5. Bölüm

4

Merve Yılmaz
merveeylmazz

" Ben en başından biliyordum bu savaşın yüreğimde asla kapanmayacak yaralar açacağını. Beni yalnız bırakacağını, ellerimin boş kalacağını. Ama insan bazen yanılmak istiyor..."

 

 

İKİ GÜN SONRA

"Bodrumdayım, kimse yok Yıldırım, burada kimse yok."

"Damon sesin kesik kesik geliyor, anlamıyorum, anlamıyorum! Güneş yanında mı?"

"Yıldırım!!"

Mahi koridordaki kırmızı halının üstünde koşuyordu, arkasındaki lambalar ve aplikler teker teker çıkardığı sesler ve kıvılcımlarla patlıyorken Yıldırım'a ulaşmaya çalışıyordu.

Koşmasıyla uçuşan saçları ve kıyafetleriyle arkasını bir anlık dönmesiyle hızını arttırdı. Elini kulağına götürerek var gücüyle cızırtılı telsize son kez bağırdı. "Çıkın oradan hemen çıkın!" Elini kulağına götürerek kulağındaki küçük aleti çıkarıp bir kenara fırlattı. Koşmaya devam ederken Yıldırım'a seslenmeye devam ediyordu, arkasından gelen gürültüye kadar.

Koridorun diğer başında kalan ve patlamaların arasından silikçe gözüken asansör büyük bir gürültü çıkararak zemin kata çakıldığı an Mahi'nin adımları aksadı, kendini yerde bulurken sağır eden sesle kulaklarını kapatmış uğuldamasının geçmesini bekliyordu. Asansöre bakarak dudaklarının arasından koca bir küfür yuvarladı; "HasSİKTİR!"

Ayağa kalkıp koşarak koridorun diğer tarafına sarsak adımlarla ilerlemeye başladı. Bu sırada koridorun başından gelen Yıldırım ona ulaşmıştı. Dudağından akan kan üzerindeki beyaz gömleğini, kaşının yanından sızan kan ise suratının bir yanını boylu boyunca kaplamıştı. Mahi'nin kolundan tutarak ayağa kaldırdı. "Çabuk ol, çok az kaldı. Hızlan, daha hızlı, vaktimiz kalmadı."

Yıldırım 'ın söylediklerini doğrular şekilde hoparlörden yankılanan sayım sona doğru geliyordu. “Sekiz, yedi, altı, beş, dört, üç, iki, bir, sıfır.” Yüksek sesle çalan melodi durdu. Bir patlama sesi duyuldu. Uzaktan gelen kırılan cam sesleri ve çatırdamalar kulaklardaki uğuldamayla birleşip beyinde kendine hatırı sayılı bir yer ediniyordu ve bu kesinlikle iyiye işaret olamazdı. Duyulan sesle el ele tutuşan çift hızlıca koşmaya başladı. Karşılarında duran koridorun sonundaki kolonlardaki çatlamalar Mahi'nin gözlerini büyütmüş Yıldırım'ı ise hiç durdurmamıştı, yıkılmak üzere olan binadaki koridorun sonuna doğru olanca gücüyle koşmaya devam ediyordu. Ay ışığını içeriye dolduran karşılarındaki boylu boyunca uzanan camın üzerine doğru elinden tuttuğu kadın ile birlikte çarpmaya hazırlanıyordu. Bina yıkılıyordu!

Mahi’nin dudaklarından adamın ismi bir yardım çığlığı gibi kuvvetlice döküldü. “YILDIRIM!”

Cama çarpmalarına çok az kalmıştı, eğer kanatları bulunmuyorsa ve onları açarak uçup ikisini de kurtarmayacaksa bu yüksek binanın yirminci katından atlayarak ölmeden önce manzaranın tadını çıkarma niyetindeydi.

Mahi'nin elini ilk daha sıkıca kavradı,bakışlarını ona çevirdi. Binanın yıkılmaya başladığını belli eden yüksek sesler arasında bağırarak konuşuyordu. "3 DEDİĞİMDE"

İkisinin de bedenlerini sertçe vurdukları cam kırıldı ve dışarıya fırladıkları an Yıldırım'ın sesi duyuldu.; "ÜÇ! "

Düşmeye başlamışlardı. Mahi sırt üstü bulutlara bakarken Yıldırım onun bedenini kollarıyla sarmıştı. Çarpmanın etkisiyle ikisinin vücudunda oluşan yaralardan damlayan kanlar, cam kırıkları, binanın diğer tarafa doğru çökmesiyle etrafa yayılan beton parçaları yer çekimine ters şekilde yukarıya doğru çıkıyormuş izlenimi veriyordu ya da ikisi de her şeyi geride bırakacak kadar hızlı düşüyorlardı.

Mahi gecenin karanlığında, İstanbul'un yıldızlı bir gecesinde bulutlara bakarak, tanımadığı bir adamın kollarında birazdan yola çarparak parçalara ayrılacağı bir ölümün ne kadar trajikomik olacağı düşüncesini kafasından atamıyordu.

 

GÜNÜMÜZ;

"Onlar benim öz ailem değil, kolye de benim değil onu buldum."

Ortamda bomba etkisi yaratan sözlerimle Yıldırım yüzüme bakakalmış, Güneş'in dudakları şaşkınlık ve bu ortamda bulunmaktan rahatsız olduğunu belli eder şekilde içeri kıvrılmış, Damon tepkisini sesli belli etmişti.

"Ups, işte şimdi sıçtık."

Bir süre birbirimize baktıktan sonra aklımdaki düşünceler birbirini puzzle parçaları gibi tamamlamış ve doğrusal bir çizgide birleşmişlerdi. Ben değil ama Defne o ailedendi, benim değil ama Defne'nin öz annesinin sakladığı bir taştı, baştan beri Defne'yi isteyenler onlar olmalılardı. Yanılmıştım, Defne'nin öz babası onu zaten hiç istememişti şimdi neden istesindi. Defne'yi benden alanlar onlardı ama hesap etmedikleri bir şey vardı, Defne'nin hiçbir şeyden haberi yoktu ve öz annesinin sakladığı bu taş yüzük olarak benim parmağımdaydı, şuan ise Yıldırım 'ın masasında.

Yıldırım'a dönüp baktım; "Bilmem gerekenler bu kadar mı?"

"Şuan için yeterli."

"Anladım, koruyucular kendi nesillerini tekrar yetiştirmeye başladı ama anlamadığım herkese nasıl ulaşamadıkları."

"Herkese ulaşmak istemediler. İnsan genleri bazı nesillerde ağır bastı ve güçlerini kaybedenler oldu, bazıları evlat edinildi, bazılarınınsa soyu hiç devam etmedi. Amaç herkese ulaşmak değildi, amaç olası bir savaş için kendi taraflarında bulunacak, Tanrının bahşettiği güçler kanında dolaşan kişileri aralarından seçip onları kullanmaktı. Bu yüzden geçmiş yıllarda çoğu kişi soyunu bilmedi ve gelecekte de bilemeyecek."

"Nasıl yani ailelerinden aldılar mı güçleri olan çocukları?"

Bu söylemim bir anda Damon ve Güneş'in yerinde dikleşmesine sebep oldu. Belli etmemeye çalıştıkları bir gerginlik ortama hakim oldu.

Yıldırım duruşunu düzeltti dirseklerini dizlerine yaslayarak öne doğru eğildi. Derin bir nefes aldıktan sonra elini kaldırdı ve alt dudağının hemen yanını kaşıdı.

"Çok özel olmadığı sürece kimsenin hayatını çalmadılar, eğer o kişiyi çocukken keşfetmişlerse kılıfına uydurarak çocukları yanında tuttular, hem ailesiyle hem de buradaki hayatıyla büyüdüler. Büyükler içinse zaten çok sıkıntı olmadı, kendi tercihlerini yapma hakları vardı. Ancak bu söylediklerim İyi taraf için geçerli, karşı taraf yani Kötü'ler çaldı, öldürdü ve yok etti."

Hafifçe kafamı salladım. "Ben anlamıyorum, Defne bu olayın neresinde, koruyuculardan mı ya da kaçırılmasına değecek güçleri falan mı var? Hayır olsa ben bilirdim, ben büyüttüm onu, sıradan bir çocuk o. Eğer olay seni takip etmemse, neden Defne?"

"Bilmiyorum ama öyle ya da böyle birinizin bu işle bağlantısı olduğundan eminim. Gerçi artık olmasa bile çok fazla şey öğrendin ve benimle görüldün, bizim grupta olduğunu düşünüyorlardır senin peşini bırakmazlar. Defne'yi bu yüzden aldıklarını düşünüyorum. Kendi taraflarında yetiştirmek için."

"Öyleyse bırakmasınlar ben de onları arıyordum zaten, Defne'yi bulup onlardan alacağım."

Damon ciddi bir yüz ifadesiyle bana doğru kaldırdığı elini hafifçe salladı. "Hop hop ağır ol bakalım kovboy. Kız kardeşine verdiğin değeri görüyorum, hepimiz görüyoruz, sana minnettar olmalı ama bu şekilde olmaz. Oturup düzgün bir plan yapmalı ve o şekilde harekete geçmeliyiz."

Yıldırım da Damon'u onayladığını belirtir şekilde kafasını salladı. "Bana biraz izin ver, neler olduğunu ögrenelim, kardeşin için ne yapabiliriz onu anlamaya çalışalım. Söz veriyorum onu bulacağız."

Verilen sözler. Kim veriyor bana bu sözü ne sıfatla veriyor, bilmiyorum, aklım durdu. Ne düşünmeliyim, bu öğrendiklerimi nereye koymalıyım bilmiyorum.

Koca bir şaka, koca bir komedi, tiyatro sahnesi, hayır hayır bu bir sirk. Tam ortasına tepetaklak düştüğüm bu an, bir sirk olabilirdi. Ellerinde balon tutan palyaçolar, etrafta koşuşturan tür tür hayvan, akrobatlar, tropezciler, cambazlar... Koca bir kaos. Hepsi benimle dalga geçiyor. Ruhum, renklerle süsledikleri çadırın içinde tutsak. İçinde bulunduğum karanlığı gizlemeye çalışıyor hepsi. Çıkamıyorum dışarı.

Bu anlatılanlar gerçek mi? Hepimizin bildiğinden faklı gerçekliği olan bir dünya; Gerçek olabilir mi? İnanıyor muyum, neye ya da kime, bilmiyorum. Tek bildiğim hapsolan ruhumdan kalbimi de çıkarmışlar ve bir yerlere, birileri götürmüş.

Şimdi inanacak mıyım bu söze, önemli değil benim inanmam. Ben hala benim ve ne istediğimi biliyorum. Defne'ye ulaşmam için bu hayata girmem gerekliyse girerim, bu kişileri kullanmam gerekliyse kullanırım, elimi kirletmem gerekliyse kirletirim. Ben kendime söz verdim. Kâfi.

Kendime verdiğim kısa bir aradan sonra gözlerimi kapattım, elimle şakaklarımı ovaladım. Gözlerimi açarken masadaki yüzüğüm ve kolye dikkatimi çekti. Elimi indirdim ve aldım, bir kaç tur çevirdim sanki ilk defa görüyormuşum gibi inceledim. Koltuğun arkasına yaslandım diğer elimle saçlarımı düzelttim. Gözlerimi Yıldırım' ın beni dikkatle izleyen parlak, açık kahverengi gözlerine diktim. Derin bir nefesle konuşmaya başladım. "Bana sözler vermene ihtiyacım yok." Dikkatli bir şekilde suratıma bakmaya başladı. "Seninle bir anlaşma yapalım." Derken elimdeki yüzük ve kolyeyi işaret ve başparmağım arasında hafifçe öne doğru uzattım, almak için yeltendiği sırada avucumun içine hapsettim. "Kardeşimi bulmama ve bulunduğu yer neresiyse oradan çekip olmama yardım edeceksin." Tek kaşı hafifçe kalktı daha sonra yüzü eski haline tekrar döndü. Devam etmemi ister gibi hafifçe başını eğdi. "Sizin bu dünyanızda," Ellerimle etrafı gösterdim "Onu tek başıma bulamam. Anladığım kadarıyla Tanrılarla oynuyoruz, polisler bi boka yaramaz." Damon hafif bir öksürükle araya girerek beni düzeltti. "Koruyucular." Ona cevap verdim. "Her ne halt'sa" Yıldırım söz aldı. "Bana bir karşılık vadediyorsun; Karşılığında...?" Devam etmemi bekliyordu. Elimdeki yüzük ve kolyeyi havaya atıp tuttum. "Karşılığında taş sizin."

"Böyle bir şeye gerek yoktu sana zaten yardım edecektik."

"Sizi tanımıyorum ve güvenmiyorum. Söylediğin her şeye inanmamı bekleyemezsin, eğer bu taş o kadar önemliyse beni kandırıyor da olabilirsiniz. Bunu riske atmayacağım."

"Öyle olsun."

Annemden kalan tek yadigarla Defne üzerine bir kumara girmiştim. Sonunda kazansam bile kaybedeceğim bir kumara. Ama kurallara göre oynamam gerektiğini kim söyledi?

Hafif bir gülümsemeyle konuştum.

"Anlaştık."

Elindeki kadehi masanın üzerine bırakarak Güneş ayağa kalktı. "Hadi gel sana rahat kıyafetler vereyim, odanı da göstereyim dinlenirsin."

"Odam mı, neden bu evde bir odaya ihtiyaç duyayım ki?"

Ben koltukta oturmaya devam ederken Yıldırım ayağa kalktı, o da kendine bir kadeh aldı ve doldurduktan sonra içkisini hafifçe yudumlarken bana cevap verdi. "Bir süre misafirimizsin."

"Ne münasebet, benim kendi evim var."

"Evet biliyoruz çok şirin ve güzel bir ev, çok da kolay yakalanabileceğin bir ev."

"Ama..."

"Mahi, lütfen. En azından Defne'yle ilgili bir haber alana ve akıbetini öğrene kadar. Hem seni güvende tutup hem de Defne'ye yardım edemeyiz, sayımız az. Şimdi dinlen. Güneş odanı göstersin."

Konuşmasını başı ağrıyormuşçasına koltuğun arkasına kendini bırakırcasına yaslanarak bitirdi. Hafifçe öne kayarak kafasını koltuğun arkasına yasladı ve gözlerini kapattı. Cevap verme gereği duymadan Güneş'le birlikte az önce Aysu'nun gözden kaybolduğu koridorda ilerledik.

Evin karanlık havasına uygun şekilde koridor boyunca duvarlar siyah üzerine silik borda çiçeklerden oluşan duvar kağıdı ile kaplıydı. Koridorun sağında ve solunda ikişer kapı bulunuyordu. Güneş önümde ilerlerken koridor sola ve sağa ayrılıyor iki tarafında bir kapı bulunuyordu. İki kapının arasını salondaki ile eş boydan boya kitaplık süslüyordu. Kitaplıktan sarkan sarmaşık birkaç rafı sarmış, evin kasvetli ve büyülü görüntüsünü tamamlıyordu. Güneş sağa ve sola ayrılan koridorun başında durdu. "Sol taraftaki senin odan," eliyle geldiğimiz koridoru gösterdi "Koridorun başındaki soldaki ilk oda Damon ve benim. Kıyafetlerimden senin için bir şeyler ayarlayıp geleceğim, keyfine bak." Kafamla onayladıktan sonra kitaplığın raflarına bakarak sol tarafa ilerleme başladım.

Raflarda farklı farklı bitkiler, çerçevelerde fotoğraflar ve antika bir müzik kutusu duruyordu. Kare şeklinde olan, gümüş ayaklara ve sedef yaldızlı süslere sahip kutunun üstüne incelikle işlenmiş olan gümüş detaylar vardı. İşaret ve orta parmağımla hafifçe dokunduğum kutuyu, içini açıp çaldığı şarkıyı ne kadar dinlemek istesemde, özel olabileceği fikriyle bıraktım.

Üst rafta kitaplara yaslı duran çerçeveyi elime aldım. İçerisinde bir fotoğraf vardı. Burada, bu evde oturma odasında Damon koltuğun yanında ayakta dururken Yıldırım Damon'un sırtına çıkmıştı ve Damon onu bacaklarından kavramış Yıldırım'ın ise kolları onun boynuna dolanmıştı. Yıldırım ve Damon'un yanında Aysu vardı ve bir elini suratının altına koymuş, tek eliyle Yıldırım'a uzanmaya çalışırken başındaki plastik taçla poz vermişti. Güneş ise koltuğun kolçağına çıkmış ve kırmızı kumaş parçasını pelerin gibi boynuna bağlamış onlara yaslanmışken poz vermişti. Hepsinin suratındaki kahkaha bu fotoğrafla ölümsüzleşmişti. Çok güzeldi. Çerçeveyi incelemeyi bıraktıktan sonra sol taraftaki duvara yaslanmış kenarı altın renkli çerçeveye sahip devasa ayna dikkatimi çekti. Sarmaşık onun da üst tarafından devam ederek aynanın solundan yere değin uzanıyordu.

Hemen aynanın çaprazında, kitaplığın bittiği yerdeki kapıyı açtım. Oda evin geneline bakılırsa şaşırtıcı şekilde beyaz ağırlıklıydı. Orta genişlikte bir odaydı. Yerler evin tümünden farklı açık ahşap bir zemindi. Kapının hemen yanında kalan sol taraftaki duvar parkeler ile aynı renk devam eden kare detayları olan ahşaptı. Odanın geri kalanı ise kremdi. Odanın hemen karşısında bulunan pencereden haliç gözüküyor, hemen önündeki üstünde yastıklar bulunan pencere önü bankı ve yanlara tutturulmuş beyaz şifon perdelerle odadan ayrı bir dünya yaratan bir köşe mevcuttu. Odanın tam ortasında açık renk devasa bir yatak, yatağın solunda ve sağında lacivert yatak yanı komodinleri bulunuyordu. Üstlerinde kitaplıktakilere benzer sarmaşıklar bulunuyor ve yerlere uzanıyordu. Komodinlerin arkasındaki duvarda çeşitli çerçeveler asılıydı ama bunlar daha çok manzara fotoğrafı idi. Odayı aydınlatan kristal avize odayı tamamlamış ve kendimi sarayda hissetmemi sağlamıştı. Kendimi odayı incelemeye kaptırmışken odanın kapısına yaslanmış Güneş'i fark ettim.

"Nasıl buldun?"

"Yani, fazla büyülü ve bir apartman dairesi değil de bir şatodaymışım gibi."

Güneş küçük bir kahkaha attı. "Öyledir, Yıldırım, yani biraz etkilemeyi sever. Bende çok severim bu evi."

Elindekileri uzattı. "Bunlar benim, daha zayıfsın ama sana olurlar diye düşünüyorum. Sabah giymen için temiz kıyafetler de ayarladım. Duş almak istersen de banyo koridordaki sağdaki ilk kapı. Çekinmene gerek yok, bizim ve Yıldırım'ın odasında kendi banyosu var, bir tek Aysu kullanır orayı. İhtiyacın olabilecek her şey dolapta," elindekileri tekrar göstererek odanın içerisine biraz daha girdi "bunları buraya bırakıyorum." Yatağın üstüne kıyafetleri bıraktı ve çıkarken tekrar konuştu. "İyi geceler." Sağ elimi kaldırarak hafifçe gülümsedim ve elimi indirip iki elimi arkamda birleştirdim. O da bana hafifçe gülümseyerek odadan ayrıldı ve kendi odasına girdiğini kapı sesinden anladım.

Yavaşça yaklaşarak yatağın ucuna oturdum. 24 saatten fazladır uyumadığımdan gözlerimin ağrısı bütün beynimde yankılanmaya başlamıştı. Gecenin bir körü olduğundan herkesin uyuduğunu düşündüğüm vakitlerdi. Apliklerden yayılan cılız ışık koridoru aydınlatıyordu, başka bir yaşam belirtisi yoktu, herkes uyuyor olmalıydı. Her ne kadar başkasının evinde rahatsız hissetsem bile duş almak bir nebze olsun rahatlamam için iyi bir fikir gibi gözüktü. Odadan çıkarak Güneş'in tarif ettiği kapıyı araladığımda beyaz mermerlerden oluşan bir banyo beni karşıladı. Sol tarafta bulunan büyük beyaz bir küvet karşısında bulunan cam bir duşakabin, hemen karşımda yanlarından etrafa ışık saçan dev bir ayna ve el lavabosuyla banyo kocaman ve çok şıktı. Etrafa göz atarken burada da dikkatimi çeken tavandan sarkan kristal avize şaşırmama sebep olmuştu. “Zenginlik kafasına vurmuş bunların, hiç normal değil yani. Hangi deli banyosuna kristal avize takar ya?" Bir süre şaşkınlıkla tavana baktıktan sonra kapıyı kapatıp banyoda kapının sağında kalan duşa doğru ilerledim. Üstümdeki kıyafetleri yavaşça çıkararak kendimi ılık akan suyun altına bıraktım, gerçekten rahatlamıştım. Dolapları karıştırarak bulduğum havluyu bedenime sararak banyodan çıktım ve bana verilen odaya ilerledim ve Güneş' in benim için bıraktığı kıyafetleri giyerek yatağa uzandım ve boş tavanı izlerken uykunun derinliklerinde gezintiye çıktım.

Sabah gelen sesler ve odayı da dahil bütün evi doldurmuş mis kokularla gözlerimi araladım. Odadan çıkarak salona doğru ilerlerdim. Mutfakta kısık sesli müzikle kahvaltı hazırlayan Damon ve Güneş kuş sütü eksik bir masa hazırlamışlar, onları izlerken guruldayan karnımla açlığımı hissetmemi sağlamışlardı.

Beni fark ederek hafifçe gülümsediler ve bir ağızdan günaydın dediler. Onların bu neşeli hallerine kısa bir an için özenmiş ben de günaydın diyerek onları cevapsız bırakmamıştım.

Arkamdan gelen topuk sesleriyle başımı çevirdiğimde üzerinde kışa uygun triko vücudunu saran yeşil kayık yaka elbisesini ayağındaki sivri topuklu ayakkabıları ile tamamlamış ve tepeden sıkı bir at kuyruğu yaptığı saçlarıyla elbisesiyle aynı renk gözleri ön plana çıkmış Aysu'yu gördüm. Yanımdan geçerken kısaca baştan aşağı beni söyle bir süzmüş ve alaycı bir gülümsemeyle yanımdan geçmişti. Üstümdeki bedeni bana bol gelen ancak kalçalarımın hemen üstünde duran siyah pijama altı ve üstümdeki kısa kollu beyaz renk göğüslerimin hemen altında biten crop üst ve çıplak ayaklarımla ben şu ana daha uygundum. Arkamdan gelen ve başından geçirmiş olduğu tişörtün kollarını giyen ve pijamayla duran Yıldırım'la normal olanın ben olduğum anlaşılıyordur umarım.

Yanımdan geçerken o da beni yavaşça süzmüştü ve günaydın diyerek masaya oturmuş olan Aysu'ya da günaydın derken yerine oturdu. Elinde yumurta tavası olan Damon kendini överek masaya bıraktığı tava ile o da yerine oturdu ve Güneş koluma girerek beni sofraya doğru çekiştirdikten sonra Damon'un karşısındaki sandalyeyi çekerek oturdu. Sofra 5 kişilik kurulmuştu ve Yıldırım masanın başında otururken sağında Aysu oturuyor ve Damon ve Güneş'in karşılıklı oturmasıyla tek boş olan yer Yıldırım'ın soluna oturmuştum. Kendi aralarında küçük bir muhabbetle kahvaltı ederlerken sessizce durmuş onları izliyordum. Tabağına kahvaltılık alan Yıldırım göz ucuyla bana bakmış ve benim de tabağıma birkaç şey koyarak sessizce "Ye lütfen" dedikten sonra önüne dönmüş ve yemeğine devam etmişti. Yıldırım konuşurken bakışlarım Aysu’ya döndü. Gözlerinde tehditkar pırıltılar vardı.

Kahvaltı faslından sonra Aysu evine gideceğini söylemişti. Burada yaşadığını sanıyordum, öyle değilmiş. Yıldırım ise konuşmak istediğini söyleyerek mutfaktaki masadan ayrılıp bizi tekrar oturma odasındaki masanın başında toplamıştı.

"Dün gece biraz araştırma yaptım, sanırım Defne'nin kaçırıldığı yeri bulmuş olabilirim. Bir planım var."

Defne'nin adını duyduğum an çözülen kollarım ile öne doğru atılmış masanın kenarlarını sıkıca kavramıştım. Cümlelerini tamamlaması ile kalbim heyecandan ağzımda atmaya başlamıştı.

 

 

Bölüm : 06.02.2025 14:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Merve Yılmaz / Bir Sıfır: Zamanın Gölgesinde / 4
Merve Yılmaz
Bir Sıfır: Zamanın Gölgesinde

254 Okunma

71 Oy

0 Takip
14
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...