını sevdim, yüzünde annemin gülümsemesini gördüm, Tonton Hanım'ın Defne'ye hediye edişini hatırladım, Defne'nin ara ara gidip bebekle konuşmalarını zihnim gözlerimin önüne getirdi. Bebeğe öpücük kondurdum ve alevlerin içerisine fırlattım. Alevden çıtırdama sesleri geldi, bebeğin kumaşı yavaşça erimeye başladı.
Nisan ayının ortasındaydık, hava buz gibiydi. Gecenin bir yarısı kaldırıma uzandım. Kapalı havaya bakıyordum, sigaramdan içerek dumanın havaya karışmasını izliyordum, çıtırdayan alev seslerinin yanında. Az sonra bir şey oldu. Kimileri mucize derdi, iki gün önce sorsanız ben de öyle derdim. Nisan ayında kar yağıyordu, lapa lapa kar, yerde uzanan bedenimin üstüne düşüyordu.
Defne'nin kar yağmasını istediği dileği mi gerçekleşiyordu, ben mi cezalandırılıyordum, bilmiyordum.
Bildiğim tek şey Defne'nin son dileğini göremeden gözlerini kapatmasıydı. Karın üstünde koşup oynamayacak, karın soğuğundan donan toprağın altında olacaktı.
Kimileri mucize diyecek, iki gün önce sorsanız ben de öyle derdim, Nisan ayında kar yağıyordu ama yerde yatmaya devam ederken şimdi yüzüme damlayan lapa lapa kar taneleri değil de kan damlalarıydı.
Son sigaram söndüğünde, alevlerin de söndüğünü gördüm. Yerden kalktığımda yarısı yanmış bebeğin yine de gülümseyen yüzüyle karşılaştım.
Hava aydınlanmak üzereydi, bense artık karanlığa mahkumdum. Yerler kar tutmuştu, kan damlaları birikinti oluşturmuştu.
Bebeğe takılı kalan gözlerimi çekmeden yerden kalktım. Elimde çoktandır sönmüş olan ama tutmaya devam ettiğim sigarayı fırlattım. Bebeğin gülümseyen yüzünden bakışlarımı kaçırdım, yıkıntıyı ve alevleri arkamda bırakarak ilerlemeye başladım, içimdeki yıkıntıyı ve alevleri bir daha ardımda bırakamayacağımı bilerek.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |