
"Her şey bana yabancı, her şey bana ait, bir insan yok bu yarayı kapatacak, bir yer yok. Burada ne yapıyorum, bu hareketler, bu gülüşler ne anlama geliyor? Buralı değilim, başka yerden de değilim. Yüreğimin hiçbir destek bulamadığı bu yerde, dü ya bilinmeyen bir görüntüden başka bir şey değil.
- Albert CAMUS, Defterler
"Dün gece biraz araştırma yaptım, sanırım Defne'nin kaçırıldığı yeri bulmuş olabilirim. Bir planım var.''
Defne'nin adını duyduğum an çözülen kollarım ile öne doğru atılmış masanın kenarlarını sıkıca kavramıştım. Yıdırım’ın cümlelerini tamamlaması ile kalbim heyecandan ağzımda atmaya başlamıştı. Konuşmaya hazırlanırken kapının çalmasıyla bütün dikkatler o tarafa döndü. Yerimden kıpırdayamadım, kapıdaki kim ise alacaklı gibi çalıyor kapıyı adeta yumrukluyordu. Yıldırım masanın başından ayrılarak kapıya doğru ilerledi. Damon ise kitaplığın çekmecesine elini atmışken gözlerimle hareketlerini takip ettim, çekmeceden alıp belinin arkasına götürdüğü elinde gördüğüm silahla gözlerimi devirerek kendi kendime söylendim. ''Evet silah kullanman gereken kişi kapıyı böyle gürültülü çalıyor.''
Masadan kalkıp oturma grubuna doğru ilerlerken başımı kaldırıp evin girişine doğru baktım. Koşarak boynuma atlayarak söylenen Ece ile arkaya doğru sendeledim. Ece'nin arkasından Yıldırım hızlıca bana doğru sert ve seri adımlar atarak yaklaştı. Parmak uçlarını yavaşça çıplak tenime değerek ilerletti ve belimi kavrayarak nazik hareketlerle arkasına doğru çekti. Sırtı ile bakışırken elinin birini orada kalmamı istercesine beni engellemek için uzatmışken diğeri ile Ece'nin dirseğini sıkıca kavramıştı.
Yıldırım 'ın Ece ile geçmişe dayanan bir tanışıklıkları olduğunu biliyordum. Bilmesem bile onları takip ettiğim ve tanıştığımız gece bir arada görmüş, görmekle kalmamış Damon ile Yıldırım’ın Ece’yi karga tulumba götürdüklerini ve Ece'yi o zamandan beri görmediğimi de biliyordum ama Yıldırım’ın beni arkasına alıp korumak isteyecek kadar ve Ece'ye böyle davranmasını gerektirecek kadar aralarında ne gibi bir olay yaşandığı hatıralarımın arasında yoktu, bilmiyordum ve bilmediğim şeyler artık sinirlerimi bozmaya başlamıştı.
Yıldırım’ ın kolunu onun aksine hiç de nazik sayılmayacak bir hızda iterek arkasından çıktım ve elinin üzerine elimi koydum, göz göze geldiğimiz an Ece'nin kolundan elini çözerek yavaşça aşağı indirmesini sağladım. Derdinin ne olduğunu bilmiyordum ama bir kadına hiçbir erkeğin böyle muamele göstermesine izin vermezdim, nedeni ne olursa olsun.
''Bu saçmalık da ne, Ece ile daha nereden tanıştığınızı öğrenmeden şimdi de birbirinize düşman kesilmeye mi karar verdiniz?'' Herkes sessiz kalmaya karar vermiş olacak ki kimseden çıt çıkmazken Yıldırım gözlerime bakmaya devam ediyordu.
''Yeter, anlatın'' diyerek bu saçma sessizlik anını bozarak çıkıştım. Yıldırım çekilerek kendini koltuğa bıraktı, ben de Ece'ye dönerek ''Konuş'' dedim. Parmaklarıyla ikimiz göstererek ''İkiniz?...''diyerek tanışıklığımızı öğrenme niyetiyle konuşmaya başladı. Konunun bir anlık bile değişmesi sinirlerimin yavaş yavaş yükselmesi için yeterli bir sebepken suratındaki muzip gülümseme ile Ece bunu alelade yapıyordu. Bilmediklerime tahammülümün kalmadığı günleri yaşıyordum. '' Ece! Geveleme.''
''Tamam tamam şöyle ki '' bu sefer üstümdeki pijamaları işaret ederek ''burada kaldığını varsayarsak ve bunun normal bir tanışıklık olmadığını düşünürsek, bir şeyler biliyor olmalısın. Uzatmadan Yıldırım Bey'ler karşı tarafta olduğumu düşünüyor.'' Sır verir gibi elini dudağının yanına götürdü hafifçe eğilerek sanki söylenmemesi gerekeni dile getirir gibi fısıldadı ''kötü tarafta'' diyerek konuşmasını bitirdi geriye çekildi ve ellerini göğsünde bağlayarak omzunu silkti. Yıldırım’a baktım. '' Doğru mu bu? ''
''Dramatize etme Ece anlat ve o karar versin.'' diyerek Ece ile konuşmaya devam etti. Zahmet oldu paşama kendi anlatsa bir yerleri küçülürdü.
''Yerel tarihimiz (!) Konulu hikayeyi kısaca geçiyorum. Detayları öğrenirsin. Tanrı yarattı, Lilith sinirlendi, Adem ve Havva; sürpriz biz! Koruyucular 2 takıma ayrıldı, İyiler ve Kötüler; şimdi düşününce keşke kendilerine havalı bir isim verselerdi. Savaş savaş, drama...''
Ece’nin anahtar kelimeleri vererek birleştirmemi beklediği hikayeyi bilmiyor olsaydım asla anlamayacağımı düşündüğüm esnada Yıldırım araya girerek kesti. ''Uzatma Ece konuya senin dahil olduğun bölüme gel.''
''Ha yeterli kısmı öğrenmişsin biliyorsun işte. Her mit ve efsanede bir kişi en güçlü olarak geçer, ki bu doğruydu. Tanrı iletişimde kalacağı birilerini yanında istedi. Diğerleri dünyanın düzeni için uğraşırken bu koruyucular Tanrı'nın bizzat yanında yer alıyordu. Bu yüzden bazılarını diğerlerinden daha güçlü, daha çevik, daha güzel, daha yakışıklı, daha daha daha... İşte bu kişiler de hikayenin temeli '' ellerini bir gösteriyi sunarmış gibi abartılı bir tavırla Yıldırım'a doğru uzattı ve parmaklarını sallayarak '' huzurlarınızda Zeus'un soyundan Yıldırım. İsminden kolay anlaşılır, gerçi biraz zorlama olmuş ama olsun. Zeus Yunan mitlerindeki en güçlü başkarakterimiz, Yıldırım da onun soyundan, yani bu hikayedeki başrolümüz.''
Yıldırım gerçekten Ece ‘nin bu abartılı anlatımına dayanamıyor gibiydi.'' Benim soyağacımı anlatman bittiyse esas konuya dönelim.''
Ece bir öksürükle boğazını temizledi. ''Ta daa; Ben de başrolüm. Evet evet şaşırdın biliyorum ama...''
Artık şaşırma kotamı doldurduğumu bir daha şaşıramayacağımı düşünürken Ece'nin söyledikleri ilaç gibi gelmiş bu özelliğimi kaybetmediğimi farketmemi sağlamıştı. ''Ne?''
''Biliyorum biliyorum şaşırdın ama alışırsın.” Elini havada şöyle bir salladı. “Yıldırım başrolü paylaşmak istemediği için gergin ama sinirden erken kırışacak haberi yok. Erken yaşlanmak istemezsin öyle değil mi canım?” Yalnızca ikisinin anladığı bir anlam vardı Ece’nin sözlerinde. Bu anlam Yıldırım’ın gözlerinde bir alevin harlanmasına Ece’nin de hafifçe zevkle kıkırdamasına sebep olmuştu.
''İşin doğrusuna gelelim'' Yıldırım'ın söze girmesi düşünmeme ve sindirmeme fırsat tanımadan beni yeni sorulara doğru sürükledi. ''Mahi; arkadaşın, Nyx soyundan. İnsanları öldüren, kendisine mutlak bir hakimiyet isteyen, acımasız ve tehlikeli soydan, bize karşı savaşan Tanrı gücünü elinde bulundurmak isteyen kötü tarafın bizzat geleceği.''
''Hey ben bur'dayım. Okey, atalarımız yapmış bir hata böyle mi devam etmesi lazım, ben sizin yanınızdayım.''
''Buna inanmamı bekleme.''
Ellerimi öne doğru uzatarak ''Kesin şu anlamsız atışmayı. Kanıtın var mı Yıldırım, bana somut bir şey sunmak zorundasın. Ece benim arkadaşım ona güveniyorum sen güvenmiyor olabilirsin ama bu kötü birisi olduğu anlamına gelmez.''
''Birinin kötülük yapmasını engelleyebilirsin ama onun içindeki kötülüğü söküp atamazsın.'' Bu adam kesinlikle son sözü söylemeye bayılıyor.
Oturduğu koltuktan kalkarak odaların bulunduğu koridorda yavaşça ilerlerken arkasından bakıyordum. Ece'ye güvenmediğini açıkça belirtmişti. Ben güveniyordum ama sorun şu ki Yıldırım’ın söylediklerine de inanıyordum. Söyledikleri yabana atılacak türden suçlamalar değildi, doğruluğunu elbette değerlendirecektim. Onun adımlarını takip ederek kendi odasına doğru giden koridorun köşesinden dönmek üzereyken koluna dokunarak beni fark etmesini sağladım. Durmadı ve odasına doğru ilerlemeye devam etti.
''Konuşmak istiyorum.''
''Bana arkadaşını savunmak için geldiysen boşuna zahmet etme. Kendisi de bizzat savunmasını yaptı ama ona inanmıyorum. Körü körüne suçlamak istemiyorum ama kanıt bulana kadar varlığına sesimi de çıkartamıyorum,'' odasının kapısının önünde konuşması bitince bana dönerek devam etti. ''Şimdi izin verirsen üstümü değiştirmem gerek, sana yardım etmem konusunda bir anlaşmamız var unuttun mu? ''
''Beni başından savıyorsun.''
''Hayır öyle bir şey yapmıyorum.''
"Evet yapıyorsun. Seni, sizi tanımıyor olabilirim, bu benim için yeni dünyanın içinde daha önce bulunmamış olabilirim ama çabalıyorum. Herkes için, özellikle Defne için. Bir şüphen varsa bana söyle, bir planın varsa benimle paylaş, bir fikrin varsa benimle konuş; bu kaosun içinde kendi kendime debelenmek istemiyorum. Cevaplara ihtiyacım var ve '' baş parmağım ile arkamı gösterdim '' söylediği kadar önemliysen bana yardım edebilirsin.''
Kollarını birleştirerek beklemeye başladı, devam etmemi istediğini anladım.
''Ece konusunu sonra hallederiz, sana yardım da ederim sonucu ne çıkarsa çıksın; masum ya da suçlu. Evet hayatımdaki önemli üç, dört kişiden birisi ama bunu kaldırabilirim; ben de, o da. O yüzden anlaşmamıza sadık kalarak esas konumuza gelelim. Planın olduğunu söyledin.”
''İçlerinde eski bir arkadaşım var yakalanmamak için kimseyle fazla iletişim kurmaz yalnızca çok önemli konularda. Dün gece beni aradı; Önemli bir soyu daha kendi taraflarına çektikleri ve küçük bir çocuk buldukları dedikoduları yayılmaya başlamış.''
''Defne...''
''Ben de öyle düşünüyorum. Dün gece benimle iletişim kurdu ve bu gece düzenlenecek bir organizasyonla Defne'yi herkese tanıtma planlarının olduğunu öğrendiğini söyledi.''
''Aman Allah'ım! Ne soyu, ne tanıtması. Onu kurtarmamız lazım.''
''Kesinlikle. Plan da bu gece üzerine. Organizasyonun nerede yapılacağına dair gün içinde tekrar haberleşeceğiz o zaman kesinleşecek, eğer her şey yolunda giderse bu gece kardeşinle birlikte uyuyacaksın. ''
İçimde kuş cıvıltılarını, kumsala vuran dalgaların köpüklerinin sesini duyuyorum, şiddetli bir fırtına sonrası açan gökkuşağının bütün kasveti dağıtan ışıltılı renklerini görüyorum, bir yerde bir kelebek kanat çırpıyor hissediyorum, ruhum rahatladı. Boğazıma yapışmış bir el varmış da parmaklarını tek tek çözerek beni serbest bırakmış gibi, bir bebeğin ağlaması uzun süre sonunda durmuş gibi, karahindibaya güneşli bir günde üflemişim de etrafa saçılışını izliyormuşum gibi. Yerimde duramıyorum; bedenim yerçekimine ve fizik kanunlarına ters düşecek hiçbir harekette bulunmadan öylesine beklerken, içimdeki kadın çığlık çığlığa, zıplayıp arsız kahkahalar atıyor, havalara uçuyor, yerinde duramıyor. Mutluluk bu kadar kolay mı? İki dudağın arasından çıkan kelimeler dizisinin bir insanın duyguları üzerinde bu kadar etkili güce sahip olması hiç akıl alır gelmiyor bana. Hayali bile çok güzel geldi. Kollarımı kaldırıp sarılmak istiyorum. Etrafımı saran bu mutlulukla karışık duyguyu herkese bulaştırmak istiyorum. Tüm Dünya benimle sevinir misin, kardeşimi bulma umudu doldu içime, hayali bile deli gibi sevindirdi de beni. Ben planlar yaptım lütfen ezip geçerek kendi senaryonu perdelemeye kalma. Yıldırım' ın dediklerinin gerçekleşmesini istiyorum, çok istiyorum.
İki elimin parmakları da dudaklarımda yerini alırken bir süre gerçekliği idrak ettim. Yıldırım kafasını sallayarak yüzündeki içten tebessümle beni onayladı. Kollarımı öne doğru uzatarak hiç beklemediği bir harekette bulundum. Bir elim ensesinde saçlarının arasında, bir elim omzundan gerilere uzanarak sırtının ortalarına doğru inmiş, başım başının hemen yanında kendine yer bulmuştu. Parmak uçlarıma kalkarak sıkıca sarılmıştım. Bana kollarını sarmasa bile o kollarda sıcacık bir şevkat bulunduğunu içime yayılan hislerden anladım. Kulağının hemen yanında mırıldandım. ''Teşekkür ederim.''
Bana kocaman gelen bu kısacık an herhangi bir karşılık vermesine yetmeyecek kadar hızlıydı.
''Bu akşam başarılı olursak rica edeceğim, şimdilik teşekkürünü bekletiyorum.''
Aptal sırıtmamla onu onayladım ve birkaç adım geri atarken devam ettim. ''Haber aldıktan sonra konuşalım.''
''Bu gece halledeceğiz.''
''Bu gece.''
İçime umut doğdu. Ne kadar tehlikeli, ne kadar da güven veren bir kelime. Bir hasta iyileşmeyi umduğu zehri vücuduna alırken dozunu iyi ayarlamak zorundadır. Doktorlar ve eczacılar üstlerine düşeni gerçekleştirerek hastayı defalarca kaç gün ve kaç doz içeceği konusunda uyarırlar. Talimatlara uymadan erken iyileşme düşüncesiyle ilaçlarını fazla içerlerse onları iyileştirme gücü bulunan bir şeye öldürme gücünü de vermiş olurlar. Kendi çerçevesinden etrafa bakıp kimsenin söylediklerini dinlemeden bağladığı bu umut onu ölüme götürebilir. Umut... ne gizemli bir kelime; güven verici ama fazlası zehir. Hissediyorum, herkes kendi işi ile ilgilenirken ben burada oturmuş zehrin damarlarımda yayılmasına izin veriyorum. Hiçbir şey ile ilgilenmiyorum, sadece oturuyorum ve önüme bakarken umut ediyorum.
Ben planlar yapıyorum, ben her zaman plan yapıyorum. Yürüdüğüm yolun belli olması önüme nelerin çıkacağını önceden hesap etmek beni hep güvende hissettiriyor. Ben yine planlar yapıyorum ama kaderim de benim için planlar yapıyor. Hem de gizlemeye bile uğraşmıyor, alelade ortalık yerde saygısızca benim dediklerim olacak demeye devam ediyor. Küçük şımarık bir çocuk, benim de onunla inatlaşan bir çocuktan farkım yok. Hayatım elimizdeki oyuncak ve şekillendirmek için kıyasıya bir rekabet içinde debelenip duruyoruz ama ben kendi planlarımı öngörebildiğim kadarıyla oluştururken onun benim için bambaşka oyunları var.
Beni bırakmıyor, hiç kimseyi bırakmıyor; hiç de bırakmayacak. Onun planları gerçekleştikten sonra kafama kakacak. Bak diyecek; ben biliyordum, hesapladım sen bu tiyatro sahnesinin en ortasında durmaya sahneden bir kez olsun inmemeye mecbursun ama göremiyorsun, niye inatlaşıyorsun diyecek bana. Kendimi karşısına geçip savunamasam da haklıyım. O doğru geldi bana çünkü. Elimdekilere baktım ve bu bana doğru geldi, kimse bana diğer açıyı göstermedi farklı düşünmedim, oturup kimseyle beyin fırtınası yapmadım. Çünkü bana benim bildiğim yol ve benim yaptığım planlarım mantıklı geldi. Çünkü benim elimdeki en büyük güç bildiklerim diyeceğim. Kahkahalarla gülüyor baksana, saygısı yok demiştim. Çünkü biricik sevgilisi olan hayatla el ele verdi ve benim değil eninde sonunda kendisinin kazanacağını biliyor ve ben koltukta oturmuş çaresizce umut umut etmeye devam ediyorum.
Haber geldi. Söylenenleri bile tam anlayamıyorum. Tutunacak tek dalım var, yolda benimle birlikte yürüyen bir tek kardeşim kaldı ve o şimdi oralarda bir yerlerde. Plan yapıldı; kim nerede duracak, ne giyecek, nasıl yürüyecek, nereden girecek, herkesin ağzından çıkacak tek harfi bile hesaplamış Yıldırım. Binanın önündeyiz, kış ayazı, Güneş ve Damon bu kadar süslenmişken ben neden siyah bir kot giyiyorum. 2 araba gidilmesi gerektiğine karar verildi. Damon ve Güneş eski bir Cadillac ile yola çıkmışlarken geri kalanlar yani Yıldırım ve ben Damon'un pikabına bindik. Aysu'nun nerede olduğunu ve neden burada bulunmadığını bilmiyorum, plan yapıldıktan sonra evden çıktı. Ece ise Yıldırım'ın suçlamalarına ters düşen o harekette bulunarak bu geceye giriş biletimiz olan davetiyeleri bize ulaştırdıktan sonra ortalıktan kayboldu.
İstanbul'un göbeğinde boğaza yakın bir otelde benim kardeşimi herkese tanıtmak için bir balo organize etmişler ve biz girebilmek için gizlice davetiye edindik.
Damon ve Güneş önümüzde ilerlerken takip mesafesini koruyorduk. Aracın içindeki hakim sessizlik otele yaklaşmışken kıpırtılara dönüştü. Varmamıza biraz daha yolumuz varken sokak lambalarının aydınlattığı ıssız bir sokakta durduk. Güneş ve Damon da hemen önümüzde park etmişlerdi. Araçtan inerek bize doğru geldiler. Yıldırım cebinden çıkardığı otelin kat planlarının bulunduğu haritayı pikapın kaputuna sererek rüzgardan uçuşmasını engellemek için iki yanından tutuyordu. Haritayı göstererek konuşmaya başladı.
''24 kat ve 1 terastan oluşuyor. Davet ilk katta verilecek, şatafatlı, gösterişli bir şey olacak ve kalabalık. Koruyucular arasında keşfedilmedik aile sayısı çok azdır, iyi veya kötü tarafta olmaları önemli değil herkes merak ettiği için orada olacak; soğuk savaşa hazır olun.'' soğuktan kızarmış parmakları ile işaret ederek '' binanın toplam beş çıkışı var. Ana kapı ki ters bir durumda kullanılamayacak durumda olur, arka kapı, otopark çıkışı, yangın merdiveni ve bir tane de mutfak kapısı bulunuyor.'' Haritayı bırakarak yerden aldığı çantasının içinden çıkardıklarını herkese dağıttı ve bana tanıtmak amaçlı gözlerime bakarak devam etti. ''Kulak içi mikrofonları birbirimizle haberleşmemizi ve ses kaydı almamızı sağlayacak. Biz içeri girdikten sonra dikkatlerini çekmemiz otuz otuz beş dakikayı bulacaktır. Çünkü otel konuklar için kapatıldı ve katlarda kimse bulunmuyor, herkes davet salonunda olacağı için varlığımız korumaların dikkatini çeker. Onlar kontrole gelene kadar Defne'yi alıp çıkmak için vaktimiz var. Gelen habere ve kameralara göre davet başlamasına rağmen 16. Katta bir koruma yoğunluğu var, orada olduğunu düşünüyorum. Mahi benimle birlikte gelecek, kardeşini bulunca korkutmadan almak için yardımcı olacak. Güneş sizde ortama karışın, sohbet edin bilgi toplayın ve biraz da bizim dedikoduyu yayın, ilgi kendilerinden ayrılınca bakalım nasıl tepki verecekler. Başlıyoruz...''
Güneş ve Damon görevlerini gerçekleştirmek için ayrıldılar. Yıldırım yalnız kaldığımızda elimde tutmaya devam ettiğim kulaklığı elimden alarak saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı ve kulaklığı kulağıma takmama yardım etti.
Uzaklaşmadan önce uyarmayı ihmal etmedi. ''Bir kahramanlığa kalkışma hepimiz senin için buradayız. Hepimizin amacı kardeşini onların elinden almak, aynı taraftayız, bize güven.” Başımı sallayarak onu onayladım.
Tekrar araca binerek otelin girişini görebilecek ağaçlık bir alanda durduk. Bizden biraz önce gelmiş olan Güneş ve Damon arabalarını valeye teslim ederek otelin gösterişli uzun merdivenlerden çıkmaya başladılar. Güneş'in üzerindeki şarap kırmızısı, sırt detayı bulunan, göğsü ve omuzları kapalı gece elbisesi ve Damon'un giymiş olduğu smokin ile dikkat çekmeme ihtimalleri yoktu. Biz ise gecede dikkat çekmemek için Yıldırım ile bir takım halinde siyahlara bürünmüştük. Aracın içinde sessizlik devam ederken içeriye girmek için Damon'dan gelecek işareti bekliyorduk. Tuvaleti aramak için çıktığı bir anda mutfak kapısını aralık bırakacak ve biz de oradan girecektik. Dakikalar sonra gelen işaretle planın yolunda olduğunu anladık ve seri ama sessiz hareketlerle otelin bahçesine ilerledik. Kimseye görünmeden girmeyi başarmıştık. Mutfaktan da aynı şekilde çıkınca davet salonlarının kapısını tutan korumalardan bazılarını gördük, merdivenlere varmak üzereyken biri bizi farketmiş olmalı ki merdivenlere varmadan kolumdan kavramasıyla Yıldırım’ın korumanın boynunu kolu sıkıştırarak etkisiz hale getirmesi bir oldu. Adamı sürükleyerek yanımızdaki temizlik odalarından birine sokarak kapıyı kapatarak kilitledi. Tek parmağını dudağına götürerek sessiz olmamı işaret ettikten sonra az önceki koridoru göstererek gelen seslere dikkatimi vermemi sağladı. Başkaları da vardı ve konuşmam yerimizi açık ederdi.
Basamakları hızlıca çıkarak ilk kata, daha sonra da ikinci ve üçüncü katlara ulaştık. Tıpkı Yıldırım'ın söylediği gibi geçtiğimiz her kat bomboştu. Dikkat çekmeyecek noktada bulunan temizlik asansörü ile on altıncı katın koridoruna göz gezdirdik. Kimse yoktu. Yıldırım 'ın içerden aldığı bilgiye göre burada olmaları gerekiyordu, bir sıkıntı vardı.
Kulağımızdaki kulaklıktan Güneş’in sesi duyuldu. “Yıldırım bir sorun var kalabalık büyük çoğunlukla azaldı. Kalanların dikkatinin bizde olduğundan neredeyse eminim.”
Güneş’in söyledikleriyle Yıldırım’ ın kaşları çatılmıştı. Merdivenin başında beklerken ''Burada kal kontrol edip geleceğim.'' onu başımda onayladım ve olduğum yerde bekledim. Elindeki silahla koridorda temkinli bir şekilde kontrol ederek ilerlerken karşısına biri çıktı. Yavaş ve kendine güvenen adımları Yıldırım ona silahına doğrultmuşken bile değişmedi ve ellerini cebine sokarak gevrek bir sırıtma yüzünde peyda oldu. Neler oluyor asla anlamıyordum ama bildiğim bir şey varsa o da kesinlikle plan falan kalmamıştı ve Yıldırım doğaçlama yapıyordu. Silahını indirdi ve onunla birlikte yürümeye başladı. Onlar dönen koridorda kaybolana kadar beklemeye devam ettim ve alt kata indim. Davet salonunun kapısını tutan korumalar da ortadan kaybolmuştu. Garsonların kullandığı ana salon kapısının aksine küçük olan kapıdan girerek dikkat çekmeden Güneş veya Damon'u bulmaya çalıştım. Elinde tuttuğu şampanya kadehi ile karşısındakilere samimi olmayan ama profesyonellere taş çıkartabilecek oyunculukla gülümseyen Güneş'i görmemle bir hayli azalmış kalabalığa karıştım ve dirseğinden tuttuğum gibi hızlıca süslü salon perdelerinin yanına çekerek kalabalığın bizi görmemesini sağladım.
''Hey neler oluyor; Her şeyi bozuyorsun Mahi, ne yapıyorsun burada?''
''Bilmiyorum birisi geldi Yıldırım onunla beraber gitti. Bir terslik var 16.katta kimse yok, biz girerken korumadan geçilmeyen kapılar bile bomboş.''
''Yıldırım'ı bıraktın mı, kulaklıktan neden haber vermedin?''
''Bilmem aklıma gelmedi hiç ajancılık oynamadım, ne bileyim ben hayatımda ilk defa kullanıyorum!''
''Burada bekle Damon'u yanına yolluyorum, kontrol edip geleceğim.''
Güneş'in gitmesiyle yanıma yavaşça sokulan ve silahın soğuk metalini belime bastırmış olan takım elbiseli başka bir kişiyi arkamda hissettim.
''Ağzını açarsan, ölürsün. İlerle.''
Konuşmaya hazırlanan dudaklarımı kapattım ve dediklerine uyarak ilerlemeye başladım. Boş olan asansöre ilerledik ve az önce indiğim kat olan 16'yı tuşladı. Elinde tuttuğu silahı hala belimde hissederken bir şey yapmadan bekliyordum. Telefonu çalmasıyla belimde tuttuğu silahı çekerek cebinden telefonu çıkartırken gözüme kaçıncı katta bulunduğumuzu gösteren asansör göstergesi takıldı. 15'den 16'ya geçtiği anda hala bana çevrili olmayan silahla bugün şansın yanımda olmasını dileyerek daha fazla beklemedim. Kapı açıldığı an kasıklarına dizimi sertçe geçirerek iki büklüm olasını sağladım. Asansörden çıkmış koşarken arkaya baktığım bir anda acı çekmeye devam ettiğini gördüm.
Bir şeyler oluyordu; kulağımdaki kulaklık cızırdamaya başladı; Yıldırım'ı hala göremedim, Güneş kontrole geleceğini söyledi ama onu da göremedim, Damon da beni bulamadı ve çıkan seslerden anladığım kadarıyla kulaklıktan haberleşme ihtimalimizin de kalmadığını düşünüyordum. O sırada hoparlörlerden bir ses yayınlanmaya başladı. Neler olup bittiğini anlamıyordum ama dinlemek için kapısı açık bir odaya girerek dikkat çekmeden dinlemeye başladım.
Kulakları tırmalayan kahkaha ile konuşmaya başladı. ''Bu kadar kolay sanmadınız herhalde. Sen ve zavallı arkadaşların buradan çıkamayacaksınız. Benim planlarımı bozarak, benim elimdekini alarak buradan bu kadar kolay çıkabileceğinizi sanmanız ne acı, ne acizce. Çıkabilirseniz seni tekrar görmek isterim karşılıklı bir şeyler içeriz belki, kardeşim, Yıldırım.'' Tekrarlanan gülüşten sonra etrafta yankılanan bir patlama sesi ve bir geri sayım sesi duyuldu.
Koridora çıkarak koşmaya başladım aynı zamanda Yıldırım’ı arıyordum. “Yıldırım!!" koridordaki kırmızı halının üstünde koşarken arkamdaki lambalar ve aplikler teker teker küçük kıvılcımlarla patlıyordu. Koşmamla saçlarım ve kıyafetlerim uçuşuyordu. Arkama bir an baktıktan sonra hızımı arttırarak devam ettim. Kulağımda cızırdayan ve başka hiçbir şeye yaramayan bu havalı ama işlevini kaybetmiş aleti çıkartarak bir kenara fırlattım. ''Yıldırım! Nerede bu lanet herif?'' kendi kendime söylenmemi arkamdan gelen büyük gürültü bozarak dikkatimi o tarafa vermeme neden oldu.
Koridorun diğer başında kalan ve az önce içindeki adamı atlatıp kaçtığım, şuan etraftaki duman ve patlamaların arasında kaybolmuş asansör büyük bir gürültüyle zemin kata çakıldığı an adımlarım aksadı, kendimi yerde bulurken çıkan seslerin geçmesini beklerken ellerim ile kulaklarımı kapattım ve uğuldamasının geçmesini bekledim. Asansöre bakarken dudaklarımın arasından koca bir küfür yuvarlandı; "HasSİKTİR!"
Duraksamadım ve ayağa kalkarak koridorun diğer tarafına doğru ilerlemeye devam ettim. Karşıdan bana doğru gelen Yıldırım'ı gördüm. ''Sonunda'' Yanımdan ayrıldığından çok farklı bir hali vardı; Dudağından akan kan üzerindeki beyaz gömleğini, kaşının yanından sızan kan ise suratının bir yanını boylu boyunca kaplamıştı. Hiçbir şey söylemeden kolumu kavrayarak adımlarımı hızlanmamı sağladı. "Koş Mahi, hızlan daha hızlı, vaktimiz kalmadı."
Yıldırım'ın söylediklerini doğrular şekilde hoparlörden yankılanan sayımın bittiğini herkesin net bir şekilde anlamasını sağlayan o ses yankılanmaya başladı. Uzaktan gelen kırılan cam sesleri ve çatırdamalar kulaklardaki uğuldamayla birleşip beynimde kendine hatırı sayılı bir yer ediniyordu ve bu kesinlikle iyiye işaret olamazdı. Yıldırım’ın bu panik hali benim de elimi ayağını karıştırmış, arkamıza bakarak zamanla yarışırcasına koşmaya devam ediyorduk.
Karşılarında duran koridorun sonundaki kolonlardaki çatlamalar Mahi’nin gözlerini büyütmüş Yıldırım’ı ise hiç durdurmamıştı. Mahi şuan Yıldırım’ın durmasının mı durmamasının ve son hızla ay ışığını içeriye dolduran boylu boyunca uzanan camın üzerine doğru koşmasının mı daha iyi olacağına karar veremiyordu. Bina yıkılıyordu!
Cama neredeyse çarpmalarına çok az kalmıştı, eğer kanatları bulunmuyorsa ve onları açarak uçup ikisini de kurtarmayacaksa bu yüksek binadan atlayarak ölmeden önce manzaranın tadını çıkarma niyetindeydi.
Mahi’ nin kolunu bırakarak ilk tanıştıklarında yaptığı gibi sıkıca elini kavradı. Binanın yıkılmaya başladığını belli eden yüksek sesler arasında bağırarak konuşuyordu. "3 DEDİĞİMDE!"
İkisi de omuzlarını vurarak camdan dışarıya fırladıkları an Yıldırım’ ın sesi duyuldu.; " ÜÇ"
Mahi sırt üstü bulutlara bakarken Yıldırım bedenini kollarıyla sıkıca sarmıştı. Çarpmanın etkisiyle ikisinin vücudunda oluşan yaralardan damlayan kanlar, cam kırıkları, binanın diğer tarafa doğru çökmesiyle etrafa yayılan beton parçaları yer çekimine ters şekilde yukarıya doğru çıkıyormuş izlenimi veriyordu ya da ikisi de her şeyi geride bırakacak kadar hızlı düşüyorlardı. Mahi gecenin karanlığında, İstanbul'un yıldızlı bir gecesinde bulutlara bakarak, tanımadığı bir adamın kollarının arasında birazdan yola çarparak parçalara ayrılacağı bir ölümün ne kadar trajikomik olacağı düşüncesini kafasından atamıyordu.
Gözlerimi kapatarak ölümün bedenimi kucaklayacağı ana kendimi hazırladım ve beklemeye başladım. Üstelik planımız alt üst olmuş tam anlamıyla patlamıştık. Defne'ye ulaşmak şöyle dursun ölmek üzereydik.
Kalbimin göğüs kafesinden fırlarcasına hızlı attığı dakikalarda hala yere çakılmamış olmamızın etkisiyle gözlerimi açtım. Etrafımızdaki binaya ait parçalar yerini su damlacıklarına bırakmış zamanın akışına karşı koyar bir yavaşlıkta adeta yere süzülüyorduk. O sırada Damon'un bağıran sesini işittim. ''Nefesinizi tutsanız iyi olur!” ne anlama geldiğini anlamaya fırsat bulamadan az sonra altımızda bulunan ve büyük bir top şeklini almış su küresinin içine daldık.
Nefesimi tutamamıştım ama yere çakılmamıştık, daha önemlisi ölmemiştik. Suyun içerisinde yere birkaç metre kala havada asılı bir şekilde bekliyorduk ve hemen altımızda Aysu, boğazın ihtişamlı ışıkları arkasından vururken kolları iki yana açık şekilde, yüzündeki kendinden ve ne yaptığından emin gülümsemesi ile boğazın sularını kullanarak bu küreyi oluşturmuştu. Özenle yapılmış topuzundan çıkan saç telleri uçuşuyor, gözleri dikkatle odaklanmış, serin akşam rüzgarı elbisesinin eteklerini havalandırmışken her zaman özenle sürülmüş ruju bulunan dudaklarını birbirine bastırmıştı. Herhangi bir söz söylemiyordu ve etrafta parıldayan ışıklar dolaşmıyordu ama bedeninden gücün yayıldığını hissedebiliyordum, bu beni ona hayran bırakmıştı.
Sadece canımızı kurtarmış olması bile ona olan saygımı kat kat arttırırdı. Az sonra ellerini hareket ettirerek su küresini parmaklarının arasında oynatıyormuş gibi hareketlerle yere biraz daha yaklaştırdı ve bir koro şefi edasıyla son hareketlerini yaparken kollarını iki yana doğru açarak ellerini yavaşça yere doğru savurdu. İçinde bulunduğumuz su küresi yavaşça dağılırken Yıldırım’ la yerde yatıyorduk ve ben gözlerimi Aysu'dan alamıyordum. Sular etrafa çarparak yere dağıldı; sırılsıklamdık.
Kafamı yere bırakarak kendime soluklanmak için fırsat verdiğimde Aysu sanki bunu hayatın doğal akışında olması gerekliymiş gibi bir rahatlıkla stilettoları üzerinde sakince yürüyerek yanımdan geçerken göz ucuyla bana baktı. Sadece dudaklarımı oynatarak ona teşekkür ettim ve gözlerimi kapatarak bu geceyi sindirmeye çalışırken arka tarafımda olan Yıldırım’ın yanına gitmişti.
Gözlerimi açarak başımı o tarafa doğru çevirerek onları izledim. Onu kolundan kaldırırken konuşuyorlardı. ''İyi misin? Neden böyle aptalca hareketlerde buluyorsun camdan atlamak da ne, ya ben burada olmasaydım, ne halt edecektin o zaman gerçekten merak ediyorum.''
''Sakin ol, iyiyim bir şey olmadı; senin sayende.''
Aysu ona hafif bir yumruk attıktan sonra var gücüyle sarıldı. Ona ne kadar sinirlense de zarar gelmediği için mutlu olduğu ve değer verdiği her halinden belliydi. Onlar sarılırken arkamızdan gelen ve binadan sağ çıkmayı başarmış olan Damon ve Güneş de Yıldırım'a sarılırken ben onlardan uzak bir tarafta hala yerde yatmaya ve olanları sorgulamaya devam ediyordum.
Yıldırım ile göz göze geldik. Bir süre yerde yatan kimsesiz bedenimi izledi ona da teşekkür etmek istedim; yaptığımız anlaşma karşılığında hayatını riske attığı için ama bir yandan da çok sinirliydim Defne ile ilgili elimizdeki tek ipucu az önce darmaduman olmuştu.
Ancak şimdi sorularım daha da büyümüştü. Aysu tam olarak neydi?; O adam kimdi ve Yıldırım ile nereden tanışıyorlardı? Daha doğrusu bütün bunların Defne ile ne ilgisi vardı? Orada tek başıma yerde uzanmış bir bütün olmuş ve kenetlenmiş halde sarılan bedenlerine bakarken Defne'ye bu gece kavuşmak üzerine olan umutlarım teker teker kırılarak gözbebeklerimden döküldü.
Yerde yatarken gözümden damlayan tek damla yaşa inat dudaklarımda küçük tebessüm belirdi ve Yıldırım ile olan bakışmamızı keserek kafamı yıldızlı İstanbul gecesine doğru kaldırdım. Sağ elimin tersi ile gözyaşımı sildikten sonra ayağa kalkarak omuzlarımı dikleştirdim ve onları arkamda bırakacak şekilde yürümeye başladım. Yüzümdeki sahte gülümsemesinin yerini kaybetmiş dudaklarım eski halinde dönerken bedenimi dik tutmaya çalışarak onlardan uzaklaşmaya devam ettim.


| Okur Yorumları | Yorum Ekle |