28. Bölüm

ÇELİĞİN EFENDİSİ

Merve Gündoğmuş
mervegndgms

İyi okumalarr ^^

Serin gece ayazının dingin fısıltıları şimdi yanmakta olan meşe odunlarının ferah, mistik kokusunu dağıtıyordu. Derin ormanın yaratıklarına has sesler dışında yabanda geçirdiği bir başka ıssız, sakin geceydi.

Kuzeye karşı siper olarak kullandığı iri bir kayalığın dibinde yaktığı ateşle ısınıyor, bedeninin yorgunluğunu gidermeye çalışıyordu. Soğuktan korunabilmek için kürklü pelerinine sıkı sıkı sarındı. Biraz önce avladığı bir yaban domuzundan kalanları az ötedeki bir ağacın altına bırakmış, büyük bir kısmını akşam yemeğinde çoktan yemişti. Dallara takarak pişirdiği akşam yemeğinden sonra demlediği çayını içiyordu. Rahatlatıcı çayın da etkisiyle çöken o tatlı ağırlığa teslim olmak üzereydi.

Odhran birkaç gündür dağların eteklerinde, sık ağaçlıkların içerisinde geziniyordu

Odhran birkaç gündür dağların eteklerinde, sık ağaçlıkların içerisinde geziniyordu. Başkent Daesha'ya doğru en hızlı şekilde gidebilmek için Hencapelt'in en ulu iki dağının etekleri arasında uzanan vadinin kalbinden doğruca güneydoğu yönüne inen bir rota tutturmuştu. Şimdiye kadar herhangi bir sorun olmamış, kimseyle karşılaşmamıştı. Geceler hala huzurlu olsa da yüreğinin derinliklerinde bu durumun çok yakında son bulacağını biliyordu. Sessiz geceler gelip geçerken henüz bir başka feye de rastlamamıştı.

Şafak söktüğünde yeniden yola koyulacaktı, birkaç saat daha yolculuk yaptıktan sonra ufak bir kasabaya ulaşacaktı

Şafak söktüğünde yeniden yola koyulacaktı, birkaç saat daha yolculuk yaptıktan sonra ufak bir kasabaya ulaşacaktı. Amansız zirveleri ve kadim dağların eteklerini terk ettikten sonra ulaşılabilecek ilk topluluk bu kasabada yaşardı. Odhran zaman zaman bazı ihtiyaçları almak için bu kasabaya kısa yolculuklar yapardı.

Tekinsiz hışırtılar hassas kulaklarına dolduğunda ateşin yanına serdiği kalın pelerinine sarınmış uyumaya hazırlanıyordu, her zamanki gibi kılıcı elindeydi. Binyıllardır her gece bu kılıcı avucunda sıkıca kavrayarak uyuyordu.

Hışırtılar birden fazla yönden geliyor ve gitgide ona doğru yaklaşıyordu. Ateşin parlaklığı ve kıvrılarak ağaçların tepesinde yükselen dumanın yardımıyla onu bulmuş olmalıydılar. Ne kadar süreceğini merak ediyordum, diye düşünerek kendi kendine güldü.

Başta planı geceleri gizlice yolculuk yapmak olsa da sonradan buna gerek olmadığına hükmetmişti. Myr sayısı her geçen gün artıyor olmalıydı, her yer onlarla doluyken saklanmaya çalışmak manasız bir zahmet olacaktı. Üstelik huzurlu gece uykusu, bir grup iğrenç yaratığın yerini bilmesi gibi önemsiz bir sorun karşısında gözüne çok daha değerli görünmüştü.

Bu yüzden artık Odhran'ın gizlice yolculuk yapmak gibi bir derdi yoktu, kimseden saklanmıyordu.

Sırtını yasladığı soğuk, yılmaz kaya hariç her tarafından o iğrenç koku geliyordu şimdi. Kuzeyin rüzgarları binyıllardır bu iğrenç, çarpık kokuyla lekelenmemişti. Boğazından hoşnutsuzlukla yükselen hırıltıyı serbest bıraktı, avucundaki kılıcı daha sıkı kavradı.

Gelsinler bakalım.

Hemen sonra ağaçların ve ormanın diğer gölgelerinin arasından şekilsiz, kara bedenler belirdiğinde tiksintiden doğan ürperti binyıllar öncekiyle tamamen aynıydı. Kokunun etkisi yüzüne çarpan bir tuğla gibiydi, nefes alıp verişini azaltarak bu işkenceyi biraz azaltmayı denedi. Lakin pek de başarılı olabildiği söylenemezdi.

Yaklaşık on beş veya yirmi Myr yarım daire şeklinde çevresini sardıklarında sakin bakışlarını üzerine dikerek onları şöyle bir süzdü. Boyları ortalama bir feyin omuzlarının aşağısına denk gelecek kadar kısaydı, gölge ve lanetli toprağın birleşiminden doğan bedenleri yumrulu ve orantısızdı. Sivri pençeler ve tırtıklı, kara dişler tehditkâr görünse de kırmızı gözler aptal ve boş bakıyorlardı.

Hiçbir şey değişmemişti, hala çirkindiler.

Sayıları oldukça azdı, bu yüzden ayağa kalkıp kendini yormaya zahmet etmeyecekti. Etrafındaki çirkin suratların ve bodur bedenlerin oluşturduğu halka gitgide daralırken büyüsüne uzandı.

Ufak, yüzeysel bir dokunuşla gücünü uyandırdı.

Gümüş gri, soğuk metal gibi parıldamaya başladıklarını bildiği gözlerini üzerlerine diktiğinde yaratıklar birbirleriyle bakışarak bir süre beklediler. Sanki sayılarına rağmen Odhran'a yaklaşıp yaklaşmamakta tereddüt ediyorlardı. Bu birkaç saniyelik bekleyişte sivri pençelerinin kavradığı siyah, orağı andıran silahlar ve kendisine yönelmiş yaylar hareketsiz bir şekilde kalakalmıştı.

Büyüsünü serbest bırakırken ne büyük hata, diye düşündü. Fırsatları varken ona saldırmalılardı, ya da en azından denemelilerdi. Üstelik bu gelişmiş silahlar da konu Myrler olduğunda yeni bir şeydi. Kullanmaya fırsatları olmayacak olması ne de fenaydı.

Eh, binlerce kadim halkın yaşadığı bu dünyada Myrler zekâları veya taktik yetenekleriyle bilinmezlerdi.

Sıkılmış bir edayla gözlerini kapatarak derin, sakin bir nefes verdi. Bir ayağını diğerinin üzerine atarak ardındaki kayaya yaslandı ve gözlerini kapattı. Gücünün içinde kopardığı fırtınanın ufak bir yansıması onu kucaklayan bir rüzgâra dönüşmüştü. Soğuk esinti saçlarının arasında oynaşarak onların havalanmasına sebep olurken tenini de okşadı.

Onlara hak ettiklerini vermek için daha fazla beklemesine gerek yoktu. Bu dünyada aldıkları her nefes havaya, attıkları adımlar toprağa bir hakaretti. Karanlık ve ihanetin çarpık evlatları, yaşamaları diğer canlılar için uğursuzluktu. Bu yüzden merhamet göstermeyecek, kendisini de tutmayacaktı.

Bu kadar az sayıdaki bir birliği halledebilmesi için onları görebiliyor olmasına da gerek yoktu. Büyüsü sanki aynı bedeni paylaşsa da kendi duyuları olan bir başka yaratıktı. Kontrol her zaman Odhran'da olsa da bazen özgür olmak, dışarı çıkmak istiyordu.

Uysal ancak heyecanlı bir köpek gibi.

Bu da o zamanlardan biri olmalıydı, içindeki o heyecanlı kıpırdanış karşı konulamazdı. Odhran'ın bu sefer karşı koymaya niyeti yoktu zaten. İçindeki o kudretli, kıpırdanan yaratığı özgür bıraktı.

Saniyeler sonra üzerinde oturduğu toprak titremeye başladığında gözlerini açtı ve zalimce gülümsedi. Koyu renkli, yarı donuk toprakta gedikler açılmaya başladığında hedefleri çaresizce kaçışmaya başladılar. Odhran bu çirkin yaratıklara şimdi durduğu yerden şöyle bir baktığında zavallı göründüklerini düşündü.

Denerken asırları tüketseler bile asla ona zarar veremezlerdi. Yine de kaçmalarına müsaade etmeyecekti. Bu, onun için bir intikam meselesiydi. Artık Odhran bir avcı, bu yaratıklarsa onun aciz avlarıydı.

Hepsini yok etmeliydi.

Yeryüzünün derinliklerindeki cehennemin bağrından kopup yüzeye çıkan eriyik, şekilsiz metal kütleleri Odhran'ın büyüsünün etkisiyle özgür kalarak serin havada süzülmeye başladılar. Havada döne döne soğuyor, soğudukça çeliğin acımasız rengine bürünüyorlardı. Nihayetinde tamamen soğuduklarında kusursuz, ustura keskinliğindeki bıçaklara dönüştüler.

Ölümcül güzellikteki keskin metaller onlara çevrildiğinde Myr birliği ancak biraz uzaklaşmayı başarabilmişlerdi

Ölümcül güzellikteki keskin metaller onlara çevrildiğinde Myr birliği ancak biraz uzaklaşmayı başarabilmişlerdi. Odhran tekrar gözlerini kapattı, eski bir şarkıyı mırıldanmaya başladı.

Güneş yükselir ulu dağların başında

Oradadır yuvamız, çok uzaklarda

Esen rüzgârın parmakları arasında

Boreas'ın çocukları yaşar

Hırçın soğuğun esiri doruklarda

Keskin bıçaklar havada uçuşarak hedeflerine koştu. Ateşin göz alıcı renklerini yansıtarak birer birer hedeflerini bulurken yırtılan etin ve kopan uzuvların ıslak sesleri şarkısına eşlik etti.

Rengini binlerce yıl öncesinin acımasız savaşlarından ezbere bildiği kanın kutsal toprağa dökülmesiyle kötü, çürük bir koku esen rüzgârın sırtına atladı ve ona kadar geldi. Odhran yüzünün ekşimesine engel olamadı.

Gece yeniden sessiz, etraf kısa bir süre önceki gibi huzurluydu şimdi. Metal, düz ağızlı bıçaklardan birini havada yakalayarak kemerine sıkıştırdı. Burgu şeklindeki naif kabzaya bakarak sırıttı.

Eh, en azından pek de paslanmamıştı.

Daha fazla rahatsız edilmeyeceğinden emin olduğunda ateşin hemen yanındaki çırpılardan birini alarak kafasındaki haritayı toprağın üzerine dökmeye başladı.

Yarınki yolculuğunun sonunda Boreas'ın Nehri'ne varmış olacaktı. Dağların donmuş özlerinden fışkırarak taşan bu nehir Hencapelt Dağları'nın altından başlar ve kilometreler ötesine kuzeyin soğuğunu ve buzlarını taşırdı.

Boreas'ın Nehri, kuzeyin eteklerindeki düz arazileri beslemiş ve yerleşime uygun hale getirmişti

Boreas'ın Nehri, kuzeyin eteklerindeki düz arazileri beslemiş ve yerleşime uygun hale getirmişti. Çevre araziler soğuk havaya rağmen bereketli olmalarından dolayı birçok feyin yaşadığı Nmegroth isimli bir kasabaya ev sahipliği yapıyorlardı. Ayrıca Zümrüt Diyar'ın en güzel balıkları bu nehirden tutulurdu.

Odhran yarın bu kasabaya gidip kısa bir süre dolanacak ve insanların neler konuştuklarına kulak verecekti. Nmegroth gezginlerin pek uğradığı bir kasaba olmasa da tüccarların sık sık durakladığı ve ticaret yaptıkları bir yerdi. Ve diyarda dilden dile dolaşan her türlü haberi bu tüccarlardan alabilirdiniz, birkaç sikke fazlasıyla yeterli olurdu.

Nmegroth'ta kısa bir süre mola verdikten sonra çevreden işittiklerine göre hareket edecekti. Ancak duyacağı dedikoduların ve göreceği şeylerin onu her şeyin merkezine, o şatoya götüreceğinden hemen hemen emindi.

Elinde tuttuğu çırpıyı ateşe atarak çıkan çıtırtıları dinledi. Alelade haritanın üzerinde elini gezdirerek toprağa kulak verdi. Sakladığı büyülerle coşkun, kara efendinin çocuklarının kanıyla sulanmaktan bezgindi...

Kürklü pelerinine sarılarak çok sevdiği, onu sevdiklerine götüren uykunun kollarına kendisini teslim etti.

------------------------------------------

Nmegroth, Soğuk Tanrı Boreas'ın nefesinin her daim hissedildiği bir yer olmasına rağmen hareketli, hayat dolu bir kasabaydı. Ticaretin hızlı akıp gittiği, insanların çalışkan olduğu ve çetin havaya rağmen kutsal nehrin suladığı bereketli arazilerinde çeşit çeşit meyve ve sebzenin yetiştirildiği bir yerdi. Odhran gibi Hencapelt Dağları'nın yüksek yerlerinde yaşayan tek tük feylerin zaman zaman indiği bir tüccar cennetiydi aynı zamanda.

O yüzden şuanki ıssız, tekinsiz hava Odhran'a çok tuhaf gelmişti

O yüzden şuanki ıssız, tekinsiz hava Odhran'a çok tuhaf gelmişti. Tek yaşadığından ara sıra bazı ihtiyaçları almak için uğrardı, o yüzden burada birçok tüccar tanıdığı vardı. Şimdi hiçbiri etrafta görünmüyordu, kapalı panjurları ve çıt çıkmayan boş sokaklarıyla kasabanın terkedilmiş gibi bir hali vardı.

Meydana geldiğinde sabahın erken saatlerinden beri süren yürüyüşüne bir ara vererek çeşmenin yanına gitti ve buz gibi sudan iri avuçlarına doldurarak ferahlatıcı yudumlar aldı. Biraz uzaktan gelen kıkırdamalar kulaklarını doldurduğunda gözleri hemen sesin kaynağını aramaya koyuldu.

 Biraz uzaktan gelen kıkırdamalar kulaklarını doldurduğunda gözleri hemen sesin kaynağını aramaya koyuldu

Odhran sakin, dikkat çekmeyecek adımlarla meydanın karşısındaki üç katlı taş binaya doğru ilerledi. Evin yanındaki dar sokakta biri kız diğeri erkek, 6-7 yaşlarında iki çocuk oyun oynuyordu. Bir yandan da sık sık "Şşt" nidaları eşliğinde çevrelerini kolaçan ediyorlardı.

Uçuşan çilek rengi saçları ve ela gözleriyle hoplayıp zıplayan kız çocuğunu izlerken bir an dalıp gitse de sonrasında toparlanarak çocukların yanına gitti. Onları ürkütmemek için silahlarını kalın pelerininin altında saklamaya özen gösteriyordu.

"Pek de sessiz değilsiniz, ufaklık. Ne yapsak ki?" diyerek onlara sokulduğunda ikisinin de gözleri telaşla irileşmişti. Çocuk kızdan bir iki yaş daha büyük olmalıydı, kumral saçları ve altın parıltıların süslediği sıcak çikolata rengi gözleriyle çok güzel bir erkek olacaktı. Kız kardeşi olmalı, diye düşündü. Küçük kız koşarak ağabeyinin eline yapışıp çekiştirmeye başlamıştı bile. Diğer ufaklık Odhran'ın hareketlerini izlemekle meşguldü.

Odhran gülümseyerek elini pelerininin iç cebine attı, ne zaman insan içine karışacak olsa şekerleme taşırdı. Tıpkı artık çok uzaklarda olan kızı gibi, tüm çocuklar bu şekerlemelere bayılıyordu.

Eve bir göz attı ve hafızasını yokladı, burası şifalı otlar satan tüccar kadının evi değil miydi? Evet, öyle görünüyordu. Bu iyiydi zira Odhran onun düzenli bir müşterisiydi. Genelde tezgahını köy meydanında açıyor olsa da birkaç kez onu bu eve girip çıkarken gördüğünden emindi.

"Alın bakalım, korkmayın tamam mı? Ben Rania'nın dostuyum. O nerede, içeride olmalı değil mi?" O bunları söylerken çocuklar çoktan ağızlarını şekerlemelerle doldurmuşlardı.

Büyük olan gürültülü bir şekilde yutkunduktan sonra "Annem içeride, lordum. Kapıyı çaldıktan sonra isminizi yüksek sesle söylerseniz sizi içeri alacaktır. Artık sesini tanımadığı kimseyi içeri almıyor." dedi.

Odhran, onlara bir kez daha gülümseyerek başlarını okşadı. Eve doğru ilerlerken hala dolu olan bir ağızdan dökülen "Teşekkür ederiz, lordum." sesi zihnini doldurdu. Küçük kızın sesi kuşların baharda şakımalarını andırıyordu. Ölen kızıyla yaşları aynı olmalıydı...

Eve doğru ilerleyerek kalın, ahşap kapıyı gürültülü bir şekilde çaldı ve ismini söyledi. Biraz sonra anahtar şıkırtıları duyuldu, yaklaşık üç kilidin açılmasından sonra Ronia kapıda belirmişti.

Ronia, Odhran kadar olmasa da yaşlı bir dişiydi

Ronia, Odhran kadar olmasa da yaşlı bir dişiydi. Kuzey ormanlarının çeşitli yerlerinden şifalı bitkiler ve mantarlar toplar, sonra da küçük tezgahında satardı. Söylediğine göre büyükannesi iyi bir şifacıydı ve bitkilerin gücünü de ondan öğrenmişti.

Odhran'ı karşısında gördüğünde bembeyaz olmuş tenine bir nebze renk geldi. Turuncu kıvırcık saçlarını alelade bir topuzla toplamıştı, ela gözleri şaşkınlık ve merakın aynası gibiydi. Üzerine geçirdiği önlük, kısa boyu sebebiyle gülünç duruyordu.

"Lordum, yılın bu zamanında sizi hangi rüzgâr attı buraya?" dediğinde öksürdü

"Lordum, yılın bu zamanında sizi hangi rüzgâr attı buraya?" dediğinde öksürdü. "Yani, yakın bir zamanda uğramıştınız. Yolunuz biraz uzak, ondan..." Durumu toparlamaya çalışarak en şirin gülümsemesini sergiledi.

Odhran'ın hiç lafı uzatmaya niyeti yoktu, direkt konuya girdi.

"Neden meydanda ve sokaklarda hiç kimse yok, Ronia?"

Cevabını biliyordu, ancak bilmiyormuş gibi davranması gerekirdi. Dağlarda yaşayan bir fey olarak Ronia ondan bunu bekleyecekti. Hem her şeyden habersizmiş rolü yapmak Ronia'nın geveze ağzından laf almak için de güzel bir taktikti.

"Ah, siz bilmiyorsunuz tabii! Büyük talihsizlik, evet korkunç... Kısa süre önceki Eliad Kutlamalarını biliyorsunuz, her şey orada yani Caladwen Meydanı'nda olmuş. Cehennemden fırlamış gibi görünen yaratıklar meydandakilere saldırmış, nasıl ve nereden geldiklerine dair kimse hiçbir şey görmemiş. Ah evet, meydandakilerin çoğu katledilmiş." Tüm bunları tek nefeste anlatan Ronia'nın yüzünde dehşet ve keder vardı.

Odhran da aynı şeyleri hissediyordu. Majesteleri ve ailesi ne durumdaydı? Kalp atışları sıkıntıyla hızlandı, yine de devamını duymalıydı. Nereye gideceğini ve ne yapacağını bilmek için buna ihtiyacı vardı.

Ronia'nın haykırışıyla endişeye bulanmış düşüncelerinin akışı sekteye uğradı.

"Ah, tanrılar... Kapı ağzında kaldınız! Devamını anlatırken size çay ikram etmeme izin verin lütfen." Kenara çekilerek Odhran'a yol açmış ve hafifçe eğilmişti.

Dar holü geçerek hemen sağdaki odaya girmişlerdi. Küçük ama derli toplu bir evdi, yeşilin farklı tonları ve çeşitli bitki saksıları her yerdeydi. Odhran karşılıklı duran koltuklardan birine oturdu, kılıcını kenara bıraktı. Ronia hızla ortadan kayboldu.

Geri geldiğinde elinde bir tepsi, tepsinin içinde de iki fincan vardı. Lavanta ve papatyanın büyülü, teskin edici kokusu bütün odayı doldurdu. Odhran kendi kendine güldü, birazdan konuşacaklarını düşününce Ronia'nın çayı en çok ihtiyaçları olan şeydi.

Ronia karşısındaki koltuğa ilişirken Odhran çayından bir yudum aldı

Ronia karşısındaki koltuğa ilişirken Odhran çayından bir yudum aldı. Sıcak çay boğazından aşağı giderken çeşitli bitkilerin tatlı aroması onu rahatlatmaya başlamıştı bile. Bu çay uyuyamadığı, geçmişin onu avlamaya geldiği nice gecede tek tesellisi olmuştu.

"Bunları bana o gün Daesha'dan kurtulup gelen bir başka tüccar anlattı. O saldırıda kral ve tüm ailesinin öldürüldüğünü söyledi. Dediklerine göre, tahta Dük Andohir geçecekmiş ve şu anda da her şeyle o ilgileniyormuş. Majestelerinin cenaze töreni de güvenlik endişesi sebebiyle yapılmamış. Majesteleri kral da ailesi de çok sevilirdi, hepimiz çok üzüldük..."

Odhran'ın fincan tutan eli bir an havada sabit kaldı, hemen sonra bir yudum daha almadan önce "Yani hepsi ölmüş, öyle mi? Peki Dük nasıl kurtulmuş, gören var mı?" diye sordu.

O haini o meydanda gören olmadığından emin olsa da sormak istemişti. Hayatlarının derdine düşen insanların o hainin yaptıklarını görememeleri hesap edilmiş bir hamleydi elbette. Andohir Galanodel birçok şey olabilirdi, ancak aptal bir adam değildi.

Ronia yavaşça başını iki yana salladı. "Hayır, Lordum. Dük'ün nasıl kurtulduğunu bilen yok, aslında o gün onu pek fazla gören de olmamış ama o hep çok meşgul bir adam olmuştur zaten. Alana yetişememiş olması bile mümkün."

Tabii ya, çok meşguldü. Hainlikle.

Yine de başını sallayarak onu onayladı, bu tüccarlar da diğerleri de nereden bilebilirlerdi ki? Fincanı fırlatmamak için kendini tuttu, bakışlarını Ronia'ya sabitledi. Üzgün ve endişeli görünüyordu.

"Haklısın, gayet mümkün. Öyleyse o yaratıklara ne olmuş? Dük ve ordu çoktan onları avlamaya başlamış olmalı."

Ronia'nın yüzünde endişe belirmişti şimdi. Cevap vermeden önce içgüdüsel olarak etrafını kolaçan etti.

"Etrafta bazı askerleri görüyoruz ancak onlara bir şeyler sorsak da bize cevap vermiyorlar, lordum. Sanki görmüyor ve duymuyorlar, bu yüzden bilemiyorum. Ancak ormanda bazı şeyler dolanıyor, geceleri de kasabada. Bu yüzden herkes korkuyor, artık kimse dışarı çıkmak istemiyor." Şimdi evin içinde oynayan çocuklarının seslerinin geldiği odaya doğru bir bakış attı. "Sanki ölüm sokaklarımızda geziniyor, lordum."

Odhran duyacağını duymuştu, bir an önce yola çıkması gerekiyordu. Duyduklarını göz önünde bulundurduğunda, daha da hızlı olmalıydı. Ancak yolu uzundu, fey koşusuyla o hızda uzun süre de gidemezdi.

"Bir an önce gitmem gereken bir yer var, Ronia. Gerekli şeyleri bulup almamı sağlar mısın? Özellikle bir ata ihtiyacım var, uzun mesafeleri hızlı koşabilecek dayanıklı bir at."

Ronia kaşlarını kaldırarak yüksek sesle adeta haykırdı. "Yolculuk yapmak için doğru bir vakit değil lordum, dağlarda daha güvende olursunuz!"

Odhran bir bakışla devamı gelecek olan bu uyarıların kesilmesini sağladı. Bunun için vakti yoktu, üstelik zavallının kendisini için endişelenmesi de yersizdi. Odhran kendisinden çok daha fazla güvende olacaktı ancak Ronia bunu bilemezdi elbette.

"Ee, tabii. Tabii, elbette size yardımcı olabilirim. Her zaman iyi bir müşteri oldunuz, bu kadarını yapabilirim. Yarım saat içerisinde yola çıkmanızı sağlayacağım. Beklerken bir şeyler yiyebilirsiniz."

Bunu söyledikten sonra mutfağa doğru seğirtti, birkaç dakika sonra ağzına kadar dolu bir tepsiyle döndü. Tepsiyi Odhran'ın önüne bıraktığında Odhran pelerininin katları arasından bir hayli dolu bir kese çıkardı.

"Bulabildiğin en iyi atı al. Bunun dışında lazım olabileceğini düşündüğün şifalı otlar, yiyecek, ateş yakabilmek için çakmak taşları ve birkaç kat kıyafet istiyorum."

Ronia başını salladı ve keseyle birlikte gözden kayboldu. Odhran önündeki tepsiye baktı: Peynir, iyi pişmiş et, buharı tüten bir çorba, yemişli ekmek ve üzüm vardı. Oldukça iştah açıcı görünüyordu, bu yüzden bir an önce yemeye başladı.

Ronia gerçekten de yarım saat sonra geldi, Odhran o sürede yemeğini bitirmiş ve çayını da içmişti. Dışarıdan heybetli bir kişneme sesi geldiğinde ayağa kalktı, kılıcını kuşanarak evden çıktı. Koridordan geçerken dolabın üzerine cebindeki şekerlemelerden biraz daha bıraktı.

Kapının hemen önündeki at oldukça iriydi, bu yolculuk için uygun görünüyordu. Simsiyah olan hayvanın yeleleri bir tarafından sarkıyordu, çok güzel bir yaratıktı. Ronia'nın tuttuğu dizginler olmasa coşkun bir şekilde çok uzaklara koşacakmış gibi görünüyordu.

Hayvan güzelce eyerlenmişti, üzerine atılmış heybenin iki tarafı da doluydu

Hayvan güzelce eyerlenmişti, üzerine atılmış heybenin iki tarafı da doluydu. Ronia iyi bir iş çıkarmıştı.

Odhran hayvanı okşadı, elini koklamasına izin verdi. Atın gözlerine baktı ve "Raghnall" diye fısıldadı. Böyle yüce bir hayvan için uygun bir isim gibi görünüyordu.

Üzengiye adımını atarak ustaca bir hamleyle atın üzerine tırmandı. Onu izleyen Ronia'dan dizginleri alırken "Evlerinizde kalın, Ronia. Ormanda dolanmayın, karanlık ve bilinmez her yerden uzak durun. Çocuklara da dikkat et, ne pahasına olursa olsun evde kalmalılar. Anlıyor musun?" dedi.

Ronia endişeli bir ifadeyle başını salladı ve "Kendinize dikkat edin, lordum. Her şey düzeldiğinde sizi yine tezgahıma bekliyor olacağım." dedi.

Odhran, Raghnall'ı şahlandırarak hızlıca kasabayı terk etti. Artık nereye gitmesi gerektiğini biliyordu.

Bir an önce Eamon'ı bulmalıydı, Edric'in ne durumda olduğunu bilemiyordu ancak Eamon biliyor olmalıydı. Ölmediğinden emin sayılırdı, zira hain Dük'ün tahta geçebilmek için ona umutsuzca ihtiyacı vardı. Ancak esir düşmüş olması mümkündü, o halde onu kurtarmaları şarttı.

Eamon'ı esir olarak almaları için bir sebep yoktu, onu öldüremeyeceklerindense emindi. Edric hayatta olmalıydı ancak kimse onu görüp duymadığına göre bir şekilde Dük'ün eline düşmüştü.

Bu şartlar altında Eamon bir an önce Edric'i kurtarmak isteyecekti. Bunu yapabilmek için desteğe ihtiyacı olacağını bilecek kadar da iyi bir asker ve komutandı. Ve böyle büyük bir desteği tek bir yerde bulabilirdi.

Eamon çoktan Solonor Çölleri'ne doğru yola çıkmış olmalıydı.

Odhran da oraya gitmeli, ona yardım etmeliydi. Bu diyarın kaderi Edric'e, Edric'in kurtuluşuysa onlara bağlıydı.

Son süratle güneye gidiyordu, sevdiği başka kimsenin o karanlığın kurbanı olmaması için her şeyiyle savaşacaktı.

----------------------------------------

Merhaba, nasılsınız? Bölüm biraz gecikti ama misafir vardı idare edin lütfen :D Bölüm için oylarınızı ve yorumlarınızı eksik etmezseniz çok sevinirim <3

 

Bölüm : 28.08.2024 15:38 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...