
Yeniden merhabaa, herkese iyi okumalar ^^
Şarkı: Lorde-Everybody Wants to Rule the World
------------------------
Kısa bir süre önce yeğenini tuttuğu odadan çıkmış çalışma odasına giden merdivenleri tırmanırken ruhu, kuvvetli duygulardan oluşan bir hortuma teslim olmuş savruluyordu.
Basamak bitiminde durdu, hırsla tırabzanı kavrayan elinin eklemleri bembeyazdı. O fırtınanın uğultusu kafasının içinde yankılanıyordu sanki.
Asırlar sonra nihayet kazanmaya, onun olması gerekenleri almaya hiç olmadığı kadar yaklaşmıştı. Boştaki ve titremekte olan elinde tuttuğu boş, kristal şişeye baktı.
Onun sayesinde Edric, bu diyardaki herkesin tahtın geleceği için en iyi seçenek olarak gördüğü prens, artık geri döndürülemez bir şekilde mutlak kontrolündeydi.
Kusursuz bir yem...
Gladtirith'in üzerine titrediği, tanıyan herkesin sevdiği, tüm feylerin güvendiği ve bir sonraki kral olarak gördüğü prensin kendi elleri arasında çaresizce çırpındığını görmek onun hiç öngöremediği kadar tarifsiz bir zevk kaynağı olmuştu. Öyle ki, acı deneyimler ve kötü hatıraların kazımasıyla açılan, aldığı her nefesle büyüyen ve hiç dolmayacak olan o boşluğun ufak bir kısmını bile doldurup tamir etmişti.
O boşluğu açan ilk darbe, daha doğduğu ilk gün inmiş ve üzerine yapışan bir damga halini almıştı. Bu adil olmayan dünyada yaşadığı her saniyeyle birlikte ruhundaki delik biraz daha büyümüş, en sonunda ucu bucağı görülemeyen ve onun bile potansiyelini kestiremediği bir hal almıştı.
Anca birkaç saat süreceğini bildiği huzursuz uykularına dalmakta zorlandığı gecelerde tavanı izleyerek uzun uzun düşünürken içindeki bu boşluğu insan diyarındaki dipsiz çukur Ataek'e benzetirdi.
İnsanlar için Ataek Kuyusu, ölümün en merhametsiz yollarından biri sayılırdı. Dünyanın kordan kalbine gittiğine inanılan bu kuyu öyle derin ve öyle karanlıktı ki eğer yeterince dikkatli dinlerseniz, içine atılan günahkâr insanların sonsuz karanlıkta akıllarını yavaş yavaş yitirirken attıkları çığlık ve kahkahaları günler sonra dahi duyabilirdiniz.
İşte Andohir'in kalbindeki bu boşluk da tıpkı onun gibi, sonu gelmeyen bir karanlık barındırır olmuştu günden güne. Ne var ki zaman geçtikçe ve bir şeylerin farkına varmaya başladıkça o ışıksız boşluk artık pek de korkutucu gelmemeye başlamıştı.
Hayatı boyunca başkalarının onun yerine övülmesini ve bir şeylere sahip olmasını izlemek zorunda bırakılmıştı. Kral babasının üç prensi vardı ancak o Andohir'i asla görmek istememiş, onca çabasına rağmen takdirini bir tek ondan esirgemişti.
Umursanmayan, örselenen, görünmez... Ailesiyle geçirdiği yıllar boyunca bundan öteye gidememişti işte.
Daha doğduğu gün, üzerine devasa ve aşması mümkün olmayan bir gölge düşmüştü.
Devasa bir köstek...
Gladtirith, anne ve babasının ilk çocuğu olmasından dolayı büyük bir heyecan ve sevgiyle karşılanmıştı elbette. Her zaman sevilen, takdir edilen ve her şeyde iyi olan... Galanodel ailesinin kusursuz prensiydi o.
Esasen abisi hiçbir zaman başkalarının düşündüğü kadar iyi bir fey değildi ve Andohir bunu gayet iyi biliyordu. Duygularının onu yönetmesine izin veren, bir hükümdarın olması gereken kadar sert ve kararlı olmaktan aciz, hatalar yapan bir prensti o.
Buna rağmen herkes, anne ve babası, kraliyet ailesi, sarayda çalışan diğer feyler ve halk...
Ona tapıyorlardı.
Andohir'in tüm hayatı karşılaştırmalarla ve her zaman daha fazlasını isteyip beklentilerinin sonu gelmeyen aç gözlü, sahte takdirlerle geçmişti. Ne yaparsa yapsın ve ne başarırsa başarsın, sınırlarını Gladtirith'in çizdiği bir hayat yaşamak zorunda bırakılmıştı. Hayatındaki varlığı o üzerine düşen, ışığını kesen ve büyümesini engelleyen bir gölge olmaktan hiç çıkamamıştı.
Tıpkı iri yapraklarıyla güneşi bir tek kendisine saklayıp diğerlerinin ölümüne sebep olan gösterişli bir bitki gibiydi Gladtirith. Görünüşünün muhteşemliği, Andohir dışındaki herkesi aldatıyordu.
Calen'in gelişiyse Andohir'in üzerine düşen bir başka gölgeydi ve karanlığının tonunu koyulaştırmıştı yalnızca. Uzun ve heyecansız yıllardan sonra küçük kardeşleri Calen, anne-babalarını bulan bir başka kutsama olmuştu. Şatoyla birlikte tüm Zümrüt Diyar'da da aylarca bir şenlik havası esmişti.
Andohir o dayanılmaz kutlamalardan ve överken yeren tebriklerden ya da kardeşlerinin başarılarını öngören iyi dilek cümlelerinden kaçmak için kendi isteğiyle uzak diyarlarda bir göreve gitmişti o zamanlar.
Ufak tefek, neşeli ve sakin bir çocuk olan Calen; tüm çabalarının buruşturulup bir kenara atılmasına, Andohir'in hepten görünmez olmasına sebep olmuştu. Gladtirith kadar göz önünde ve favori değildi belki ama simyacı oluşuyla herkesin ilgisini cezbetmişti.
Tıpkı diyara gönderilmiş bir hediye paketi gibi görmüşlerdi onu da.
Andohir ise doyurulamamış kalbiyle yapayalnız kalmıştı hep. Kimsenin görmediği ve ne yaparsa yapsın nafile olandı, yine de hiçbir zaman çabalamayı bırakmamıştı. Cılız da olsa daima bir umudu vardı. Belki çok çalışır ve başarılı olursa bir şansı olurdu. Belki onu da görürlerdi...
Asırları böyle geçirirken o karanlık boşluktan yankılanan ve diğer herkesin aksine yaptıklarını takdir edip onu destekleyen ses ne de hoş ve şefkatli gelmişti!
Onu yaşama daha bir sağlam bağlayan ve farklı olasılıklar fısıldayan da yine o ses olmuştu.
Gladtirith her gün taht vaatleriyle kucaklanır ve yetiştirilirken o, seneler boyu uzaktan izlemekten bıkmıştı. Kuzey sınırındaki bir görevden döndüğü ve hiç kimsenin onu karşılamadığı bir geceydi.
Diğer herkes Gladtirith'in yaklaşmakta olan taç giyme törenini konuşmak için toplantı salonundalardı. Diyarın en tehlikeli sınırından dönmesine, mevsimler ve kilometreler aşmasına rağmen kimse onu karşılamaya zahmet etmemişti.
Tek başına odasında dinlenirken ve o boşluğu oluşturan karanlığın derin ve sonsuz katmanlarında dolaşırken o gece aniden kararını verdi.
Kral kendisi olmalıydı.
Tahtı ve yönetme gücünü elinde tutmayı hak ettiğini fısıldayan o sesi ilk o gece tam anlamıyla duymuştu. İçinden yükselen o sesi ilk kez kusursuz bir gerçeklikle işitmek her ne kadar başta ürkütücü gelmişse de duyduğu o sesin haklılığı ve sıcaklığında aradığı kucaklamayı bulunca bir daha hiç korkmamıştı.
Bir diplomat olarak geçirdiği bu uzun yıllarda birçok insan ve fey tanımıştı. Andohir'e göre, karşılaştığı kişilerin kim olduğu hiçbir zaman tam anlamıyla önemli değildi. Çünkü insan veya fey, birini anlayıp tanımanın formülü her zaman aynıydı.
Ona göre türlerinden bağımsız olarak herkes arzular, inançlar ve korkuların ayakta tuttuğu birer iskemleye benzerdi. Ve eğer karşınızdakini tanımak istiyorsanız, bu üçüne dair düşünceleri ve girişimleri ruhlarına açılan kapının kilidine anahtar olurdu.
Andohir inancı onu yücelten, arzusu kendisinin kral olması olan bu sesin nereden ya da kimden geldiğini hiç umursamamıştı. Sonunda biri onun değerini ve kapasitesini anlamış, kardeşlerinden daha iyi olduğuna hükmetmişti.
Geri kalan her şey onun için önemsiz ayrıntılardı.
İlk gece o ses kendisine diğer herkes karşısında ne kadar üstün ve yüce olduğunu fısıldarken Andohir dizlerinin üzerine çökmüş ve kahkahalar eşliğinde, şafak geceden ayrılan gümüş bir iplik olana dek ağlamıştı.
Gladtirith'ten hiçbir eksiği yoktu ve bu, tüm çıplaklığıyla gerçekti işte. Tarih, edebiyat ve dövüş sanatlarında iyi olduğu kadar lider olmanın tüm vasıflarını da taşıyordu.
Harika bir kral olabilirdi ve olacaktı da.
Kral olmasının önündeki tek engel Gladtirith'ti. Kaderin manasız ve muzip bir hatasıyla ilk doğan prens o olmuştu ve milenyumların sırtında taşıdığı geleneklerce sırf bu yüzden kral o olacaktı.
Ne var ki Andohir, sırf ilk doğan olmadığı için tahtı hiçbir şey yapmadan kardeşine bırakacak bir adam değildi artık. O gece şafak sökerken ve fısıltılar yavaş yavaş onu yalnızlığına geri iterken kararını verdi.
Belki hemen olmayacaktı, hatta bunu başarabilmesi için uzun yıllar gerekecekti, ancak ne pahasına olursa olsun bir gün kral olacak ve o tahta kendisi oturacaktı. Kaybedecek hiçbir şeyi yoktu, ne var ki kazanacakları o an güneşin doğmakta olduğu ufkun sonsuzluğu kadardı.
Ses, bu kararından oldukça memnun olmuş, ilk yapması gereken şeyin güven kazanmak olduğunu söylemişti. Sadece kral abisi değil, küçük ya da büyük herkes ama herkes ona katıksız bir güven duymalıydı.
O sesle birlikte kurdukları planları gerçekleştirebilmesi ve dilediği gibi hareket edebilmesi için o güven gerekliydi. Eh, bu da uzun yıllar gerektirecekti.
Öyle de oldu.
Böylece Andohir hiç durmadan yıllar boyu çalıştı ve ona verilen her görevi eksiksiz bir şekilde yerine getirdi. Öte Diyar'a göçmesinin öncesinde babasının ve sonrasında da Gladtirith'in her zaman yanlarında ve ellerinin altındaydı. Onlar daha çok parlayabilsin ve ışıklarıyla daha çok kişiyi etkileyebilsinler diye Andohir bir uşak gibi seneler boyu çalışmıştı.
Geçici bir şekilde yansıttıkları o ışığın kaynağı her zaman kendisi olmuştu ve bunun farkındalığı, o karanlığı günden güne besleyip büyüten yegâne motivasyonuydu.
Uzun ve sabır gerektiren asırlar vedaları da birlikte getirmiş, kral ve kraliçe bu diyardan göçüp giderek tahtı ve her şeyi en sevdikleri oğulları Gladtirith'e bırakmışlardı.
Andohir, taç giyme töreninin yapıldığı o sabahı asla unutamıyordu. Taç Büyüsü bitip babaları tahtını en sevdiği oğluna bırakırken Andohir'in gözleri bir an olsun abisinin hiç durmadan gülümseyen o heyecanlı ifadesinden veya babasının gururla aydınlanan çehresinden ayrılmamıştı.
Gösterişli ve büyüyle parıldayan taç Gladtirith'in başına konulurken, pelerinini taş basamaklarda sürüyüp tahta otururken ve Şato'nun devasa balkonuna çıkıp halkı sevinçle selamlarken...
Her bir sahne zihninin derin dehlizlerine en ince ayrıntılarıyla kazınmıştı. Geceleri başını yastığa koyup huzursuzlukla dönüp dururken bu sahnelerde abisinin yerine kendisini hayal ediyordu.
"Tanrılar daima yanınızda olsun." demişti babaları Eion, Öte Diyar'a olan yolculuğuna başlamadan. "Gerçi gözüm arkada kalmayacak. İyi bir kral olacağından hiç şüphem yok, Gladtirith. Kardeşlerinin daima seninle olup yardımlarını senden esirgemeyeceklerinden de... Onlara göz kulak ol."
Sevgisini ve takdirini eşit dağıtmayı hiçbir zaman başaramamış olan babaları Öte Diyar'a giderken Andohir içten içe acıyla gülmüştü.
Babası ve annesi için içinde kedere yer yoktu elbette. Neden olsundu ki? Ancak kral ve kraliçe çok uzaklara olan yolculuklarına gitmek üzere o antik büyünün parıltısında kaybolduklarında Andohir'in elleri titremeye başlamıştı.
Öfkeli adımlarla ve hışımla kendisini odasına attığında etrafı kızıl görüyor, bir şeyleri parçalamak için parmakları adeta sızlıyordu. Taştan duvarlardan birine indirdiği yumruğu altında tatmin edici bir çatlak oluşmuştu. Yıllar boyu bir kez olsun onu sevmeyi ve ona saygı duymayı becerememiş olan kral ve kraliçe artık yoktu. Bir daha gerçekten aile olmalarının imkansızlığı karşısında kırılan parmaklarının acısı hiçbir şeydi.
Babası, Öte Diyar'a giderken daki Gladtirith'den ona göz kulak olmasını isteyecek kadar küçümsüyordu kendisini. Bir kez daha acı acı güldüğünü hatırlıyordu.
Kim kime göz kulak olmuştu acaba? Geçen asırlar boyunca çevre krallıklarla tüm görüşmeleri Andohir yürütmüş, sınır güvenlikleriyle de çoğunlukla o ilgilenmişti.
Zihninde geçmişin acımasız hatıralar birer ok gibi uçuşarak kafasının içindeki kanlı savaş meydanını süslerken çalışma odasına gelmişti bile.
Alelade ve sabırsız bir el hareketiyle çalışma odasının önünde, kapının iki kanadını bekleyen askerleri yolladı.
Sessizlik, Andohir Şato'yu ele geçirdiğinden beri bu yerin duvarları arasında yankılanan yegâne şeydi. Myr veya fey, hiç kimsenin en ufak bir sesini dahi işitmek istemiyordu.
İşitmek istediği, kulaklarına bir müzik gibi gelen tek ses önündeki kapının ardında duruyordu. Sabırsızca kapıyı iterek odaya girdi. Bu tanıdık manzarayı görmek bile rahatlamasını sağlıyordu.
Fazla bir eşyası olmamasına rağmen lüksten hoşlanırdı. Ceviz ağacından yapılma mobilyaların üstü altın ve gümüş işlemelerle donatılmıştı. Bordo ve altın renginin hâkim olduğu odanın 4 duvarı da yerden tavana kadar kitaplarla dolu olan raflarla bezenmişti.
Bilginin güçle eş anlama geldiğine dair inancı geçen yıllarla birlikte biraz olsun azalmamıştı.
Üç iskemle, iskemlelerin arasında devasa bir masa, bir şömine, yorulduğunda uzanmak için bir koltuk ve yerdeki el örmesi halı... İşte gününün neredeyse tamamının geçtiği odanın tüm eşyası bunlardan ibaretti.
Her zamankinden daha aceleci adımlarla masasına ilerleyip rahat sandalyeye çöktüğünde sıkıntıyla ofladı. Öfke ve korku, damarlarında birbirine karışıp çağlarken bu şekilde oturup beklemek zordu.
Titreyen ellerini birbirine kenetleyip seslendi.
"Her şeyi dediğin gibi yaptım, peki neden hala geri dönen yok?"
Morrigan'ın çoktan Şato'ya geri dönmüş ve ayaklarının dibinde ona abisinin canı için yalvarıyor olması gerekirdi. Raflar arasındaki minik pencereden sinirini bozmak istercesine ona göz kırpan güneş, çoktan batmak üzereydi.
"Kral olmak için o ikisinden birine ihtiyacım var ve ben ikisini de elimden kaçırdım!" Kenetlemekten vazgeçtiği ellerinden birini bir yumruk halinde ceviz masaya indirince çatırtı eşliğinde kıymıklar uçuştu.
"Bir yolunu bulmuş olabilirler mi?" Nihayet ses geri gelmişti.
Onu duyar duymaz kasları gevşedi, soluk alışverişi düzene girerken ellerini yeniden birbirine kenetledi.
"Bilmiyorum, öyle olmalı... O küçük, aptal kız büyü hakkında neredeyse hiçbir şey bilmez ama yanında başkaları da vardı. O bunak komutanlar bir şeyler yapmıştır belki de."
Andohir'in aklına başka bir yol gelmiyordu. O büyüyü bozmak hemen hemen imkansızdı, en azından Hagas'ın Kitabı'nda öyle diyordu.
"Peşlerinden git." Sesin sabırsız tonlamasına bakınca bu bir emri andırıyor gibi gelmişti ona. Ve Andohir emirlerden nefret ederdi.
Sesin her zaman bir bildiği olurdu, bu yüzden kenetlediği dişlerinin arasından sabırla sordu.
"Nereye?"
"Nymalin'e..." Ses, bir zamanlar Malekith'in mağlup edildiği o şehirden bahsederken sanki bu ismi okşuyordu. Andohir bunun sebebini anlayamasa da üzerinde durmadı.
"Onlar da oraya gidiyor öyleyse..." Ses reddetmemişti, doğru olmalıydı o halde. "Neden peki, ne var orada?"
Birkaç dakika için ses hiçbir şey söylemedi. Dakikalar geçip giderken güneş gökyüzündeki yolculuğunu tamamlamak üzereydi. Gölgeler odanın dört bir yanını kaplarken Andohir ayağa kalktı ve ağır adımlarla şömineye doğru ilerledi.
"Seni ya da onları daha güçlü kılacak bir şey var, bir hatıra." Muzip bir gizem o tok sesin kelimeleri arasında geziniyordu. "Oraya gidersen hem hatıraya sahip olursun hem de Morrigan'ı tek başına yakalarsın. Diğerleri farklı bir yere gidiyor, prens de Nymalin'e giremiyor."
Andohir elindeki kibriti yakarken kaşlarını çattı. "Öyle olsa bile onlar çoktan yola çıkmış olmalı. Nasıl yetişeceğim?"
Esasen gitme fikri karşısında çoktan ikna olmuş sayılırdı. Şimdiye kadar hissetmediği bir merak içini bir kemirgen misali yemeye başlarken daha güçlü olmanın tatlı düşüncesi zihninde dönmeye başladı.
Güç, bu dünyadaki bir çok şeyin anahtarıydı ve ona da istediklerini almakta pekala yardımı olabilirdi.
"Kanatlılar... Hemen git, gerçekten kral olabilmek için..." O emreden ton bir an için yeniden belirmiş olsa da Andohir'in o anda düşündüğü şey artık bu değildi. Zaten ses de bir şey daha söylememiş ve çoktan gitmişti.
Doğrusunu söylemek gerekirse Nymalin'in gizemleri ve toprakları hakkında pek bir bilgi sahibi değildi. Sesin doğru söylediğinden hiç şüphesi yoktu ancak yeğeninin bu bilgiye nasıl ulaştığını merak etmişti doğrusu.
Kibriti şöminedeki odunların üzerine attığında alevler ve gölgeler odanın duvarlarında tehlikeli bir dansa başladılar. Alevleri izlerken Andohir düşünüyordu.
Güneş artık tamamen batmıştı.
Edric hala yaşıyor muydu acaba? Yaşasın veya yaşamasın, veliaht prens inşa ettiği her şey için büyük bir tehditti. Güçlüydü, cesur ve inatçıydı da...
Tüm bunlar planlarını mahvetmek için fazlasıyla yeterli olabilirdi.
Morrigan'a gelince... Andohir'in daha önce hiç görmediği kadar etkili bir büyüsü vardı ancak nihayetinde tecrübesizdi, çok gençti. Ve yanında abisi ya da Kuzey'in Kara Kurdu olmadığında kesinlikle zayıftı.
Nymalin'de yalnızca o ve Morrigan olacaktı.
Taç Büyüsü için onu zorlayabilirdi, en kötü ihtimalle onu kaçırıp hapsedebilirdi. İçinden bir ses Edric'in ölmekten çok uzak olduğunu söylüyordu. O sinsi, ukala hergele hayatta kalmanın bir yolunu pekâlâ bulmuş olabilirdi ve kardeşiyle tehdit edildiğinde yapmayacağı şey yoktu.
Her halükârda avantaj onda olacaktı ve gücüne güç katacaktı. Bu fikir kesinlikle Andohir'in hoşuna gitmişti.
Hışımla odadan çıkmak için dönerken pelerininin yarattığı rüzgâr, ateşin bir an için titreyip zayıflamasına sebep oldu. Gölgeler titreyerek odanın duvarlarına sindi.
İki kanatlı kapıyı pervazından ayırırcasına açtığında çıkan gürültü, geniş koridorda yankılandı.
"Thol!" diye gürledi. Karanlığın dilinde çağırdığı askerler koridorun ucunda belirmişlerdi bile.
Koşarak yanına gelen askerlere "Kanatlılardan birini ve yolculuk için gerekenleri hazırlayın. On dakikanız var!" dedikten sonra sabırsız adımlarla biraz önce tırmandığı basamakları birer birer inmeye başladı.
Kalbi yabancı, heyecanlı denilebilecek kadar garip bir ritimle atıyordu. Parmakları yeniden titremeye başlamıştı.
Nihayet bekleyişi son bulacak, hak ettiği gibi gerçekten bu diyarın kralı olabilmek için gereken gücü keşfedecek ve engelleri birer birer yolundan kaldırıp atacaktı.
Andohir basamakları inip Karşılama Salonu'na ulaştığında basamakların bitimindeki aynadaki aksiyle göz göze geldi. Bir an için durdu ve daha yakından bakmaya karar verdi.
Güçlü, yılmaz ve heybetli... Aynadaki aksi öyleydi işte. Teni adeta ışıldıyor, gözlerinin yeşili her zamankinden bile daha açık duruyordu.
Koyu yeşil pelerin geniş omuzlarından dökülürken gümüşi bukleleri de omuzlarına değiyordu. Çenesini kaldırarak kendi görüntüsüne hoşnut bir şekilde gülümsedi ve yoluna devam etti.
Kaidesinde duran kılıcını alıp avluya doğru yürürken gülümsemesi yerini kararlı bir ifadeye bırakmıştı. Az önce yüzünü aydınlatan gülümseme çoktan kaybolmuş olsa da Andohir'in zihninde az öncekiyle birebir aynı düşünce yankılanıyordu.
Aynada gördüğü o güçlü adamın tek eksiği, başında olması gereken tacıydı ve Andohir o tacı ne pahasına olursa olsun giyecekti.
-------------------------------------
Herkese merhaba, nasılsınız? Ben biraz hırpalanmış durumdayım dgkfnf :') Bazılarınızın bildiği üzere geçtiğimiz 2 haftadır bir taşınma ve boya-badana işiyle uğraşıyordum ve buraya pek bakamadım zira bazı sağlık sorunlarıyla da uğraşıyordum maalesef. Neyse ki toparlandım ve geldim ^^
Bana kalırsa her hikayenin farklı perspekftiflerden dinlenilmesi gerekir, bu sayede görmediğimiz ve duymadığımız kısımları keşfetmek kolaylaşır. Bu sebepten bu ara bölüm Andohir'e ait olsun istedim. Kendisi bana "yitik çocuk" tanımını anımsatan bir karakter. Kısa da olsa ona ait bir şeyler olsun istedim.
Böylelikle yayınlanacak son bir bölümümüz kalıyor: Final Bölümü :') Tarifsiz duygular içerisinde yazmaktayım inanın. Epik, duygusal, vahşi, heyecanlı ve şaşırtıcı bir bölüm olacağının sözünü veriyorum. Beklenmedik şeyler öğreneceğiz ve önümüzde beklenmedik bir hikayenin kapısı aralanacak.
Finali yazmam muhtemelen birkaç hafta sürecektir zira uzun olacak, daha da önemlisi mükemmel olmasını istiyorum jdgjd O zamana dek hepinizi sevdiğimi ve benim de finali sabırsızlıkla beklediğimi söylemek istiyorum.
Yorumlarınız için yorum kısmı, hoş sohbetiniz için panom ve mesajlarım daima açık. Final bölümünde görüşmek üzere!<3
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.17k Okunma |
727 Oy |
0 Takip |
51 Bölümlü Kitap |