4. Bölüm

3

Merve Yılmaz
merveeylmazz

 

"Çaresizlik ve tehlike anları vardır ki, o zaman çırpınmaya ve haykırmaya gelmez. Batar insan ve boğulur. Marifet o anları geçirmektir. Sonrası gittikçe kolaylaşır. Kadere teslim olmak lazımdır o anlarda. Menfi, miskin, aciz bir tevekkül değildir bu. Anlıyor musun? İsyanın tekniğidir. Yani sabırdır. Müspet, enerjik, hedefli, iyimser bir sabır."

- Peyami SAFA

 

Elimi havaya kaldırarak yavaşça kendi ekseni etrafında döndürerek yapışmış olan kolye ve yüzüğü inceledim. Elim havada neler olduğunu anlamaya çalışırken, şaşkınlıktan bir parça açık kalan dudaklarım, soğuktan pembeleşmiş yanaklarım, rüzgardan uçuşan saçlarımla Damon'un kendinden emin ve hafif eğlenerek çıkan sesini duydum.

"Kesinlikle bizdensin!"

"Siz kimsiniz? Neler oluyor?" Sol elimle hala havada tuttuğum sağ elimi işaret ettim. "Bunun anlamı ne?"

Yüzüğüme bakarken gerçekten bilmek isteyip istemediğimi düşündüm bir anlığına. Defne' den herhangi bir haber yoktu, Emre beni aramamıştı. Basit hayatımı düşündüm; Gündüzleri garsonluk, akşamları aynı mekanda solistlik yapan, işine gidip evine geri dönen, iki daimi dosta sahip olan, onları kaybettiği evladının ve torununun yerine koyup sevip sayan Tonton Hanım'ı, sayılsa bir elin parmaklarını geçmeyecek sahip olduklarımı düşündüm.

Hissediyordum; birazdan öğreneceklerim basit düzenimi tepetaklak edecekti. Maddi anlamda bakıldığında kaybedecek hiçbir şeyim yoktu ama tüm maneviyatımı yitirebilirdim. Hayatımda açılan bu yeni sayfaya yavaş bir giriş yapmamış adeta ortasına bodoslama dalmıştım. Bunun dönüşü yoktu, girdiğim bu yolda çoktan ilerlemeye başlamıştım, dönüş yolu silinmişti.

Hızını arttırmış rüzgarın altında içime derin bir nefes çekerek, bu akşam dolunayın aydınlattığı bulutlu geceye kafamı kaldırdım biraz baktıktan sonra gözlerimi kapatarak başımı ve şaşkınlıktan havada donmuş olan sağ kolumu aşağı indirdim, gözlerimi açtım. Her şey başlamadan önce kulağıma bir yemin gibi kendi kendime fısıldadım.

"Önceliğin her zaman Defne, sakın unutma, önceliğin her zaman o."

"Bilmen gerekenler var." Yıldırım’ın sesi tüm gece boyunca duyduğum en sakin halindeydi. O bariton tını silinmişti.

Sağ elimi havaya kaldırıp indirmemle kolyenin zincirinin şıkırtısı duyuldu.

"Sahiden mi? Daha azını düşünmemiştim."

Damon birkaç adım atmış ve havadaki elini omuzuma dokundurup hızlıca geri çektikten sonra Yıldırım'a baktı. "O gerçek, gerçekten gerçek!"

Yanımda duran elinin üstüne elimle vurarak ittim. "Tabiki gerçeğim gerizekalı herif, uzaklaş."

“Bilinmeyen kimsenin kalmadığını sanıyordum.” Konuşurken hitabı hala Yıldırım’aydı.

Dibimden ayrılmadığı gibi anladığım kadarıyla ters psikolojisi vardı ki yüzünü yüzüme yaklaştırmış suratımın dibinde tutuyordu. Cebimde çalan telefonumdan gelen ses ile sol işaret ve orta parmağımla onun kafasını şakaklarından iterken, sağ elimle telefonumu açtım, arayan Emre' ydi.

"Bir haber var de bana, lütfen."

"Üzgünüm Mahi, karakoldayım, herkes koşturuyor ama herhangi bir gelişme yok. Dahası sizin sokaktan çıkınca anayola giden yoldaki kamerada hiçbir hareketlilik yok, hatta hiçbir yerde yok. Bu normal olamaz, inceleme yapıyorlar, bulacaklar, bulacağız. İnancım tam."

Biraz daha burkulan kalbim kanımı damarlarıma pompalamıyor, kendisi yara almış dışa akıtıyor gibi hissediyordum. "Tamam, görüşürüz."

Telefonu kapattım cebime tekrar koydum. Sol tarafımda hala duran Damon'un başını biraz iteledim.

Yıldırım'a bakarak konuştum. "Çek şu arkadaşını üstümden sinirimi bozuyor."

"Damon lütfen hiçbir şeyden haberi yok, biraz zaman tanı." Şakaklarını bezmiş bir ifadeyle sıvazladığını anahtarıyla kapıyı açtıktan sonra içeriye girdik.

Aynı anları tekrardan yaşıyormuşcasına bir dejavu hissinin içine düşmüştüm. Derler ki dejavu aslında bir olayı daha önceden yaşadığımız hissine kapılmamız değil, orada o anda doğru yerde ve doğru zamanda bulunduğumuzun göstergesidir. Eğer buna inanırsam şu anın doğru olduğunu bana hissettiren tek bir işaret yoktu, genel kanıyı dinlemem mantıken daha gerçekçi olurdu, çünkü bu evde aradan saatler bile geçmeden ikinci bulunuşumdu.

İçeriye girdiğimizde Damon kafasını çevirmiş bana bakıyor, bir an olsun önüne dönmeden koşar adım salona ilerliyordu. Salonun solundan açılan odaların bulunduğu koridorda duraksadı ve bir anda çığlık attı.

"KIZLAR!, Biz geldik."

Kapının eşiğinde dururken başımı biraz kaldırıp Yıldırım'a baktım. "Onun sorunu ne?"

Dudaklarında hafif bir kıvrılma görür gibi olmuştum. Başını iki yana sallayıp salona ilerledi. "Gel"

Arkasından ilerleyip yerden ısıtmalı olan bu evde çorapsız ve yağmurlu havada spor ayakkabıyla çıktığım için titreyen ayaklarım cennete adım atmış gibiydi. Yıldırım'ın oturduğu koltuğun yanına yerdeki klasik kırmızı Türk halısının üzerine yere oturarak sırtımı koltuğa yasladım. Bu kadar üşüdüğümü fark etmemiştim ve sıcaklık kemiklerimi sızlatarak vücuduma yayılıyordu.

Damon kapının önünden ayrılmış, yemek masasının arkasındaki odanın tümüyle uyumlu koyu renkli vitrinden bir şişe viski ve bir kadeh alarak çaprazımdaki berjere oturmuştu. Yıldırım'la onu izleyen bakışlarımızı gördüğü zaman kendini açıklama ihtiyacı hissetmiş olmalıydı.

"Ne var, evimde içemez miyim?"

"Burası benim evim."

Yıldırım’ın cevabını umursamadığı her halinden belliydi. Aldığı kadehi dolduruyordu.

"Neyse ne canım, bu konuşma kuru kuru gitmezdi."

Yıldırım onu kendi haline bırakmaya karar vermiş olsa gerek arkasına yaslandı ve gözlerini ovaladı.

Koridordan gelen adım sesleriyle o tarafa baktım. Oda kapılarının yanlarında olan duvar apliklerinin yaydığı loş ışıklı koridorun başında Aysu ve Güneş belirdi. Aysu ilerledi ve Damon 'un karşısına kalan yere oturarak ortadaki sehpada duran viski şişesini eline alarak büyük bir yudumu hızlıca midesine gönderdi. Şişeyi masaya bıraktı, arkasına yaslandı.

"Olay ne? Bizi büyük bir coşkuyla uyandırmanın sebebi umarım bu kız değildir.”

Çok hoş melodik bir sesi vardı. Kemikli bir yüzü, kalkık minik bir burnu, çekik açık yeşil gözleri ve tüm suratında bulunan çilleriyle çok güzel bir kadındı. Minik bir yüze sahip olması sebebiyle bu grubun içerisinde yaşı en küçük olan kişi olduğunu düşünmüştüm.

İnceleyen bakışlarım dikkatini çekmiş olmalı gözleri keskin bir edayla bana döndü. Ardından bakışları yavaşça parmağımda takılı duran yüzüğe ve ona yapışık duran kolyeye kaydı. Duru ve zarif bir güzelliğin altındaki herkese attığı acıyan bakışları ve pembe dudağının tek tarafının yukarı kıvrılışı tehdit ve alay yüklüydü. Doğrularak kendisini tanıtmak amaçlı bu gece öğrendiğim ismini söyledi.

"Ben Aysu ve umarım kalıcı değilsindir."

Ayağa kalktı, eğilerek yaptığı ufak selamlamanın ardından arkasını dönerek yavaşça ilerledi ve az önce geldiği koridorda kayboldu.

Güneş ise Damon'un kucağına oturmuştu. Aysu’nun bana hitaben söylediklerine cevap veren o oldu.

"Sen onu ciddiye alma biraz gergin bir karakter kendisi." Dedikten sonra hafifçe gülümsedi.

Yuvarlak bir surata, gülümsediğinde hafifçe belli olan gamzelere ve güven veren yuvarlak gözlere sahipti. Ben onu yeni tanışıyor olmakla süzerken onun yerine Damon konuştu.

"İşte o, bütün varoluşumun anlamı. Karanlığıma doğan Güneş'im." Güneş’in yalnızca varlığına bile aşıkmış gibiydi.

Küçük bir kıkırtıdan sonra Damon'un yanağına bir öpücük kondurup söze girdi.

"Memnun oldum Güneş ben."

Konuşmasına tebessümle cevap verdim. Yıldırım da konuşmaya katılmaya karar vermiş olmalı ki söze girdi.

"Herkesle tanıştın, sabah olmak üzere dinlenmek istersen senin için oda ayarlayayım, o sırada kardeşinin nerede olduğunu öğrenirim."

"Şöyle yapalım; Dinlenme kısmını es geçelim. O vakitte siz kendinizi bir de isim olarak değil kim olduğunuzla ve tam olarak nereler olduğuyla ilgili tanıtın, sonra Defne'yi bulmak için planın neyse birlikte ilgilenelim."

"Tamam öyle olsun." Yıldırım’ın tanıştığımızdan beri aramızda geçen tüm konuşmalarda söylediğim bir şeyi kabul ettiği ilk andı.

Olayın ciddileşmeye başlamasıyla Güneş Damon'un kucağından kalkmış kendine bir kadeh viski alarak az önce Aysu'nun oturduğu berjere geçmişti. Yıldırım yerinden kalkarak yemek masasının sağ tarafında duran ve arka duvarı kaplayan tavana kadar uzun kitaplığın yanına gitmişti. Kitaplığın sol tarafında bulunan, kitaplıkla aynı renk olan kapağı iterek açmış çıkan küçük boşluğa eğilerek gözünü okutmuştu.

"Yok artık... " Anlık duraksamadan sonra devam ettim. "Ne saklıyorsunuz siz Da Vinci' nin şifresini mi?" Kısaca herkesin yüzüne baktıktan sonra devam ettim.

"CIA, FBI, MIT?"

“Saçmalama lütfen, burada film çekmiyoruz.”

"Kitaplığı retina şifresiyle korunan sensin, saçmalayan benim öyle mi?"

Derken parmağımla kendimi gösterdiğimde her ne kadar hiç istemesem de yüzüğümün, parmağımı kolyenin ağırlığından acıtmaya başladığını fark ettim ve birbirine yapışık olan yüzük ve kolyeyi biraz zorlanarak da olsa çıkartıp sehpanın üzerine bıraktım.

Bu sırada kitaplık yavaş bir şekilde açılmış en orta raflar diğerlerinin altına girecek şekilde yanlara kaymış ve boş olan alandaki kitaplığın arka tahtası kayarak öne yıpranmış eski kapaklı küçük bir kitap çıktı. Kitabın ortaya çıkmasıyla etrafa yayılan yanık kokusu burnumu kırıştırmama neden olmuştu.

Yıldırım kitabı aldıktan sonra geri gelerek koltuğa oturdu. Bende oturduğum yerden kalkarak koltuğa onun yanına oturdum. Kitabın sehpanın ortasına bıraktı ve sola doğru, yüzünü bana çevirdi.

"Bu biziz, bu bizim tarihçemiz." Yıldırım' da olan gözlerimi kitaba çevirdim, sayfalarda tasfir edilmiş resimlere baktım; konuşmaya başladı. Sesi büyülü bir hikaye anlatır gibiydi.

"Efsaneye göre tanrı ilk önce Lilith ve Adem'i yarattı. Adem, Lilith'e aşıktı; Lilith ise kendisini Adem'den üstün görüyordu. Adem ise ikisinin eşit olduğu konusunda diretiyordu. Bu inatlaşmaya daha fazla dayanamayan Lilith Cennet'ten kaçtı."

Elimi uzatarak konuşmasını hızlıca böldüm. "Bir dakika, ne anlatıyorsun? Kokuşmuş bir kitaptan okuduğun hikayeye inanacağımı mı düşünüyorsun?"

"Bırak bitireyim." Onay beklemeden devam etti.

"Tanrı Lilith Cennet'ten ve ona bahşedilen yuvadan kaçtığı için çok sinirlenmişti ve onu cezalandırmak istedi. Bu sırada Lilith, İblisler Kralı ile birlikte olarak günde yüzlerce çocuk doğurmaya başladı. Her doğurduğu çocuk dünyaya kötülüğü yayıyor, vampir, kurt adam ve iblis gibi çeşitli suretlerle dünyada varlığını sürdürmeye başlıyordu."

"Umarım söylediklerini kulakları duyuyordur." Gerçekten söylediklerine inanmamı mı bekliyordu, aklını kaçırmış olmalıydı!

Şaşkınlığımı gören Damon araya girdi. Çok olağan bir şeyden bahseder gibiydi. "Merak etme artık yok onlar." Yüzüne baktığımda ise kafasını sallayarak onaylıyordu.

"İblisler kralıymış daha neler?" Dedikten sonra ufak bir kahkaha attım.

"Burada senin inançlarını sorgulamıyoruz. Bizim dünyamızı sordun, anlatıyorum Mahi." İsmım Yıldırım'ın dudaklarından bir lütuf gibi çıkmıştı. Tüylerimi diken diken eden, iç gıcıklayan bir tonda.

Ağzıma bir fermuar çeker gibi yaptıktan sonra susarak devam etmesine izin verdim.

"Tanrı cezasına karar vermişti ve kendine yardımcı olması için Başmeleklerden yardım istedi. Melek'ler Lilith'e geri dönmesi için çağrılar yaptı, ancak Lilith bunların hiçbirini kabul etmedi ve asla geri dönmeyeceğini söyledi. Bunun üzerine Lilith'in bir daha dönmeyeceğinden emin olan Tanrı, Lilith'in her gün 100 çocuğunun öldürülmesi emrini verdi. Tanrı'nın geri dön çağrısını kabul etmediği için her gün 100 çocuğu öldürülen Lilith eşsiz ızdıraplar çekiyordu. Bu sırada Adem Lilith'e olan aşkından bitap düşmüş özlemle kavruluyordu. Tanrı Adem'e Lilith'in bir daha dönmeyeceğini söyleyemedi. Adem bir gece uyurken ondan aldığı kaburga kemiği ile Havva'yı yarattı ve insan ırkını başlattı.

Adem Havva'ya sadıktı, tutkulu bir bağlılık gösteriyordu. Lilith bu sadakati kaldıramadı, Adem ve Havva'nın soyundan gelenleri öldürmeye yemin etti. Bir savaşın başlangıç haberini öğrenen Tanrı Başmeleklere Lilith’i yenmelerine yardımcı olmak adına onlara 3 taş yolladı ve bu taşların her birinin ayrı bir dilek hakkına sahip olduğunu söyledi. Her taşın kullanılacak bir dilek hakkı vardı ve istenilen neyse Tanrı tarafından anında yerine getirilecekti. Lilith durdurulamayacak kadar güçlenirse 3 taş bir araya getirilecek ve bir araya getiren kişi Tanrı'nın güçlerine kavuşacaktı."

"Varlıklarından emin miyiz, bir kanıt var mı?" İnkar aşamasından sorgulamaya geçmiştim.

"Bizim varlığımız kanıt." Güneş bunu nedenini bilmediğim bir gururla söylemişti.

Yıldırım ise devam etti. "Melekler Lilith'i taşları kullanmalarına gerek kalmadan yendiler ve nerede olduğu bilinmeyen bir mağaraya sonsuza dek hapsettiler. Tanrı, Melekleri görevlerini tamamladıkları için tekrar yanına aldı ve yeryüzünde taşları koruması için insan suretinde görünecek ve onlar arasında dolaşacak kişileri yarattı, dünyadaki 3 taşı koruma görevini bu kişilere verdi."

Kitaba bakmayı keserek bakışlarını yüzüme çevirerek son sözlerini söyledi.

"Lilith'in hapsedilmesinin ardından taşlara hiç ihtiyaç duyulmadı ve koruyucular onları sakladılar. Lilith’in bir tehdit olmadığından emin olmak isteyen koruyucular yeni nesillerde de görevlerini devam ettirmek istediler. Bu yüzden insanlarla birleşerek kendi nesillerini devam ettirdiler.

Zamanla bazı koruyucular Lilith gibi kendini üstün görmeye başladı ve Tanrı'nın güçlerine kavuşmak istedikleri için taşları ele geçirmek istediler. Karşı karşıya gelen koruyucular kendi aralarında bölündü ve iyi tarafta olanlar taşları sakladıkları yerden çıkardılar ve korumaya karar verdiler. Taşlar o günden bugüne nesilden nesile aktarıldı ama saklayan koruyucular dışında kimse yerlerini bilemedi."

Kitabı kapattı can alıcı kısmını söylermiş gibi derin bir nefes aldı; "Bundan birkaç yüzyıl önce ortaya bir tehdit çıktı. Kötülük, işkence, acı ve nefret dolu bir dünya olan Tartarus'ta yaşayan ve taşların güçlerini öğrenen Nyx dünyaya geldi ve Tanrı'nın güçlerini istedi, insanlar toplu halde ölmeye başladı ve koruyucu nesilleri tekrar yetiştirilmek üzere toplanmaya başlandı. Koruyucular yeni bir savaş için hazırlanıyorlardı. Tanrının bahşettiği güçleri olanlar insanları korumak üzere bulunmak istendi ve güçleri olmayanların da taşları bulmaları ve korumaya almaları emri yayıldı, eğitimler verilmeye başladı.

Bizler koruyucuların soyundanız. İnsanların günümüzde mitolojilerde geçen Tanrı'lar olarak bildikleri kişiler aslında koruyucular. Nesilden nesile aktarılırken efsaneler değişikliğe uğradı ve insanların tarih kitaplarında koruyucuların hepsi kendine Tanrı olarak yer buldu. Ben Zeus'un soyundanım, Aysu Freya'nın soyundan, Güneş Helen'in soyundan, Damon ise Pythias'ı koruyan sadık bir kabilenin soyundan."

Parmağıyla yüzüğümü gösterdi ve konuşmaya devam etti.

"Anlaşılan koruyuculardan gelen bir kişi daha var aramızda. Çünkü o yüzük ve kolyedeki taşlar aynı ve dilek taşlarından birinin parçaları. Bunlara sıradan bir insan olarak sahip olman imkansız."

Ayağa kalktım. "Ne! Ben mi? Hayır hayır; Hayır! bir yanlışın var bu imkansız."

"Hayır değil, anlamıyorsun; Tanrı'nın insan ırkını yeni yarattığı zamanlardan bahsediyoruz. Koruyuculardan olup olmadığını bilmen imkansız, çoğu kişi bunu bilmez ve bu yüzük, kolye onlardan oluğunu kanıtlayan aile yadigarları."

"İmkansız dedim sana imkansız!"

"Bak..." Konuşmaya başladığı an araya girdim.

"Onlar benim öz ailem değil, kolye de benim değil onu buldum."

Damon elindeki kadehi sertçe masaya bırakırken öksürmeye başlamıştı. Güneş ve Yıldırım’ın yüzü ise şaşkınlıkla bana dönmüştü.

Ortamda bomba etkisi yaratan sözlerimle Yıldırım ve Güneş yüzüme bakmaya devam ederken öksürüklerinin arasında zorlukla konuşan Damon tepkisini sesli belli etmişti.

"Ups, işte şimdi sıçtık."

Benimse aklımdaki düşünceler birbirinin kuyruklarını kovalıyordu. Bir süre birbirimize baktıktan sonra aklımdaki düşünceler birbirini puzzle parçaları gibi tamamlamış ve doğrusal bir çizgide birleşmişlerdi.

Kendimi sertçe koltuğa bıraktım, acıyla gözlerim yavaşça kapanırken titreyen parmaklarım dudaklarıma yaslandı.

Ben değil ama Defne o ailedendi, benim değil ama Defne'nin öz annesinin sakladığı bir taştı, baştan beri Defne'yi isteyenler onlar olmalılardı.

Yanılmıştım, Defne'nin öz babası onu zaten hiç istememişti şimdi neden istesindi. Defne'yi benden alanlar onlardı ama hesap etmedikleri bir şey vardı, Defne'nin hiçbir şeyden haberi yoktu ve öz annesinin sakladığı bu taş, yüzük olarak benim parmağımdaydı, şuan ise Yıldırım'ın evinde ve masasında.

 

 

 

Bölüm : 18.12.2024 14:49 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Merve Yılmaz / Bir Sıfır: Zamanın Gölgesinde / 3
Merve Yılmaz
Bir Sıfır: Zamanın Gölgesinde

254 Okunma

71 Oy

0 Takip
14
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...