43. Bölüm

ARINMA

Merve Gündoğmuş
mervegndgms

Söz verdiğim gibi, bu sefer erkenciyim :) İyi okumalarr

Elamire ve Collin'in ölümü, Morrigan'ın o karanlığın içindeki hayali gördüğünden beri hissettiği ve içten içe bildiği bir şeydi. Bunu ancak şimdi fark edebiliyordu, hatta bu sebepten olacak ki Alvaro'nun dudaklarından dökülen sözcükler yavan bir onaylamadan başka bir şey olamamıştı.

Çok sevdiği, yakın zamana kadar bu hayatta sahip olduğu yegâne şey olduğuna inandığı ailesinden geriye kalan tek kişi Edric'ti artık. Anne ve babası için çok geç kalmış ve onları ebediyen kaybetmişti. Elamire ise bebekliğini, çocukluğunu ve sonraki tüm yılları beraber geçirdiği; her şeyi beraber yaptığı kişiydi, en yakın ve tek arkadaşıydı. Onu ve eşini de kurtaramamıştı.

Edric'i mutlaka kurtaracaktı.

İntikamını alması gereken kişilerin listesinin daha fazla kabarıp kalabalıklaşmasına izin vermeyecekti. Alvaro'nun verdiği ölüm haberiyle birlikte sanki ölümün sevdikleriyle bağlarını koparışını fiziksel bir acı gibi duymuş, tıpkı o karanlığın içinde gördüğü kendisi gibi bağıra çağıra ağlamak istemişti. Öyle de olacaktı aslında, ta ki Morrigan bir şeyi fark edene kadar.

Şu ana kadar her kaybı, her mağlubiyeti için göz yaşlarını cömertçe dökmüştü. Bu sefer de öyle yapabilirdi ve kimse onu yadırgamazdı aslında. Ancak ağlamak, acısını haykırmak ve yas tutmak hiçbir şeyi değiştirmeyecekti. Gidenler gittiği yerden dönmeyecek ve seçimleriyle hayatları söndürenler cezalarını çekmeyecekti.

İntikam, gözyaşlarıyla değil içindeki öfke ve nefretle besleniyordu. O intikamı alabilmek için de harekete geçmesi, o öfkeyi diri tutması gerekiyordu. İşte bu yüzden tek bir damla daha göz yaşı dökmemişti. Tüm kederini ve akıtması gereken gözyaşlarını bir sandığa kaldırır gibi kalbinin bir köşesine gizlemişti.

Zamanı geldiğinde o sandığı açacaktı.

Avucundaki gece taşının süslemeleri üzerine bulaşan kan, güneş ışınlarının altında çarpıcı bir görüntüye sahipti. Şimdi karşısında ağaca zincirlenmiş bir halde duran Edric'in tiksintiyle kısılan gözleri taşın içerisinde parlayan büyüsüne kilitlenmişti.

Morrigan, Eamon'ın elini bir kez daha sıktıktan sonra prensine baktı.

Geldikleri yol çok uzundu ve bu çetin yolculukta onun tüm yıkılmazlığıyla yanında olması git gide daha büyük bir lütuf oluyordu. Ona gülümseyerek başını salladı ve ellerini ayırdı. Böylece Eamon, Edric'in yanına giderek yerini almıştı. İri ellerini kaldırarak Edric'in başını sıkıca kavramaya çabalasa da bu oldukça zordu.

Homurtuları hırlamalara dönüşürken Edric başını çıldırmış gibi sağa sola çevirmeleri arasında Eamon'ı ısırmayı denedi. Prens okkalı bir küfür eşliğinde yıldırım hızıyla elini uzaklaştırdı ve gerilerek hızlı bir yumruk attı. Gerilen kasları, kanla ıslanan gömleğinin açık yakasından görülebilecek bir kuvvetle hareket etmişti.

Edric'in elmacık kemiğinden gelen çatırtı karşısında Morrigan da dahil onları izleyen herkes irkildi. Eamon'a kaşlarını çatarak, onaylamaz bir şekilde baktığında prens şöyle bir omuz silkerek bakışlarını karşıladı. Başka bir fikrin var mı? dercesine ona bakarken bir yandan da Edric'in sersemliğinden faydalanarak başını sabitledi.

Eh, biraz sabırsız bir yöntem olsa da Eamon haklıydı, işe yaramıştı. Morrigan avuçlarının arasındaki gece taşını zincirinden kavrayarak Edric'e doğru yaklaşırken diğerleri de ne yaptığını anlamaya çalışıyorlardı.

"O bir gece taşı mı? Diyardaki tek örneği senin boynundaki sanıyordum." Riona bir ona bir Eamon'a bakarken yardım edip edemeyeceğini kestirmeye çalışıyor gibiydi.

Morrigan, kolyeyi Edric'in boynuna geçirmeden önce abisiyle göz göze geldi. Edric'in göz bebeklerinde cehennemin karanlık çukurlarının biçimsiz gölgelerini görür gibiydi. Gözlerini o ürkütücü, kin dolu bakışlardan ayırmadan konuştu.

"Sehanine kendisininkini Edric'i kurtarabilmem için bana armağan edene kadar, evet öyleydi." Bir kez daha Eamon'la göz göze geldiğinde prens ona cesaret vermek ister gibi gülümsedi. "İşe yarar bir armağandır umarım."

Tek hamlede kolyeyi ona hırlayıp dişlerini göstermeye devam eden Edric'in boynuna geçirmeyi başarmıştı. Hızla geri çekilirken Eamon da hemen Edric'i bırakıp yanına gelmişti. Prensin parmakları kendininkileri bulup sıkıca kavradı ve Morrigan'ı kendine doğru çekti. Diğer herkes gibi onlar da Edric'i ve Tanrıça'nın lütfunu izlemeye koyulmuşlardı.

Kısacık bir an donakalan Edric'in göz bebekleri titreyip yaşardı, nefesi sanki boğazında tıkanır gibi oldu. Tüm bedeni büyük bir şokun etkisiyle sarsılırken adeta içini aydınlatan soluk bir ışık, teni şeffafmışçasına onlara kadar ulaşıyordu. Zincirler abisinin bedenini acı içinde kıvırıp döndürmeye çalışmasıyla şakırdayarak tenine gömülüyordu.

Dakikalar geçtiktçe Edric artık onlara doğru hırlamayı bırakmış, kesik ve boğulur gibi sesler çıkarmaya başlamıştı. Başta kendini kaybedercesine çırpınmaya çalışan bedeni artık yavaşlamaya başlayan kasılmalarla olduğu yerde hafifçe sallanmaya başlamıştı.

Edric boğulurcasına öksürmeye devam ettikçe hepsi endişeyle birbirlerine bakmaya başlamışlardı. Bu kadar uzun süre çırpınması ve nefes alamaması normal miydi?

Kasılmalar ve hırıltılar devam ederken Edric son bir kez ıslak bir öksürükle sarsıldığında siyah, kötü kokulu kan ağzından köpürüp püskürerek toprağı boyadı. Yanında dikilen Illarion "Iyy!" diye bağırarak ayaklarına sıçrayan kanı çimlerle temizlemeye koyuldu.

Morrigan'ın kalbi endişeyle gümbürdüyordu. Bir an Edric'e doğru hareketlenecek olsa da Eamon tuttuğu elinden onu geri çekerek sakince başını salladı. Edric öksürerek siyah kan kusmaya ve sarsılmaya devam ederken Eamon "Bırak bedeni ona yapılanlara karşı verdiği savaşı sürdürüp zaferini kazansın." diye fısıldadı. Morrigan bir an için gözlerini Edric'ten ayırıp ona bakmayı başarabildiğinde prensin gözlerinde intikam yeminlerinin yanışını gördü.

Edric'in ayakları dibindeki karanlık birikintinin içinde garip, sülüğümsü bir şeyler yüzdüğünü fark ettiğinde, kendisine ve içini kavuran öfkeye hâkim olabilmek için tüm iradesini kullanmak zorunda kaldı.

"Tanrım..." diye inleyerek geriye doğru sendeleyen Alvaro, daha fazla kendini tutamayarak sarsak adımlarla yanına gittiği ağacın dibine kustu.

Düşününce, Alvaro o zindanlarda çok uzun bir süre geçirmişti. Kendi yaşadıkları yetmezmiş gibi Edric'in maruz kaldıklarını da izlemek zorunda kalmıştı. Çok güçlü olsa ve tüm bunları geride bırakmış gibi davransa da Morrigan o izlerin kolay kolay silinmeyeceğinden oldukça emindi.

"Bu normal mi yani? Hiç iyi görünmüyor sanki..." Riona'nın her zaman ifadesiz tuttuğu sesi bile endişeliydi şimdi.

"Prenses, Tanrıça'nın bunu kastettiğinden emin misiniz? Prensin durumu kötüleşiyor gibi, nefes alamıyor baksanıza." Illarion Edric'in yanına gidecek gibi olduğunda Eamon sert bir bakışla onu durdurdu.

"Evet, normal. Ölümsüz, saf bedeni onu rahatsız eden tüm pisliği ve irini atmaya çalışıyor yalnızca. Az kaldı, kalp atışlarını ve ses tonunu dinleyin!" Eamon öyle kendinden emin konuşmuştu ki, Morrigan gözlerini Edric'ten çekerek dik dik ona bakmaya başladı. Nereden biliyordu ki?

Gerçekten de o bunu dediği andan itibaren Edric'in kalp atışları yavaşlayıp düzene girmeye, sesi de hırıltı veya kükremelerden kendi sesine dönmeye başlamıştı. Artık daha rahat nefes alıyordu ve kusması durmuştu.

Eamon ona doğru eğilerek kulağına "O karanlığın içinde kaybolup birilerine rastlayan tek sen değilsin, prenses." diye fısıldayıp güldü, sıcak nefesi Morrigan'ın yanağını okşamıştı. "Seni ararken bu anı ve daha fazlasını gördüm. Çok daha fazlasını, ta ki arayışım senin yanında son bulana ve karanlık aydınlığa çıkana kadar." diye fısıldadı.

Bir an için ağzı açık bir halde ona bakakalsa da Eamon "Sonra nasılsa konuşacağız, prenses. Edric kurtulduğunda ve sen rahat bir nefes aldığında, seninle istediğin konuyu istediğin kadar konuşuruz." dedi. Kısa bir duraksamadan sonra "Tabii Edric benim kafamı koparmakla meşgul olmazsa, zira henüz biricik kardeşiyle eş olduğumu bilmiyor." diyerek kaşlarını çattı.

Morrigan buruk da olsa gülümseyerek ona baktıktan sonra artık yüzeysel ama yine de rahat nefes almaya başlayan Edric'e doğru döndü. Onu ağaca bağlayan zincirleri çekiştirmeyi de bırakmıştı, tüm kasları ve ruhu acı çekmekten azad edilmiş gibiydi. O, abisini pürdikkat izlerken Edric'in kirpikleri titredi ve nihayet göz kapakları aralandı.

Yeniden o berrak, orman yeşili gözlerin aşina olduğu bakışlarla baktıklarını görmek öyle güzeldi ki... O gözlerin henüz çevresinde olup bitenleri görüp algılayamadığı, eski muzip ve neşeli halinden tamamen uzak olduğu aşikârdı. Öyle olsa bile abisinin kendisi olarak, yeniden özgür bir adam olarak nefes alıp veriyor olması Morrigan'ın kalbinin üzerindeki ağırlığın kalkması için yeterliydi. Gerisi bir şekilde hallolurdu.

"Yeterince yaşlı olduğumu ve her şeyi görüp geçirdiğimi düşünürdüm bir de..." diyen Fearghal'in sesi şaşkındı, elini Odhran'ın omzuna koymuş bir halde Edric'i izliyordu. Odhran, kadim dostunun elini kışkışlayıp pelerinini düzeltirken "Her zaman gençlerden bir şeyler öğrenmekte sorun yaşayan, kibirli bir ihtiyardın zaten." dedi. Fearghal gözlerini devirirken "İninde binyıllar geçirdikten sonra senin onlarla konuşmayı anımsaman bile mucize, seni bunak!" diyiverdi.

Edric'in sağ salim kendine gelişi ve Tanrıça'nın onlara yardım etmiş olduğu gerçeği, sanki hepsinin tam ortasında duran ve havayı ürpertici bir şekilde soğutan bir buz kalıbının eriyip yok olmasına sebep olmuştu.

Morrigan zor da olsa boğazına yerleşen o yumrudan kurtularak gülümsedi ve Alvaro'ya seslendi.

"Onu zincirlerden kurtarır mısın, Alvaro?"

Alvaro onları izlerken yaslandığı ağaç dibinin oradan hızla gelirken yaşlarla parıldayan gözleri büyülenmiş gibi Edric'in üzerindeydi. Sanki hayal görüp görmediğinden emin olmaya çalışan bir hali vardı. O zindanlarda yaşanmış olabilecekleri anımsadığında, Morrigan genç prensin gördüklerine inanmakta zorlanmasının normal olduğunu düşündü.

"Elbette, Morrigan. Tanrım, onu biraz daha tutsak veya zincirlenmiş olarak görmek istemiyorum zaten." dedikten sonra ağacın arkasına, zincirlerin karmaşık bir sistemle bağlandığı kısma giderek bir büyü yapmaya başladı. Bir an için dudaklarından dökülen büyü, zincirlerin soluk bir parıltıyla aydınlanmasına sebep oldu.

İşte, olmuştu. Ağır metal zincirler ayaklarının dibine düştüğünde Edric'in dizleri daha fazla onu taşıyamadı. Boş bir çuval gibi yığılırken neyse ki Eamon ve Illarion onu kollarından yakalamayı başarmışlardı. Onu oturtup ağaca yasladıklarında Edric gözlerini kırpıştırdı, nihayet çevresinde olup bitenleri görüp algılayabiliyor gibiydi. Hala tepelerinde süzülmekte olan güneş, haftalardır gökyüzüne hasret olan hassas gözleri için biraz fazla parlaktı elbette.

Yine de Edric, kardeşinin onu izleyen bakışlarını bulmayı başarmıştı. Ağzı şaşkınlıktan balık gibi açılır ve gözleri irileşip gümüşi yaşlara ev sahipliği yapmaya başlarken zorla da olsa titreyen kollarını kaldırıp ona doğru uzanmayı başardı.

Morrigan haftalardır bu sahneyi hayal ediyordu. Abisinin önünde dizleri üzerine çökerken ona baktı. Kirli ve uzamış olan saçlarına, aldığı yara ve darbeler sebebiyle dağılan yakışıklı yüzüne, zayıflayan bedenine rağmen yaşıyordu ve yanındaydı işte.

Ona gülümsemeyi ya da teselli olacak bir şeyler söylemeyi denese de titreyen çenesi ve dudaklarına hakim olmayı bir türlü beceremedi.

"Ağlarken çok çirkin oluyorsun, biliyor muydun? Ağlamayı kes ve buraya gel, seni baş belası." Yaşadığı onca şeye rağmen, Edric çarpık gülümsemesiyle ona bakıp eski, mutlu haline o kadar benzeyince Morrigan içinde bir şeylerin zincirlerini koparıp özgür kaldığını hissetti.

Dizlerinin üstüne çöküp o güçlü kolların arasına kendini bıraktığında eksik olan bir parçası tamamlandı ve ruhundaki bir gedik kapandı.

Az öncekinin aksine gözyaşlarını serbest bırakırken hıçkırıklarına kahkahalar karıştı. Abisinin elleri karman çorman saçlarının arasında dolaşıp dudakları, kulaklarına eski bir ninni söylerken Morrigan haftalar sonra ilk kez mutluluktan ağlıyordu:

Küçük kız perilerin bahçesinde koşup oynardı,

Saçlarında yıldızların öpücüğü vardı.

Baharın habercisi güneş eteklerinde dans ederken,

Fırtınaların ruhuyla yarışırdı.

Bulduğunda bahçenin en yüksek ağacını,

Gökyüzü parlak ve bulutlar neşeliydi.

Küçük kız tırmandı ağaca ve şarkısını söyledi:

"Yapraklar, rüzgârın tatlı esprilerine gülerken,

Çiçekler arılar için süsleniyor ve akan dere güneşe sesleniyor:

'Nihayet kavuştuk sana! Öyleyse artık neşeyle parılda!"

Morrigan bu ninniyi her duyduğunda yaptığı gibi kıkırdadı. Anneleri Leydi Lalyn'in Morrigan için uydurduğu ve bıkıp usanmadan her gece söylediği bir ninniydi bu.

Morrigan yaslandığı göğsün içinde sapasağlam gümbürdeyen kalbi dinledi ve o sesin kaynağına doğru "Nihayet kavuştum sana." diye mırıldandı. "Öyle özledim ve öyle çok korktum ki..." diye fısıldarken sesi, ağlamasının etkisiyle bir kurbağanınki gibi boğuk ve çatlaktı.

"Benden öyle kolay kurtulamazsın ufaklık, merak etme." Edric bir an için onu onu göğsünden kaldırıp kendisinden uzaklaştırdı. Artık titremeyen elleriyle onu omuzlarından kavramıştı ve kaşlarını çatarak onu incelerken gözleri üzerinde geziniyordu.

"Gerçekten karşımda ve iyisin, öyle değil mi Morrigan? Bu sensin yani?" Ah.

Ona her ne yaptılarsa Edric Morrigan'ın karşısında olmasına rağmen onun hayal olup olmadığından şüphe edecek bir hale gelmişti. Öfke kızılca bir felaket gibi ruhuna nüfuz edip onu da kendi rengine boyadı.

"Gerçekten benim ve gerçekten iyiyim, Edric. Ya sen? Nasıl hissediyorsun?" Bu sorunun cevabını bilse de tersini iddia eden bir yalan şu an için en ihtiyacı olan şeydi.

"İyi... İyi olacağım." Edric bir an için durdu ve çevrelerine şöyle bir göz gezdirdi. Bitkin ama dikkatli gözleriyle teker teker herkesi süzdükten sonra gözleri, biraz ötelerindeki kanla sulanmış toprağa değdi.

Bakışları hemen sonra Morrigan'a döndü.

"Usta bir yalancı olsan da hala bir burnum var, Morrigan. İyiysen neden her yerde senin kanın var?" Yeniden kaşlarını çatılmıştı, kız kardeşinin kıyafetlerindeki kana bakarken neler olduğunu algılamaya çalışıyordu.

"Çünkü az önce onu bıçakladın ve neredeyse öldürüyordun, seni salak herif!" Morrigan ağzını açmayı başaramadan Eamon bir çırpıda olan biteni özetlemeyi başarmıştı. Bu kadar dolambaçsız biri olmayı nasıl başarıyordu ki?

Edric'in şaşkın, dehşet dolu bakışları ona döndüğünde ve ağzı açık kalakaldığında Morrigan derin bir nefes alıp verdi. Anlatacak çok şey vardı ve nereden başlaması gerektiğine tam olarak karar veremiyordu.

"Neyse ki şu an iyi olduğun için sevinmekle meşgulüm ve bunun için seni daha sonra döveceğim." Eamon bunları söyledikten sonra dizleri üzerine çöküp Edric'e sarıldı. İki kuzen kahkalar eşliğinde birbirleriyle şakalaşıyorlardı şimdi.

"Salyangoz sümüğü!"

"At pisliği!" Eamon'ın kahkahası ağaçların yeşil, gizemlerle dolu bulutlarından kuşların havalanmasına sebep olmuştu. Morrigan bu kahkahayla birlikte prensin -ve kendisinin- karnına saplanan acı karşısında homurdandı.

"İyi olmana çok sevindim, kuzen." Riona'nın sesindeki samimi sevgi, Fearghal'in ve açıklığın dışındaki askerlerden bazılarının şaşkın bakışlarıyla karşılanmıştı.

"Ben de öyle, senin için çok korkmuştum..." Alvaro, Edric'in omzunu kavrayıp sıkarken yüzünde çok fazla şey bilip görmüş bir adam olmanın ağırlığı vardı. İnsan, bu dünyada yaşanan bazı şeylerden haberdar olmamalı sanırım diye düşündü.

"Neler oldu? Ben yokken yani..." Edric'in kafası karışmıştı. Ne var ki, bu soru hepsinin birbirine bakmasına sebep olmuştu. Kimse yaşananların üzerinden geçip onları anlatmak için gönüllü değildi.

Odhran gökyüzüne şöyle bir baktıktan sonra "Kahramanlık ve zorluklarla bezenmiş öyküleri anlatmak için en iyi yer, bir kamp ateşinin etrafını saran dost meclisidir. Öyle değil mi, eski dostum?" dedi.

Fearghal oflayarak "Binlerce yıl sonra hala nasıl bu kadar romantik ve geleneksel biri olabilirsin ki?" dediğinde Odhran onu duymazlıktan gelerek devam etti.

"Pekâlâ... O zaman karar verildi, burada kamp kuracağız. Riona, askerlere gerekli emirleri ver. En az birkaç tanesi odun toplarsa hiç fena olmaz." Şöyle bir Edric'le ikisine baktıktan sonra yeniden Riona'ya döndü. "Gece uzun olacağa benziyor."

Titrek, boğuk bir ses "Ben de odun toplayanlara katılabilir miyim?" diye seslendiğinde diğerleri gibi Morrigan'ın da sesin sahibini bulması birkaç saniye sürmüştü.

Bir ağacın gövdesine sığınmış bir halde onları izleyen Envy, her zamanki rahat ve neşeli halinin aksine rahatsız ve üzgün görünüyordu. Özellikle Edric'e ve kendisine bakmamaya çalışıyordu.

Riona ona doğru dönerek "Olur, benimle gel." diyerek koşar adımlarla uzaklaşırken Envy de hızla onu takip etmeye koyuldu.

Morrigan, yeniden Edric'in göğsüne sokulmuştu. Sanki ona sarılmayı keserse yeniden kaybolacak ve kendisini bırakacakmış gibi geliyordu. Sokulduğu yerde omzunun üzerinden tam anlamıyla mutlu, huzurlu bir şekilde Eamon'ın gözlerinin içine baktı. Prens ona gülümsedikten sonra son bir kez Edric'in omzuna şöyle bir vurdu ve diğerlerine yardım edeceğine dair bir şeyler mırıldanarak uzaklaştı.

Morrigan kapansa da sızlamaya devam eden yarasının acısından dolayı Eamon'ın diğerlerine yardım edemeyeceğinin gayet farkındaydı. Prens, Morrigan ve Edric'in özlem giderebilmeleri için onlara özel bir an tanımaya çalışıyordu.

Eamon hafifçe sürüdüğü bitkin adımlarına ara verip son bir kez dönüp Morrigan'a baktı ve gülümsedi. Edric, Eamon'ın kendisine attığı bakış karşısında gözlerini kıssa da neyse ki bir şey demedi.

Eh, Odhran haklıydı. Anlatılacak öyküleri ve dile getirilecek hisleri vardı. Henüz göğü göz alıcı rengine boyamaya başlamamış olan gece ise oldukça uzun olacağa benziyordu.

------------------------------

"Tanrılar aşkına, bir kulübe inşa edip buraya yerleşmeye falan mı karar verdik?" Morrigan ulu ağacın önündeki açıklığa yığılmış olan ve neredeyse kendi boyuna ulaşan yığına inanamayan gözlerle baktı.

Eamon az ötede, bir kenarda yüzdüğü tavşanları yanındaki bir askere verip yanına gelmişti. Prens onaylamaz gözlerle odun ve çırpı yığınına bakarken gür, biçimli kaşları çatıldı.

Bahar aylarında Zümrüt Diyar'ın hiçbir yerine gri bulutların gölgesi düşmez ve yağmur yağmazdı. Ancak bu gece sebebini bilmeseler de yağmur yağacağa benziyordu, bu yüzden Riona ve Odhran titiz bir şekilde çadırların kurulduğundan emin olmaya çalışıyorlardı. Deneyimli askerler hafif mırıltılar eşliğinde ahşap iskeletleri kuruyor ve yanlarındaki hayvan derilerini bu iskeletlere sabitleyerek Morrigan'ın gördüğü en dayanıklı çadırları kuruyorlardı.

"Kamp ateşini ben halledebilirdim, biliyorsunuz ya?"

Morrigan gözlerini yığından çekmeden "Hayır, halledemezdin." dedikten ve Edric'in onları izlemediğinden emin olduktan sonra ona doğru dönüp gözlerinin içine baktı. "Çünkü yaralı bir halde büyü kullanmana müsaade etmiyorum."

Kendi sert ifadesinin yansımalarını gördüğü göz bebekleri irileşirken Eamon'ın yüzüne bir sırıtış yayıldı.

"Ya, öyle mi majesteleri? Beni düşünmeniz ne büyük bir alçakgönüllülük!" Morrigan bu dramatik ses tonu karşısında kıkırdarken Eamon etrafı şöyle bir kolaçan ettikten sonra yanağına hızlı bir öpücük kondurdu.

Prensin dudaklarından kendi tenine yayılan sıcaklık ve o elektrikli his de bir çeşit büyü gibi gelmişti Morrigan'a, ancak bu sefer sınırsızca izin vermek istediği türdendi. Teni tatlı bir hisle karıncalanırken kan, yüzüne hücum ederek yanaklarını ısıttı.

"Emrinize amadeyim o halde, prensesim." Gösterişli, kusursuz bir şekilde reverans yapmıştı.

Morrigan onu itip gülmeye devam ederken onları yüzünde zalim bir gülümsemeyle izleyen Edric'le göz göze gelince bir an için donakaldı. Gözlerini bir ağacın altında yarı uzanır vaziyette olan abisinin üzerinden ayırmadan "Kader bizi çok yakında yeniden ayrı düşürecek." diye mırıldandı.

Eamon, Edric'e başıyla selam verirken "Evet ama bu sefer onun yanında diyarın en iyi savaşçıları olacak. Eh, onlar kadar havalı olmasam da ben de senin yanında olacağım tabii." diyip göz kırptı. "Ben her zaman seninle olacağım, sen de benim prensesim olacaksın. Sen istediğin sürece elbette..."

Morrigan bir an için durup ona baktı ve bu anı resmeder gibi zihnine kazımak istedi. Yandan sırıtışını, fazla uzayan kısımlarını hançeriyle kısalttığı ve omuzlarına değen siyah saçlarını, güneşin öptüğü bronz tenini, birer zümrüt gibi parlayan gözlerini ve artık ezberlediği biçimli dudaklarını...

Karşısındaki bu yakışıklı yüzün onda uyandırdığı hisleri özlemle içine çekti. Bazen onunla bu hengamenin içinde değil de bir sonbahar günü, şatonun bahçesinde uçuşan yaprakların arasında rastlaşmış olmayı diliyordu. Böylece gündüz veya gece, günlerinin tamamını alelade şeyler yaparak beraber geçirebilir ve birbirlerini yan yanayken bile özlemezlerdi.

"Bence birinin nereye giderse gitsin, ne yaparsa yapsın yanında olmak en havalı olanı, prensim. Eh, böyle havalı bir adamın prensesi olmak da kulağa hoş geliyor. Şimdi, izninizle?" Gülümsemesinin ruhuna ve gözlerine yayıldığını hissederken Edric'in yanına doğru ilerlemeye başladı.

Birkaç adım atmıştı ki Eamon'ın iri, sıcak parmaklarının koluna kenetlendiğini hissederek döndü. Eamon ona doğru eğilerek kulağına fısıldarken nefesi tenini okşadı.

"Bu gece herkes uyuduktan sonra ormanın içindeki gölün kenarında buluşalım, tamam mı? Gece yarısını geçtiğimizde seni orada bekleyeceğim. Manzarası çok güzeldir, hem belki biraz konuşur, gördüğümüz rüyalardan ve bundan bahsederiz seninle." Eamon'ın parmakları bir saniye için bileğindeki kırmızı kurdeleye dokunduktan sonra geri çekildi.

Prens kolunu da bıraktıktan sonra onu başıya selamlayarak yeniden hançerini çekti ve işinin başına döndü. Morrigan bileğindeki kırmızı kurdeleye bakarken ister istemez gülümsedi. Sanki bu küçük, kırmızı kurdele gitgide ona baktıkça mutlu olmasını sağlayan bir tılsım halini alıyordu.

"Mutlu görünüyorsun, ufaklık." Edric yana kayıp ona yer açarken dikkatli bir şekilde onu süzüyordu.

Yanına yerleşip başını omzuna yaslarken "Evet, artık öyleyim." diye cevapladı.

"Hm... Evsiz, yaralı, ihanete uğramış ve yaklaşan bir savaşın kıyısında olduğumuz halde mi?" Edric iri kolunu omzuna atarken gözleri, onlarca çadırın kurulduğu alanda geziniyordu.

Morrigan cevap vermeden önce şöyle bir düşünüp güldü.

"Biliyor musun tam olarak evsiz, yaralı, ihanete uğramış ve yaklaşan bir savaşın kıyısında olduğumuz halde mutluyum. Çünkü tüm bunlara rağmen şu an önemsediğim ve sevdiğim herkes yeniden yanımda. Şimdilik mutlu olmak için bununla yetineceğim, kalanını yarın düşünürüm."

Gözleri bir an için hala avlarla uğraşan ve çevresindeki askerlere bir şeyler anlatan Eamon'a değdi. "Mutlu olmak için gösterişli salonlarda ve işlemeli elbiselerin içinde olmaya gerek olmadığını neredeyse her şeyimi kaybederek öğrendim. Artık hiçbirinizi kaybetmek istemiyorum."

Edric iri, ağır kolunu omuzlarına dolayıp ona sarıldı. Artık buradayım, seninleyim diyordu.

"Haklısın, yine de ben değer verdiklerimizle birlikte evde olmayı tercih ederim sanırım. Ha bu arada, al şunu. Fearghal bunu büyülü bitkilerden yaptı, kendimizi daha iyi hissetmemiz içinmiş." Kahverengi, deri bir matarayı ona doğru uzattı. Morrigan tam onun buna daha çok ihtiyacı olduğunu söyleyecekti ki Edric kendi matarasını sallayarak sırıttı.

Morrigan ilaçlardan nefret ederdi ve abisi bunu çok iyi biliyordu. Somurtarak matarayı dudaklarına götürdü ve Edric onu izlerken bir yudum aldı. Tadı meyve ve çiçeklerin bir karışımı gibiydi, ilginç bir şekilde hoşuna gitmişti.

"Eh, bu mutluluğunun prensle bir alakası yok yani... Öyle mi?"

İçmekte olduğu ilaçı otların arasına püskürtüp öksürüklere boğulurken Edric sırtına vurmaya başladı. Eamon ve Odhran da dahil yakınlardaki birkaç kişinin meraklı gözleri onlara çevrilmişti şimdi.

"N-ne alakası var şimdi? O sadece... Yolculuğumuz boyunca iyi bir dostum ve destekçim oldu." Yalan söylediği sesinden bile anlaşıldığından Morrigan bakışlarını abisinden kaçırıyordu şimdi.

Eamon'la aralarında gelişen ilişkiyi ve birbirlerinin eşi olduklarını Edric'ten gizlemek için bir sebebi yoktu gerçi. Ancak abisi ve prens çok yakın arkadaştılar ve böyle bir şeyi dile getirmek birdenbire utanç verici gelmişti işte.

"Külahıma anlat, Morrigan. Berbat bir yalancısın gerçekten, yani kokularınız bile... Her neyse, ne kadar zamandır? Nasıl oldu bu?" Edric bir yandan biraz ötede yandan bakışlarla onları izleyen Eamon'a gözlerini kısa kısa bakıyordu.

Böylece Morrigan anlatmaya başladı. Onu ilk gördüğünde hissettiği hayranlık ve meraktan başlayarak yolculukları boyunca paylaştıkları anıları, onu tanıdıkça dışarıdakilerin hiç bilmediği yönlerini keşfetmenin verdiği heyecanı, onunlayken nasıl da güçlü ve tamamlanmış hissettiğin, iki bedendeki tek bir ruh gibi birbirlerinin acılarını ve hislerini nasıl paylaştıklarını...

Edric'e bunları anlatmak ve acı ya da tatlı yaşanmışlıkları tekrardan anımsamak Morrigan'ın bir şeyi fark etmesini sağlamıştı. Bu fark ediş, bedenine sımsıcak bir his olarak yayıldı ve onu kucakladı.

Bu kısacık süre içinde dünyasının ekseni kaymış, merkezi Eamon olmuştu. Günler güneşin doğup batışıyla değil onunla göz göze geldiği ilk an başlayıp uyumak için ayrıldıklarında bitiyordu. Gözleri daimî surette onu arıyor ve eğer onu göremiyorsa ne yaptığını merak ederek dakika ve saatleri geçiriyordu. Düşünceleri, onun ruhu ve bedeni tarafından ele geçirilmişti.

Âşık olmak, biriyle eş olmak; yaşamının geri kalanında, renklerini onun boyadığı bir dünyada yaşamak için gönüllü olmaktır. Annesi ona hep böyle derdi. O zamanlar onu anlamamış olsa da Morrigan artık bunun ne kadar doğru olduğunu anlayabiliyordu. Prensin yanında olmadığı zamanlar, gerçeklik yavan ve renksiz olurmuş geliyordu gerçekten de.

Düşünceleri Edric'in onu daha sıkı sarmalayarak homurdanmasıyla bölündü.

"Eh, bu bir gün olacaktı sanırım, öyle değil mi? İkinizi de seviyorum ve sanırım onun senin yanındaki kişi olmasına seviniyorum. Ama..." Abisi durdu ve göz ucuyla onu izleyen prense şöyle bir baktı. Eamon kaşlarını çatmış bir halde şimdi yanına gelmiş olan Illarion'a bir hançer ve bileme taşı vermiş, bir şeyler anlatıyordu.

Illarion hançeri biraz acemi hareketlerle bilemeye başladığında Eamon genç askerin başına şöyle bir vurarak taşla hançeri ondan aldı ve nasıl yapılacağını göstermeye başladı.

"Ama?" Merakla abisinin ne diyeceğini bekledi. Eamon'la ikisinin ilişkisine onay vermek için bir şart mı sunacaktı?

Edric derin bir nefes alıp gözlerini devirdi. "Onun gibi bir öküzde ne bulduğunu asla anlayamayacağım sanırım."

Güneş tepelerinde kızılın göz alıcı tonlarını mora dönen gökyüzüne saçarak parıldarken Morrigan ve Edric kahkahalara boğulmuşlardı.

Yeniden nefes alabilmeye başladığında Morrigan büyüsü sayesinde kapanmış olsa da hala acıyan yarası yüzünden yüzünü buruşturmamak için özen gösterdi. Edric'in kontrolü olmayan şeyler yüzünden suçlu hissetmesini istemiyordu.

"O... Ne yaparsam yapayım, hangi yolu seçersem seçeyim benim için orada olacağını bildiğim yegâne kişi. Diyarın, hatta dünyanın neresinde olursam olayım; onun yanındayken evde, olmam gereken yerde gibiyim Edric. Öylesine tanıdık ve bir o kadar güven verici..." Bu her zaman, her feyin eşi için hissettiği bir şey miydi? Bilmiyordu. "Yaşadığım her felakete rağmen günün sonunda onun gözlerinin içine bakmak, beni dışarıda sürüp giden deliliğe karşı kör ve sağır ediyor."

"Bula bula onu bulmuş olmana inanamıyorum. Kuzey dağlarının bağrından bir buz kalıbı..." Edric kusar gibi bir ses çıkarınca Morrigan yüzünü buruşturarak dirseğini kaburgalarına geçirdi.

"Senin eşleşeceğin dişiye şimdiden acıyorum, biliyor musun? Tam bir felaketsin."

"Yakışıklı olanından ama..." Edric göz kırparak yanağını sıkarken bir yandan da sırıtıyordu. Morrigan gözlerini devirdi ve ayaklandı.

İşlerini bitiren askerler küçük gruplar halinde kümelenmiş ve yaktıkları ateşlerin etrafına toplanmışlardı. Kamp ateşleri, artık geceye teslim olan ormanın karanlığını kısım kısım delerek aydınlatıyorlardı. Kızaran balık, tavşan ve geyik etlerinin kokusu tüm açıklığa yayılmıştı. Son olarak Eamon açıklığın ortasında irice bir odun yığınını büyüsüyle yaktığında -büyüsünü daha fazla kullanamayacağından sürekli ateşi kontrol etmeleri gerekecekti- artık her şer hazırdı.

Riona askerleri ve atları kontrol ettikten sonra -aslında herkes görevini bilse de her şeyin kendi kontrolünde olması hoşuna gidiyordu- ateşin yanına geldi ve yanında dikilen Eamon'a aldırmadan yere çöktü. Bir saniye sonra kolundan kavradığı Eamon'ı da yere çekerek yanına oturtmuştu. Morrigan ateşe yuvarlanmaktan son anda kurtulan Eamon'ın ve ona yarasının henüz iyileşmediğini hatırlatan Riona'nın didişmesini izlerken sırıttı.

Hala yerde, ağaca yaslanmış vaziyette oturan abisine elini uzattı. Edric'in parmakları bileğini tutarken kavrayışı güçlü, eli sıcaktı. Morrigan onu tutup kaldırmaya çalışırken ağırlığı karşısında homurdandı. Abisi o korkunç yerde geçirdiği günler sonucu kilo verse de hala türünün en irilerinden biriydi.

"Sen git ve otur, yanını da bana ayırmayı unutma. Bir şeyi kontrol edip hemen geleceğim." Morrigan eliyle onu kışkışladıktan sonra bir ağacın dallarına tırmanmış onları izlediğini fark ettiği Envy'e doğru ilerlemeye başladı.

Bir çam ağacının oldukça yüksekteki dallarından birine adeta tünemişti. Morrigan dikkatli bir şekilde ağacın en alçakta duran dalına tırmandıktan sonra hissettiği hafif ağrıya karşın abartılı kaçan bir tavırla homurdandı.

"Beni yukarı çıkarmasan ve sen gelsen olmaz mı, Envy? Ölümden daha yeni döndüm de."

Birkaç sessiz saniye sonra yapraklar hışırdamaya ve dallara binen ağırlığın etkisiyle çıtırtılar duyulmaya başlayınca kendi kendine sırıttı.

Envy dikkatli ve becerikli hareketlerle, adeta büyük bir kedi gibi onun bulunduğu kalınca dala inip yanına oturdu. Turkuaza çalan gözleri ortada yanan ve yükselmeye başlayan ateşin üzerindeydi.

"İyi olmanıza çok sevindim, majesteleri. Sizin de prenslerimizin de." Sesini ifadesiz tutmaya çabalasa da boşaydı, hüzün sesinin çatlaklarından sızıyordu.

"Böyle söylesen de sevinmiş ya da iyi gözükmüyorsun, Envy. Konuşmak, anlatmak ister misin?" Morrigan samimiyetle gülümseyerek kaşlarını kaldırdı.

"Bu, bu mutlu gününüze uymayacak kadar uzun ve kederli bir hikâye, majesteleri." Hafifçe nemlenen gözleri Edric'in üzerindeydi.

"Bana Morrigan diyebilirsin. Açıkçası, unvanlar ve resmiyete pek takıldığım söylenemez." Omzunu silkerek bıkkın bir ifadeyle ona baktı. "Hem her hikâye kıyısından köşesinden de olsa biraz kedere bulaşmıştır, öyle değil mi? Hayat zaman zaman oldukça pisleşebiliyor."

"On yedi yıldır pisliğin içinde yaşıyorum. Hayatın temiz yüzünü görebilecek miyim ondan bile emin değilim artık." Her zaman dik tuttuğu omuzları aniden sanki binlerce ton yükün altındaymışçasına çökmüştü.

"Ben de bu kadar pisleşebileceğini görmek istemezdim, biliyorsun ya." Morrigan serin gece havasını içine çekti. Kurumuş kanın garip, metalik kokusu havada asılıydı. Kan kokusu bu insanı rahatsız ediyor muydu acaba?

"Kendimi bildim bileli pisliğin içinde boğulmamak için çabalıyorum. Ama sizi -seni- görmek, bana çabamın yetersiz olup olmadığını sorgulattı." Kızıl saçlarını dalgın bir hareketle yüzüne düşürürken beceriksizce ağladığını gizlemeye çalışıyordu.

"Senin hikayeni kirleten nedir, Envy? Anlat bana haydi." Sesi bir fısıltıya dönüşmüştü. Gam ve keder, kendi yaşadıklarının çok ötesindeki hayatlara da gölge düşürüyordu demek...

Envy çekingen, yorgun sözcüklerle hikayesini anlatırken Morrigan karmaşık duyguların yüreğine düzenlediği saldırılarla umutsuzca baş etmeye çalıştı.

Küçük bir yaşta ailesi tarafından terk edilmiş ve sokaklarda yaşamaya başlamıştı. Suikastçılık ve hırsızlık dahil her türlü işi yaparak yaşama tutunmaya çalışırken kendi gibi sokaklarda yaşamını sürdüren bir arkadaş edinmişti: Hera.

Tybedunn'un merhametsiz sokaklarında birlikte geçirdikleri o kısa bir süre içinde Hera birdenbire onun her şeyi olup çıkıvermişti. Suç ortağı, dostu, bazen komşusu ve hatta genç yaşında yaptığı evliliğinin tek şahidiyle nedimesi...

Hera onun gibi değildi. Annesi ve babası olmasa da amcası ve yengesinin yanına bıraktığı küçük kardeşleri vardı. Bir de çarpıcı derecede, şehirler arası fısıltılara sebep olacak kadar güzel oluşu vardı ki bu güzellik her yerde başına bela oluyordu. Sırf bu sebepten yengesi onu eve, eşiyle aynı çatının altına almayı reddetmişti ve kardeşlerine de para vermesi şartıyla bakıyordu. Her ay yengesinin ondan istediği paranın miktarı artıyor ve Hera borçlanıp duruyordu.

Ve Envy tek dostu olan Hera'yı bu tehlikeli gidişattan kurtarmak için uğraşırken, Hera bir alacaklısı tarafından satıldığı genelevde katledilmişti.

Sonraki aylar yas içinde geçerken Envy'nin kocası -yirmi yaşında bir insan erkeğiydi- şikâyet etmeye ve kavgalar çıkarmaya başlamıştı. Ve bir gün Envy işe çıkmışken onu kıskıvrak yakalayan askerlerin yanında kocasının sırıtan suratını görmüştü. Neticede Envy ünlü bir hırsızdı, başına konan bir ödül vardı ve bu ödül belli ki kocasına çekici gelmişti.

"Hera ve ben on iki yaşında tanışmıştık. O bu dünyadan uçup gittiğinde sanki beni bu dünyada tutan tüm bağlar koptu ve ben kendimi kaybettim, Morrigan." Esen rüzgâr serin olmamasına rağmen Envy ürperdi. "Senin abin için ne kadar çabaladığına bakınca... Belki de kocamı boş verip onu yanıma alabilsem başına bunlar gelmezdi. Keşke senin abini kurtardığın gibi ben de onu kurtarmanın da bir yolunu bulabilseydim ama bulamadım ve o.." Bir hıçkırık boğazında düğümlenince sustu ve başını çevirdi.

Kaderden sorumlu insan tanrısı hangisiyse, on yedi yaşındaki bir kızın sırtına bunca yükü yüklemesinin sebebi neydi acaba? Morrigan o tanrı hangisiyse ona okkalı bir küfür savurmak istiyordu.

"Caladwen'de olanları duymuş olmalısın, değil mi? Anne ve babam orada, gözlerimin önünde katledildiler. Tabii halkım da... Ne engelleyebildim ne de bir yolunu bulup onları kurtarabildim." Esintinin taşıdığı çimenlerin ve çiçeklerin kokusunu içine çekip kendini olabildiğince toparladıktan sonra devam etti. "Elamire ve Collin için de hiçbir şey yapamadım. Edric'in, Alvaro'nun ve diğer birçok kişinin o zindanlarda ancak Tanrıların bilebildiği işkencelere maruz kalıp acı çekmelerini de engelleyemedim."

Envy nemli gözlerinin derinliklerine katman katman işlemiş bir hüzünle kendisine bakarken gürültüyle burnunu çekti.

"Ama en azından kuzenin ve abin hayatta, öyle değil mi? Yaşıyorlar..."

Acı acı güldü. "Boğulmakta olan binlerce ruh var ve hepsi de nefes alan bedenlerin içinde, Envy."

Bir süre ikisi de sessizce oturduktan sonra bir derin nefes daha alıp elini tıpkı kendisi gibi çok genç ve çok üzgün olan kızın omzuna koydu. "Hikayeni benimle paylaştığın için teşekkür ederim. Ama bak, dün olanlar oldu ve bugün hızla akıp bilinmez bir geleceğe doğru götürüyor bizi. Bu yüzden, boğulmamak için neler yapabileceğimize bakmalıyız sanırım. Yitirdiklerimiz de böyle yapmamızı isterdi, değil mi?"

"Unutulmadıklarını bilmek istemezler mi? Onlar için yas tutan birileri olduğunu..." Çenesi titrese de gözyaşları artık akmıyordu.

"Belki ama eğer bizi gerçekten sevdilerse, yaşamaya devam etmemizi de isterlerdi. Hera gibi bir dost, şu an o ateşin etrafında oturup iyi vakit geçirmeni de istemez miydi?" Morrigan gerçekten buna inanıyordu.

"Ben oraya, sizin yanınıza ait değilim ki. Bir insanla, hem de hırsız olan bir insanla, hiçbiriniz yan yana olmamalı. Prensler, prensesler, komutanlar ve askerler... Benim orada olmamı kimse istemez, Morrigan."

Morrigan dikkatli bir atlayışla daldan inmeden önce birkaç saniye bunu düşündü. Envy'de tanıdık, ona kendini rahat hissettiren bir şeyler vardı ve artık bunun ne olduğunu biliyordu. Tanıdıktı, çünkü ikisinin kederi birbirine benziyordu. Ve tanıdıktı, çünkü o da kendisi gibi yaşından ve boyundan büyük bir savaş veriyordu.

Ağaçtan indikten ve yarasının artık o kadar acımadığını fark ettikten sonra başını yukarı kaldırarak genç kıza gülümsedi.

"Ben orada olmanı isterim, Envy. Dostum olarak oraya ait olduğunu hissediyorum." Elini kaldırıp ona doğru salladı. "Orada görüşürüz."

Arkasını döndü ve rüzgâr tatlı tatlı eserken sıcaklığı buradan bile hissedilen, turuncu ışığı güven veren ateşe doğru ağır ağır yürüdü. Biraz ilerledikten sonra arkasından gelen tüy gibi adımları duyunca kendi kendine sırıttı.

Artık bir dostu vardı.

-----------------------------------

Herkese merhabaa, evet bu sefer çok geçmeden yeniden birlikteyiz :) Biliyorum şaşkınsınız hjfdgjfjgh Aslında önceki bölüm, bu bölüm ve bir sonraki bölüm tek bir bölüm olarak planlanmıştı. Bir sonraki bölümü yazmaya başladım, ancak finale giden yolun ve her şeyin asıl başlangıcı olduğundan yine biraz önemsediğim bir bölüm (sanki diğerlerini önemsemiyormuşum gibi :D). Bir hafta sonra geleceğini umuyorum ancak bu hafta aniden bir tatile çıkmam gerekti sdkgkdbn Bu sebepten iki haftayı bulabilir diye düşünüyorum :') Ama merak etmeyin daha fazla uzamaması için elimden geleni yapıyor olurum ^^

Son olarak, lütfen yorum ve oylarınızı eksik etmeyin. Eleştirileri çok önemsiyorum, yorumlarınız da motivasyon kaynağım oluyor. Bu ilk kitabın sonlanmasına fazla bölüm kalmadı planlarıma göre, hala burada olanlarınızı öpüyorum :)

Bir de varsa iyi dileklerinizi/dualarınızı alabilirim zira bu tatil esasen yüksek lisans başvurularımla alakalı :')

Görüşmek üzereee <3

 

Bölüm : 28.08.2024 15:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...