"Onun sert diyebileceğin bakışlarını farketmiş olmalısınız. Bunun nedeni onun hiç korunmamış olmasıdır. Hep kendi başının çaresine bakmak zorunda kalmıştır o. Kendi başının çaresine bakmak zorunda kalan bir kızın gözlerindeki bakışın da yumuşak ve hoş olması mümkün değildir." 4
Kalbinin sesini dinlemeyi tercih eden insanlar için duygular yeterli bir pusulaydı. Ancak insanı insan yapan bir diğer unsur olan beyin de işin içine girdiğinde her şey birbirine karışıyor kördüğüm oluyordu. O zamanlarda duygular tek başına yeterli değildi mantığı da devreye sokmak zorunda kalırdınız.
Mantığım bu lanet olası saçmalıkları kabul etmemekte diretiyor, bu evde ne işim olduğunu sorguluyordu. Duygularım ise... Duygularımın artık bir önemi yoktu. Artık yeterli bir pusula değillerdi. Ruhum yönünü kaybettiğinde kalbimin bana pusula olmasını beklemek mantıksız bir imkansızlıklar silsilesini de peşinde sürüklüyordu ve ben ruhuma da kalbime de ulaşmakta güçlük çekiyordum.
Söylediklerime göre beynimin ve kalbimin zıt iki yöne doğru ilerlemiş olması ve benim ortada kalmam gibi bir sonuç gözüküyordu. Yanlış; böyle hissetmiyorum. Gerçi bu günlerde ben bile neler hissettiğimi anlayamıyordum ya orası başka.
Beynim de kalbim de hatta hareketlerime başka yön veren organlarım varsa onlar da ne yapacağını şaşırmıştı. Gerçi görevi beni yaşatmak olan organlarıma çok fazla anlam yükleyen de ben olabilirdim, bilmiyordum. Bir şeylere yüklediğim anlamlar sonuç çıkarmama yardım ettiği için beni rahatlatıyordu ama onların görevi yalnızca beni tıpkı şu anda olduğu gibi sağlam, tamamen sağlıklı bir biçimde ayaklarımın üzerinde tutmaktı, ben de öyle yapıyordum, kaybolmuş ruhuyla yaşan çoğu insan gibi onu aramayı bırakmış sadece yaşıyordum. Kimsenin yaşadığım şoklarla ve ruh sağlığımla ilgilendiğini sanmıyordum. Gerçi kimsenin söylediklerini dinleyeceğimi de sanmıyordum ama şimdi fark ediyordum ki uzun zamandır kendim nasıl olduğumu sormamıştım kendime. Belki de annemin ölümünden beri kayıp olan ruhumu, Defne’nin yokluğu idrak etmemi sağlamıştı.
Yaptığım hareketlerin sonuçlarından genelde geçmişi değiştirme imkanım bulunmadığından pişman olmazdım lakin; hadi ama kim yaptıklarını zihninde beş yüz bin sekiz yüz seksen sekiz kez geçirmiyor ki.
Yatakta yatmışken aralık camdan hafif hafif, serin rüzgar eserken ve perdeleri uçuştururken tavana bakan ben de bu aralar yaşadığım saçmalıkların başlangıcını defalarca düşündüğüm bir anın içindeydim. Tüm hayatımı geriye almak mümkün olur muydu? Mesela babam bildiğim adamın annem bildiğim kadını döverek öldürmesi ortadan kalkar mıydı ya da annemin ölümüyle onun gerçek annem olmadığını öğrenmeseydim, yeni doğmuş Defne’yi babam bildiğim adam satmaya çalışırken onu alarak evden kaçmasaydım? Ya da yakın geçmiş günlerimde Yıldırım’ı takip etmeseydim? O gece Defne’yi yalnız bırakmasaydım? Bunların bir önemi olur muydu? Artık hiçbir şeyin bir önemi yoktu. Geçmişi değiştiremezdim. Sesli bir soluk bıraktım. Dudaklarımdan sözler gerçekçi bir ızdırabı yansıtır gibi acılı döküldü. Yüzümü sertçe sıvazlarken sözlerim parmaklarımın arasında boğuldu.
"Boktan hayatımı sikmek istiyorum.''
Yataktan yavaşça doğrulup oturdum. Bakışlarımı etrafımda gezdirdiğimde yatağın yanındaki koltukta oturmuş bana bakan Yıldırım'ı gördüm. Ciddi yüzünde her zamankinden farkli ilgili bir bakış vardı. Koyu saçları dağılmış anlına dökülmüştü. Üstümde olan gözlerindeki yorgunluktan tüm gece başımda beklediği anlaşılıyordu. Tıpkı geceki endişesi gibi. Ben yatakta otururken onu izliyordum o da beni bunca zaman yüzünde gördüğüm sert bakışları kırılmış bir şekilde izliyordu. Anlayamadığım bir değişim vardı bakışlarında; Şefkat; Belki.
''Uyanır uyanmaz küfür etmen...'' Dün geceyle ilgili konuşmak istemediğimi tahmin ettiğinden olsa gerek konuyu dağıtmak için az önceki homurdanmama hitaben konuşmuştu. Bakışlarımla sessiz bir teşekkür yollarken bunu anlamış gibi hafife başını eğerek teşekkürümü kabul etmişti ama bu ilk defa kapatmak istediğim bir konu değildi. Çünkü içten içe korkuyordum. Ne yapacağımı nereye koyacağımı bilmediğim bir korkuydu bu.1
Yatağın yanında bulunan komodinden elime çıngırağı alarak yavaşça salladım ve Yıldırım’ a doğru attım. Havada yakaladığı çıngırağı o da hafifçe sallarken çıkardığı melodik sese kulaklarımı tıkamak istiyordum.
''Evine bir torba çöp getirdim. Elimde, bir torba çöple, buraya kadar koştum.'' Yataktaki bakışlarım önce acıyla kısılırken daha sonra kendime gülmeye başladım. Bir süre amaçsız bir şekilde güldükten sonra sakinleşen bedenimle odayı incelemeye başladım. İncelerken konuşmaktan da geri durmuyordum. Sessiz kalarak kendi düşüncelerimde boğulmaktan da korkuyordum. Zaten bu ara her şeyden korkar olmuştum ya neyse.1
''Odanı ilk defa görüyorum.'' Evin tümüne tezat beyaz bir odaydı burası; beyaz bir yatak, beyaz tül perdeler ve dolaplar tümüyle birbirine uyumluydu. İçeride bulunan iki ahşap kapının biri banyo olmalıydı, diğeri de kesin zenginlere özel havalı bir şey. Yatağın sol yanında bulunan koltuklar bile neredeyse beyazdı. Hemen karşısında bulunan komodinin üstü ise bir yığın kitap ve ıvır zıvırla doluydu. ''Güzelmiş. Güzel ve çok beyaz.” Bakışlarım tekrar Yıldırım’ı buldu. Neden bu kadar beyaz olduğunu sormak için kıvrasam da bir şey söylemedim o da kısa bir cevapla geçiştirdi. ''Sağ ol.''
Kendimi yatağa sırt üstü tekrar bırakarak sağ tarafıma döndüm ve ellerimden tekini yanağımın altına diğerini de bacaklarımın arasına sıkıştırarak Yıldırım'ın yatağında bulunmamı umursamadan yatmaya devam ettim. Sorun olduğunu düşünmüyordum sonuçta o beni buraya getirmişti, hemen yanda bulunan bana ayrılmış misafir odasına da götürebilirdi pek tabii.
Bir süre gözlerimiz ayrılmadan birbirimizi izledikten sonra hareketlendi ve oturduğu koltuktan kalktı.
''Bizi kahvaltıya bekliyorlar.''
''Sürekli saatinde yemek yiyorsunuz ve ben kendimi aile saadetinizi bozmuş gibi hissediyorum.''
Normalde beni burada bırakır peşinden gelmemi beklerdi ama bugün yanımdan ayrılmadan kolumdan tutarak beni yanında sürüklemek istiyordu.
''Bensiz kahvaltı edemiyor musunuz, akıl sağlığını kaybetmiş bir deli bile olabilirim şu anda, ya sofrada kahvaltı bıçağını birinizin boğazına saplarsam?''1
Kolumun tekini tutmuşken bana inanamaz gözlerle bakıyordu. ''Haklısın, biraz abarttım.'' derken yüzümde küçük anlamsız bir sırıtma vardı. Üstümden yorganı toplayıp ayaklarımla itikledikten sonra ayaklarımı yataktan sarkıttım ve birbirine girmiş saçlarımı elimle geriye doğru ittim. Ayağa kalktığımda benden uzun olmasından mütevellit hala yüz yüze gelemesem de daha çok yaklaştığım Yıldırım'ın eline dokunarak tuttuğu kolumu bırakmasını sağladım. Tek parmağımı kaldırarak göğsüne vurdum. ''Seninle anlaşalım, bu saçmalık bugün bitecek, Aysu'nun boktan güçleri, dün gece gördüklerim, her şey ama her şey, anlıyorsun değil mi? '' beni dinlemeye devam ediyordu. ''Bütün hepsini konuşacağız bu lanet olası yeni dünyada bilmediğim bir detay kalmasını istemiyorum. Çok yoruldum.'' Sanki söylediklerimin içinden en gerçekçi ve hissederek söylediğim cümlenin gerçekten yorgun oluşum olduğunu biliyormuş gibi baktı yüzüme, yine o anlamlandıramadığım bakışıyla.
Bir adım atmasıyla geri yatağa oturmam bir olmuştu. O da benimle birlikte yatağa doğru eğildi ve ellerini yatağın iki yanına koyarak cevap verdi. Şimdi yatakta uzanıyordum.
''Benim evimde benim dünyama hakaret etme lütfen.'' Şimdi ise bakışlarına yerleşen şey rahatsızlık mıydı? Farklı dünyalarımız olduğunu söylemem onu neden rahatsız etsindi ki? Belki de hepsini ben uyduruyordum; Yıldırım iki gündür tanıdığı bana neden duygularını bu kadar yalın bir şekilde göstersin ki?
''Senin beni getirdiğin evin.''
''Dün gece koşarak geldiğin evim.'' Son sözü söylemeye kesinlikle bayılıyordu. İtiraf etmem gerekir ki ben de ona son sözü söyletmemeye çalışmaktan keyif alıyordum.
''Hey haksızlık yapma, başka böyle olaylarla ilgilenen birini tanımıyorum, mecbur sana geldim.''
Üzerime biraz daha eğildi, ''Mecbur olsan da olmasan da bana gelmeni istiyorum.”
Söyledikleriyle yüzüne anlamaz şekilde baktığımda devam etti. “Seninle bir anlaşmamız vardı hatırladın mı? Defne'yi geri almaya karşılık taş. İşte o zamana kadar bana gel.''
Karşılıklı inatlaşmamızın sonucu bir anda yatakta olan yakınlığımız, kapının önündeki Damon'un boğazını temizlemesi ile son buldu ve Yıldırım'ı omzundan iterek kendime yol açmaya çalıştım.
Damon kapı pervazına yaslanmış tek ayağını diğerinin önüne çapraz şekilde uzatmış, yumruk halini almış sağ eli dudaklarında duruyorken kapı pervasına yaslı duran sol tarafındaki elini beline yerleştirmişti; manidar bir sırıtmayla Yıldırım neredeyse üstüme uzanmışken bize bakıyordu. Bir şeyler söylemek için hazırlandığı sırada işaret parmağımı kaldırarak onu susturdum. Tanıştığımız andan itibaren hareketlerini tahmin edebileceğim tek kişi varsa o da Damon’ du ve şu an diyeceği herhangi bir şeyin beni utandırmama ihtimali yoktu. Dudaklarını açtığında bir uyarı daha yolladım. ''Sakın...'' Yıldırım'ın odasında bütün geceyi geçirmem ve bu sabah bizi yakaladığı yakınlık abartması için yeterliydi ki kesinlikle abartmayı sevdiğini ve bir konuyu dedikoducu teyzeler gibi günlerce konuşmaktan keyif aldığı aşikardı. Damon'a olan göz temasımı kesmeden ve parmağımı indirmeden yavaş hareketlerle Yıldırım’ın yanından kalktım. Doman’a yavaş adımlarla yaklaştım ve kapıda yanından geçerek odadan çıktım ve kendimi koridorda bulunan banyoya attım.
Aynaya bakarken homurdanmayı bırakmamıştım. ''Tanrım Damon'un Eros'un soyundan olmadığına emin miyiz?!''
Yüzümü soğuk suyla yıkadıktan sonra aynadaki acınacak halime baktım. Kesinlikle rezalet görünüyordum. Göz altı morluklarım büyümüş, kan çanağı gözlerimle çok güzel bir uyum yakalamışlardı. Şahane.
Mutfaktan gelen gürültüye göre bugün masa salona değil mutfağa hazırlanmıştı. Damon çoktan benden önce gelmiş, Güneş ve Aysu ile uğraşmaya başlamıştı. Güneş sıradan bir kot tişört giymişti, Aysu ise gördüğüm her günkü gibi süslenmişti ve yine bir çok erkeği kendine hayran bırakacak kadar güzel gözüküyordu. Bu evde gerçekten merak ettiğim birisi varsa o da Aysu’ ydu. Her gün ve her an kraliyet ailesindenmiş gibi dolaşmasının mantıklı bir açıklaması olmalıydı yoksa üzerindeki siyah kare şeklinde göğüs dekolteli bulunan kadife elbisesi ve ayağındaki topuklularla benden daha kaçık birisi varsa onun olduğunu düşünecektim ya da ben, kendimin veya herhangi birilerinin delirme ihtimalini aklımdan çıkartarak belki de sadece giyinmeyi sevdiğini düşünmeliydim. Birilerinin delirmesi fikrini bu kadar çok düşünmemeliydim.
Az sonra Yıldırım'ın da gelmesiyle herkes sofradaki yerini almıştı. Sabah beni evde bulamadıklarından merak edeceklerini düşündüğüm için Emre'ye bir mesaj atarak çıkmam gerektiğini ve iyi olduğumu yazmıştım. Diğer tüm saçmalıklardan haberi olmadığı gibi bebekten, çığlıktan falan da haberi olmasına gerek yoktu herhalde.
Bu günlerde, özellikle Defne'yi benden aldıklarından beri üzerimde bir dengesizlik hali vardı. Olaylara ne tepki vereceğimi kestiremiyor, bazen de hiçbir şeye tepki vermiyordum, veremiyordum. Kendimi anlamakta zorlanıyor ve karakterimden uzaklaştığımı hissediyordum. Kendimi güçlü kadınlardan biri olarak nitelendirmek çok isterdim ama değildim. Özellikle bu aralar sırtımı sert bir dağa yaslamak ve sadece ağlamak isteğimi düşününce. Ancak kendi dağı hep kendisi olmuş kişilerin böyle bir lüksü yoktu. En azından güçlüymüş gibi rol yapma konusunda uzmanlaşmıştım. Bu da benim savunma mekanizmamdı ve üst üste gelen tüm olaylarda bunun kırıldığını hissediyordum. En yakın örneği ise dün Yıldırım'ın göğsünde girdiğim şok hali ve tüm geceyi geçirdiğim yatağıydı. Üstelik daha yeni tanıdığım bir adamdı, kaç gün olmuştu ki.
Kendi düşüncelerime dönmüş onlarla ilgilenirken bir yandan da sofrada konuşulanlara kulak kabarttım. Damon konuşuyordu. ''Sabah işte kalktım yüzümü yıkadım Güneş'im, bebeğim, canımın can parçası mutfakta yine harikalar yaratmış. Aysu'yu sofraya çağırdım sonra da dedim bir Yıldırım'a bakayım ne yapıyormuş. Odaya gittim işte baktım yatakta...'' Biliyordum! Damon’un konuşmaktan ne kadar keyif aldığını ve beni kıvrandırmak isteyeceğini biliyordum! Dan diye araya girdim.
''UYUYORMUŞŞ...'' bir anda lafını bağırarak kesince herkesin bakışları bana dönmüştü. Yıldırım gizlemeye bile çalışmadığı sırıtmasıyla kahvaltısını etmeye devam ederken gözlerimi kısarak ona kötücül olduğunu düşündüğüm bakışlar attım ama umurunda bile olmamıştı. Daha sonra ani çıkışımı toparlamaya çalışırken galiba sıvamıştım.
''Yani uyumuş, yani her insan uyur, gördüğümden değil de yani öyle düşünüyorum. Yani bana KUŞLAR söyledi...'' Ne saçmalıyorum ben şu an acaba?! Kuşlar mı?!
Güneş saçmaladıklarımı anlamlandırmaya çalışıyordu. ''Kuşlar?'' Güneş’ in de yüzünde bir sırıtma oluştuğu an Damon’ un Güneş’ten asla bir şey saklamadığını anladığım andı.
''Yok canım nasıl söylesin kuşlar, tabi onlar söylemedi. Yani kimse söylemedi neden birileri Yıldırım hakkında benimle konuşsun. Ben şey ettim, tahmin. Tahmin, tabi tahmin ettim. Şeyini yani...“ Daha fazla saçmalamaya başlamıştım. Şu an susmam gerekiyordu. Güneş devam ettim. “Yıldırım’ın neyini tahmin ettin canım?”
“Canım!, yok canım ben Yıldırım’ın şeyini niye tahmin edeyim. Banane Yıldırım’ın bir yerlerinden, ay şeyinden yani.” Kafamı masaya vurmak istiyordum, sertçe. Yıldırım’ın bakışlarıyla karşılaştığımda utancım boyumu aşmıştı. Aysu’nun bile dudaklarında saklamaya çalıştığı bir gülümseme vardı. “Şeyi yani uyuduğunu tahmin ettim.'' Derken sesim gittikçe azalmış içime kaçmıştı.
Yanımdaki sürahiden doldurduğum bir bardak suyu içtim. Damon'un odayı dalduran sesli kahkahasıyla ona bakmaya başladım. Bardaktaki suyu kafasından dökmek istiyordum. Beni panikletmeye çalışmıştı ve başarmıştı. Neden evdekilerin bunu bilmesini istemediğimi bilmiyordum ama istemiyordum işte.
Kahvaltıda bir daha bunun bahsi geçmezken Damon'a attığım kötü bakışlar işe yaradığı için olmasını umarak bir daha konuyu dillendirmediğine sevinmiştim.
Kahvaltıdan sonra Aysu yine evden çıkması gerektiğini söylemişti. Güneş ve Damon'u kucaklarken, Yıldırım'ın yanağına kondurduğu bir öpücükle evden ayrılmıştı. Gece onları orada sarılırlarken bıraktıktan sonra eve gelmiş olmalılardı. Az sonra Güneş ve Damon da evden çıktığında aslında onlar hakkında hiçbir şey bilmediğimi fark ettim. Evet birkaç gece onlarla aynı sofrada bulunmuş, birlikte yemek yemiş, yatıp kalmış olabilirdim ama onlar hakkında bildiklerim tahminden öteye gidemiyordu. Büyük ihtimalle şuan evden ne için çıktıklarını Yıldırım biliyordu bu yüzden sorgulamıyordu ama ben hiçbir şey bilmiyordum.
Kahvaltı faslının bittiğini belli eden boş masa ile ben de kalktım ve ortalığı toplamaya başladım. Mutfak geniş ve büyüktü. Salonla uyumlu bir şekilde siyah ağırlıklı döşenmiş ve salonu da görebilen bir kapısı vardı. Masa da onun önünde bulunuyordu. Adanın arkasında bulunun bulaşık makinesine kirli şeyleri tıkıştırırken Yıldırım da yanıma gelerek yardım etti. Bir ileri bir geri yaparak masadan kirlileri toplama görevime Yıldırım'ın suratındaki ifadeyi görünce ara verdim.
''Bu, bu bakış işte. Suratındaki dalga geçmeye hazır, bastırdığın gülümsemeli bakışın.''
Ellerinden birini dudaklarına kapatarak sakladığı küçük gülüşünden sonra ciddi bir surata bürünerek devam etmişti.
''Kuşlar ne gizemli yaratıklar değil mi?''
''Çok kötüsün'' derken omzuna hafifçe vurdum.
''Kim sen mi, utanma duygun olduğunu sanmıyordum.''
''Ben değil, Kuşlarr...'' dedikten sonra kahkaha atmıştı. Kahkahasını ilk defa duymuştum. Bu kahkahanın ardından kuşların konuştuğunu söylese inanırdım. Bir insanın kokusunun huzur olabileceğini ilk defa dün onda solurken, birinin gülümsemesinin de huzur hissettirebildiği... İşte buna gerçekten şaşırmıştım. O an hep gülsün istemiştim, ben bu rahatlatan huzuru hep hissedeyim ama sustuğunda onu suratımdaki kınar bakışlarımla cevapladım.
''Çok gıcıksın, neden dalga geçiyorsun. Biraz saçmaladım. Alışkanlık olmuş, Defne'ye öyle söylediğimde şaşırıp gözleri kocaman açılırdı.''
Aklıma gelen detayla yüzümde oluşan hüzünlü gülümsemem Yıldırım'ı da konudan uzaklaştırmış gerçek bir ciddiyete sürüklemişti. Makineye bulaşıkları dizmeye ara verip yanıma gelerek elimdeki tabakları aldı ve tezgahın üstüne bıraktı. Omuz başlarımdan bileklerime kadar ellerini kaydırarak tuttu. Bir anda durgunlaştığımı fark etmişti. ''Hey, onu alacağız biliyorsun değil mi? Sana kardeşini geri getireceğime dair söz verdim. Onu ait olduğu yere getireceğiz, dün geceyi çözeceğiz ve ben sözümü tutacağım.''
''Daha yeni tanıdığın insanlara söz vermemelisin bence.'' Dedikten sonra bileklerimi avuçlarından kurtararak yaptığım işe geri döndüm. ''Eğer sözünü tutamazsan o kişinin güvenini de kaybedebilirsin.''1
''Ben sözlerimi hep tuttum. Sana bir söz daha verebilirim.'' Tıpkı sabahki gibi konuyu değiştirmek istemişti. Sabah buna izin vermemiştim ama şimdi verecektim. Bunu neden yaptığını bilmesem bile gerçekten minnettar olmuştum. Önümde reverans yaparak eğildi. ''Leydim, size söz veriyorum, verdiğim tüm sözleri tutmak için her şeyi yapacağım, özellikle size karşı.'' Yaptığı hareket onda hiç sırıtmamıştı, gerçek bir beyefendiydi.
Ben de oyununa dahil oldum ancak bu rolün benim üstümde eğreti durduğu da apaçık belliydi. ''Lordum, bu naçiz vücudum ne yazık ki sözlerinize kanıyor. Dilerim onu inandırdığınız gibi sözünüzde durursunuz.'' Gereksiz bir naziklikle sanki bir yelpaze tutar gibi salladığım elimle birlikte uzaklara bakıyordum. Yıldırım da hala yere eğilmiş dururken elimi alarak nazik bir hareketle öptü. Kıkırdayarak arkamı döndüğümde yanımda duran tabakları makineye dizdim.
''Kesinlikle iğrenç bir leydiyim. Üzerimde çamaşır suyu değmiş bir eşofman var ve iki gündür üzerimde.''
''2 gündür giydiğin eşofmanla bile mükemmelsin.'' Buna verecek bir cevap bulamamış ve yalnızca hafif bir gülümsemeyle yetinmiştim.
Toparlamayı bitirdiğimiz mutlaktan sonra ellerimi yıkayıp kurutuyordum.
''Yıldırım'' Bakışları beni buldu. ''Verdiğin sözlere inanarak burada kalacaksam birkaç eşyamı getirmek istiyorum. İznin olursa''
''İzine ihtiyacın yok. Misafir değilsin sen, o odayı sana verdim. İstediğini getirebilirsin hatta gidip birlikte de alabiliriz. Her zaman bu evde bir yerin var artık ve kimsenin de buna itirazı yok.''
Aysu'nun bakışlarını hatırlayarak kendi kendime mırıldandım. ''Belli oluyor.''
''Efendim?'' o kadar kısık sesle söylemiştim ki duyamamıştı.
''Şey diyorum, ben giderim zaten evde de çok eşyam yok benim. Birkaç kıyafet alacağım sadece, Güneş'ten sürekli kıyafet araklayamam. Bir de uğramam gereken bir yer var. ''
''Tamam hemen gidip geleceğim. Sonra, kaçtığını sanma akşam konuşacağız, sadece biraz seninle olan konuşmamı erteliyorum, erteleyemeyeceğim başka bir konuşma için.'' İşaret ve orta parmağımla gözlerimi gösterdikten sonra onun gözlerine doğru uzatarak mutfaktan çıktım. Yaptığım saçma hareketlere gülümseyerek cevap vermesi ve benim için konuyu değiştirmeye çalışması hoşuma gitmişti ama ne kadar yüzüm gülse de içimdeki bu acı küllenip sönemiyordu. Defne’yi geri almadan da sönmeyecekti.
Dün gece Yıldırım beni odasına taşımıştı ve montumla ayakkabılarımın orada olduğunu düşünüyordum ve oraya ilerledim. Tam da tahmin ettiğim gibi burada olan ayakkabılarımı elime alarak çıkışa yürüdüm ve kapıyı arkamdan kapattıktan sonra kabanımı da giyerek binadan çıktım. Hala kar yağmamıştı ama dondurucu bir soğuk vardı. Kabanımın yakalarını dikleştirerek içime giren soğuğu biraz azaltmaya çalıştım. Bu soğukta toplu taşıma ile uğraşmak istemesem de işten kovulmuştum ve elimdeki birikmişi taksilere yatırmak istemediğimden metroya doğru ilerledim.
Yakın zamana kadar her gün geldiğim, mesailere kaldığım restoranın önünde dururken bir süre dışarıdan izledim. Hakkını yemeyelim inanılmaz güzeldi. Noel süslemelerini hala indirmemişlerdi ve güzel görüntüsüne ışıltı ekliyordu. Her ne kadar sahibinin bir şerefsiz olduğunu bilsem de anlımın teri ile yıllarca burada çalışıp para kazanmıştım. O zamanlar Defne henüz küçüktü, gerçi hala öyleydi ya, küçük bir bebekti ve kimse bana bir iş vermek istemişti. Emre ile Tonton Hanım ile yeni yeni tanıştığım zamanlardı. Emre burada çalan grubun solistiydi ve bir şekilde beni garson olarak aldırmayı başarmıştı. Gündüzleri burada garson olarak çalışmaya başlamıştım, zamanla da Emre ile birlikte solistlik yapmaya başlamıştım. Burası gündüzleri klas bir yer olsa de geceleri bir anda değişiyor ortamı bir bar havasını alıyor, içeriye de ne kadar şerefiz, it kopuk varsa doluyordu. Gerçi çok fark etmezdi sahibi olacak herifin gündüzü gecesi yoktu.
Kapıdan girdiğimde kimse karşı çıkmamıştı. Doğruca onun odasına ilerledim. Emre'nin onu dövmesinden sonra belki burada olmama ihtimali vardı ama burada koltuğunda oturmuş sigarasını içiyordu. Oda duman altı olmuş, küllük ağzına kadar dolmuştu. Beni fark ettikten sonra elindeki sigarayı bıraktı ve yarım ağız gülerek bana baktığından ağzında o sarı dişleri gözüküyordu. Bu görüntü midemi bulandırmıştı.
''Vay vay Mahi' cim, güzelim seni hangi rüzgar attı buraya. Yolu kaybettin diye endişelenmiştik ya da o götoş arkadaşın mı söyledi seni kovduğumu.'' dedikten sonra yanıma yanaşarak tek elinin tersini yanağıma sürttü. ''Gerçi yazık oldu senin gibi bir güzelliğe.''
''İndir o elini götüne sokarım, şerefsiz.''
''Oo bizim kız hiddetlenmiş,'' dedikten sonra pis bir kahkaha attı ve yanımdan geçerek bu sefer de masanın önündeki deri koltuklara oturdu. ''Yoksa Emre için mi geldin, ne tatlı.''
''Şikayetçi oldun dimi?” Defne’nin yokluğunda Emre’nin de benim yüzünden başına bir bela almasını istemiyordum. Dahası bu herifin arkası pisti ve Emre’ye bir zarar vermesini de istemiyordum.
''Tabi ki oldum onu deliğe sokacağım, şerefsiz, yanağıma bak.'' derken eliyle morarmış yanağını gösterdi. Açıkçası beni tatmin etmişti.
''Yakışmış bir renk gelmiş yüzüne.''
Dedikten sonra karşısındaki diğer koltuğa da ben oturdum. Masasında duran pahalı sigaradan bir dal aldım ve yakarak bir nefes çektim ciğerime. O da beni izliyordu.
''Seninle anlaşalım, şikayeti geri çek.''
''Karşılığında...'' derken heyecanlanmıştı. O buruşmuş vücudundaki bacaklarının arasında olan hareketlenmeyi şimdiden görebiliyordum.
''Karşılığında ben de senin hapse girmemeni sağlayayım.''
Anlamadığı belli oluyordu, aklı çoktan farklı yerlere kaymıştı ama söylediklerim dikkatini de çekmişti.
''Ne saçmalıyorsun sen orospu.''1
Telefonumu montumun cebinden çıkardım, hala beni izliyordu, sol elimin işaret ve orta parmağının arasında sigarayı tutarken bir yandan da telefonumu ona çevirdim. Oynayan görüntü karşısında şok olmuş dudakları bir parça açılmıştı.
Görüntüde onun eskiden burada çalışan bir garsonu arka çıkışın orada taciz ettiği anlar vardı. Sildirdiğini sanıyordu ancak ben bir kopyasına ulaşmayı başarmıştım. Kız da bu işin peşini bırakmasa da ailesiyle tehdit edip onu da susturmuştu ve yeni bir olay olmasına rağmen herkesi susturduğu için unutulduğunu sanıyordu. Ben unutmamıştım. Bu görüntüleri her türlü onun aleyhine kullanacaktım, bir kadının tacizine göz yumamazdım ama onun bunu bilmesine gerek yoktu. Anlaştığımızı sanabilirdi.
Videonun bittiğini belirten sesten sonra telefonu kapattım ve tekrar kabanımın cebine koydum. Üst üste attığım bacaklarımı çözerek öne doğru eğildim ve ona bakarken tek kaşımı kaldırdım. Sinirden köpürmüştü. Saçımı tutmaya yeltendiğinde biraz blöften zarar gelmezdi.
''Aa elini hemen geri çekiyorsun, bana dokunduğun an yayılır bu görüntü.'' Tabi ki böyle bir şey yoktu. Bir; görüntüyü benden başka bilen yoktu, iki; görüntünün kopyası olsa da bana bir şey olsa yayacak kimsem yoktu ve üç; öyle bir teknolojiye de sahip değildim ki bana dokununca herkese yayılsın ama filmlerde böyle oluyordu değil mi?
''Bir karın vardı dimi, restoranı işetmene izin veren. Doğru ya iyi ki hatırladım, onundu burası ama bilmiyor senin şerefsizliklerini, öğrenmesini istemezsin herhalde.'' Saçlarımdaki elini hemen geri çekti, kaybedeceklerinden ölesiye korkan omurgasız bir insana tehdit ile her şeyi yaptırabilirdiniz.
Yüzümdeki gülümseme ile yeniden arkama yaslandım, sigara elimde durmaya devam ediyordu, yanmaya devam ettiği için azalmıştı.
''Tamamdır anlaştığımıza göre şikayeti bugün geri çekersin.'' dedikten sonra ellerimi dizlerime yaslayarak ayağa kalktım ve elimdeki sigarayı dudaklarımın arasına sıkıştırarak masanın arkasına geçtim.
''Unutmadan, geçen ayın ücretini alıyorum. Malum bu ayın başında kovdun alamadım da.'' elimde tuttuğum tam asgari ücret kadar olan maaşımı katlayıp cebime sıkıştırdım. Sigaram hala dudaklarımın arasında duruyordu. Koltukta oturmaya devam ediyordu ve yüzü sinirden kıpkırmızı olmuştu ama bir şey de yapamıyordu. Çünkü götü yemiyordu.1
Yüzümdeki gülümseme ile sigarayı dudaklarımın arasından aldım ve birazdan koşarak kaçmamı gerektirecek o hareketi yaptım. Parmaklarımın arasında tuttuğum onun sigarasını kadını taciz ettiği elinin üstüne bastırarak söndürdüm ve koşarak kaçtım.
Ne yapabilirdim, hem boşuna mı söylemişler erkekliğin yüzde doksanı kaçmaktır diye. Ben de diyorum ki kadınlığın yüzde doksanı kaçmaktır.
Arkamdan bin bir çeşit ettiği küfür ve güvenliklere söylediği "yakalayın şunu" sesleri geliyordu ama ben çoktan mutfak kapısından çıkmış arkadaki konteynerlerin üstüne basarak duvardan atlamış, arka sokağa girmiştim.
Bir süre koşarak uzaklaştıktan sonra peşimden kimsenin gelmediğinden emin olduğumda adımlarımı yavaşlatmıştım. Dudaklarımda tutturduğum ıslıkla atıştıran yağmura aldırmadan yavaşça yürüyordum. Cebimden çıkardığım kendi sigaramı yakarak uzun zaman sonra ilk defa içmenin keyfini çıkarıyordum. Eğer sokaklarda yalnız kalmış bir kadınsanız kendi başınızın çaresine bakmayı öğreniyordunuz. Zorla ya da güzellikle.
Bir süre yürüdükten sonra evime gelmiştim. Tonton Hanım'ın kapısını çalsam da birkaç dakika boyunca kimse açmamıştı. Öğle saatleriydi ve bu saatlerde genelde komşular birbirine çaya giderlerdi. Onlardan birinde olduğunu düşünerek evime çıktım ve kapıyı açtım. Defne'nin odasına hiç gözümü değdiremeden banyonun yanında duran ve içi bana ait eşyalarla dolu olan tek kapaklı dolabı açarak birkaç parça eşyamı küçük, elde taşınan bir çantanın içine sıkıştırdım. Banyodan da kişisel eşyalarımın birkaçını aldıktan sonra kapıya dönerken gözümü kaçıramadım, gözüm odaya ilişti.
Duvarlar pembeydi biliyordum ama bana neden her şey kapkaranlık geliyordu.
Yarım duran kapıyı iterek açtım. Yine de içeriye girmedim kapının pervazına yaslanarak onun için özenle hazırladığımız evdeki tek oda olan odasını izledim. Her şey onun bıraktığı gibi kalsın istedim. Döndüğünde aynı bulmalıydı. Ama hemen yanımda bulunan Defne'nin komodinin üstündeki ikimizin resmini elimi uzatarak aldım. Geçen seneki doğum gününden bir fotoğraftı. Başındaki tacını ve elindeki asasını ben almıştım o gün. Yüzümdeki kırmızı takma burun ve boyalarla isteği olan palyaçoyu ona vermeğe çalışmıştım çünkü gerçeğini getirtmek çok pahalıyı. Hoşuna gider diye ben oldum demiştim. İnanmıştı, deli gibi sevinmişti, daha mükemmelinin olamayacağını söylemişti. Fotoğrafımızı da Emre çekmişti. Boynuma sarılmış asasını da kadraja sokmaya çalışıyordu ben de burnumdaki kırmızı burunla otuz iki diş gülümsüyordum. Daha sonra bu fotoğrafımızı çıkartıp odasına koymamı istemişti. Sevdiği şeylere bakmak onu mutlu ediyormuş, öyle söylemişti yani. Çerçevenin yanında annemin bir fotoğrafı vardı. Onun yanında da bir beyaz tavşan, onun yanında en sevdiği kitabı, her ne kadar daha okumayı bilmese de, böyle sıralanıp gidiyordu en sevdikleri. Fotoğrafımızı alarak çantanın içine bıraktım ve gıcırdayan kapıyı yavaşça kapattım daha sonra da evden çıktım. Çok da güvenilir olmayan gerçi içinde hiç de değerli bir şey bulunmayan evimizin kapısını kilitledim ve binadan çıkarak Yıldırım'ın evine doğru ilerlemeye başladım.
Öğrenmem gerekenler ve Defne'yi geri almak için Yıldırım'ın bana verdiği değil de benim kendime verdiğim sözler vardı. Bu yüzden emin adımlarla ilerlemeye devam ettim.
Binanın önüne geldiğimde evinin bulunduğu kata çıktım. Kapıyı çaldığımda kimse açmadı. Birkaç defa daha devam ettikten sonra hala kimse açmıyordu. Yıldırım'ı aramayı düşündüm ama numarası yoktu. Kapıyı birkaç kere daha çaldığımda yine açan kimse olmadı. Geleceğimi bilmesine rağmen evden çıkmışsa önemli olmalıydı.
Bana daha bu sabah bu evde bir yerim olduğunu söylese de eşiğinden başkası yardımı olmadan geçemediğiniz bir eve evim diyemezdiniz. Gerçi bu eve evim de demek istemiyordum ya, benim bir evim vardı ve o da Defne idi. Varlıklara çok anlam yükleyemeye gerek yoktu, insanlar kafi.
Bir süre kapının önünde oturup beklemeye karar verdim. Merdivende otururken sırtımı duvara yaslayarak bacaklarımı korkuluklara doğru uzatarak çapraz bir şekilde üst üste attım. Başımı yasladığım soğuk duvarda gözlerimi kapatarak sessizce bekledim.
Geçen yarım saatten sonra merdivenlerde bir ses duydum. Gözlerimi açtığımda gelenin Yıldırım olduğunu gördüm. Aynı pozisyonda oturmaya devam ederken merdivenden çıkışını izledim. Açıkçası sevinmiştim. Çünkü hava çok soğuktu ve bu mermer daha da soğuktu. Kıçımı üşüten soğuk mermer regl olduğumda karnımda ağrı olarak kendini gösterecekti.
Evinin bulunduğu kata geldiğinde beni kapının önünde bulmayı beklemiyor olsa gerek ki şaşırmış ve adımlarını durmuştu. “Bu kadar erken dönmeni beklemiyordum.” Cevap vermeden yalnızca omuzlarımı silkmiştim. Bir süre o da bana baktıktan sonra ''Ne yapıyorsun burada? '' diye sordu.
“Birkaç eşyamı alıp döneceğimi söylemiştim. Rahatsız olduysan...''
“Saçmalama lütfen, neden kapının önünde oturduğunu soruyorum.”
“Kapıda kaldım. Evde olacağını sanmıştım.''
''Kusura bakma acil çıkmam gerekti. Erken gelebileceğini düşünmem gerekirdi.”
Önemli değil demek amacıyla kafamı şöyle bir salladıktan sonra kapının önünde bana elini uzatmış Yıldırım'ın elini tutarak ayağa kalktım. Cebinden yine o tavşanlı anahtarlık süsü olan anahtarını çıkardı ve kapıyı açarak içeriye girdi ben de arkasından girdim. Evin sıcacık çarpan havası bütün bedenimi rahatlatmıştı. Ayakkabılarımı çıkartarak bir köşeye ayağımın tekiyle iteledim, Yıldırım ise nizami bir şekilde çıkarttığı ayakkabılarını düzeltmişti. Elimdeki çantayı bana verilen odaya bıraktıktan sonra salona dönerek kendimi koyu renkli koltuklara bıraktım.
Sıcak evin tadını çıkardığım birkaç dakikanın sonunda Yıldırım üzerini değiştirmiş rahat bir eşofman ve beyaz tişört giymiş şekilde salona döndüğünde ben de üzerimdeki mont ve içine giydiğim hırkadan debelenerek kurtulmaya çalışıyordum. Sanırım duş almış olmalıydı. Çünkü elindeki havlu ile saçlarını kurutuyordu. Yanıma gelerek o da kendini koltuğa bıraktı.
"Kurt gibi. Bir şeyler hazırlayacağım."
Kalkıp mutfağa geçtiğinde onu az da olsa görebiliyordum. Az önce çıkardığım montla hırkamı koltukta diğer tarafa iterek kendimi aşağı, yerden ısıtmalı zemine doğru kaydırdım ve oturdum, başımı da koltuğa yaslamıştım. Kedi kendime mırıldandım. "Bu eve bayılıyorum." Çıkardığım birkaç mırıltı da eklenince sıcağa yayılmış kediden farkım kalmıştı.
Sıcak zemin beni mayıştırmıştı burada uyuyabilirdim, Yıldırım beni yemeğe çağırmasaydı. Aslında çok aç değildim ama tekrar yemek hazırlamaya üşeniyordum, birkaç şey atıştırabilirdim. Kalkarak mutfak masasına ilerledim ve oturdum. O da karşımda oturuyordu. Önümde bir tabak domates soslu makarna duruyordu. Eğilerek kokladım, kesinlikle bu adam yemek işini beceriyordu.
"Bayılırım." Tamam atıştırma planı yattı, hepsini yiyeceğim.
"Sanmıyorum, Aysu ailesinin evindedir, Damon ve Güneş de bir yerlerde."
"Hepiniz burada yaşıyorsunuz sanmıştım."
"Aslında burası benim evim ama sık sık bir araya gelmemiz gerektiği için onlar için de birer oda var.''
''Neden bir araya gelmeniz gerektiğini merak ediyorum doğrusu. Artık bana bir şeyler tesadüf gelmiyor. İyiler tarafında bulunan dört kişi, ki birinin süper güçleri olması olayına hiç girmiyorum bile, sık sık bir araya geliyorsunuz, garip. Neyse sizin arkadaşlık bağlarınızdan önce halletmemiz gereken çok konu var.''
''Direk konuya gel çok uzatma diyorsun yani.''
Ağzımdaki makarnayı hızlıca çiğneyip yuttum. Dudaklarıma bulaşan sosları da elimdeki peçete ile temizledikten sonra cevap verdim. O ise makarnasını yemiyor sadece konuya odaklanmış gözüküyordu. Sanki aç olan benmişim de o bana eşlik ediyormuş gibi duruyordu. Çatalımla tabağını gösterdim. ''Yesene, çok güzel olmuş.''
Hafifçe gülümseyerek ''Afiyet olsun'' dedi.
''Direk konuya gelmek zorundayım. Her şey o kadar karmaşık ve her köşeden bilmediğim o kadar olay çıkıyor ki ne yapacağımı şaşırıyorum. Tamam, bir anda bunlara hakim bir şekilde doğmuş gibi olamam ama bana hak vermek zorundasın, karşıma çıkan her olayda birileri benim yanımda olamaz ve bilmediklerimle baş edemem. Kardeşimi benden alanlarla burada oturarak savaşamam.''
''O geceden başla mesela. Hoparlörden çıkan ses kime aitti, adını verdi, seni nereden tanıyor, olayınız ne yani, ya da Aysu? Aysu ya, daha büyük bir şey olabilir mi? Tamam bizi kurtardı eyvallah da yani kız boğazdan aldığı suyla havada küre yaptı, havada! Onun olayı ne? Mesela sana şu içeriden bilgi veren adam ona ne kadar güveniyorsun ki, bak işte boka sardı. Seni bir anda tehditle yanımdan aldılar, kimdi o konuşanla aynı kişi mi? Anlayacağın aklımda o kadar soru var, zihnim o kadar karışık ki tahmin bile edemezsin. Sen anlatmaya başla ben bir yerden yakalarım.''
''O zaman en basiti Aysu ile başlayalım.'' kafamı sallayarak onayladım, makarnamın sonunu yedikten sonra kalkarak dolaptan soğumuş bir şişe şarap çıkartarak Yıldırım ve kendime doldurdum ve yerime oturarak dinlemeye başladım.
Parmaklarımın arasında çevirdiğim kadehle söyleyeceklerini merakla dinliyordum. ''Aysu bir büyücü.''
''Büyücü?! Pekala.'' kafama diktiğim kadehten sonra yenisini doldurdum.
''Güçleri var yani, Freya'nın soyundan geldiğini söylemiştim, onda ortaya çıkan güçler. Bu çok nadir olur. Çünkü koruyucular yaratılalı yıllar hatta asırlar oldu, dünya ilk kurulduklarında varlardı. Güçler nesilden nesle geçerken azaldı ve artık güçleri olan çok kişi kalmadı, bu yüzden her biri çok önemli özellikle karşı taraf için. Aysu'yu da kimse bilmiyor, bu bilgiyi koruyoruz.''
''Çünkü öğrenirlerse her iki tarafta kendi çıkarları için kullanmak isteyecekler, iyiler de kötüler de, anladım.''
''O gece riske attı kendisini yani.'' Bunu yapma amacında da kesinlikle Yıldırım geliyordu. Aralarında güçlü bir bağ vardı.
''Evet birilerinin görmüş olabilme ihtimalini arıyoruz. Özellikle senin dediğin gibi o hoparlörden gelen sesin görme ihtimalini arıyoruz.''1
''O kim yani korkulması gereken bir kişi mi? Bu işlerin başında olduğunu anlamak zor değil ama seni tanıyor. Tanıyor dimi?''
''O gece orada gerçekten bir davet vardı ve kardeşin gerçekten de oradaydı.'' Söyledikleriyle yerimde dikleştim. ''Ama birisi bizim geleceğimizi haber uçurmuş olmalı. O kişi, başlarındaki liderleri de diyebileceğimiz birisi ve evet haklısın tanışıyoruz. Geceyi organize eden de oydu, kardeşini alan da; Atlas İstiklal.''
''İsmi öyledir, kendisi de öyleydi ta ki karşı tarafa geçene kadar. Aslında bizim tarafımızdaydı ama her zaman kaybedeceğimizi düşündüğü için kişisel hırsları ve çıkarları ile kötülere dahil oldu, yaptığı pisliklerle hızla yükseldi. Şuan o grubun taptığı liderlerinden birisidir. Aysu'dan şüpheleniyordu, bu yüzden sürekli peşimizde ama hiç açık vermemiştik, o gece verdiğimizi düşünüyoruz. Beni takip ettiğin gece onunla görüşmek için orada bulunuyordum ama sen de içeriye girip o geçidi kullanabilince seni fark ettiler. Mahi, o geçidi sıradan insanlar kullanamazlar.''
''Ne demek bu? Ne demek sıradanlar kullanmazlar?''
''Sakin ol.'' kadehimde bulunan şarabı tekrar kafama diktim. Yeterli gelmiyordu belki de şişeyi dikmeliydim.
''Kaçma sebebimiz oydu. Seni içeriye girdiğin ilk an fark ettim. Onlar öğrenmesinler fark etmesinler istedim ama her şey için çok geçti. Sen kendi ayaklarında geldin oraya. Kardeşini bu yüzden aldıklarını düşünüyoruz. O geçidi kullanabildiğin için bizden biri olduğunu düşünüyorlar. Kardeşinde de ortaya çıkmamış güçler olabileceği, önemli bir soydan gelebileceğinizi düşündükleri için aldılar onu. Çünkü senin herhangi bir yerde evlatlık olduğuna dair hiçbir kanıt yok. Öz kardeşin olduğunu düşünmüş olmalılar ve onu almak benim yanımdaki seni almaktan daha kolaydı.''
''Tabi ki onu almak daha kolaydı." Tanrım, savunmasız küçük bir çocuktu o. Yatağında masumca uyurken onu almak elbette kolaydı.
''Evet, üzgünüm. Atlas sıradan bir insan, bizden birisi değil. Bu olayların içine girdiğinde senin şimdi bildiğin kadarını bile bilmiyordu. Hiçbir gücü yok, kimsenin soyundan değil, kendi hırsları ve arzuları için herkesi harcayabilecek kadar tehlikeli birisi.''
''Onu iyi tanıyor gibisin. İyi taraftaydı dedin, neden karşıya geçti?''
''Doğru söylüyor Mahi, iyilerin sayısı çok azaldı. Biz bu savaşı daha önce kaybettik, çok büyük kayıplar verdik. Çoğu soy, çoğu aile kaybetti, yok oldu, herkes sevdiklerini kaybetti. İyiler yok olmak üzere, kalanlar saf değiştiriyor. Çünkü korumak zorunda oldukları, kaybetmekten korktukları kişiler var. Biz direniyoruz. İyiler tarafında o kadar kimse kalmadı ki açık açık direnen en kalabalık grup biziz. Dört kişi en kalabalık grup, durumu sen düşün. Kaybedeceğimizi düşünüyor. Birkaç eski söylentiyi kullanarak yükseldi. Onu yenmekle de kazanamıyoruz çünkü bizim esas savaşımız tüm kötülerle ve o yalnız değil.''
''Yani diyorsun ki bir adam, hem de tamamen sıradan bir adam ama tüm dünya onun yanında kardeşin de onun elinde ve biz tüm dünyaya savaş açmış kişileriz.''
''Yani diyorum ki biz bu savaşı daha önce kaybettik, bir sıfır gerideyiz ama tekrar kaybetmeyeceğiz.''
Bu dünyadaki iyiler ve kötülerin arasındaki savaşın tam ortasına Defne ve ben bodoslama dalmıştık ve efsanelere konu olan bu yaşamların arasında kendimize zorla bir yer edinmiştik. Karşımdaki yeni hayatım, bilmediğimiz çok fazla gizeme ev sahipliği yapıyordu.1
Okur Yorumları | Yorum Ekle |