7. Bölüm

6

Merve Yılmaz
merveeylmazz

 

"Kanında kimlerin izi olduğu değil, kalbinin kimlerle beraber attığı önemlidir. Bazen aynı evde yaşadığın ailenden çok uzak hissederken hiç tanımadığın bir insana kendini daha yakın hissedebilirsin, bu kötü bir şey değil."

 

 

Aysu'dan;

Birini aile olarak kabul etmek için kan bağına gerek olmadığını, esas önemli olanın karşılıklı verilen değer olduğunu bana kısa bir süre içerisinde kanıtlayan ve kaybetmekten korktuğum yegane kişilerden birisi olan insana yere oturmuş sarılıyordum. Bana güvenmesi her ne kadar gururumu okşasa da hayatını tehlikeye atmış olması gerçeği sinirlenmem için yeterliydi. Yıldırım'a sarılmış dururken, Damon'un kemiklerimi kırma niyeti olmalı ki beni sıkıca sarmıştı. Boğuk bir sesle Damon'un kolları arasında büzüşmüşken konuştum. ''Sevgilini üstümden alır mısın birazdan boğulacağım ve vedalaşmak zorunda kalacağız.'' Güneş ona hitaben söylediklerimi ciddiye almamış diğer taraftan da o sıkıştırmaya başlamıştı. ''Gıcıklık yapma, tadını çıkarıyoruz.''

''Siz ikiniz tam birbiriniz için yaratılmışsınız.'' Cevabımdan sonra sesli bir şekilde verdiğim sıkılmış nefesime rağmen yüzümde oluşan küçük bir gülümsemeye engel olamadım ve o an Yıldırım ile göz göze geldik. Bir şey söylemesine fırsat vermeden sorguya başladım. ''İyisin değil mi?'' Cevap vermeden yüzünden akan kanlara, ıslak bedenine ve bu soğukta yerde oturmasına rağmen sanki kaz tüyü yatağında bulunuyormuş gibi rahat bir ifadeyle, başıyla beni yavaşça onayladı. Yıldırım ile konuşmamız henüz başlamamış, sorduğum soru havada kalmıştı ki arka tarafımızdan bir topuk sesi duyuldu. Sarılmayı bıraktık; Damon da Güneş de yavaşça çekilerek dikleştiler. Ben de ayrılarak yavaşça arkamı döndüm ve gelen kişiye baktım; anneme. Aşağıdan yukarı süzdüm. Ayağındaki altın sarısı topukluları beyaz şifon göğüs dekolteli elbisesi ile uyum içerisindeydi. Taktığı altın kolyesi, üst koluna taktığı bileklikle bir bütün gözüküyor, yarısı topuz olan saçları ve saçındaki altın detaylarla bu geceye tamamen hazırlanmış, yaşı olduğundan genç ve her zamanki gibi güzelliği ile büyülüyordu. Otoriter sesinin gecede yankılanmasını sağlarken konuştu.

''Yerden kalk.''

Sözünü dinleyerek hızlıca yerden kaktığımda beni süzdü ve yüzünde oluşan, tanımayan birinin fark bile etmeyeceği ama benim artık ezberlediğim o mimiği gördüm; İğrenme. Boynunu hafifçe dikleştirerek ve ifadesini mümkünmüş gibi daha da ciddileştirerek konuşmaya devam etti.

''Şu haline bir bak, kendinden utanmalısın.''

''Anne evde konuşalım.'' Yanında aşağılanmak istemediğim insanlarla, dostlarımla bir aradaydım.

''Kes sesini, konuşacak ne var?! Beni utandırmaya devam ediyorsun. Gerçekten hangi kafayla güçlerini kullandın, sana kendini ifşa etmeyeceksin hayatında büyü hiç olmamış gibi davranacaksın demedim mi, benim sözümü nasıl dinlemezsin?!” karşımda dururken arkamda duran arkadaşlarımı elinin teki ile gösterdi ve devam etti. ''Üstelik bunlar için.''

''Bu dediklerin benim arkadaşlarım bu şekilde konuşamazsın. Kimseyi ölüme terk etmeyeceğim.”

“Kendi aptallıklarının sonuçları ölümse seve seve ölmelerini izleyebilirim.” Acımasız sözleriyle ilk karşılaşmam değildi. Bana doğru bir adım yaklaşarak sesinin tonu hiç değişmeden başı dik bir şekilde devam etti. ''Gidiyoruz.''

Karşı çıkmadım, arkamda kalan Yıldırım, Damon ve Güneş'e baktım. Yanlarında kalmam için her şeyi yapmaya hazır duruyorlardı ki karışmalarına fırsat vermeden ben konuştum. ''Sonra görüşürüz.'' dedikten sonra yalan gülümsemem ile gizlediğimi sandığım mükemmel hayatıma geri döndüm.

Karşımdaki anneme bakarken yüzümdeki sahte gülümsemenin bile izi yoktu, zaten izin de vermezdi. Oysa annemin yüzümdeki gülümsemenin kaynağı olması gerekirdi değil mi?

Tıpkı onun gibi başımı dikleştirdim ve beni beklemeden arkasından geleceğimden emin ilerlemeye devam eden annemin arkasından adımlarını takip ederek uzaklaştım.

Az sonra babamın lüks araçlarının birinin içerisinde otururken şoförümüz evimize götürüyordu. Babam görünmezlik maskesini takmış hiçbir şeye karışmıyordu. Annemle evlenirken hayallerinin bu olmadığına emindim. Anne tarafımdan gelen güçlerim her ne kadar ben de var olsa da annemde hiçbir zaman ortaya çıkmamıştı, onda olan tek şey Freya'nın soyundan olmanın hakkını verecek güzelliği idi. Kendisini koruyuculara tamamen kapatmış ve güçlerinin de olmamasıyla kolayca bu dünyanın içinden çıkabilmişti.

Babamsa sıradan bir insandı. Koruyucularla herhangi bir bağlantısı olmayan sıradan bir insan. İş dünyasında adından sıkça söz ettiren hatırı sayılır bir serveti olan sıradan zengin bir insan. Annemle bir davette tanıştıktan, bu dünyanın varlığını öğrendikten sonra anneme aşık olan bir insana dönüşmüş ama ne yazık ki ben öyle düşünmüyordum. Bence ondan etkilenmişti. Evet güzel bir kadın ama güzelliğinden etkilendiğini düşünmüyorum, güzelliği kabul edilebilir maddeler arasında idi. Kendi hayatından sıkılmış, her şeyi olan, her istediğine ulaşabilen genç bir insanın karşısına bir anda hiç bilmediği bir maceranın çıktığını düşünün; işte babamı etkileyen annemin kaçmaya çalıştığı bu hayattı.

Annemi etkileyen ise kurmaya çalıştığı yeni ve sıradan hayatında her kriterini karşılayan kendine uygun bulduğu daha sıradan bir insanın karşısına çıkmasıydı. İkisi de bunun aşk olmadığını bilecek kadar zeki ama kendilerini kandırmayı becerebilecek kadar ikiyüzlülerdi.

Hala da kabul etmezler ama yaşın getirdiği ve benim eklediğim sorumluluklarla gerçeklere bakış açıları değişmişti. Aralarındaki heves bitse de tek gerçek vardı; ben.

Benim varlığım için birbirlerine olan, aşk sandıkları bu duyguyu canlı tutmaya çalışan iki insan çoğu zaman birbirlerini görmezden geldikleri bir hayatı sürdürmeye çalışıyorlardı. Tıpkı şuan bu arabanın içinde oldukları gibi.

Annem genelde otoriter olan taraftı ve ne kadar kabul etmese de kendi krallığında hüküm sürmek onu tatmin ediyordu. Alttan alan taraf babam oluyordu. Anneme karşı çıkmamın bir anlamının olmadığını, kendi bildiği doğrular üzerinden ilerlemeye devam edeceğini erkenden öğrenmiştim. Onun istediği gibi biri olmaya yıllarca çalışmış sözünden dışarı çıkmamıştım, ne yazık ki benimle hiçbir zaman tatmin olamamıştı. Ta ki onda olmayan güçler ben de ortaya çıkana kadar. İşte o zaman kaçtığı hayata tekrar dönmek zorunda kaldı. Çünkü güçlerimi kullanmayı bilmiyordum ve bir anda arkasında bıraktığı her şeyi tekrar kucaklaması gerekti. Benim için bu yaptığına minnettar olsam da anneme asla konduramadığım kıskançlık duygusunu en içlerime kadar hissettim ve o zamandan beri aramızda seviyeli bir ilişki koymaya karar verdim.

Gösterişli bir evde yaşayan üç kişiydik. Ruhları kendi içlerinde tutsak olan üç kişi. Birbirleriyle anlaşmaya çalışan, doğruları söyleyecek ve kabullenecek cesareti olmayan üç kişi.

Kendi mülkümüzün sınırları içerisinde girdik ve arkamızdan kapanan uzun kapılar düşüncelerimi doğrular nitelikte bizi bu evde tutsak eden kilitsiz demir parmaklıklarımızdı. Arazinin içerisinde araçla biraz daha ilerledikten sonra bir sarayı andıran ve küçük bir şehrin içerisinde yaşayabileceği büyüklükte olan gösterişli evimizin önünde durdu. Şoför aracın yanından dolanarak kapımızı açtığında şu andansa Damon'un pikabının içerisine sıkış tıkış hepimiz binmeye çalıştığımız herhangi bir anda olsam çok daha mutlu olacağımı hatırlattı. Güneş ile kucak kucağa oturduğumuz bir anıyı hatırlayınca arabadan inerken kıkırdadım. Ancak annemin hızlıca bana dönen bakışları beni anında susturdu. Çalışanların dolaştığı evimize girdiğimiz an odama kaçmak planımdı ama başarılı olamadım. Benim planımı babam gerçekleştirmiş ve ortadan kaybolmuştu. Büyük ihtimalle o da kendi sığınağı olan çalışma odasındaydı. Sağdan ve soldan yükselen uzun, beyaz mermerden dönen merdivenlerin birisine doğru hamle yapacağım zaman annem kolumdan yakalayarak beni durdurdu.

''Konuşacağız.''

Nefesimi vererek karşımda bulunan ve girişi oluşturan iki basamağı indikten sonra balo salonunu andıran uzun salonumuza da gözlerimi devirdim. Ya o ortadaki uzun kuyruklu piyano, Tanrım dehşet!; kapağı bir kez bile açılmamıştı.

Topuklu ayakkabılarımı çıkartarak girişin hemen köşesine fırlattım, serin mermer zemin ayaklarıma inanılmaz bir rahatlama bahşetmişti. Ayaklarıma kınar şekilde bakan anneme karşı kollarımı birleştirerek, tek kaşımı kaldırdığım suratımla bakmaya başladım. ''Konuş.''

''Bu üslup, bu hareketler de ne, ben seni böyle yetiştirmedim.''

''Evet ama ben kendimi böyle yetiştirdim.''

''Büyü yapmayacağın konusunda anlaştığımızı sanıyordum.''

''Hayır anlaşmadık sen yıllarca yapmamamı söyledin.''

''Cevap verme, saygımı bozmak istemiyorum. Ne yaptığını sanıyorsun sen, ben olmasam sen şimdi yoktun ve bu günlere güçlerini kullanarak gelmedin. Seni almışlardı elimizden, bugün o küçük kız için gitmedin mi oraya, bilmediğimi mi sanıyorsun, ondan ne farkın olacaktı söyle bana. Seni ben korudum bana nankörlük edemezsin. Bugün burada sıcak yatağında yatabiliyorsan benim sayemde. Benim sözümü dinlemek istemiyor musun? Hah farkında değilsin ama bugünden kaybeden sen olursun ve ben olmadan hiçbir şey yapamazsın. Karşı koymaya devam et, umarım kimse görmemiştir bugün olanları, şayet gören varsa o zaman seni onlardan koruyacak bir ailen olmayacak.''

''Kendini bu kadar büyük görme lütfen, beni korumadın. Yıllarca kendini benim varlığımla koruyan sen değil miydin? Her zaman elindeki koz olarak kullanmadın mı beni?”

“Küstah!”

“Ayrıca arkadaşlarımı bırakmayacağım; ihtiyacım olduğunda onlar benim yanımda oldular ve ben de ihtiyaçları varken onlara yardımcı olacağım. Bunun karşılığı güçlerimi herkesin öğrenmesi olsa bile onları bugün ölüme terk edemezdim.''

''Kendini düşüneceksin, herkesten önce kendini!''

''Öleceklerdi! Ben sen değilim. Bugün öleceğimi bilsem de hayatımı kaçarak yaşamayacağım. Ben senin gibi olmayacağım. Hiçbir zaman sen olmayacağım.”

Yüzümde patlayan tokatla bu geceki konuşmamızın sonuna geldiğimizi anlamıştım. Annemin tahammül edemediği konuların başında onun otoritesine karşı çıkmak geliyordu, unutmuşum. Bu tokat bana tekrar ve tekrar hatırlatmıştı.

Tokadın etkisiyle eğilen başımı kaldırdım. ''Benim için yaptığını sandığın şeyleri umarım kendin için yaptığını fark edersin. Sen beni almalarından değil, senin benim için karşına alman gerekenlerden korktun. Kaçak hayatında başarılar, ben kaçmayacağım çünkü. Beni her şeyden koruyamazsın, beni kendi hayatımdan koruyamazsın; Anne.''

⚘⚘⚘

Mahi'den;

Evimizin bulunduğu sokaktayım şimdi. Tam olarak Defne'yi yalnız bırakıp evden çıktığım saatler. Etrafta yoğun bir çöp kokusu, birazdan üstümü de evlerin bacalarından çıkan is kokusu kaplayacak. Ancak hiç rahatsız etmedi beni. Ne soluduğum koku, ne ıslak saçlarım ve kıyafetlerim, hiçbiri rahatsız etmedi beni.

Az önce arkamda bıraktığım o davet vardı ya, oranın tam tersi, tamamen zıttı. Burası, bu sokak benim ait olduğum yer. Böyle bir sokakta büyüdüm, böyle bir sokakta ergendim ve böyle bir sokakta yaşamaya devam ediyorum. İstanbul'un bu izbe ara sokakları benim hayatımı gösteriyor. Yıkık ve biçare...

Hepsi birbirinin aynısı boyasız, sıvasız, çarpık apartmanlar dışarıdan bakılınca ne çirkin, ne kadar da bakıma ve sevgiye muhtaç. İçleriyse bazen tamamen farklı. Herkes kendi hikayesini yazıyor. Bazen içi kapağından çok daha kötü, bazense kimsenin aklının alamayacağı kadar harika.

Kendimizin yarattığı duvarlarla örülü hayatımız iki göz bir odadan ibaret ve dışarıdan bakınca hepsi aynı. Darmaduman...

Adımlarımı yavaş yavaş birbiri önüne atarken esen soğuk rüzgar bıçak kadar keskin ya da tek kabanım beni sıcak tutmaya yetmeyecek kadar eski, ıslak olmaları da cabası. Rüzgar estikçe havayı soluyorum, bu gece kar kokusu var. Bu gece Defne kollarımın arasında olsaydı eğer Tanrı'nın bizi ödüllendirdiğini düşünürdüm; Çünkü Defne bana en son kar ile alakalı bir şeyler söylemişti. Ne büyük utanç kaynağı onu bile tam anlamıyla hatırlayamıyorum. Ancak bu kar kokusu bana şuan tek bir şeyi hatırlatıyor, yalnızlığımı. Evimin olduğu sokakta yalnız başıma karın yağmamasını diliyorum. Çünkü yağarsa yalnızlığım kanıtlanacak. ''Umarım Defne'yi alınca yağarsın, çünkü ben yalnızlıktan ölesiye korkuyorum.''

Kışın her şeyi somutlaştırma gücü olsa gerek şayet kendi kendime söylediklerimin soğuk havada yayılışını görmem imkansız olurdu aksi taktirde.

Gerçi bu gece gördüğüm akıl almaz her şeyden sonra bana ne söylenirse, bundan sonra inanacağım gibi.

Yıldırım’ın söylediğine göre burada olmam tehlikeliymiş. Hiç anlamadım ki, ben bana söylenen kadar biliyorum her şeyi. Çok da kolay inanırım söylediklerine, bilmediğim bir şeyin içine girdim debeleniyorum çünkü, buradan almadılar mı Defne'yi de? Ancak arkamda bırakamam da. Çünkü burası bu sokak, bu apartman, bu ev, benim; benim ta kendim.

Düşüncelerimle dolu zihnimle Tonton Hanım'ın kapısındayım şimdi. Sanki kapısında değilim de Tonton Hanım'ın bizi bulduğu gündeyim. O günde bu kadar umutsuzdum; o gün için en kara günüm buydu daha fazlası olamaz demiştim, bak işte buradayım. Yine ona ihtiyacım var. Kendimi düşünerek geldiğim bu kapının zilini gece gece korkmasını istemediğim için, onun için, çalamadım. Bir süre bizim evimizle aynı olan, sarıya boyanmadan önceki haliyle duran ahşap kahverengi kapıyla bakıştım. Zile basmak için kaldırdığım elimi gerisin geri tekrar indirdim. Merdivenlerden çıktım ama kendi evimize de giremedim. Bir süre de buradaki kapıyla bakıştım; kendi halime kahkaha atarak gülmeye başladığımda henüz orada durmaya devam ediyordum ki merdivenlerde adım sesi işittim. Kıpırdamadım ve orada durmaya devam ettim. Belki de saklanmam gerekirdi ama bu gece umursayacak durumda değildim ve açıkçası Defne'yi kaçıranlar ise bu benim işime gelirdi. Çünkü kim olduklarına dair bir bilgim yoktu, nerede olduklarına dair de, ne istediklerine, evimizi nereden öğrendiklerini, şuan onu nerede tuttuklarına veya ne yaptıklarına dair de hiçbir fikrim yoktu. Burada durmuş cevabını bilmediğim soruları düşünürken adım seslerini de bana gittikçe yaklaşıyordu. Bir yerde okumuştum hayatınızdan vazgeçmek üzere denize atlarsanız kurtulmak için çırpınmaya başlarsınız, çünkü öldürmek istediğiniz kendiniz değil düşünceleriniz diyordu. Ben de düşüncelerimin başında eğer onu benden alanlarsa yüzleşmek istememe rağmen adım sesleri bana yaklaşmışken kendimi çatıya çıkan merdivenlerin arkasına saklamış gelenin kim olduğunu görmeye çalışıyordum.

Bedenimin karanlıkta kaldığı ve görünmediği anlarda kendimi korumak üzere arkamda duran küreği sıkı sıkı kavramış bekliyordum. Merdivenlerin ışığı sönmesiyle nefesimi tuttum ve o sırada gelen kişi evimizin bulunduğu kata adımını attı. Görebildiğim kadarıyla üzerinde siyah bir şeyler olan ve evimizin kapısına yeltenen kişiyi tehdit olarak algıladığım an hamle yapacaktım. Sessiz bir şekilde arkasından yaklaşma planları yaparken bir anda bu tarafa dönmesiyle beni gördü. O sırada ışık yandı. Bir süre yüzüme daha sonra elimdeki küreğe bakarak iki elini de kaldırdı. ''Teslim oluyorum.''

Elimdeki küreği az önce durduğum köşeye fırlattım. Kolları hala havada duruyordu.

''Küreği bıraktığına göre kendimi savunmama gerek yok değil mi? Uğraşamayacağım da bu gece, çok yorgunum.''

''Salak salak konuşma Emre. Tabi ki sana vurmayacaktım.''

''Yani şimdi bilemiyorum. Küreği eline almanı gerektirecek ne gibi bir...'' derken her zaman yaptığı gibi uzun ve boş konuşmasını bölerek kollarımı ona doladım. Ailem diyebildiğim başka bir kişinin varlığıyla kollarından bedenime bir huzur yayıldı ve derin bir nefes verdim. Kesinlikle bunu daha önce yapmam gerekirdi. O da kollarını bana dolamışken iki saniye rahatlamama izin vermeden konuşmaya devam etti. '' Ben de seni özledim güzelim ama bu sevgi gösterisi neye borçluyuz? Ayrıca sen neredesin kaç sefer geldim kapına, Tonton Hanım'da seni hiç görmemiş merak ettik kızım. Hem sen neden ıslaksın?”

Kollarımı çözdüm. '' İki saniye izin versen olmaz mı?''

Ellerini belinin iki yanına koydu. ''Hayır, hemen dökül bakalım.''

''Asla inanmayacağın birkaç olayın içine düştüm diyelim.'' Elimle havayı şöyle bir hayali şekilde sildikten sonra devam ettim. “Defne’den bir haber var mı?” Bir umut bu saçmalıklar arasında Defne’yi insani yöntemlerle bulabileceğimizi düşünmem belki de aptallıktı.

Kollarını indirerek daha ciddi bir tavra büründü. ''Güzelim, halletmeye çalışıyorlar üzülmeni istemiyorum ama herhangi bir gelişme yok ve bulabildikleri herhangi bir bilgi de yok. Üzgünüm.''

Cevap vermedim, demek ki Yıldırım bu konu hakkında polislerden daha fazla bilgi biliyordu ve bu durum beni hiç şaşırtmamıştı. Zaten kaç insan bu şeylerle ilgili bilgi sahibi olurdu ki. Birine anlatacak olsam delirdiğimi bile düşünebilirlerdi. Ancak Emre onlardan birisi değildi. Sadece ben anlatıp anlatmama konusunda kararsızdım. Benim de bildiklerim sınırlıyı ve kimseyi, özellikle Emre'yi tehlikeye atmak istemiyordum. Daha fazla sessiz kalmadan ve herhangi bir şey söylemeden başımla onu onayladım. Kolumu sıvazladı ve yüzüne küçük sevimli bir çocuğun yüzünde olabilecek kadar masum bir gülümseme kondurarak bana bakmaya başladı. Ona karşılık kolumdaki elimi sıktım. ''Hadi gel Tonton Hanım'ın yanına gidelim. O güzel kurabiyelerinden yapmıştı, sütle birlikte yeriz.''

''Uyuduğunu düşünmüştüm. Rahatsız etmeyelim.''

''Saçmalama az önce yanındaydım, bizi bekliyor.'' derken koluma girmiş beni merdivenlerden aşağı sürüklerken dinlemediğim bir ton kelime daha dudaklarından firar ediyor aynı zamanda diğer eliyle üstümdeki kıyafetlere parmaklarının ucuyla iğrenir gibi dokunarak neden ıslak olduğumu sorgulamaya devam ediyordu. Bir insanın konuşmak için bu kadar enerjisinin olması çok garip, üstelik daha az önce yorgun olduğunu söylerken. Tonton Hanım'ın kapısına gelmişken kolumu bırakıp koşarak zile bastıktan sonra kapıyı açan Tonton Hanımın yanağına kondurduğu ıslak öpücükle kurabiye diye bağırarak evin içine girmişti.

''Eşek oğlu eşek, akıllanmaz ha bu.'' yanağındaki tükürükleri elbisesinin koluyla temizliyor, bir yandan da söylenmeye devam ediyordu. Yanağını elimle sildikten sonra ''Şşş çok ayıp'' dedikten sonra diğer yanağına da ben sulu bir öpücük kondurdum ve ayakkabılarımı çıkartıp kaçarak içeri girdim. Arkamdan fırlattığı terlik duvara çarpmış kurtulmuştum. Söylenmelerinin arasında güler bir tavırla al birini vur ötekine dediğini duymuştum ve bu benim de içten bir şekilde gülümsememe sebep oldu.

Koltuklara oturmadan önce Tonton Hanım'ın evinde her zaman olan kıyafetlerimden birkaçını alarak banyoda üstümü değiştirmek için hareketlendim. Beni izlerken Tonton Hanım'ın hal ve hareketlerimi sorguladığına ancak ben anlatmadan hiçbir şey sormayacağından da emin olarak banyoya doğru ilerlerken köşedeki yemek masasına oturmuş ağzına aynı anda iki kurabiye sığdırmaya çalışan Emre'nin kafasına vurdum. ''Bana da bırak.'' ağzı dolu olduğu için ne söylediği anlaşılmayan birkaç homurtudan sonra kurabiye yemeğe devam etmişti. Ben de banyoya girerek üstümdeki ıslak kıyafetlerden kurtulduktan sonra eşofmanlarımdan birini ve kalın bir kazağı üstüme geçirdim. Kuru kıyafetler giymek bile beni ısıtmıştı.

Yüzümü yıkayarak olduğu kadarıyla bu gecenin kirlerinden arınmış saçlarımı da tepeden rastgele topuz yaparak banyodan çıkmıştım. Tonton Hanım kapının önünde elinde terliklerle durmuş beni bekliyordu. ''Sobanın arkasında ısıttım. Üstün ıslaktı üşütme.'' Ağrıyan beline rağmen benim almama fırsat vermeden terlikleri yere bıraktı. Doğrulduktan sonra yüzümü bir süre izledi ve elinin tekini kaldırarak yanağımı okşadı, hiçbir şey söylemeden beyaz ve kırışmış yüzündeki gülümsemesiyle bana baktı. Yanağımdaki elini tutarak minnettarlığımı göstermek için avucunun içini öptüm. Hiçbir şey söylemeden salona dönmek için hareketlendi. Ben de onun arkasından içeri geçtim. Sobaya odun atmaya çalıştığı sırada onu oturttum ve tam ben yapacaktım ki Emre kurabiyeleri boş vermiş beni kolumdan tuttuğu gibi Tonton Hanım'ın oturduğu koltuğa savurmuştu.

''Ben yaparım kadın. Size n'oluyor.''

Beni fırlattığı koltukta dikleşirken cevap verdim.

''Çok centilmensin Emre sağol. Dağ ayısı.''

''Rica ederim.''

Bizim bu halimize gülen Tonton Hanım az sonra gecenin geç saatleri olmasına dayanmaya çalışıyor, uykusu ile savaşıyordu ki Emre onu yatağına götürmeyi teklif etti ve koluna girerek bizim evin aynı planı olan evindeki, tek oda olan Tonton Hanım'ın odasına götürdü. Geri geldiğinde masaya oturmuş, Emre'nin süt bardağına kurabiye batırıyordum. Sessizliğimi farketmiş ve ciddi bir tavra bürünmüştü. Yanımdaki eski ahşap sandalyeyi çekerek oturdu ve o da ses çıkarmadan bir süre de benimle kurabiye yedi. Birkaç dakikanın sonunda sessizliğe daha fazla dayanamamış olmalı ki farklı ama iç karartıcı konulardan bir diğerini konuşmak için seçmişti.

''Kovuldun.''

''Tahmin etmiştim.''

''Ben de kovuldum.''

''O neden?''

''Seni işten çıkaracağından falan bahsediyordu.''

''Seninle bağlantısı nedir peki?''

''İşte ben de dedim Mahi yoksa ben de yokum. Ceketimi aldım çıktım.'' Yalan söylediği her halinden belli olurken konuyu saçmalayarak kapatabileceğini sanıyordu.

''Emre...''

''Ya of tamam. Senin hakkında terbiyesizce atıp tutuyordu. Yok kim bilir kimin koynundaymışsın da çıkıp gelemeyecek kadar... Neyse ne duydum bir şeyler, duramadım o orada öyle konuşurken yumruğumun tadına bakmış oldu.''

''Adamı dövdün mü?''

''Belki biraz da dirseğimin, tekmelerimin ve...''

''Sana inanamıyorum. Kesinlikle o pevezenk hak etmediğinden değil ama...” Araya girdi.

''Değerdi.''

''Emre böyle konuşma lütfen şiddetten hoşlanmayan bir insan olduğunu biliyorum.''

''Senin için değerdi. Kimse benim kardeşim hakkında atıp tutamaz.''

Duygularını çok fazla göstermeyen, dillendirmeyen ve şakaya vurarak üstünü kapatmaya çalışan bir insan olmasına rağmen beni koyduğu konumu söylemekten hiçbir zaman utanmıyordu ve bu beni çok mutlu ediyordu. Ona cevabım içten bir gülümseme ile oldu.

Her ne kadar kontrol etmeği sevsem de bazı şeylerin kontrolü imkansızdı, özellikle karşınızdaki bir insan ise. Onun kendi duygu ve düşünceleri vardı ve açıkçası o an ben olmuş olsaydım o adama ben de aynı şekilde cevap verirdim. Genelde sohbet ettiğimizde yorum yaptığım konular hareketlerinin sonuçlarını hatırlatmak üzerine olurdu. Tıpkı şu anda olduğu gibi. Ancak değiştirmeye çalışmaz veya nasıl davranması gerektiğini söylemezdim. Karşımda kim olursa olsun bir birey olduğunun ve düşüncelerinin farklı olabileceğini kendime hatırlatmaya çalışırdım. Ancak ben de bir bireydim ve hareketlerini sonucu beni de etkiliyordu. Üstelik bir tık kontrolcü bir birey olarak bu işe onun arkasından bir el atacaktım.

Koluna bir yumruk geçirdim. ''Ben de seni seviyorum ama birini dövdüğün için sinirlendim. Bir daha benim için böyle bir şey yapma.''

Ajitasyon yapmak için çıkardığı seslerle ''Ah ah ben senin için saçımı süpürge ettim. Hak mu bana görülen. Tanrım acı bana bu gaddar kadının elinde düştüğüm şu hallere bak.''

''Kes, uzatma kurabiye ye.'' derken ağzına tıktığım kurabiyeyi çiğnemeye başlamış acısını unutmuştu. Patron bozuntusunun Emre'den şikayetçi olacağından adım kadar emindim. Yarın bu işi halletmem gerekiyordu.

Emre beni yalnız bırakıp dinlenmek için evin bir köşesine çekilmişti. Ben de camın kenarında bulunan eski koltuğa uzanmış bugün yaşanılanları, hatta birkaç gündür yaşadığım olayları ve hayatımın bir anda değiştirdiği yönü düşünüyordum. Bir süre daha aynı şekilde kaldıktan sonra dışarıdan gelen bir ses işittim. Saat gece yarısını çoktan geçmişti ve sokaktan küçük bir bebeğin ağlamasına benzer bir ses geliyordu. Uzandığım koltuktan kalkarak hemen arkamda bulunan perdeleri aralayarak camın gerisinden dışarıya şöyle bir baktım. Gecenin soğuk rüzgarlarından ve sokak lambalarının titrek ışığından başka hiçbir şey duyulmuyordu ancak ağlama sesi hala devam ediyordu.

Birinin evinden geldiğini düşünmek istesem de bu sokaktaki evler genelde çok eskiydi ve çoğu terk edilmişti, diğer bazılarında ise kimsesi olmayan yaşlı insanlar oturuyorlardı. Defne bu sokakta yaşayan yaşı en küçük kişi idi, ondan başkasını hiç görmemiştim ve bir bebeğe benzer ağlama sesleri aynı şekilde kulaklarıma gelmeye devam ederken bu soğukta sokakta bulunması düşüncesi beni endişelendiriyordu. Kapının girişine doğru yürüdüğümde Emre'yi hemen girişin yanında bulunan eski kanepede uyurken gördüm. Arkasında duran battaniyeyi alarak üzerine örttüm, o da yan dönerek dağılmış saçları ve bir çocuğu andıran büzülmüş dudaklarıyla uykusuna devam etti.

Dinlemek amacıyla bir an durduğumda sesin hala geldiğini fark ettim. Çıkaralı çok olmayan kabanımı tekrar üstüme aldım, kapıdaki ayakkabılarımı da ayağıma geçirdim ve sesi kontrol etmek amacıyla binadan dışarıya çıktım. Hava dondurucu soğuktu ve bebeğin sesi şimdi daha yakından geliyordu. Soğuğu hissettikten sonra adımlarım hızlanarak koşar adım haline geldi. Ses daha çok yokuşun yukarısındaki konteyner olmasına rağmen yolda birikinti halini almış çöp yığınından geliyordu. Oraya yaklaştıkça artan ses beni doğrular nitelikteyken ne bulacağımın korkusu da beni sarmış durumda, tüylerimi diken diken ediyordu.

Bir adım, iki adım, üç adım derken birbiri önüne attığım adımlar onu görünce durdu. Küçük bir bebek etrafında hiçbir şey yok, üzerinde yattığı bir kumaş parçası bile yok. Üzerinde beyaz dantelden küçük taşlarla kaplanmış pahalı bir elbise vardı. Kahverengi saçları yaşına göre çok gür. Beni görünce ağlaması kesildi. Gözlerimin içine kendi gözlerinde bulunan bir huzurla bakıyordu. Bu beni korkuttu hatta bebeğin ölmüş olabileceğini bile düşündüm. Yere eğildiğimde ellerinden tekini bana doğru uzattığında onu kucağıma almak için hamle yapacağım sırada başka bir ses duydum. Arkamdan, uzaklardan gelen bir çığlık sesi ve gittikçe yaklaşıyordu. İlk duyduğumda bebeğin ailesi olabileceği fikrini düşündüm. Çünkü bu bebeğin buraya ait olmadığı her halinden belli oluyordu. Üstündeki elbise bile bu evlerin üç kirası ederdi. Büyük ihtimalle onu birisi almıştı ve bırakıp kaçmış olmalıydı. Çığlık sesi hiç azalmamıştı, bu da beni korkuttu. Anneleri evlatları için endişelendiğinde yapamayacakları hiçbir şey yoktu. Ancak bir insanın hiç durmadan çığlık atabilmesi doğasına aykırıydı ve bu bir annenin endişelendiğinde bile yapabileceği bir olay değildi.

Tiz, korkunç çığlık gittikçe yaklaşırken sokağın başında bir gölge göründü. Hemen bebeği kucağıma aldım ve çöp konteynerinin arkasına saklanmak istedim. Bebeği kucakladığım an elbisesinin üzerinden daha önce hiç fark etmediğim bir çıngırak yere düştü. Lale şeklinde bir çiçekten tepesi olan ve demir ile işlenmiş bu çıngırak ışık vurdukça hafifçe parıldayan renkli elmaslar sayesinde ses çıkartabiliyordu. Onu da alarak eşofmanımın cebine koydum. Bebek kucağımda dururken sessizliğini sürdürüyordu, sadece yüzüme bakmaya devam ediyordu.

Nasıl bir olayın içine düştüğümü anlamaya çalıştığım anlarda çığlık sesi biraz daha bize doğru yaklaşırken bebeği göğsüme yasladım. İlk defa gördüğüm bir bebeğin korkmamasını şuan kendi korkumdan daha fazla önemsiyordum. Nefeslerim hızlandı, anlım soğuk havaya tezat ıslandı, terlemeye başladım. Kalbimin atışı iki katına ulaştı. Kaldırım kenarında öylece oturmuş kucağımdaki bebekten bakışlarımı alamazken onu gördüm. Uzun, çok uzun parmaklara sahipti. Çığlık atmayı kesmiş o da yüzüme bakıyordu. Başı hafifçe eğildi. Dudakları gerildikçe gerildi, gözlerime kocaman bir gülümsemeyle bakmaya başlamıştı, kocaman ve korkunç bir gülümsemeyle. Soluk teni bana ölü birinin izlenimini vermişti. Sanki toprağın altına konulmuş ve biraz çürüdükten sonra yeniden çıkarılmıştı. Yüz hatları bir kadının görüntüsünü anımsatsa da onda normal olmayan bir şeyler vardı. Ara ara dökülmüş saçları, yarı kelleşmiş kafasıyla bir insana hiç benzemiyordu. Üstündeki uzun elbisesi bütün vücudunu kapatıyor yüzünden başka bir şey görmeyi imkansız kılıyordu. İki yanından çok yavaş şekilde kaldırdığı kollarıyla kapalı avuçlarını açarak uzun parmaklarını bana doğru uzattı ve hiçbir şey söylemeden yüzüme doğru eğilerek çığlık atmayı sürdürdü. Kaldırımdan kalkıp kucağımdaki bebeği sıkıca tutmaya çalışarak geriye doğru bir kaç adım atarak uzaklaştım. Koşabildiğim kadar hızlı koşmaya başlarken bunun normal olmadığını anlayabilecek kadar sağlıklı düşünüyordum ve evinin yakın olmasıyla Yıldırım’a gitmek en mantıklı fikirdi. Arkamdan çığlık atmayı sürdürürken bu korkunç sesi başka kimsenin mi duymadığını anlamaya çalışıyordum. Bir süre sonra sesi duyamayacak kadar uzaklaşmıştım. Balat'ın ara sokaklarında bir sağa bir sola dönerek kucağımda tuttuğum bebekle koşuyordum. Neredeyse varmak üzereydim.

Az sonra Yıldırım'ın evinin önündeydim. Bebeği daha sıkı sararak evin önünde bir süre soluklanırken evi ve etrafımı izledim. Yıldırım’ın evi şimdiki anımı gösteriyordu bana. Sokaklar arasındaki ve bu sokaktaki tüm evler arasında en yeni olanıydı. Mimarisi, renkleri ve geriye kalan her detayı tamamen diğerlerinden farklı ve çok yeniydi. Galiba kafayı yiyordum, şuan bunları düşünüyor olmam garipti ama çok da önemli değil, sağlıklı hiçbir insan yaşadığım olayların tümüne katlanamazdı zaten. Merdivenleri koşarak çıkıp kucağımdaki bebeği tek elimle tuttuğumda kapıyı yumrukluyor, zili çalıyor ve tüm gücümle adını bağırıyordum. Çığlık sesi inceden kulaklarıma doluyordu.

''Yıldırım!!'' kapıyı tekrar yumrukladım ve diğer elimdeki bebeği daha sıkı sardım.

''Kapıyı açın, lanet olsun! Yardım edin. Yıldırım!!'' zili çalarken aynı anda ayağımla da kapıya tekmeler atmaya başlamıştım.

Az sonra kapı açıldığında Yıldırım üstünde pijamaları ile kapının önünde belirdi. Yüzünde bir panik ve endişe ifadesi vardı. Aynı şekilde arkasından gelen tüm arkadaşlarında da aynı ifade vardı. Güneş'in yüzünde bir endişe de ekliyken, Damon güvenliklerinden endişe eder biçimde yine silahına davranmıştı. Saat gece yarısını çoktan geçmişti ve ben sol kolumla sıkıca sardığım bebeği bırakmadan dağılmış saçlarım, koşmaktan kızarmış yüzüm ve hızlı soluklarımla kapılarında dikiliyordum. Hepsi de telaşa ve merakla bakmayı sürdürüyordu.

Yıldırım’ı iterek içeriye girdim ve kapıyı arkamdan kapatarak tüm kilitleri kilitledim. Onlar arkamda dururken bir süre kapıya baktım ve nefes alışverişimi düzenlemeye çalıştım. Sol kolumdakini sıkı sıkı tutmaya devam ediyordum. Yıldırım arkamdan gelerek yavaşça omzuma dokunmaya kalktığı an elini iterek geriye çekildim, kapıya tamamen yaslanmıştım. Yüzüne korkuyla bakıyor olmalıydım ki ellerini havaya kaldırdı.

''Sakin ol, iyisin, bir şey yok.'' başımı sallayarak onu onayladım.

''İyiyim.'' Nefes nefeseydim ve onun dediklerini tekrar ediyordum.

''Evet iyisin, geçti. Neler olduğunu anlat, korkma. O elindeki de ne?'' derken bana bir adım yaklaştı. Güneş ellerini dudaklarının üzerine kapatmış endişesi artmış görünürken, Damon da silahını masanın üzerine bırakmak için salona doğru hareket etmişti.

''Evdeydim, ben eve gitmiştim. Dı-dışarıdan bir ses geldi. Bebek, bir bebek ağlıyordu. Kaçtım ben, kaçtım. Bebek...'' derken elimde sıkıca tuttuğum bebeği onlara göstermek istedim, görmüyorlar mıydı kucağımdaki bebeği? Başımı hafifçe indirerek sol kolumda sıkıca tuttuğum beyaz poşete baktım. Beyaz poşete...

''Hey bana bak, bana bak.'' derken sıcak ellerini iki yandan yüzüme koymuştu. Şaşkınlıkla büyümüş bakışlarımı elimde hala sıkıca tuttuğum poşetten çekerek Yıldırım’ ın yumuşak gözleri ile buluşturdum. ''O bir bebek değil, kucağında çöp dolu beyaz bir poşet tutuyorsun. Sakin ol, bana neler olduğunu anlat. Anlat ki sana yardım edebileyim.''

Bir adım daha geri çekildim. Hiç konuşamadan hemen girişin sağında bulunan mutfağa girerek masanın ortasına bıraktım ve bir sandalye çekerek oturdum. Çöpe bakmaya devam ediyordum ki Güneş peşimden gelerek saçlarımı şöyle bir okşadı ve önüme doldurduğu bir bardak suyu bıraktı, daha sonra mutfaktan çıktı. Açık plan evde konuşulanların sesi geliyordu. Yıldırım benimle ilgileneceğini söylerken diğerleri neler olup bittiğini anlamaya çalışıyorlardı. Benimse çöpe bakarken gözümün önünde o bebek ve kaçtığım o şey vardı. Orada sandalyede otururken Yıldırım herkesi tekrar odasına yolladıktan sonra yanıma gelerek eğildi.

''İyi misin? Endişeleniyorum.'' gözlerimi çöp poşetinden çekerek onun gözlerine kaldırdım. Saf bir merakla beni izliyordu. Bu gece ne acınacak haldeyim. İçimden geldiği gibi davranarak sarılma ihtiyacı hissederek kollarımı kaldırarak onun bedenini sardım. Çoğu zaman deli olduğumla ilgili konuşurdum, ailem de öyle şeyler söylerdi ama hiç bu kadar gerçek olmamıştı. Zihnimin kırıntılarını sıyırıyordum ve neyin gerçek neyin sahte olduğunu ayırt edemiyordum. Deliliğin belirtilerinden biri sarılmak mıydı? Çünkü tek istediğim güven veren sıcak kolların beni sarmasıydı.

Orada ne kadar Yıldırım’a sarılı halde durdum bilmiyorum. Hiç konuşmadan, hareket etmeden, nefes bile almadan ona orada sadece sarıldım. Bana nefes aldıran kokusunu soludum boynundan. Neler olduğunu çözemediğini fark ettiğim Yıldırım kollarımı hiç çözmeden bir elini dizlerimin arkasından geçirerek, diğerini de sırtıma sararak beni kucaklamıştı ve evin içindeki kısa bir yürüyüşten sonra beni beyaz yumuşak bir yatağın üstüne bıraktı. Sessizliğim devam ederken dağılan zihnim nerede olduğunu bile anlayamıyordu. Kulaklarımdan o çığlık sesi gitmezken yatakta yan dönerek küçülebildiğim kadar küçüldüm ve ellerimi kulaklarıma kapatarak yatağın yanı başında bekleyen Yıldırım’ın yüzüne bakmaya devam ettim. O şekilde biraz uzandıktan sonra aklıma gelen detayla dehşete düşmem bir oldu. Hemen yerimden doğrularak odanın ortasında, bana ne yapacağına karar veremeyen şekilde bakan Yıldırım'a biraz uzak bir yerde durdum. O da eğildiği yerden kalmıştı. Ellerim titriyordu. Eğer kalbimde bir sorun olsaydı şayet bu gece duracağına yemin bile edebilirdim.

Titreyen ellerimden tekini kalbimin üzerinde tutarken diğer elimi eşofmanımın cebine doğru yavaşça ilerlettim. Cebimde dokunduğum uzun metalle gözlerim kapandı.

Deli değildim, deliliğin içerisinde olan bir gerçeklikteydim.

Sapını tuttuğum çıngırağı cebimden çıkartarak ay ışığının aydınlattığı odada havaya ikimizin de görebileceği bir yüksekliğe kaldırdım. Gözlerimi açtım. İçerisindeki taşlara vuran ışık etrafa efsunlu yansımalar saçarken birkaç kez sallamamla çıkan sesi dinledim ve içinde bulunduğum gerçekliği Yıldırım’ a da kanıtladım. Lale şeklindeki çıngırağı elimde birlikte aşağı doğru eğerken onunla ile olan göz temasım hiç kesilmeden devam ediyordu. O sakince bense şaşkınlıkla onun yüzüne bakmayı sürdürüyordum, bilmediğim sorulara bir yenisi daha eklenirken.

 

 

 

Bölüm : 07.03.2025 13:39 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Merve Yılmaz / Bir Sıfır: Zamanın Gölgesinde / 6
Merve Yılmaz
Bir Sıfır: Zamanın Gölgesinde

254 Okunma

71 Oy

0 Takip
14
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...