
"Şenlik sağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız,
O mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız
Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız,
Yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
O mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız..."
-Atilla İLHAN

Mahi’den;
‘’Nisan ayı normalleri dışında bir hava ile karşı karşıyayız. Sabaha doğru başlayan kar yağışı şehir genelini etkisi altına almış durumda. Uzmanlar bu ani hava değişimlerinin küresel ısınmanın bir etkisi olduğunu, gelecek yıllarda iklimsel zorluklarla karşı karşıya gelebileceğimizi belirtiyor. Ayrıca...’’
Kapıyı arkamdan kapatmamla kulaklarımı dolduran spiker kadının sesi de kesildi. Evden çıkarken yanıma aldığım Yıldırım’ın ucunda tavşan süsü bulunan anahtarını botlarımı çıkartırken karşımda duran dolabın üstüne gelişigüzel fırlattım. Hareketlerim hayatın olağan akışından yavaştı, yanıma ulaşan adım seslerini duydum, ardından onun yüzünü. Birkaç saniye bakıştık. Hava yeni aydınlanıyordu. Büyük ihtimalle herkes uyuyordu. Yüzümde anlık yalancı bir gülümseme oluştu, bana yaklaştı, kollarıyla sardı, ‘’Endişelendim, iyi misin?’’ sahi nasılım?
Onaylamak için kafamı salladım.
‘’Mahi?’’
Her şeyi tek başına halletmeye alışmış bir kadına kötü olduğunu nasıl itiraf ettirirsiniz. İçine akan gözyaşlarında boğulmamayı tek başına öğrenmiş birine nasıl destek olursunuz.
‘’İyi olacağım.’’ Kendimi de inandırmak ister gibi başımı sallamaya devam ediyordum kalbim yaran hiç kapanmayacak hep kan akıtmaya devam edecek diye bağırırken.
Salona ilerledim, koltuğa uzandım. Yıldırım’ın yanımda olmak için çırpınan hallerini görüyordum, kalbimde hissediyordum, minnettardım. Gözlerimi kapattım, bir süre sonra uyuduğumu düşünmüş olmalı ki üstüme bir battaniye örttü, saçlarımı sevdi, başımın üstünden öptü, sıcaklığını hissettim, daha sonra uzaklaştı.
Göbeğine bir öpücük daha kondurdum, kahkaha sesleri tüm salonu doldurdu. ‘’Kızım bırak artık çocuğu’’ söyleniyordu ama o da bizimle beraber gülüyordu. Defne’nin bebek çığlıkları devam ediyordu. ‘’Ama çok tatlı bu bırakamıyorum ki.’’ Ellerine kondurduğum öpücükler devam ederken Tonton Hanım’ı yanıtladım. ‘’Hadi üşümesin yavrucak yeni yıkandı, sen üstünü giydir ben de bize yiyecek bir şeyler hazırlayayım.’’ başımı sallayarak onayladım. Kenarda duran küçük tulumunu giydirdim ve göğsüme yatırdım. Sırtını sıvazlarken uyumaya başlamıştı, kenarda duran battaniyesini sırtına örttüm, başının üstünden öptüm. Kapıdan giren Tonton Hanım’la birbirimize huzurlu bir gülümsemeyle baktık.
Orada koltukta bir süre sızmış halimden sonra kalktığımda evden çıkmıştık, Defne’yi almaya gidiyorduk; Defne’nin bedenini.
Damon aracı durduğunda hastanenin giriş kapısı gözlerimin önündeydi. Güneş, Aysu ve Damon arkamdan ilerlerken; Yıldırım, Emre ve ne zaman geldiğini bilmediğim Ece hemen yanımda yürüyordu. Hastanenin içine girdiğimde morga doğru yaklaşmaya başlamıştık ki Yıldırım bana bir şişe su uzattı. Elimi uzatarak aldığım pet şişe suyu kafama diktim. Kor bir alev gibi boğazımı yakarak indi. Bu sefer aklımda beliren bambaşka bir anıydı.
Kucağımda biraz daha sardım. Etraftaki üstümüze dikilmiş bakışları umursamamaya çalışıyordum, Defne kucağımda ağlamaktan kızarırken hem onu susturmaya çalışıyor hem de ara ara arkamı kontrol ediyordum. Nereye gideceğimi bilmiyordum, ne yapacağımı bilmiyordum, bir bebeğe nasıl bakılır hiç bilmiyordum, bildiğim hiçbir şey yoktu. Tek bildiğim annemden kalan bu hatırayı, kardeşimi korumak için her şeyi yapmaya hazır olduğumdu. Babamın telefon konuşmasında onu ve beni para karşılığında bir malmış gibi satacağını duyunca evden Defne’yi de alarak fırlamıştım ama yapayalnız, kimsesi olmayan bir kız çocuğuydum ben de.
Defne o kadar çok ağlıyordu ki engel olamadığım yaşlar gözlerimden sızıyordu. Bir yere varmayacak yollarda devam ederken annemin gömülü olduğu mezarlığın oraya gelince kaldırıma çöküverdim. Defne’yi kucağımda sallamaya devam ediyordum, üşümesin diye onu hırkama sararken kendi bedenime soğuk işlemez gibi hissediyordum. Bırak süt almayı elimde beş kuruş param bile yoktu, yalnızca bir şişe suyum vardı. Gözlerimden yaşların süzülmesini engellemeye çalışırken suyu elimdeki biberona doldurdum ve Defne’nin karnını doyurmaya çalıştım.
Dudaklarımdan indirdiğim boşalmış şişeyi avucumun içinde sıkmaya başladım. Dün Yıldırım’ın kucağında çıktığım hastane kapısından içeriye yürüyerek girdim. Başka bir anı daha.
Evimizin kapısından içeriye girdim. Restoranda işlerin çok yoğun olduğu bir gündü ellerimde su toplamış küçük noktalar vardı. İçeriden gelen şarkı sesi ile yüzümde gülümseme belirdi, kapıyı ardına kadar açtım. Defne istediği için paramın yettiği kadarıyla aldığım tüplü televizyondaki radyo kanalından yükseliyordu sesler.
‘’Şu dünyada sevgi büyük ihtiyaç,
Herkes sevmeye sevilmeye muhtaç,
Herkesle dost ol herkesle arkadaş,
Ömrümüz geçiyor bak yavaş yavaş.’’
Defne, Emre’nin ona aldığı kocaman tavşan kulaklı şapkasını takmış, pijamasının üstüne giydiği pembe kabarık eteği ile koltuğun üzerinde dans ediyordu. Oyununa dahil ettiği Tonton Hanım’ın kafasında plastik bir prenses tacı bulunuyordu ve beline doladığı çarşafla Defne ile dans edip şarkı söylüyordu. Benim eve girdiğimi gördüğü an belinden çarşafı sökmeye çalıştı başaramayınca yüzünde huysuz bir surat ifadesi oluştu. Belimi sağa sola kıvırarak ve kollarımı sallayarak salona doğru adımladığımda Defne çığlık atarak koltuktan atladı ve ellerimi tutarak beni oyununa dahil etmeye çalıştı. Tonton Hanım’ın suratsız duran yüzüne yandan kocaman bir öpücük kondurduğumda yalandan yine yanaklarını silmeye başladı.
‘’Onda bunda şundadır,
Şunda bunda ondadır,
Mavi boncuk kimdeyse,
Benim gönlüm ondadır.’’
Şarkı devam ederken günümün tüm yorgunluğuna rağmen Defne ile danslar ettim ve kahkahalar attım. Bugünün en güzel anı Defne’ye açılan evimizin kapısıydı.
Hastane koridorlarında sakin adımlarla ilerledik. Geçtiğim her adımda ayaklarımın geriye dönme isteğini ve buradan arkamı dönerek kaçma düşüncelerini bastırmaya çalıştım. Morga yaklaştıkça Emre’nin içli nefesleri arttı, Ece ile yan yana ilerlemeye devam ettiler. Yanımda Güneş’in varlığını hissettim, dönüp baktığımda dudaklarında kırık bir gülümseme oluştu. Kolumu yavaşça okşadı ve elinin varlığı üstümden bir an ayrılmadı. Diğer yanıma ise Damon geçti, dolu gözlerimi yüzüne değdirmek için başımı kaldırmam gerekmişti. Sol eli ile saçlarımı okşadı ve kafamın tepesine bir öpücük kondurdu. Babamdan göremediğim tüm sevgi onun dudaklarından bedenime yayıldı, var olmayan abimden.
Polisler Defne’nin dosyasını çok fazla irdelemişti, Yıldırım ise benim yerime tüm bu yoğun trafiği yönetmiş ve halletmiş, dosyanın kapanmasını sağlamıştı. Nasıl yaptığını bilmiyordum, şimdi bunu düşünmeye de gücüm yoktu.
Morga gelince aynı kadın yüzüme baktı. Yıldırım önden ilerlemişti ve kadın geliş sebebimiz için hazır duruyordu, yüzümüze acıyarak baktı. Defne’yi teslim aldığıma dair birkaç evrak imzalattı ve beyaz çarşaflar arasındaki küçük bedeni alabileceğimizi söyledi. Bir daha yaşanamayacak başka bir an daha.
‘’Emre’cim bir daha lütfen, lütfen...’’
‘’Tamam bu son ama.’’
‘’Anlaştık’’ derken yandan gülümseme ile Emre’nin yanağına öpücük kondurdu. Defne’nin benden daha nazlı ve cilveli olmasına mutfakta hafifçe sitem ettim, onlar oyunlarına devam ederken.
‘’Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on. Sağım solum sobedir, saklanmayan ebedir. Geliyorum.’’
‘’Gelmee...’’ Defne’den gelen sesle kahkahamı tutamadım ve onlara doğru döndüm. Defne’nin sesinin geldiği yere baktım. Koltuğun yanına yere çökmüştü ve koltuğun üstünde serili örtüyü bir hışımla başına çekiştirmişti, gözükmeyeceğini umarak. Emre ise bilerek bulamıyormuş gibi yapıyordu. Defne’den bir kıkırtı yükseldi. Emre hızlıca örtüyle birlikte Defne’yi kucakladı. ‘’Buldum, buldum, ben kazandım.’’ Defne ise kucaklanmış ve Emre’nin omzunda olmanın sevinciyle oyunu bırakmış gülüyor ve kaçmaya çalışıyordu. Emre ise Defne’yi üstündeki örtüye daha fazla doluyor ve hareket etmesini önlemeye çalışarak yanaklarına ve saçlarına öpücükler kondurmaya çalışıyordu. Bir anda saklambaçtan güreşe geçiş yaptıkları oyunu ise ben mutfak tarafından gülerek izliyordum.
‘’Tek başına yapmak zorunda değilsin.’’
Yanımda duran Damon ve Güneş’ten yavaşça ellerimi kurtardım. Herkesi arkamda bırakırken Yıldırım’ı yanıtladım. ‘’Zorundayım, kardeşime bunu borçluyum.’’
Odaya girdim, Defne’nin cansız bedenini kucakladım ve çıkmak için koridorda bir adım attım. İlerlediğim her adım bir yıkımdı. Kaçtığımız gün de üzerinde beyaz bir battaniye vardı.
Defne’nin beyaz battaniyesi arasındaki küçük bedenini kucakladım ve hızlıca evimizi arkamda bırakarak sokakta bir adım attım.
Hastane koridorunda ilerlemeye devam ederken kulağıma tüm anılarımızın sesi doldu, kahkahalar, çığlıklar, gözyaşları ve daha nicesi. Bir adım daha attım.
Sokakta ilerlemeye devam ederken Defne huzursuzlanmıştı. Ağlama sesleri kulağımı doldurmaya başlamıştı. Bir adım daha attım.
Hastanenin arka kapısından bahçeye çıktığımızda üstümüze kar damlaları yağmaya başlamıştı. Bir adım daha attım.
Sokakta üstümüze yağan yağmur altında Defne’yi avutmaya çalışıyordum, gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Bir adım daha attım.
Adımlarım hep ileriye doğru gidiyordu, ölüm için.
Adımların hep ileriye doğru gidiyordu, yaşam için.
Defne’yi annemin yanına getirmiştik, birbirlerine kavuşmuşlardı; Anne ve bebek.
Üstü kapatılmış mezarın kenarına oturmuştu Emre. Defne’nin oyuncakçının vitrininde gördüğü ve her geçerken birkaç dakika baktığı bir bebek vardı, pahalı olduğunu bildiği için hiç istediğini söylemezdi, usulca camın arkasından sever giderdi. Emre o bebeği doğum günü için almaya karar vermişti, oyuncakçıya kimseye satmamasını ayırmasını bile tembihlemişti ama Emre parasını o ay denkleştiremeyince başka birisi almıştı. Yine gelirse ayıracaktı oyuncakçı; bu sabah arayıp oyuncağın geldiğini ve ayırdığını söylemiş, Emre’yi gözyaşları içinde koltukta kucağında bebekle otururken gördüğümde söyledi, gidip almış. Simli kurdelelere sarılmış bebeği soğuk toprağın üstüne bıraktı ve elini toprakta gezdirdikten sonra uzaklaştı. Arkasını dönerek mezarlıktan çıktı ve arkasına bakmadan ilerledi.
Ece mezarlığa girerken çiçek satan bir çocuktan tüm çiçeklerini alıp eline bolca para tutuşturmuştu. O çiçekleri toprağa özenle dizdikten sonra ayağa kalktı. Omzumu sıvazlayarak yanıma geçti ve mezara bakmaya başladı.
Herkes Defne’yi son kez uğurlarken ben arkalarında annemin ve Defne’nin mezarını görebileceğin bir açıda durup olan biteni izliyor, elimdeki sigaramı yavaşça içiyordum. Gözyaşlarım kurumuş, saçlarım kara bulanmış, omuzlarım çökmüş, ellerim titremekte ve benim tek yaptığım boş gözlerle etrafa bakarak sigara içmekti.
Herkes geriye çekildiğinde elimdeki sigara dalını yere atarak ayağımın ucuyla ezdim ve söndürdüm. Sol taraftaki annemin mezarının tahtasını sevdim, öpücük kondurdum. Sağ taraftaki Defne’nin mezarına eğildim, küçücük bedeninin mezarı da küçük olmuştu. Emre’nin bıraktığı bebeğin üzerinde titreyen parmaklarımı gezdirdim, toprağının üstünde gezdirdim, bırakılmış çiçeklerin üstünde gezdirdim, çakılmış tahtayı sevdim. Tıpkı anneminkine bıraktığım gibi bir öpücük bıraktım, mırıldandım. ‘’Özür dilerim.’’
Yavaşça bir öpücük daha kondurarak hızlıca ayağa kalktım ve sert adımlarla Emre’nin peşinden ilerledim.
Arkamı dönmedim.
Bir kez daha bakmadım.
Emre aksak, yavaş adımlarıyla çok uzaklaşmamıştı, sokağın sonunda onu gördüm. Yanına vardığımda adımlarım yavaşladı, yanındaki varlığımı hissedince başını çevirdi. Bir süre birbirimizin yüzüne baktık. Güç almak için omuzlarımız birbirine yaslandı, kollarımız sıkıca birbirine dolandı.
Şimdi yalnız kalmış iki kardeştik biz, iki yetişkin, iki çocuk.
Sessizliğimizi koruyarak ilerlemeye devam ettik, her şeyi ve herkesi arkamızda bırakarak. Çünkü ikimizde her şeyimizi kaybetmiştik.
⚘⚘⚘
Emre’den;
Hatırladığım en eski anımda yetimhanedeydim. Bir köşeye sinmiş kimseyle oynamayan, karanlıktan korkup altına kaçıran kimsenin yaklaşmadığı, altına kaçırdığı her an dayak yiyen, yetersiz beslenmekten aşırı zayıflamış, yediği dayaklardan vücudunda şekil bozuklukları olan herkesin korktuğu yaklaşmadığı bir çocuktum. Tonton Hanım vardı yetimhanede çalışan, saçlarımı severdi, uzadığında keserdi, altıma kaçırıp yemek yememe cezası aldığımda gizli gizli bana yemek yediren, yaralarıma üfleyen, öpen bir o vardı. Eşini, kızını, torununu her şeyini kaybetmişti ama benim her şeyim oldu. Beni o çukurdan çıkardı, benimle de yetinmedi.
Seneler geçmişti, ben büyümüştüm o da yaşlanmıştı. Bir gün kapıyı açtı yanında benden küçük bir kız ve kızın kucağında bir bebek. İkisi de ürkmüş, soğuktan üşümüştü. Büyük olan ıslak kıyafetleri ile etrafa korkarak ama güçlü bakıyordu. Tonton Hanım, elinden sıkıca tutuyordu. Bunlar kardeşlerin dedi. Onları da aldı yanına, çabaladı, didindi, Mahi babasını anlattı, kurtardı ikisini de onun elinden; hiç kimsesi olmayan üç çocuğa bir ev ve bir aile verdi. Mahi’yle sırt sırta verdik, birbirimizin her şeyi olduk. Bu aileyi koruma yeminleri ettik. Bize verilen ikinci şansın değerini bileceğimize dair sözler verdik.
Yeminlerimizi, sözlerimizi tutamadık.
Tonton Hanım’ı, annemizi koruyamadık.
Defne’yi koruyamadık.
Şimdi koruyacağım ve kendimi adayacağım tek kişi kalmıştı. O da yanımda benimle birlikte ilerliyordu. Yağan karların altında ilerlerken saçlarına öpücük kondurdum. Saç tellerine kadar buz gibi olmuştu. Gidebileceğimiz bir evimiz yoktu orayı da almışlardı elimizden, dün tanıştığımız Yıldırım’ın evinde sonsuza kadar kalamazdık. Elimizdeki tek para Defne’nin geleceği için Mahi’yle birlikte bankada yaptığımız birikimdi ama o da ben de artık tek kuruşuna dokunamazdık. Sıfır noktasındaydık.
Adımlarımız ilerlemeye devam ederken önümüze bir araç yaklaştı. Camı yavaşça indiğinde Ece’yi gördüm içinde. Yüzünde her zaman olan şuh gülüş yerine kırık bir tebessüm vardı şimdi. ‘’Atlayın.’’ Bu ve belki birkaç geceyi geçireceğimiz yeni yerimiz Ece’nin eviydi.
⚘⚘⚘
Mahi’den;
Elimdeki gitarın tellerine yavaşça melodiye uygun olarak vuruyordum. Emre ise hemen yanımda o güzel tok sesiyle şarkıyı mırıldanıyordu. Defne’yi kaybedeli bir ay kadar olmuştu. Emre ile kendi ayaklarımızın üstünde durmaya, acımızla baş etmeye çalışıyorduk. Yıldırım her gün yanıma gelerek eve geri dönmemizi söylüyordu. Ece ise kesinlikle onun evinde kalmamız konusunda baskı yapıyordu. Ben ise biraz yalnız kalmak istiyordum, ben de Emre de. Bu yüzden bir eve çıkabilecek para biriktirmeye çalışıyorduk, yeteneğimizi kullanarak.
‘’Unutmadım, nasıl unutur kalbim,
Alışmadım, yokluğun cehennemim,
İsyanım hep özlemimden,
Ah bir gelsen o gündür bayramım.’’
Kaldırımda ayaktaydık, elimde bir arkadaşımızdan ödünç aldığımız gitarı çalıyordum. Emre ise ellerini arkasında bağlamış sesinin olabildiğince yükselterek şarkı söylüyordu. O da şu son birkaç gündür hayli zayıflamıştı. Pantolonu hafifçe bol gelmiş kemerle sıkıştırmıştı, paçaları ise katlıydı, botlarının bilekleri görünüyordu. Üstünde beyaz gömleği ve Tonton Hanım’ın ördüğü kahverengi hırkası vardı. Düzgün taranmış saçları ile her zamanki gibi özenli dursa da çökmüş omuzlarından aradaki farkı çok net olarak görebiliyordum.
Önümüzde oluşmuş grupta bizi dinleyerek sallananlar, kameraya alanlar ve dans eden bir çift vardı. Şarkının sonlarına yaklaşırken Emre’ye eşlik ettim.
‘’Kalbim soğuk zaten yokluğun üşütmez,
İlk değil son değil bu acı öldürmez,
Öyle içli suskun mağrur ve korkak,
Bu kalpte aşk yeniden hüküm sürmez.’’
Emre’ye göre daha kısık sesle arkadan söylerken kalabalığın arasından onu gördüm.
‘’Unutmadım, nasıl unutur kalbim,
Alışmadım, yokluğun cehennemim,
İsyanım hep özlemimden,
Ah bir gelsen o gündür bayramım.’’
Şarkının sonunda son notaları gitarın tellerine vururken Yıldırım yanıma yaklaştı. Sessizlik olduğunda kalabalıktan bir alkış kopmuştu. Önümüzdeki kutuya para atanlar gibi yeni bir şarkı söylememizi bekleyenler de çoktu. Yıldırım ise benimle konuşmayı bekliyordu.
‘’Mahi?’’
Gitarın ayarları ile ilgilenirken Yıldırım’ın yüzüne bakamıyordum, bir suçu olmadığını biliyordum ama içten içe onu suçladığımı hissediyordum ya da kırgındım. Bana umutlu sözler veren hiç kimse olmamıştı, Yıldırım çıkıp gelmişti beni umuda inandırmıştı ve sözlerini tutamamıştı, biliyordum hiçbir şey onun suçu değildi ama engelleyemediğim düşüncelerdi bunlar.
‘’Efendim.’’
‘’Yüzüme bakar mısın lütfen?’’
Elimdeki gitarla ilgilenmeye devam ederken elini çeneme koyarak başımı kaldırdı ve göz göze gelmemizi sağladı. Ona nasıl bu kadar çabuk alıştığımı bilmiyordum ama kahverengi içinde yeşil çizgiler olan gözlerine bakmak bile Defne gittiğinden beri olmayan şekilde içimi bir anlığına rahatlatmıştı. Dağınık saçları hep olduğu gibi anlına dökülürken üstünde yine deri ceketiyle her zaman bildiğim görüntüsündeydi.
‘’Eve dönmeni istiyorum, senin de Emre’nin de. Acınızı anlıyorum, yalnız kalmak istemenizi anlıyorum, hak da veriyorum, yasınızı istediğiniz gibi tutabilirsiniz ama ‘’ elimi tutarak sözlerine devam etti ‘’sen de beni anla Mahur, aklım sen de kalıyor, endişe ediyorum. Zamanı geri alsak tercihinin bu dünyayı hiç öğrenmemek olacağını tahmin ediyorum, hatta eminim. Ancak bir kere bulaştın, ortaya çıktık, kayıplar verdik, sen de Emre de artık benim grubumdansınız ve herkes bunu biliyor, peşinize düşecekler ve ben endişeliyim. Size zarar vermelerinden sana zarar vermelerinden endişeliyim. Bu yüzden...’’
‘’Siktir.’’
'’Mahi küfretmene gerek yok...’’
‘’Saçma sapan konuşma Yıldırım, neden sana küfredeyim?’’
Kalabalığın arasında gördüğüm zabıtalar yavaş adımlarla bize doğru yaklaşıyordu. Kalabalığın arasında bir adam yangına kürekle gider vaziyette üstümüze para saçmaya başlamıştı. Emre’yi çekiştirerek uzaktan bize gülümseyerek bakan zabıtaları gösterdim. O ara adam daha da gaza gelmiş bize burada şarkı söylememiz için sahne falan alacağını söylüyor, arkasına bizi alarak fotoğraf falan çekiliyordu. Zabıta duyduklarıyla adımlarını hızlandırmış hızla bize geliyordu. Gitarı elimden hızlıca alıp kutusuna koydu Emre, ben ise Yıldırım’ın elini sıkıca tutarak çekiştirmeye başladım. Kaçarken kalabalığın arasındaki adam ise arkamızdan para saçmaya devam ediyordu, Emre ise havadaki paraları kapmaya çalışıyordu. Peşimizde zabıtalar önümüzde biz İstanbul’un sokaklarında koşmaya başladık.
‘’Ay zabıta beyler, Lütfen ellemeyin çocuklara sanat bu. Neden engelliyorsunuz sanatı, ne güzel söylüyordu hanımefendi, ben gerekirse sanat için soyunurum bile. Zabıta beyler lütfen ama!!’’
Kalabalığın arasındaki para saçan adam zabıtaların peşine düşmüş o da bizimle koşuyordu. Önde biz arkada zabıtalar onun arkasında bu deli herif koşarken yanından geçtiklerimiz bize garip bakışlar atıyordu.
‘’Kim lan bu zibidi, sesine güzel falan diyor, ben ilk defa duydum şarkı söylediğini.’’ Yıldırım ise zabıtaları boş vermiş şekilde bir anda durdu ve adama doğru yöneldi. ‘’Ben soyacağım şimdi onu, bakalım nasıl güzelmiş sanat.’’
Emre ise tüm bu olup biteni günler sonra yüzünde ilk defa gördüğüm kahkahalarla izliyordu.
Zabıtalar bizim durmamızla afallamış onlar da durmuştu. Adamda hızını alamayıp zabıtalara çarpınca olay bambaşka boyuta evrilmişti. Ben ise adama ilerlemeye çalışan Yıldırım’ın elinden çekiştirdim ve kargaşanın arasından üçümüz de zabıtaları ve para saçan herifi arkamızda bırakıp tüymüştük.
Bir sokak arasında dinlenirken söyleniyordum. ‘’Nerede bir saçmalık var biz içindeyiz. İnanamıyorum ya, şurada adabımızla para kazanalım diyorum, bir bakıyorum yine Yıldırım’ın elinden tutmuş birilerin kaçıyorum. Niye sürekli koşuyoruz biz ya?!’’
Yüzünde yandan bir sırıtış vardı. Derin nefesler alıp veriyordu. ‘’Yavaş sevmiyoruz.’’ Diyerek bir gözünü kırptı.
‘’Döverim oğlum seni, kaşınma.’’ Dediğimi umursamayarak yüzündeki sırıtışla bakmaya devam etti. Yanağımdan bir makas aldı, dudaklarına götürerek parmaklarının ucunu öptü ve derin bir nefes verdi. ‘’Oh be özlemişim.’’ Omzuna hızlıca bir tane geçirdiğimde sırıtışını bozmadı.
‘’Mahi ciddiyim, karar sizin, hayatında ne yapmak istediğine karışamam ama izin ver yanında olayım. Ama şunu bil ki artık dibine kadar battınız bu dünyaya. Bizim yanımızda olmak istemeseniz de peşinizi bırakmazlar artık. Senin de Emre’nin de.’’
Yıldırım’ın yüzüne sıkıntılı şekilde bakıyordum. En çok bundan korkuyordum işte ve tam olarak dudaklarından dökülenler korktuklarımdı. Yıldırım düşünmemiz bizi arkasında bırakıp uzaklaşırken Emre ile birbirimize bakıyorduk. Söylediklerine herhangi bir yorum yapmadık. Önce zabıtalar el koymadan kaçmayı başardığımız gitarı sahibine teslim ettik sonra da Ece’nin evine doğru yol aldık.
Eve vardığımızda sessizlik hakimdi. ‘’Ece evde değil misin?’’ yüksek tondan seslenmeme rağmen herhangi bir ses yoktu. Odalara baktığımda da boş olduğunu gördüm. Emre yanıtladı beni. ‘’Yok evde, işi vardır herhalde.’’ bilmediğimi belirtmek için omzumu silktim. Mutfak masasının üstünde duran elmalardan bir tane alırken, kenarda duran kurabiyelerden de tabağa biraz koyarak mutfaktan çıktım ve salonda oturan Emre’ye tabağı uzattım. Kurabiye Emre’nin ve Defne’nin en sevdiği, Tonton Hanım’ın ise evinden eksik olmayan tek şeydi. Emre kırgınlıkla yüzüme bakarken tabağı alıp yemeğe başladı birazdan gözünden damlayacak yaşı görmesem de adım gibi biliyordum.
Elimdeki elmayı ısırarak yemeğe devam ederken koridorda ilerleyip Ece’nin odasına girdim. Odasının tasarımı her girdiğimde beni hayrete düşürecek cinstendi. Çiçekli duvar kağıtları ile bezenmiş odanın ortasında yatak bulunuyordu ve üstünde sayamayacağım kadar çok yastık vardı. Tavandan yere kadar sarkan ve yatağı çevreleyen perdeler ise kabus gibiydi. Daha kötü olan ise yatağın sağında ve solunda bulunan Yıldırım’ın evindeki gibi kristal avizelerdi.
Dolaba doğru ilerlerken yatağın yanındaki perdelerden birine hafifçe vurdum. ‘’Saçmalık’’ dolabı açarak içindeki tüm tüllü fırfırlı elbiseleri kenara iterek elime geçen tek düz taytı ve tişörtü alarak üstüme geçirdim. Bu dolaba Aysu kesin bayılırdı.
Dolabı kapatarak alttaki çekmeceyi açtım ve bir çorabı aldım. Tam çekmeceyi kapatıyordum ki çekmecede parlayan bir şey dikkatimi çekti. Köşeden hafifçe ışığı vuruyordu. Çekmeceyi tamamen açarak elimi arkaya doğru uzattım ve parlayan şeyi elime aldım. Elimdeki elmayı bir kenara bıraktım. Bir taştı, sağını solunu çevirerek inceledim tamamen şekilsiz bir taş. Taşı incelerken aklıma gelenle odadan hızlıca çıktım. Salonda duran küçük çantamı karıştırmaya başladım, aradığımı bulmak için eşyaları sağa sola saçıyordum. ‘’Neler oluyor?’’ diyerek bana yaklaşan Emre’yi cevapsız bıraktım.
Çantamda aradığımı bulmuştum, birbirine hala yapışık duran yüzüğüm ve bulduğum kolye. ‘’Neler oluyor Mahi, bir şey söyle korkutuyorsun.’’ Sol elimde tuttuğum kolye ve yüzükle sağ elimde tuttuğum Ece’nin çekmecesinden çıkan taşı birbirine yaklaştırdığımda daha önce olduğu gibi etrafımda çember şeklinde bir ışık hüzmesi oluştu ve hızlıca birbirlerine yapıştılar.
Emre ve ben birbirimizin yüzüne bakakalırken aklımdan geçen tek düşünce Yıldırım’ın Ece’yle ilgili düşüncelerini söylediği andı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |