13. Bölüm

AERDUİN'İN KAYIPLARI

Merve Gündoğmuş
mervegndgms

İyi okumalar!

"O yaranın sorun çıkarmayacağından emin misin?" Morrigan önünde emin ve güçlü adımlarla yürüyen Eamon'ı süzdü. Yarası derin olmadığından daha ilk dakikalarda kapanmış olsa da siyah, zikzaklı ve kötü kokulu bir iz kalmıştı. Morrigan bunun kötüye işaret olmasından kuşkulanıyordu.

Eamon "Bizim yaşlarımızı üçe katlayacak feylerin dahi bir Snag görme şerefine eriştiğini sanmam, oldukça şanslıyız sanırım" diyerek güldü. "Onlar hakkında eski yazıtları okumuştum. Malekith'in onları lanetli topraktan, kan ve gölgeden yarattığı yazar. Sayıları yalnız bir düzinedir. Koşulsuz şartsız itaat ederler, efendilerinin mutlak hükmü için savaşan ve yöneten komutanlardır. Okuduğuma göre sadece çok kuvvetli büyülerle öldürülebilirlermiş." derken omzunun üzerinden kıstığı gözlerle Morrigan'ı süzüyordu.

"Yani bu kolundaki yaranın minik şeytanlarla dolu bir gölge-iltihap kapma ihtimali olduğu anlamına mı geliyor?" dediğinde hala Eamon'ın kolunun arkasındaki yarayı dikkatli gözlerle izliyordu.

Savaşçı "Iğh, tanrılar korusun. Hayır." diye sızlandığında kahkahasını tutmak için çabaladı.

"Muhtemelen bu onlardan biriyle karşılaştığıma dair ebediyen kalacak bir izden başka bir şey değil, bir çeşit damga gibi. Daha önce aldığım benzer yaralar oldu." dediğinde Morrigan bu yaraları görmek istese de bunun uygunsuz olacağına karar vererek genç ve tecrübesiz bir kız gibi davranmamasını söyleyen iç sesine uydu.

O sesi ara sıra dinlemesinin iyi olacağına karar verdi.

Morrigan hiçbir şey demeyerek gökyüzüne baktı ve hissettiği rahatlamayla derin bir nefes aldı, sorun yoktu öyleyse.

Başının üzerinde gökyüzünü, geceyi veya gündüzü, güneşi veya ayı görebildiği, kendisinin ve yanındakilerin canlı kalabildiği her gün için şanslı hisseder olmuştu artık.

Her ne yaşanırsa yaşansın, insanın sahip olduklarına şükredebilmesi ve elindekilerin değerini anlaması için bir şeyleri yitirmeyi beklemesi ne de büyük bir aptallıktı. Halbuki henüz fırsatı varken, yapabiliyorken sahip olduklarını takdir etmeliydi, onlar da elinden kayıp gitmeden ve yitirilmeden.

Bu farkındalık bir lütuf olduğu kadar bir cezaydı da, zira sahip olunanları ve yanındakileri saatler içerisinde bile kaybetmek gülünç derecede kolaydı bu hayatta.

Düşünceleri batmak üzere olan günün son ışıklarının yüzüne vurmasıyla bölündü. Geceyi bulundukları konuma yakın olan bir kasabada geçireceklerdi. Kulağa açıkta kamp yapmaktan çok daha güvenli geliyordu, düzgün bir yatağın konforuna da asla hayır demezdi doğrusu.

Yollardan uzak durdukları için Eamon'ın kafasında kurguladığı hayali rotaya ait patikayı takip ediyorlardı. Güneş batmaya yüz tutmuşken o patika onları büyük ve kalabalık bir kasabaya çıkardı.

Aerduin başkente bağlı olan kasabaların en büyüğüydü, yolculuklarının da ilk durağı olacaktı. Halkının ana geçim kaynağı odunculuk ve ahşap işlemeciliğiydi zira sık ormanlarla çevrili bir kasabaydı. Doğal güzelliği de eşsiz olduğundan her daim kalabalıktı, gündüzleri gezmek geceleriyse eğlenmek için iyi bir yerdi. Sokaklarında her daim kahkahaların yankılandığı, yaşayan bir yer olduğu söylenirdi.

Morrigan'ın kasaba hakkında duydukları veya bildikleri bunlardan ibaretti. Ancak oraya adımlarını attıklarında yanlış yerde olduklarını veya duyduklarının başka bir yer için söylenmiş olabileceğini düşündü.

Sanki o neşeli ve yaşama sevinciyle dolu kasabanın üzerine görünmez, rahatsız edici bir atmosfer yerleşmişti. Etraftaki hava kasvetliydi, gözlerinin görebildiği hiçbir yerde kasaba halkından bir iz yoktu. Evlerin ışıkları yanmıyordu, yanan tek tük ışıksa taverna, şifahane gibi yerlere aitti.

Eamon kaşlarını çatarak "Bu hiç doğru görünmüyor. Tavernada kalmaya ne dersin, hem bu sessizliğin nedenini de öğrenmiş oluruz." dediğinde diken üzerinde hissettiği her halinden belliydi.

Morrigan içini çekerek "Başka da bir şansımız yok gibi zaten." dediğinde aynı güvensiz his onu da pençesine almıştı.

"Başkente bu kadar yakın bir yerde tanınmamaya özen göstermeliyiz, bu yüzden pelerinin yüzünü gizlediğine emin ol. Olabildiğince az şey paylaşmak en doğrusu olacaktır. Yine de zorunda kalırsak onlara kasabanın ününü duyarak gezmeye gelmiş bir çift olduğumuzu söyleyebiliriz." dediğinde Eamon'ın ifadesi yumuşasa da yüzünde bir karmaşa görünür gibi olup kayboldu.

"Pekala, sanırım bu uygun olacaktır." diye mırıldanarak kasabanın merkezinde yer alan tavernaya doğru ilerlemeye başladığında bu yalnız yolculukta yanında olabilecek gerçek bir eşi olsaydı ne de hoş olurdu diye düşünüyordu.

Tabii bunun için önce Geçiş'ini tamamlamalıydı, günü geldiğinde her şeyiyle yetişkin olan ölümsüz fey bedenine kavuşacaktı. Ancak henüz buna hazır değildi, daha büyüsünü bile kullanamıyordu. O gün gelene kadar, ruhsal ve bedensel gelişimi sürecekti. Bedeni bir süre daha yetişkin bir feyin kudretli gücünü kullanabilmekten çok uzak olacaktı.

Eamon'ın eşi olduğunu hayal etmekse boğulur gibi olmasına sebep olmuştu. Etrafında çoktan güçlü, alaycı ve kibirli bir erkek vardı ve ona fazlasıyla yetiyordu.

Edric bunu duysa bir sonraki şafakta Morrigan'ı pestili çıkana kadar döverdi. Bu düşünce gülümsemesine neden oldu, Edric'i şimdiden çok özlemişti.

Tavernanın kapısına geldiklerinde içeriden gelen hafif mırıltılar eşliğinde Eamon, Morrigan'ın geçmesi için kapıyı tuttu.

Uzun hayatı boyunca erkeklerin arasında savaşan ölümsüz bir savaşçı için şaşırtıcı şekilde nazikti. Ona teşekkür ederek içeri girdiğinde tavernadaki mırıltılar bıçak gibi kesildi. Tavernada birçok fey vardı ve şimdi hepsi düşmanca, şüpheci bakışlarla onları süzüyordu.

"Ah, mükemmel bir karşılama... Bir çift ucube için." dediğinde Eamon sırıttı, prensin bununla sorunu yok gibiydi.

Pelerininin gölgelediği yüzünde yalnızca biçimli dudaklarının aldığı şekil görülebiliyordu. Bu hali daha da tehlikeli görünüyordu, etrafına yaydığı enerji ürkütücüydü. Şu halleriyle suikastçılara veya kiralık katillere benziyor olmalılardı ve eh, dik dik bakmak konusunda haksız sayılmazlardı.

Etraflarındaki her bir çift göz farklı bir hisle onlara bakıyordu sanki. Bazıları düşmancaydı, bazıları temkinli... Sessiz adımlar eşliğinde boş bir masaya oturdular, mırıltılar hafif hafif devam ediyordu şimdi. Kalın pelerinler ardında saklanan ve birçok silah taşıyan iki yabacının gelişi kasaba sakinlerini tedirgin etmiş gibi görünüyordu.

Biraz sonra orta yaşlarda olduğu belli olan bir dişi fey onlara doğru yaklaştı, düşmanca bakışlarını üzerlerine dikmiş olsa da sakince ne alacaklarını sordu.

Eamon kuru bir sesle "Önce yemek, sonrasında da bir oda." diye kısaca cevapladığında Morrigan ona ters ters baktı, tabii keşke pelerini yüzünü kapatıyor olmasaydı. Tanrılar adına... Kısa, buyurgan savaşçı diyaloglarıyla kimseden bilgi alamayacaklarından oldukça emindi!

Bu yüzden "Kasaba her zamankinden daha boş gibi gözüküyor, bu yüzden oda bulmakta sorun yaşamayacağız sanırım." diyerek kadına gülümsedi. Yüzü ve gözleri gölgeler ardında olsa da dudaklarının özenle ayarlanmış gülümsemenin sıcaklığını bir nebze iletmesini umdu.

"Buranın ziyaret etmeye değecek çok güzel bir yer olduğu söylenmişti bize. Gündüz ve gece eğlencenin hep sürdüğü neşeli, şirin bir yer... Şimdi neden böyle peki? Buradakiler çok... tedirgin görünüyor." dediğinde sesi gerçekten de üzgün çıkmıştı. Çok yakın zamana kadar huzurla dolu olan, barışçıl diyar ne hale geliyordu böyle? Kötülük; lanetinin erişebildiği her yeri çürütüyor, renklerini ve mutluluğunu çalıyordu sanki. Morrigan'ın dünyası günden güne soluyor gibiydi.

Dişinin yüzündeki düşmanca ifade yerini tedirginliğe bırakırken kötü haberlerin geleceğinin işaretini görür gibi oldu, kalbi tekledi. "Bir süredir etrafta habis yaratıklar dolanıyor, eski hikayelerden fırlamış yaratıklar. Bu yüzden ziyarete gelen kimse yok, daha önce gelenlerse apar topar ayrıldılar. Kasaba sakinlerinden bazıları o şeylerin görünmeye başlamasından sonra ortadan kayboldu." İçini çekti. "Ormanda güvensiz, rahatsız edici bir hava var. Sanki kötülük ve belanın nahoş kokusu dört bir yanda geziniyor. Bu yüzden artık kimse ortalıkta dolanmaya cesaret edemiyor."

Kasaba sakinlerinden bazılarının kaybolduğunu duyduğunda boğazına safra yürüdü. Halkının başına neler geldiğini hayal ederken başı döndü, kusmak istedi. Diyarın prensesi olarak elinden hiçbir şey gelmiyordu, onlara yardım edemiyordu.

"Sahi, böyle bir durumda siz nereden geldiniz ve nereye gidiyorsunuz?"

Sonunda Morrigan'ın beklediği soru gelmişti. Derin bir nefes alıp sakinleşerek konuşmaya devam etmeliydi. "Aslında... Biz Diyar'ı geziyorduk. Kasabanın ününü de gezdiğimiz yerlerden birinde duyduk. Gelip birkaç gün bahar kutlamalarında eğlenmenin güzel olacağını düşünmüştük." Üzgün bir ifadeyle dudaklarını büktü. "Kasaba halkından kayıp olanlar, bunu duymak çok üzücü... Peki askerler onları arıyorlar mı?"

Minik hikayesi kadının aklındaki bazı soru işaretlerini gidermişçesine dişinin yüzündeki düşmanca ifade bir nebze kırıldı. Bu iyiydi, önlerini görebilmek için bilgiye ihtiyaçları vardı.

"Askerler mi? Ah hayır, kayıp feylerin aileleri durumu bildirmiş olsalar da askerlerin çoğu... Hiçbir şey yapmaya yanaşmadılar." Şimdi yüzünde katıksız bir öfke kol geziyordu, o gözlerdeki öfke hedefini yakıp kül edebilirdi. "Caladwen Meydanı'ndaki saldırıyı duymayan kalmadı, siz de biliyor olmalısınız. O günden beri söylentiler dolaşıyor. Diyorlar ki... Kral ve ailesi ölmüş. Dük Andohir'in yeni kral olmak için hazırlandığını, ordunun bir kısmının onu desteklediğini söylüyorlar. Söylentilere göre bu destek gitgide büyüyormuş."

Hayır, hayır... Edric her şeyi yoluna koymak için en çok o orduya güveniyordu. O askerler onlar için çok güçlü bir destek olacaktı, bu hiç iyi değildi. Hem de hiç.

Ayrıca Dük, kral ve ailesinin ölümünü henüz resmi olarak duyurmamış olsa da söylentileri onun yaydığı aşikardı.

Tedirgin ifade tekrar dişinin güzel yüzünde yerini bulmuştu. "Karşılaştığımız askerlerin bir kısmı donuk, sessiz ve biraz... Nasıl desem, tuhaflardı. Açıklayamam ama etraflarında bulunmak huzursuz ediciydi. Kayıplardan bahsettiğimizde hiçbir tepki vermediler, sanki ortadan kaybolan bizzat onların halkı ve kardeşleri değildi. Kalan az sayıdaki askerler ise normaldi, bu olanlara anlam veremiyorlardı. Ancak resmi bir emir almadıklarından geniş çapta herhangi bir arama da başlatılamadı."

"Bu durumda kasaba halkı ve... Bahsettiğin durumda olmayan askerler bir şeyler yapmayı planlıyorlar mı?" Eamon'ın elleri önlerindeki masanın üzerinde birer yumruk haline gelmişti şimdi, soruyu sakince sorabilmek için büyük çaba sarf etmiş gibi görünüyordu. Asırlardır Diyar'da oradan oraya giderek halkını koruyan bir askerdi, bunları duymak onun için daha da beter olmalıydı. Bir asker korumak için yemin ettiği halkını böyle bir durumda nasıl yüzüstü bırakırdı?

Kadın ondan gelen tehlikeli havayı hissettiğini belli edercesine gergin bir sesle "Şafakta bir grup dağılarak arama yapacak." dedi. İmalı bir ses tonuyla "Silahlarınıza ve hikayenize bakılırsa orman veya onun tehlikeleri hakkında deneyimsiz değilsiniz, neden katılmıyorsunuz? Yardımınız dokunacağından eminim." Yüzü asıldı, gözleri akmayan gümüşi yaşlarla parlıyordu şimdi. "Benim en yakınlarımdan biri de kaybolanların içinde, ismi Vena... On yıllardır dostumdu, nazik ve sakin bir dişiydi. Onun için korkuyorum, ya ona..."

Dişinin sesi cümlenin sonuna doğru hüzünlü bir fısıltıya dönüşmüştü, ağlamamak için dudaklarını sıkıca birbirine bastırarak başını çevirdi. Morrigan şimdi aynı hüznün onun yüzüne de yerleştiğinden emindi. Sevdiği birini kaybetme korkusunun ne olduğunu o da deneyimlemişti, anlayabiliyordu.

Bu yüzden Eamon'a baktı. Savaşçı sanki yüzünü örten kalın kumaşın arkasındaki bakışlarını okumuş gibi başını onay verircesine salladı.

"Öyleyse biz de yardım etmek istiyoruz." dediğinde kadın belli belirsiz gülümsedi ve "Kim olduğunuzu veya neye benzediğinizi bilmesem de, hikayenizin uydurma olduğundan emin olsam da tanrılar bana size güvenebileceğimi söylüyor, bu yüzden çok da umurumda değil. Yardımınız için teşekkür ederiz. Şafaktan önce kasabanın kuzey ucundaki ulu meşenin altında toplanacağız."

Kadın arkasını dönüp uzaklaşmaya başlamıştı ki durdu, omzunun üzerinden onlara bakarak "Bu arada, ismim Loriel." dedi ve yürümeye devam etti.

Sonrasında hızlıca kayboldu ve biraz sonra iki tepsi dolusu yemekle geri geldi. Loriel'le aralarında geçen konuşma birçok kişinin göz hapsi altında gerçekleşmişti, hassas kulakları her cümlelerini duymuştu elbette. Anlaşılan izleyicileri bu konuşmanın fena geçmediğine karar vermişlerdi, çünkü etraflarındaki bakışlar hala merakla süzüyor olsalar da en azından düşmanca değillerdi.

Morrigan önündeki tepsiye baktı. Üzerinde dumanı tutan bir güveç, bolca ekmek, çorba, çörekler, tatlı ve meyveler vardı. Midesi bu leziz görüntü karşısında pes edip guruldadığında çoktan yemeğine yumulmuştu bile.

Eamon bir yandan hızlıca atıştırırken Morrigan'a "Tahmin etmek zor olmasa da kaybolanların bulunması ve akıbetlerini öğrenebilmek iyi olurdu. Kalabalık yerleşim yerlerine yaklaşarak insanları kaçırmak Myrler için mantıklı sayılmaz, burnuma kötü kokular geliyor." dediğinde prensesin tadı kaçmıştı. Elindeki ekmeği bırakarak geri çekildiğinde Eamon otoriter bir sesle "Eğer şafakta bir arama ekibine katılacaksak enerjiye ihtiyacın olacak, Morrigan. Bunu ilk eğitim günümüz olarak düşüneceksen hatırlaman gereken ilk kural: Yemek bulduğunda yiyebildiğin kadar ye, bir daha ne zaman fırsatın olacağını bilemezsin. Ve guruldayan bir mideyle hiçbir şey yapamazsın. Kendine ve başkalarına yardım edeceksen ilk önce en iyi halinde olmalısın."

Eamon'ın otoriter sesi ve ciddiyeti karşısında şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırsa da haklı olduğunu biliyordu, bu yüzden kendini zorlayarak yemeye devam etti.

Ah, yemek gerçekten lezzetliydi. Ağzındakileri yutmaya çalışırken çoktan önündeki tepsiyi silip süpürmüş olan prense "Peki sence o askerler, Loriel'in anlattıkları yani... Onlara ne olmuş ki kendi kardeşlerinin kaybına duyarsız kalmışlar sence?" diye sordu, bu durum kafasını kurcalıyordu.

Bu sefer yüzü asılan Eamon'dı. Oturduğu yerde sıkıntıyla homurdanarak arkasına yaslandığında sandalye ağırlığı altında gıcırdadı. "Bunun üzerine düşünüyordum, bir çeşit kara büyü gibi duruyor ancak emin değilim. Senin de bildiğin gibi, türümüz asırlardır bir diğerini kardeşi bilerek yaşar. Bu hep böyleydi, bu krallığın askerleri de kardeşlerini korumayı görev bilen feylerdir. Eğer bu duruma geldilerse, bunun tek açıklaması bu olabilir sanırım." dedi ve dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı, Morrigan'a öfkeden titriyor gibi gelmişti.

"Öyleyse, Dük karanlığa bu derece batmış olabilir diyorsun, ha? Umarım Edric iyi olur, bu durumdan haberi bile yok." Cümlesinin sonuna doğru sesi kısık bir fısıltı halinde çıkmıştı. Endişeleniyordu, ağabeyini de kaybedemezdi.

Eamon ona doğru eğildiğinde hoş ve erkeksi kokusu onu sarmaladı. Bir an elini hafifçe kaldırarak ona doğru uzatır gibi olsa da hızlıca yine yumruk yaptı. "Edric iyi eğitimli bir savaşçı, üstelik bu diyarın veliaht prensi. Düşmanları bol olacaktır, ancak dostlarından fazla değil. Onun için korkmana gerek yok, Morrigan."

Prens haklıydı, Edric'in seveni ve destekçisi çoktu, değil mi? Öyleyse bununla da baş edebilirdi. Etmek zorundaydı, başka şansı yoktu. Tıpkı Morrigan'ın evini terk ederek bu yolculuğa çıkmaktan başka çaresi olmadığı gibi.

Prenses cevap vermedi, yemeğin geri kalanında ikisi de sessizlerdi. Sonrasında Eamon ayağa kalkarak üst kata çıkan merdivenlerin başında bekleyen Loriel'in yanına doğru ilerledi. Dişi fey hızlıca merdivenlerden çıkarak onlara odalarını gösterdi. Gizlilik ve sakinlikten hoşlanacaklarını düşünmüş olmalıydı ki binanın en ücra köşesindeki odayı onlar için ayarlamıştı. Koridorun sonundaki odanın önüne geldiklerinde Loriel "Bir şeye ihtiyacınız olursa bana seslenebilirsiniz, şafakta görüşmek üzere." diyerek hızlıca ortadan kayboldu.

Eamon, Morrigan'ın içeri girmesi için kapıyı tuttuğunda prenses gerçekten tuhaf hissetti. Pelerini hala yüzünü kapatan savaşçıya bir bakış attıktan sonra odaya girerek göz gezdirdi. Büyük -ve tek- bir yatak, küçük bir koltuk, bir dolap, masa ve sandalyeler ile yatağın yanındaki şifonyerin üzerinde duran mumlarla büyük, sade ama temiz bir odaydı. Yatağın dayandığı duvardaki kapı da banyoya ait olmalıydı.

Eamon, Morrigan'ın arkasından girerek kapıyı kapattığında Morrigan'ın kalbi tekledi. Savaşçının duymamış olduğunu umarak birkaç derin nefes aldı. Daha önce hiçbir erkekle aynı odayı paylaşmamıştı, elini kolunu nereye koyacağını unutmuş gibiydi.

"Şafağa kadar mümkün olduğunca dinlenmemiz gerek. Sen yatakta yatabilirsin, ben koltuğu alacağım. Umarım mum ışığında uyumayı sorun etmiyorsundur zira karanlıkta uyuyamam."

Savaşçıya karanlıkta neden uyuyamadığını sormak istese de bunu başka zaman yapacaktı, sabahında aramaya katılmayacakları bir gün belki de. Veya onun kendiliğinden anlatmasını beklerdi. Bu yüzden Morrigan koltuğa bir bakış atarak "Mumlar sorun değil, ancak o küçük şeye sığmayacağından eminim o yüzden ya koltukta ben yatacağım ya da yatakta yanımda yatman gerekecek. Sabah koltuğun şeklini almış halde uyanırsan vicdan azabı çekerim." dedi. Yanaklarına hücum eden kanı hissetse de umursamadı.

"Geçmişte çok daha kötü koşullarda, çok daha küçük yerlerde uyumam gerekti. Koltukta yatacağım, sen de yatakta yatacaksın." Eamon belli ki inatçı ve dediğim dedik tiplerden biriydi ancak Morrigan ona pabuç bırakmayacaktı.

"Umrumda değil, eğer dediğim gibi olmayacaksa ben de yatakta yatmayacağım. Yer gözüme fena gözükmüyor." Pelerininin kapüşonunu geriye atarak savaşçıya meydan okuyan gözlerle baktı.

Eamon pes etmiş gibi bir nefes vererek kapüşonunu indirdi. Savaşçının onun gözlerinin içine bakan gözlerinin yeşili birkaç ton koyulaşmış gibiydi. Morrigan o gözlerde gördüğü şeyin ne olduğundan emin olamadı ancak kalbi heyecanla titredi.

"Koltukta veya yerde yatmana müsaade edemem, prenses." Savaşçı bunu diyerek Morrigan'a konumunu ve tahtını anımsatıyordu. Pekala.

"Eh, o zaman yatakta yatıyorsun." derken banyoya doğru ilerledi. Pelerinini çözerek yere attığında savaşçı homurdanarak ofladı. Morrigan kıkırdadı, banyoya girerek kapıyı arkasından kapattı.

Suyu açtı, derin bir nefes alarak yüzünü soğuk suyla yıkadı ve aynaya baktı. Gümüşi saçlarının birkaç tutamı ıslak yüzüne yapışmıştı. Yüzüne yerleşen, onu olduğundan yaşlı gösteren görünmez bir şeyler vardı sanki. Gözleri eskiden olduğu gibi neşeyle parlamıyordu artık. Bir günde muzip bir kız çocuğundan dünyanın yükü omuzlarına binen genç bir kadına dönüşmüştü sanki.

Bunu ona yapanları yakıp küle çevirecekti. Zamanı geldiğinde.

Şimdi gözleri alev alev yanıyordu, bakışları hançerlerinin çeliği kadar sert ve keskindi. Güzel, bu öfkeyi hep diri tutacaktı.

Bir kez daha yüzünü yıkayıp hızla banyodan çıktı. Odaya girdiğinde Eamon'ı yatakta somurtarak oturur buldu. Asırlardır yaşayan bu savaşçının böyle bir şey için çocuk gibi somurtması Morrigan'ı gerçekten eğlendiriyordu. Sanki içinde durduğu karanlığı anlık olarak aydınlatan ışıktı onunla geçirdiği bu anlar.

"Of, o kadar kötü mü yani? Savaşçı sefaleti gereği koltukta her yerinin tutulmasını tercih eder gibisin." diyerek ona takıldı.

Eamon "Sadece... bu zamana kadar yalnız olmaya, yalnız uyumaya alışmıştım. Birinin yanı başımda atan kalbinin sesiyle uyuyacak olma fikri tuhaf geliyor." dediğinde ona samimi gülümsemeyle bakarak "Eh, benim için de öyle ama belli ki bu değişmek zorunda. O yüzden haydi bu fikre hızlıca alışalım çünkü şafağa kadar uyumak niyetindeyim." diyerek esnediğinde bulduğu karşılık bir homurtuydu.

Morrigan gülerek yatağa oturdu, ayakkabılarını çıkardı. Bileğindeki bir tokayla saçlarını başının tepesinde alelade bir topuz halinde topladı. Boynundaki kolyeyi çıkararak yanı başındaki komodinin üzerine yerleştirdi. Yastığını alarak memnuniyetsiz bir ifadeyle kokladı. Temizmiş gibi kokuyordu ama gerçekten temiz miydi acaba?

Bu halini gören Eamon kıkırdadı ve üstündeki silahları sırayla çıkarmaya başladı. Bir kılıç, ölümcül güzellikte siyah çelikten iki hançer, kıyafetine gizlenmiş bir sürü ufak bıçak, sağ elinin yüzük parmağına taktığı kraliyet armasını taşıyan ve gizli bir mekanizması olan gümüş yüzük, botlarının içine gizlediği küçük hançerler, omuzlarına dökülen saçlarını toplamak için kullandığı gümüş bir toka... Eamon bir cephanelik gibi geziyordu. Morrigan çıkan silahlara hayretle bakakalmışken Eamon güzel siyah hançerlerden birini alarak yastığının altına yerleştirdi ve "Ne olur ne olmaz..." diye mırıldandı.

Morrigan bu adamla cehennemin en sefil katına doğru yolculuğa çıkıyor olsa da güvende hissedebileceğini düşündü. Bu düşünce derinlerde bir yerde onu çok memnun etmişti. Kendisini yatağa bırakarak yastığa başını koydu, çok uykusu vardı. Göz kapakları uyanık kalma emrini görmezden gelerek kapanmaya başladığında Eamon'ı izliyordu.

Savaşçı haşmetli hareketlerle gömleğini ve ayakkabılarını çıkararak yatağa, yanına uzandığında orman ve sıcak korları anımsatan kokusu Morrigan'ı kucakladı ve huzurla doldurdu. Yatak çok büyük sayılmazdı, prensten yayılan sıcaklığı dahi hissedebiliyordu. Eamon'ın düzenli, güçlü kalp atışları dünyanın en doğal ve ahenkli ninnisi gibi geliyordu şimdi. Bu sese kulak vererek kendini şafaktaki aramaya kadar uykunun kucağına bıraktı.

Tekrardan merhaba, aramıza yeni katılanlar olduğunu görüyorum. Hoşgeldiniz :3 Bölümü umarım beğenmişsinizdir, oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Eğer bu bölüm için 10 yorum sınırına ulaşabilirsek Pazartesi günü bir mini bölüm daha yayınlayacağım ehehe 😊 Beğendiyseniz çevrenizle paylaşmayı unutmayın bölüm günlerimiz Çarşamba ve Cumartesi, o zamana dek hoşçakalınn ^^

Bölüm : 28.08.2024 15:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...