
" Herkesin niyeti iyiyse,
biz kötüyü kimden gördük?"
Şeyh Edebali

Tanımadığım yüzlerin bulunduğu bir grup insanla bir rüyada sıkışıp kalmış gibi hissediyordum. Yüzüme dönen dikkatli bakışlar üzerimdeyken tüm bedenim korku, şok, bilinmezlik ve yüzlerce duyguyla harmanlanmış halde yerde oturmaya devam ediyordum. Avuçlarımı dayadığım toprağı sıkıştırdığımda parmaklarıma batan ufak çakıl taşlarını hissettim.
“Daha ne kadar burada oyalanmaya devam edeceğiz, her an gelebilirler umarım farkındasınızdır.” Etrafta gözlerini tiksinir bir halde dolaştırırken söylendi Aysu.
“Abicim nerden buldun bu kızı?” İsmini hala bilmediğim Asyalı adamın sorusu ise bakışlarımı ayıramadığım adamaydı. O ise sessizliğini koruyordu.
“Saçmalama lütfen sevgilim, sıradan biri olsa buraya giremezdi.” Bakışlarım naif sesin sahibine döndü. Gözlerimle görmesem bu sıcak sesin sahibi bir karıncayı bile incitemez derdim. Az önce ayakkabısının sivri topuğu ile gözünü çıkardığı adam gözümün önüne gelince mide bulantımı bastırmak için birkaç derin nefes almam gerekmişti.
Sendeleyerek ayağa kalktığımda adımlarımı geriye doğru attım. Aklımda binlerce soru vardı. Sormamı engelleyen ise sokağın başından gelen gürültülerdi. Herkesin bakışları oraya döndüğünde yüzlerine az önceki ciddiyetleri tekrar oturmuştu.
Tüm konuşma boyunca sessizliğini koruyan adam sert bir şekilde seslendi. “Gidiyoruz. Güneş kızı al.”
Takip ettiğime şimdiden bin pişman olduğum adam ve Aysu en önde ilerlemeye başlarken, isminin Güneş olduğunu öğrendiğim az önce bir grup adamı kolayca yere seren kadın sanki o değilmiş gibi nazikçe koluma girerek benimle birlikte ilerlemeye başladı. En arkada ise Asyalı adam silahını tekrar eline almış gelebilecek herhangi bir saldırıya karşı tetikte bekliyordu.
Arkamızda kalan ormanın derinliklerinde ilerlemeye başladık. Bir süre ilerledikten sonra bizi takip eden kimse olmadığından emin oldukları bir anda durmuşlardı. Etrafımız metrelerce yüksekliğe sahip yeşil ağaçlarla çevriliydi. Kolumu tutan Güneş’in elinden uzaklaştım ve yanımda duran bir ağacın gövdesine yaslandım. Bakışlarımı yukarı kaldırdım. Ağaçlar gökyüzünü görmemi engelleyecek kadar sıktı. Karanlığa bakan gözlerimi sıkıca kapattım ve derin bir nefes aldım. Başımı indirdiğimde etrafımda olan biteni izlemeye başladım. Kenarda beklerken Aysu toprağa oturmuş diğerleri ise çantasından bir şeyler çıkarmasını bekliyor, hareketlerini izliyordu.
Bana yaklaşan adım sesleriyle bakışlarım oraya döndü.“Nasıl geldin buraya?” Ciddiyetle soru soran adama bakışlarım döndü. Kahverengi gözleri yüzüme kilitlenmişti.
“Burası,” bakışlarımı etrafımda gezdirdim. “Burası neresi ki?”
“Kimsin sen?” Sorduğu sorunun cevabını gerçekten öğrenmek istiyormuş gibiydi benim soracak sorularım birer yığın haline gelmişken
“Tanımadığın birini neden korumaya çalışıyorsun?”
“Beni nerden tanıyorsun?” Yeni bir soru.
“Tanrım, bu soruların bir sonu gelecek mi?”
Yanıma gelerek kolumu sıkıca kavradı. “Sana beni nereden tanıyorsun dedim?” Bariton sesi kulaklarıma doldurdu. Yeni bir soru daha.
Kolumu sertçe çekerek tutuşundan kurtuldum. “Tanımıyorum seni. Ece,” Asyalı adamı işaret ettim, bakışları ona döndü. “onun arabasına binince neler olduğunu öğrenmek için seni takip ettim. Kilisedekiler beni kovalayınca işte buradayız!”
“Ses tonunu ayarla.” Etrafta bakışlarını uzun bir süre dikkatle dolaştırdı. Onunla birlikte ben de etrafta bakışlarımı ürkekçe gezdirdim. Bir şeylerden kaçtıkları belliydi.
“Nesiniz siz bir grup seri katil falan mı?”
Aysu’ dan çıkan alaycı kahkahanın yanında sitemli bir homurtu da diğer taraftan yükseldi, adının Güneş olduğunu az önce öğrendiğim kadındı. Kollarını göğsünde birleştirmiş gerçek bir sitemle diğerlerine bakıyordu. “Alın işte ilk görüşte bizi suçlu ucubelerden bir grup sanan başka birisi daha. Bu çizdiğimiz çirkin imajın sebebi sensin Yıldırım.” Takip ettiğim adamın ismi Yıldırım’dı. İsmini duyunca bakışlarım yüzüne dönmüştü. Onun da bakışları bendeydi ancak dinlediği kişi Güneş’ti. “Burada temsil ettiğimiz şekilde değil de bir ucube olarak adım çıkarsa sonuçlarına katlanırsın.”
“Sonuçlarını bilerek bulaştın bu işe Güneş, hepimiz gibi.” Yıldırımın dudaklarından dökülen sözlerin ardında sanki acı gizliydi.
“Lütfen birisi burada ne yaptığımızı söyleyebilir mi?” Konuşmalarının arasına dalmıştım.
“Değerli götünü kurtarmaya çalıştığınız bu kadın için malzemeleri ziyan ettiğinizin umarım farkındasınızdır.” Aysu bakışlarını yaptığı işten ayırmadan konuşmuş elindeki şişelerle ne yaptığını anlamadığım şeyi yapmaya devam ediyordu.
“Aysu lütfen güzelim, biraz acele edemez misin?” Yıldırımın az önceki sert ses tonu Aysu’ya karşı yumuşamış bakışları yüzümden ayrılıp ona dönmüştü.
“Elimden geleni yapıyorum, ben lanet olası bir cadı değilim.”
“Aradaki fark her ne haltsa.” Asyalı adamın sesi yükseldi.
İşte şimdi Aysu’nun bakışları yaptığı işten ayrılmıştı. Sinirlenmişe benziyordu. “Damon beni kızdırmak istemezsin.”
Ellerini teslim olurcasına havaya kaldırdığında birkaç adım geri giderek sevgilisinin boynuna kollarını doladı.
Sessizlik tekrar hakim olduğunda sormak istediğim sorular zihnimde binlerce olmuştu. Cevaplarını öğrenmek bile istemiyordum, bulduğum ilk fırsatta buradan kaçarak evimize gidecek ve Defne’ye sarılarak uyuyacak ve sabah hepsini bir rüya olarak hatırlayacaktım.
Aysu ellerindeki farklı küçük şişeleri karıştırmayı bitirdiğinde yere çantasından çıkardığı bir tozu dökmeye başladı. Çizdiği şekiller büyük bir daire şeklini aldığında dizlerinin üstünde oturduğu topraktan kalktı. Ellerindeki tozu ardından dizlerindeki toprağı silkeledi. Üstündeki mini eteğini iki yanından tutarak hafifçe çekiştirerek düzeltti. “Yokluğum fark edilmeden dönmem gerek.”
Yıldırım Aysu’yu cevapladı. “Bu gece mümkün gözükmüyor güzelim, üzgünüm.” Aysu yüzünde oluşan telaşı saklayamadan ona baksa da sakinmiş rolünü ustalıkla oynadı. Elindeki şişeyi çizdiği şekle eğerek içindeki sıvıyı döktüğünde şekiller yavaşça parlamaya başladı. Daire tamamlandığı etrafa cılız bir ışık yaymaya başladı. “Umarım göz önünde bir yere çıkmayız.” Damon bunun olmasını istemediğini açıkça belli eder bir ses tonuyla söylemişti.
Işık hepimizin etrafını kapladığında tıpkı kilisedeki o sütun gibi bizi içine çekti ve bir anda yere çarptığımı hissettim. Çarptığım asfalt zeminle dudaklarımdan firar eden acı inlemeyle birlikte burnuma denizin tuzlu kokusu doldu. Etrafıma baktığımda Haliç gözlerimin önündeydi.
Telaşlı bakışlarımı etrafımda gezdirdiğimde Yıldırım, Aysu, Damon ve Güneş’in de burada olduğunu gördüm. Damon’ un dudaklarından fırlayan küfre Aysu ve Güneş’in de acı inlemeleri karışmıştı. Ayağa kalktığımızda karşımızda evsiz bir adam vardı. Gri saçları kir ve yağdan keçeleşmiş, kıyafetleri yamalarla dolu, elinde tuttuğu eski çantasını şaşkınlıkla yere düşürmüş bize bakıyordu.
“Halletmemiz gerekir mi?” Damon sormuştu.
“Boşversene anlattıklarına zaten kimse inanmaz.” Umursamaz bir alaycılığın yanında adama acıdığı belli olan bir tonda çıkmıştı söyledikleri Aysu’nun dudaklarından.
“Eve geçiyoruz. Sende bizimle geliyorsun.” Yıldırım’ın söylediklerine cevap verdim. “Eve gideceğim ve bunları bir rüya olarak hatırlayacağım.”
“Sen unutmak istesen, hatta unutsan bile onlar seni unutmazlar, peşinden gelecekler. O yüzden bizimle geliyorsun.” Sert ve bariton sesi tek kelime cevap istemez şekilde çıkmıştı.
Korktuğumu hissettim. Peşime düşeceklerini söylüyordu ve ben neler döndüğüne dair hiçbir şey bilmiyordum. Yanımdakilerin isimlerinden başka hiçbir şey...
Yürümeye başladıklarında daha rahat görünüyorlardı. Damon ve Güneş önümde sıradan iki sevgili gibi birbirine sarılmış bir halde yürürken en öndeki Yıldırım ve Aysu ise yakın ancak aralarında belli bir mesafenin olduğu anlaşılacak şekildeydi. Aralarındaki ilişkinin ne olduğunu o an merak etmiştim.
Bir süre yürüdükten sonra girdiğimiz sokağın başındaki yeni olduğu belli olan apartmanlardan birinin kapısını Yıldırım cebinden çıkardığı anahtarla açarak geçmemiz bekledi. Önümdekileri takip ederek merdivenlerden çıktığımda binadaki tek kapının önüne ulaştığımızda durduk. Arkadan gelen Yıldırım geçerek cebinden üzerinde minicik, uzun kulaklı, kumaştan yapılmış tavşan süsü takılı olan anahtarlarını çıkardı. Anahtarına taktığı süsü izlemeye devam ederken hepsi içeriye girmişti. Bakışlarım anahtarındayken girmem için elini uzatan Yıldırım’la evden içeriye girdim. Siyah ağırlıklı, ahşap yer döşemeli evin arkasına konumlandırılmış oval, siyah yemek masasının önünde bulunan krem koltukların ve siyah bir orta sehpanın altındaki kırmızı klasik halının üstünde dikilip bugün takip ederek tanıştığım Yıldırım'ın, Damon ve arkadaki iki kadının, Aysu ve Güneş’ in, beni dikkatle izleyen bakışlarını görmezden gelmeye çalıştım.
O sırada gece olmasına ve beni bu saatte arayacak kimsem olmamasına rağmen çalan telefonum da hiç normal bir haber olmasa gerekti.
Varlığını geçtiğimiz saatlerde tamamen unuttuğum çalan telefonumu cebimden çıkardım açarak kulağıma yasladım. Tonton Hanım arıyordu. Ağlamaklı anlatmasından zorla ve uzuvlarımın hareketini kesen o bilgiden anladığım kadarıyla Defne’yi almışlardı.
Bilmediklerimden ilk o an korkmaya başladım, belirsizlikten ilk o an korktum. Kulağıma gelen kelimeler olayı idrak ettiğim anda üst üste yığılmış harfler bütünü olmaktan çıkıp kalbimi tekletecek cümlelere dönüşmüştü ve bu cümleler benim duymak istediğim, beynimde yankılanmasını istediğim son cümle bile olamazdı. Defne annemden sonra hayatımda kalan tek varlığımdı.
Telefonu elimden bırakmadan hızla başka bir numarayı tuşladım. Kapanmak üzereyken telefon açıldı. "Sana konum attım gel beni al. Tonton Hanım Defne yok diyor. Acele et."
Müzik sesinden anladığım kadarıyla bu gece sahnesi vardı. "Na-nasıl yok? Nerede yok? Sen neredesin?" Konuşmaya devam ederken az önce içeriye girdiğim kapıdan aceleyle tekrar çıktım. Bir elimle telefonu kulağıma yaslamışken diğer kolumdan tutan elleri hissettim.
“Konum gönderdim.” Dedikten hemen sonra telefonu kapatarak cebime gelişigüzel bıraktım. Kolumdan tutan Yıldırım’ın meraklı bakışlarını aldırmadan parmaklarının arasından kurtularak merdivenleri hızla inmeye başladığımda yüreğime bir korku oturmuş bedenimi panik ele geçirmeye başlamıştı. Az önce yaşadığım hiçbir olay beni bu denli korkutmazken şu an kalbimin göğsümün duvarlarını sertçe dövüşünü tüm gücüyle hissediyordum.
Peşimden gelen Yıldırım’ın sesini duydum. “Yardım edebilirim.”
Cevap vermeden acele şekilde yürümeye devam ettim. Hızlıca arkamdan gelerek önüme geçti. "İzin ver yardım edeyim."
"Neye yardım edebilirsin ki? Daha bugün tanıştığım bir adam. Beni tanımıyorsun, Defne'yi tanımıyorsun, hayatımızı bilmiyorsun. Yardım et desem neye yardım edebilirsin. Bilmediğin bir insanın birkaç saatinde yanında bulundun diye bir şeylere yardım edebileceğini, karışabileceğini sana düşündüren ne?"
Konuşmama verdiğim kısa esten sonra devam ettim. "Hataydı. Kabul ediyorum, hataydı; Takip etmemeliydim seni. Unuttum ben tamam mı; gördüklerimi, o kaçık yeri unuttum. Sende beni hiç görmemişsin gibi yap. Kendi dertlerim bana yeterli, bir yenisini daha kaldıramam."
Arnavut kaldırımlı, ince uzun, iki yanında binaların yükseldiği İstanbul'un betonlaşmış başka bir sokağında arkamda Yıldırım' ı bırakarak aklımda Defne ile ilerledim. Sokağın sonuna doğru önümde keskin bir fren ile duran araçtan inen Emre' yi görünce adımlarım hızlanmış koşar hale gelmişti. Adımlarımla eşzamanlı olarak gözlerimden akan yaşlarla Emre' nin boynuna atladım. Sırtımı sıvazlarken neler olup bittiğini anlamaya çalışıyor, aynı zamanda bana teselli veriyordu.
"Neler oluyor, nasıl Defne yok, polisi aradın mı? Ayrıca şu arkandan bakan adam kim, senin burada ne işin var? Tamam tamam ağlama arabada konuşuruz, eve gidelim. Olayı öğrenelim."
Eliyle gözyaşlarımı sildi. Kafamı aşağı yukarı oynatarak onu onayladım. Arabaya binerek hızlıca evimizin önüne geldik.
Tonton Hanım kapı pervazına oturmuş ellerini dizlerine vurarak ağlıyordu. Onu hiç bu kadar yıkılmış halde görmemiştim. Onun bu hali kalbimi tekletirken nefes alamadığımı hissettim. Elim boynumda arabadan yavaşça indim.
Ben hareketlerimi yavaşlatırsam zaman yavaşlar sandım, ben hareketlerimi yavaşlatırsam gerçekleri idrak edemem sandım, ben hareketlerimi yavaşlatırsam yaşanmışları yaşanmamışa çeviririm sandım ancak sanmakla kaldım. Kapıda onu orada öylece otururken görünce anlamıştım, almışlardı Defne'yi. Kim, neden bilmiyordum ama geri alacaktım.
Kendime verdiğim sözleri hep tutardım. Söz veriyorum geri alacaktım.
Kendime verdiğim sözle apartmanın önüne gelmiştim. Tonton Hanım' dan öğrendiğime göre dört kişi eve girmiş. O sırada Defne ile birlikte uyuyorlarmış. Kadını biraz hırpalayarak Defne'yi alarak uzaklaşmışlar. Çağırdığımız polise de ifadesini verdikten sonra dağıldılar. Bu kadar işte, bu kadar basit; herkes hayatına devam eder, başkahramanlar anda çakılı kalır.
Tonton Hanım'a Emre dilaltı hapını vermiş evine çıkartmıştı. Bense kapıda kalmıştım. Oradan bir adım öteye atamamıştım. Nasıl çıkardım, kapısını bile birlikte boyadığımız o eve nasıl girerdim şimdi. Kapının önündeki kaldırıma oturdum. Dirseklerimi dizlerime yasladım, ellerimi başıma. Bir süre sonra yanımda Emre'nin varlığını hissettim. Konuşmadan soğuk ve yağmurun etkisiyle ıslanmış kaldırım taşına, üstüne bir şey döküldü mü hemen değiştiren adam, açık renk pantolonunu umursamadan yanıma oturdu.
Önümde duran başımı Emre' ye çevirdim. Cebinden çıkardığı sigarasını dudaklarının arasına koyuşunu, cebinden çıkardığı çakmağı ateşleyişini, yanmayınca diğer elini kaldırarak rüzgara karşı set oluşturmasını izledim. Tıpkı kalbim gibi karanlıkta sigaranın ucunun küçük alevlerle yanışını izledim. İçine çektiği derin nefesten sonra ince uzun parmaklarının arasında tuttuğu sigarayı bana uzattı. Elinden alarak dudaklarımın arasına yerleştirdim. Ciğerlerimi dolduran bir nefesten sonra parmaklarımın arasında çevirerek ucunda duran külü izledim. Defne'nin yokluğu içimde bir yangın başlatmıştı, küle dönmeden yanıma geri dönmeliydi.
"Güçlü durmaya çalış, bulacaklar eminim."
Çıkardığım alaycı sesten sonra sigaramdan derin bir nefes daha içime çekerken, eşzamanlı olarak gözümden damlayan tek damla yaşı sigara tuttuğum elimin tersiyle sildim.
"Bekleyemem."
"Polisler arıyor, ne yapabiliriz?"
"Yapmalıyız, yapmam gerek. 6 yaşında o daha. Kim götürdü, ona bir şey yaptılar mı, üşüyor mu, korkuyor mu bilmem gerek." Gözyaşlarım gözlerimden kontrol edemeyeceğim biçimde akmaya başlamışken cümlelerime devam ettim. "Onu bulmalıyım Emre, ablasıyım ben onun, ben baktım, ben büyüttüm, ablasıyım ben onun, elbette bir şeyler yapmalıyım burada böyle oturmaya devam edemem."
Beni kendisine doğru çekerek kollarını belimden ve omuzlarımdan sararak sırtımı sıvazlamaya başladı. Defne'nin onun içinde önemli olduğunu, çok uzun yıllardır hayatımızda olduğu için benim gibi duygular yaşadığını tahmin ediyor, yine de sakin durarak beni teselli etmeye çalışmasını minnetle kucaklıyordum. Çenemi omuzuna yaslayarak bana verdiği teselliyi kabul ettim ve mantıklı hareket edebilmek için onun göğsünde sakinleşmeye çalıştım.
Nefesim düzene girmiş ağlamam dinmişken Emre'ye sarılı halde olan bedenim bir nebze olsun rahatlamıştı. Karşı kaldırımda parlayan bir şey görmemle başımı omzundan kaldırarak dikkatimi vermeye çalıştım. Bir anda ciddileşen ifadem ve dikleşen sırtımla Emre kollarını bedenimden çözerek uzaklaştırdı. "Hey, bir sorun mu var?" Başını baktığım tarafa çevirerek neyi görmek istediğimi anlamaya çalıştı.
Emre'yi kaldırımda oturur halde bırakarak ayağa kalktım. Ellerimi eşofmanıma silerek karşı kaldırımda biraz ileride yerde duran şeye doğru aksak adımlarla ilerledim. Yerde gördüğüm ucunda açık mavi, içerisinde hafif beyaz parıltılı ışıklar içeren bir taş bulunan, taşın etrafında özenle işlenmiş detaylar olan ve pahalı olduğu her halinden belli olan bir kolyeydi. Arkasını çevirdiğim zaman etrafında işlenmiş birbirine dolanan iki lalenin ortasında daha önce görmediğim şekiller ve sonsuzluk işaretine benzer bazı şekiller vardı.
Kolyeyi incelemeye devam ederken arkamdan, merak etmiş olmalı ki, Emre gelmişti.
"Böyle bir kolyen olduğunu bilmiyordum onu düşürmüş müydün?"
"Hayır benim değil, bunu da nereden çıkardın?"
Sorduğum soruyla kolye elimde dururken arkamı döndüm, cevap vermesini beklerken ona bakmaya başladım.
"Bilmem yüzüğünün taşıyla tamamen aynı, yüzüğünde lale motifi olmasını istediğini söylemiştin. O zaman tamamen takım olurlardı. Set gibi düşündüm ama daha önce hiç görmemiştim, senin sandım."
Elimi hemen hava kaldırarak bir sağ işaret parmağımda her zaman taşıdığım yüzüğüme bir de sol elimde duran kolyeye baktım.
"Haklısın aynı gibiler ama benim değil. Bu annemindi, bu taşa çok değer verirdi, özenle saklardı öldükten sonra o evden alabildiğim tek şey bu oldu. Annemin özen verdiği şeyleri korumak istediğimden; küçük olması sebebiyle de yüzük yaptırdım. Bu sayede her zaman onu yanımda hissedebilecek ve güvende tutabilecektim."
"Belki de takımlardı ve yüzüğünün, bilekliğinin, bilemiyorum belki de küpesinin düşen bir taşıydı."
"Bilmiyorum Emre ne kadar eski ve değerli gözüktüğüne bak, annemin kimsesi yoktu, bizim ailemizin de parası yoktu, biliyorsun o adam..."
Duraksadım. Gerçekten o adam olabilir miydi? Defne'yi kaçıran baba sıfatını kirleten o adam olabilir miydi? Eğer bu kolyenin annemin taşıyla alakası varsa bunu o adam düşürmüş olabilirdi. Bunu ögrenmenin tek yolu vardı, gidip kontrol etmek.
"Evet evet biliyorum, hatırlatmak istemedim kusura bakma."
"Bunu daha sonra düşünürüz, önceliğimiz Defne." Diyerek kolyeyi gelişigüzel cebime bıraktım. "Tonton Hanım'a bakacağım hiç iyi görünmüyordu. Karakolda herhangi bir gelişme olmuş mu gidip öğrenir misin? Biraz dinlenmek istiyorum haberleşiriz." Emre’nin her zaman bana yardım etmek için yanımda olacağını biliyordum ancak o adamın yanına gittiğim an sakin kalamayacağını da biliyordum. Bu yüzden tek başıma gitmeye karar vermiştim. Gidecek ve Defne’nin orada olup olmadığını sessizce kontrol ederek geri gelecektim.
"Tabi ki her zaman yanındayım haber veririm." Omzumu sıvazladı ve yüzüme bakarak konuştuktan sonra şakağıma küçük bir öpücük kondurdu. "Dikkat et."
Kafamı sallayarak onayladıktan sonra apartmana yavaşça yürüdüm ve içeri girdim. Koşarak çıktığım merdivenlerden sonra evimizin olduğu kata ulaştım. Evimin açık olan kapısını görünce yüreğim burkuldu, duraksadım. Biraz sonra içeriye girerek hızlıca çantamı aldım kapıyı kapattım.
"Seni bulacağım bebeğim, geliyorum."
Koşar adımlarla sokaktan çıktıktan sonra caddeden taksi çevirdim. Arka kapıyı açarak oturmamla diğer kapıdan birinin daha oturması bir oldu.
"Senin ne işin var burada?" Sessiz kaldı.
"Seni ilgilendirmediğini söyledim. Ne yaptın beni takip mi ettin yoksa, ne bu ödeştik mi? İn aşağı."
Sanki ona konuşmuyormuşum gibi kabanını tutarak düzeltti, daha rahat şekilde oturdu. "Devam edelim."
Şaşkınlıkla yüzüne bakmaya devam ediyordum. Onun da bakışları bana döndüğünde dudakları aralanmıştı. "İnip Damon' ın aracına geçer misin?" Biz birbirimizin yüzüne bakarken taksici konuşmaya başladı.
"Ablacım iniyorsan in inmiyorsan söyle devam edelim, çattık akşam akşam ya, benim de işim gücüm var."
"Devam edelim lütfen. Hanımefendi nereye gitmek isterse."
"Hayır etmiyoruz, bu adamı al abi, cehennemin dibine gidin." Konuşmamdan sonra taksiden inerken taksici arkamdan söyleniyordu.
"Tövbe tövbe, ben ne dedim şimdi? Ne cins insanlar var?"
Büyük bir gürültüyle çarptığım taksi kapısına attığım tekme ile taksici ve Yıldırım aynı anda arabadan indi. Tüm gün yaşadıklarımla ne hissedeceğimi şaşırmıştım. Duygu karmaşam şimdi sinir olarak ortaya çıkarken sağa sola saldırmama bir milim kaldığını hissediyordum. Adamın aralanan dudakları Yıldırım'ın ona çevrilen bakışlarıyla kapanmış ve hiçbir şey söylemeden arabasına tekrar binerek yoluna devam etmesine neden olmuştu.
Yıldırımla şimdi karşılıklı duruyorduk. Ben burnumdan soluyordum, o ise sakin ve sabit bakışları ile bakıyordu. Siyah kabanı yine üstünde, kahverengi gözleri yine dikkatle yüzümdeydi. Kendime sakin olmakla ilgili telkinler verirken derin bir nefesi ciğerlerime doldurdum. Gecenin keskin soğuğu bir an bile ısınmama izin vermezken ellerimi kabanımın cebine soktuğumda yerde bulduğum kolye elime değdi. Gözlerimi açarak karşımda duran Yıldırım’a baktığımda onun bakışlarının yüzümden ayrıldığını cebime değdiğini ve orada sabit kaldığını gördüm. Az sonra pikabından çıkan Damon'ı gördüm. O da şaşkınlıkla bir cebime ve bir yüzüme bakıyordu. İşaret parmağını kaldırarak bana doğru uzattı, Yıldırım'a bakmaya başladı, şaşkınlıktan donmuş gibiydi. Neler olduğunu merak etmeye başlamıştım.
Başımı cebime eğdiğim zaman cebimden etrafa yayılan açık mavi ışık halkaları beni de şaşkınlığa uğrattı. Cebimden çıkardığım kolye ve sağ elimdeki yüzüğümü birbirine iyice yaklaştırdığımda mıknatıs gibi birbirlerine yapıştılar. Yapıştıkları anda etrafımdan yayılan bir ışık dalgası meydana geldi. Öyle ki şiddetinden birkaç sokak lambası patlamış, arabaların alarmları çalmaya başlamıştı. Etrafımdaki mavi ışıklar kolyenin arkasında gördüğüm, artık harf olduğunu tahmin ettiğim ancak hangi dil olduğunu bilmediğim bir alfabe yazı belirdi, daha sonra yavaşça silinerek kayboldu.
Elimi yüz hizama doğru havaya kaldırarak yavaşça kendi ekseni etrafında döndürerek yapışmış olan kolye ve yüzüğü inceledim. Elim havada neler olduğunu anlamaya çalışırken, şaşkınlıktan bir parça açık kalan dudaklarım, soğuktan pembeleşmiş yanaklarım, rüzgardan uçuşan saçlarımla Damon'un kendinden emin ve hafif eğlenerek çıkan sesini duydum.
"Kesinlikle bizdensin!" Ardından keyifli bir kahkaha da atmıştı.
Yüzükten çektiğim bakışlarımı Yıldırım’a çevirdim. Dudaklarında bir gülümseme yakalayamasam da gözlerinde kesinlikte bir pırıltı vardı.
Benimse kulaklarımda tekrar ve tekrar yankılanan Damon’un sözleriydi.
"Kesinlikle bizdensin!"
Umarım tarafınızı seçmişsinizdir. Bir sonraki bölüm gelmeden kararınızı verin, işler karışıyor. 😈 Gruptakiler sizce hangi tarafta duruyor?
Karakterler hakkındaki ilk izlrnimlerinizi buraya bırakın;
Yıldırım
Mahi
Aysu
Güneş
Damon
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |