
Uzun bir aradan sonra, yeni karakterimizle birlikte sizleri selamlıyoruz. İyi okumalarr <3
Görsel: Envy (Çizim bana ait :P)
Nefes nefese ara sokakları aşıyordu ki ayağı toprak yolun tam ortasında duran sivri kayaya takıldı. Tökezleyip dengesini bulmaya çalışırken küfretti ve hız kesmeden sol taraftaki bir başka karanlık sokağa daldı.
Koşarken bir yandan da elindeki altın kesesini ceketinin cebine tıkmaya çalışıyordu. Arkasından gelen adımların fazlalığına bakılırsa, keseyi çaldığı fey düşündüğünden daha da zengindi. Tabii, bu aynı zamanda daha büyük bir bela demekti.
Bir insan olarak feylerden koşarak kaçması pek mümkün değildi. Bu yüzden, hemen hemen ezbere bildiği ara sokaklarda izini kaybettirmek yapılabilecek en iyi şeydi. Kokusunu alma fırsatları olmadığından onu bu şekilde takip edemezlerdi.
Envy nefes nefese önünde uzanan sokağın bilinmezliğin mürekkebiyle boyanan köşelerine baktı. Bir sorun vardı. Zihninin bir köşesinde tuttuğu şehir krokisini düşünme fırsatı bulamadan ardından gelenlerin yavaşlayan adımlarını duydu.
Onlarla birlikte Envy de yavaşlayıp durmak zorunda kaldı. Bir çıkmaz sokağa girmişti. Pekâlâ, nasıl olduğunu anlamasa da büyük bir hataydı yaptığı. Derin bir nefes alarak peşinden gelen gruba doğru döndü.
Doğru saymıştı, dört fey erkeği korudukları bir erkeğin etrafına sırayla dizilmişlerdi. Savaşçı oldukları kaslı, bilenmiş bedenlerinin her köşesinden okunabiliyordu.
Çoğu şehirde, varlıklı feyler böyle bir korumaya ihtiyaç duymasa da Tybedun sınırına en uzak şehirlerden biri olan Asrenlin'de durum biraz daha farklıydı. Envy gibi insan diyarında hüküm giyip kaçan insanların yeni bir yaşam kurmak için tercih ettiği ilk şehir burası olduğundan, insan nüfusu da bir hayli yüksekti.
Genel olarak feyler ve insanlar arasında sorun çıkmazdı. Yine de tüccar feyler, yüklü alım satımlar yapacakları zaman bazen yanlarında savaşçılar bulundururlardı. Zayıf gördükleri insanlara karşı büyülerini kullanmak istemediklerinden nadiren yaşanan olaylardan dolayı aldıkları önlem buydu. Çünkü büyü, Envy gibi sıradan insanlar için ölüm anlamına gelirdi ve feyler bunu istemezlerdi.
İnsan diyarının yasaları katı ve acımasızdı, basit bir suç yüzünden idam edilmek işten bile değildi. Ne var ki, fey diyarında durum bunun tam aksiydi. Onlar yaşama saygı duyuyor, ölümsüz olmalarına rağmen sayılı nefesleri olan aciz insanlara dahi değer veriyorlardı. Envy ve onun gibi bunu takdir eden insanların çoğu, onlara sorun çıkarmamaya çalışıyorlardı. Elbette istisnalar oluyordu.
Envy, Tybedun'un küçük şehirlerinden birinin varoşlarında 16 yılını geçirmişti. O henüz küçük bir çocukken ailesi ona bakmanın masraflı olduğuna kanaat getirerek onu sokağa atmışlardı. O günden sonra Envy acımasızlığın, ölümlerin ve suçun kol gezdiği sokaklarda tek başına yaşamak zorunda kalmıştı. Bir ihanet sonrası yakalanıp ölüme mahkûm edilene kadar, yıllarca mahir bir hırsız ve iyi bir tüccar olarak kendi ülkesinde yaşamını sürdürmüştü.
İdamının yapılacağı gün gardiyanlardan birine verdiği rüşvet sayesinde kaçmış ve fey diyarına sığınmıştı. O zamanlar Tybedun'un cehenneminden kaçmanın tek yolu bu gibi gelmişti. Şansını açgözlü, umursamaz devlerin ülkesinde denemek istemiyorsa elbette.
Envy fey diyarında geçimini sağlayabilmek için tüccarlık yapmaya devam ediyordu. Üç ayda bir, birkaç gün için Tybedun'a gidip yüklü bir heybeyle geri dönüyor ve bunları satarak kazancını sağlıyordu. Eh, orada Dört Parmak lakabıyla her yerde aranan bir hırsızdı ve ülkeye kaçak olarak girip çıkıyordu. Oradaki namı kötü olsa da bu sayede fey diyarında güvenilir ve iyi bir tüccar olarak yaşıyordu.
En azından bugüne kadar onu ülkelerine kabul edenlere hiçbir sorun çıkarmamıştı. Biraz önce bir rastlantının onu şaşırtıp istemediği bir şey yapmak zorunda bırakması dışında.
Dört savaşçının arasında dikilen ve genç sayılabilecek feye baktı. Özenle taranıp toplanmış kızıl kahve saçları koşarken dağılmıştı. Üzerinde parlak, değerli taşların süslediği siyah bir tunik vardı. Nefes nefese kalması yüzünden hafifçe kızaran yüzü ve kehribar rengi gözleri öfkeliydi. Etrafını çevreleyen savaşçılar temkinli adımlar atarak mesafeyi kapatmaya başlamışlardı bile.
Envy ellerini havaya kaldırdı ve nefesini düzene sokmaya çalışırken mahcup bir şekilde ona gülümsedi. Her ne kadar hayatı boyunca bir hırsız olarak yaşamış olsa da sadece insanlardan çalardı, ona kapılarını açan halka ihanet edecek biri değildi. En azından geçerli bir sebep olmadan.
Sadece afallamış, emin olmak istemişti. Yıllar önce kaybettiği, arayıp bulamadığı şeyin millerce ötede ve en beklemediği anda karşısına çıkmasını beklemiyordu. Ne yapacağını bilememiş ve değer verdiği tek şeyi tekrar kaybetme korkusuyla düşünmeden harekete geçmişti.
"Niyetim sizden çalmak değildi, lordum. Bağışlayın, nasıl oldu bilmiyorum." derken samimiydi. Her zaman duygularını gizlemek için eğittiği sesinin bu alışılmadık samimiyeti taşıyabilmesini umdu.
Öfkeli feyin yüz hatları hafifçe yumuşadı, yine de Envy'i baştan aşağı süzerken temkinliydi. Elini kaldırarak yanındaki feylerin ilerleyişini durdurdu. Aralarında hepi topu on adım kalmıştı.
"Kesemi alıp kaçarken bana pek öyle görünmediğini söylemem gerek, insan." Derinden gelen erkeksi sesi çekici ve hoş olabilirdi, eğer Envy'e karşı apaçık bir düşmanlık ve iğneleme barındırmasaydı.
Tabii ki haklıydı. Mahcubiyetin rengi hafifçe ısınan kulaklarında ve yanaklarında yerini aldı. Envy neredeyse bir senedir bu topraklarda korkmadan yaşamını sürdürüyordu, daha düzgün davranması gerekirdi.
Genç fey iri ellerinden birini kaldırdı, avucu gökyüzüne bakacak şekilde Envy'e doğru uzattı. Kaşları çatık bir şekilde bakmaya devam ediyor, bu haliyle kadim kralların amansız heykellerini andırıyordu.
"Çok gençsin, değil mi? Eğer onu bana geri verirsen, tekinsiz zamanlardan geçtiğimizi hesaba katarak senin gibi bir ufaklığı ihbar etmeyeceğim." Bunu söylerken gayet ciddi görünüyordu.
Envy bir elini havada tutmaya devam ederken diğer elini deri ve süet karışımı ceketinin iç cebine soktu. Keskin gözleriyle her hareketini izleyen iri yarı savaşçıların gerginliğini görebiliyordu. En ufak yanlış bir hareketinde icabına bakacaklardı.
Ağır, mor kadifeden yapılma keseyi cebinden çıkararak avucunda tuttu ve gözlerini erkek feyin gözlerine kilitledi. Keseyi ona fırlatmak için elini kaldırdığında karşısındaki adamın gözleri hafifçe açıldı.
"Sen Dört Parmak dedikleri o tüccarsın! Senin hakkında çoğu zaman iyi şeyler işittim. Bu nasıl oldu?"
Ah, keseyi hangi eliyle tuttuğuna hiç dikkat etmemişti. Sol elinin orta parmağının olmadığı alenen görülebiliyordu. İşlerini yürüttüğü ve yaşamını kurduğu şehirde bir hırsız olarak ifşa olmak ne de işine gelirdi... Harika.
"Dediğim gibi, niyetim çalmak değildi. Aylar önce kaybettiğim, benim için çok değerli olan bir keseye çok benziyordu. O mu emin olmak isterken... Neyse. İşte, onu geri alabilirsin. Özür dilerim."
Bunları söylerken istemeye istemeye de olsa keseyi sahibine geri fırlatmıştı. Erkek fey çevik bir hareketle keseyi havada yakaladı.
"Demek içindekilerle değil, kesemle ilgileniyorsun. Bunu senin gibi bir insan kadından satın aldım, o yüzden kulağa çok da imkansız gelmiyor." Ah, bu bilgi Envy'nin aradığı kesenin bu olduğu konusunda daha da emin olmasına neden olmuştu. Minik bir umut kırıntısının içini ısıttığını hissetti.
"Kaybettiğin kesenin bu olup olmadığından nasıl emin olacaktın, ufaklık?"
Mor kadife üzerine beyaz ve altın boncuklarla işlenen ağaç figürü hatırladığı gibiydi. Kesenin ağzını bağlayan altın rengi ipin ucunda sallanan küçük yaprak da birebir aynıydı. Yine de emin olmak için görmesi gereken son bir şey daha vardı.
"İçinde üzerinde altın harflerle E&H yazan siyah bir kurdele de var mı, lordum?"
Fey bilmiyorum dercesine omuz silktikten sonra keseyi açtı ve kısa bir süre bakındıktan sonra gözleri hafifçe irileşti. Envy o an yanılmadığını, bu kesenin o kese olduğu anladı. Derin bir nefes alarak kalbindeki ince sızıyı dindirmeye çabaladı. Bu sızı senelerdir ne geçiyordu, ne de hafifliyordu.
"Hera'nın H'si. O benim en yakın arkadaşımdı, bu keseyi elleriyle benim için işlemişti. Bilirsiniz, hatıra olsun diye. Ancak insan diyarında yakalandığım gün onu benden çaldılar."
Karşısında dikilen genç adam gözlerini keseden ayırmadan hafifçe başını salladı.
"Arkadaşın hayatta mı?"
"Satıldığı genelevde onu öldürdüler." Cevap vermeden önce kısa bir süre duraksayıp yutkunarak boğazındaki yumrudan kurtulması gerekmişti.
Genç adam bu cevap karşısında hafifçe irkildi. Samimi bir üzüntüyle bulutlanan gözleriyle tekrardan onu süzdü. Belki de başka diyarlarda yaşamın ne kadar acımasız olduğundan hiç haberi olmamıştı şimdiye kadar.
"Kaybın için üzgünüm, ufaklık." dedikten sonra adamlarına işaret etti ve arkasını dönerek yürümeye başladı.
Geçmişinden, tek dostundan kalan son hatıranın ondan uzaklaşıyor olması karşısında Envy'nin yüreği burkuldu. Bir şey söyleyip onu durdurmak için ağzını açtı.
Uzaklaşmakta olan genç adam elinde tuttuğu keseyi ona doğru fırlattığında Envy yaşadığı şaşkınlık yüzünden neredeyse yakalayamayacaktı.
"Ölen bir dostun hatırasını senden koparıp alacak değilim. Ancak şunu unutmamalısın: Artık insan diyarında değilsin, Dört Parmak. O günler, o hayat ve o halk geride kaldı. Eğer gelip bana sorsaydın, bu kovalamacaya gerek kalmazdı." Bunu söylerken hafifçe gülümsemişti. Az önce çelik kadar sert olan ifadesi şimdi anlayışla yumuşamıştı.
Envy'nin gözleri engelleyemediği bir şekilde yaşlarla dolmuştu. Gülümsemeye karşılık vermeye çalışsa da beceremedi. Karmakarışık olan hisleri onu esir almıştı.
Tybedun sokakları acımasızdı, küçük bir kız çocuğu için daha da beterdi. Zamanında o acımasız sokakların kötülüğünde onunla birlikte çırpınan dostunu kurtaramamıştı. Kimse onlara acımamış, seslerini duyup yardım etmemişti.
Şimdi yabancı bir diyarda, kendi türünden bile olmayan birinin yardımını görmek... Bu iyilik, Envy'e taşıyabileceğinden daha büyük gibi görünmüştü.
Bir damla gözyaşı elmacık kemiğinden aşağı yuvarlanırken "B-ben ne diyeceğimi bilemiyorum. Teşekkür ederim." diyebildi. Genç adam tekrar uzaklaşmaya başlamıştı bile.
"Ah, bir dakika! En azından paranızı geri alın!" diye seslendiğinde cevap gelmedi. Erkek fey ve yanındakiler çoktan gözden kaybolmuştu.
Envy geçmişinin saklamaya değer tek parçası olan bu keseye bakarak gülümsedi, gülümsemesi gözyaşlarıyla yıkandı. Aylar sonra nihayet yeniden bir bütün gibi hissediyordu. Tekrardan cebine yerleştirmeden önce kesenin yumuşak kadife kumaşının üzerine bir öpücük kondurdu. Artık ona çok iyi bakacaktı.
Güneş yavaş yavaş bulunduğu yerden kayıp dağların karlı zirveleriyle buluşmaya başlamıştı. Gökyüzüne doğru bakarak yeni yeni belirmeye başlayan yıldızlara gülümsedi. Hera'nın nihayet huzura kavuşmuş olmasını dileyerek ismini bildiği tüm tanrılara dua etti.
Nihayet çıkmaz sokağı terk etmeye karar verip sokağın kentin derinliklerine açılan ağzına doğru birkaç adım atmıştı ki tekrardan durdu. Yaklaşan başkaları vardı ve düzensiz, kaba sesler çıkaran adımlarına bakılırsa bu sefer Envy'nin türündenlerdi.
Envy diğer cebine tıktığı devasa boyuttaki dumanlı kuartz taşını tamamen unutmuştu.
Feylerden çalmıyor olsa da bu kendi türünden olan insan tüccarlardan ara ara beğendiği şeyleri almayacağı anlamına gelmiyordu. Eh, alışkanlıklardan kurtulmak zordu ve tüccarlık pek de eğlenceli bir iş değildi...
Ve Envy bu nadide taşı çaldığı insanın az önceki fey kadar anlayışlı olacağını sanmıyordu. Taşın değeri bir servete eşitti, dolayısıyla bir hayli öfkelenmiş olmalıydı. İçgüdüsel olarak sol elindeki boşluğa baktı. Orta parmağının olması gereken boşluğa.
Acemilik yıllarında Tybedun'da yaptığı büyük bir vurgunda sıvışmaya çalışırken yakalanmıştı. Bu ufak aksilik sonucunda şehrin acımasızlığı servetiyle yarışmakta olan tüccarlarından birinin eline düşmüştü.
Aslında yaşı küçük olduğu için onu öldürmemeye karar vermişlerdi. Ancak Envy, adamın kendisine ettiği bir küfür sonucu uygunsuz bir el hareketiyle karşılık verince... O zamandan beri orta parmağı olmadığından Dört Parmak olarak anılır olmuştu.
Yaklaşık on dakikadır feyler dışında peşinden koşturan olmayınca paçayı yırttığını sanmıştı. Eh, belli ki fena halde yanılıyordu.
Hızlıca etrafına bakındı. Dar ve kararmakta olan sokağı dolduran nahoş çöpler dışında kullanabileceği hiçbir şey yoktu. Hem ayak seslerinin fazlalığına bakılırsa sayıca epey dezavantajlı durumdaydı. Pekâlâ... Buradan çıkmalıydı, hem de hemen.
Sokağın başında beliren grubu gördüğünde sakin kalmaya çalıştı. Sorun yok, sorun yok diye kendi kendine tekrarlarken bir yandan çevresini inceliyor bir yandan da karşısında dikilen insanları gözlemliyordu.
Az önceki feyin aksine şimdi biraz ötede karşısında dikilen insan oldukça tehditkâr görünüyordu. Parlak koyu yeşil tuniği altın ipliklerle işlenmişti, kemerinin üzerinden sarkan göbeği, keyfine düşkünlüğünün nahoş bir kanıtıydı. Dalgalı kır saçları arkaya doğru taranmış ve bir şapkayla tamamlanmıştı. Koyu kahverengi gözleri Envy'i incelerken alev alev yanıyordu.
Philip nefes nefese çıkmaz sokağın içlerine -ve Envy'e- doğruı ilerleyip adım adım yaklaşırken belindeki kamayı çekti, zehirli bir gülümseme ağır ağır yüzünde yayıldı.
"O taşla ortadan kaybolup elimden kurtulabileceğini mi sandın?"
Envy geriye doğru temkinli bir adım atarken bir konserve kutusu yuvarlandı, aralarındaki ölüm sessizliği metalin tıngırtılarıyla parçalandı.
"Neyden bahsettiğin hakkında en ufak bir fikrim yok, Philip. O kamayı kınına geri soksan iyi edersin." Yaşlı tüccarın yüzüne bakarken ifadesini kendinden emin tutmaya çalıştı.
"Ah, elbette var. Bugün dükkanıma uğrayıp odama giren tek kişi sendin ve sonra bir de bakıyorum ki özenle sakladığım en nadide parça ortadan kaybolmuş. Tesadüf mü diyorsun yani, Dört Parmak?"
Philip bir adım daha atarken gölgelerin arasından çıkan altı erkek de onunla beraber yaklaşmaya başlamıştı. Harika. Başı yine beladaydı ve belli ki buradan kurtulabilse dahi bir süre öyle kalacaktı.
Eh, Envy de zaten seyahate çıkmak istiyordu. İsabet olmuştu.
Geriye doğru bir adım daha atarken kendisine yöneltilen soruyu görmezden geldi. Bu saatten sonra reddetmenin bir faydası olmazdı.
"Belki de o kadar değerli bir parçayı daha iyi saklamalıydın, Philip. Sen ne dersin? Dikkatsiz olman benim suçum değil." Sırıttı. Bu sırıtışın onu deli edeceğini biliyordu, yine de kendisini tutamadı.
Philip bir adım daha atarken yüzündeki gülümseme silindi, dudakları öfkeyle titriyordu. "Kendine yeni bir lakap bulman gerekecek güzelim, zira diğer parmaklarını da ben koparacağım."
Envy sakin hareketlerle ellerini ceplerine attı, buradan derhal çıkacaktı. İri yarı altı erkek tüm hareketlerini izliyordu, ellerini cebine attığında hepsinin bakışları o yöne kaydı. Ellerinde bıçak ve zincirler vardı, dar ve siyah kıyafetleriyle sokağın gölgeleriyle uyumlu hareket ediyorlardı.
"Beni nasıl buldun?" Gerçekten de ara sokaklara tek tek bakmış olamazdı değil mi?
"Kuşlar arada buralarda dolandığını söylemişti." Tabii ya, kuşlar...
İnsanlara gerçekten de güven olmuyordu.
"Zor ve riskli zamanlardan geçiyoruz, Philip. O kadar tehlikeli ve kullanışlı bir şeyin senin gibi çıkarcı bir pislikte kalmasına göz yumamazdım. Ona iyi bakacağımdan şüphen olmasın, sen kendin için endişelen."
Dumanlı kuartz, Philip'in ellerine bırakılamayacak kadar özel bir taştı. Onu kullanan herhangi bir fey, büyüsünü ona aktarabilirdi. Ve bu taşın dumanına maruz kalan her türlü yaratık canlı canlı yakıldıklarını düşündürecek kadar fena bir acıyla felç olurlardı.
Envy bu taşın doğru amaçlar için kullanılabileceğini hayal dahi edemiyordu. Ancak kötü amaçlar için kullanılabileceği kesindi ve felaketlere yol açabilirdi.
Tybedun'dan ayrıldığından beri yaşam gözüne daha değerli görünür olmuştu. Zamanı gelince bu taş işine yarayabilirdi elbette, ortalık gitgide karışmaktayken böyle bir şeye sahip olmak avantajlıydı. Ancak Envy onu başkalarının güvenilmez ellerinde görmek istemiyordu. Philip de bu kişilerin başını çekiyordu.
Envy, fey diyarına geldikten kısa bir süre sonra onunla çalışmaya başlamıştı. Philip'le iş yapmak zaman zaman karlı olsa da kendisi acımasız ve çıkarcı biriydi. Onun için kesesine giren altınların sayısı önemliydi, o altınların neye bulaştıklarını umursamazdı. Kendi yararına olacaksa, diğerlerinin yanıp kül olmasını umursamayacak kadar tamahkar bir adamdı.
Bu yüzden, Envy bu sabah bir iş için onun dükkanına uğramış ve onu taşı saklarken gördüğünde de kararını çoktan vermişti. Philip'in bir sandığa kilitlediği taş, dakikalar sonra dükkandan çıkan Envy'nin cebindeydi.
Basit bir dikkatsizlik ve her zaman yanında taşıdığı özel bir maymuncuk genelde çoğu kilit için yeterli oluyordu. Yeterli olmadığında Envy her zaman başka yollar bulurdu. Ününü, klasik yöntemler kullanmayışına borçluydu.
"Cüretkarlığının sınırı yok, değil mi? Ama belki bu sefer biraz olmalı, silahsız ve tek başına olan ben değilim güzelim." Philip sırıtmaya devam ederken aralarında toplam birkaç adımlık mesafe kalmıştı.
Envy karşılık olarak sadece gülümsedi, cebinden çıkardığı bir topu hızla ikisinin arasındaki zemine fırlattığında çıkmaz sokak koyu mor bir dumanın saldırısına uğradı. Göz gözü görmez olmuştu şimdi.
Philip ve adamlarından homurtular ve galiz küfürler yükselirken Envy her zaman bileğinde duran mekanizmayı çalıştırdı ve yan taraftaki binanın çatısına ateş etti. Bileğinden fırlayan metal çapa, bir tıkırtıyla çatıya saplandı.
Envy ince ancak çelikten daha sağlam kabloya asılarak onu taşıyıp taşımayacağını kontrol etti. Yeterince sağlam görünüyordu. Zaten çatıya tırmanırken düşmek, Philip'in eline düşmekten daha çekici bir seçenekti.
Bileğindeki mekanizma onu yukarı doğru çekmeye başladığında rahat bir nefes aldı. Yoğun duman artık dağılmaya başlamıştı, Philip'le göz göze geldiler. Öksürükler arasında küfürler ederken öfkeyle kollarını sallıyordu. Oldukça komik bir manzaraydı, Envy sesli bir şekilde kıkırdadı.
"Seninle iş yapmak güzeldi, Philip. Hoşça kal, oldukça dolu olan kesen için de teşekkürler!" Ah, Envy uzun bir süre bu şehre uğrayamayacak olsa da Philip'in kemerindeki kesenin yokluğunu fark ettiğindeki yüz ifadesi her şeye değerdi. Belli ki Philip daha dükkandayken kemerinden eksilen altın kesesinin farkında bile değildi.
Envy çatıya ayak bastığı an hızla koşmaya başladı. Güneş batıya olan görkemli yolculuğuna devam ederken kiremitlere vuran gölgesi gitgide uzuyordu.
Şehrin daha kalabalık sokaklarına geldiğinde çevik bir atlayışla yere indi ve arasına karıştığı kalabalığın akışına uydu. Dairesine birkaç dakika mesafedeydi şimdi. Nefesini düzenlemeye çalışırken ayaklarını sakince, dikkat çekmeden yürümeye ikna etti.
Biraz sonra evine varmıştı bile. Arada sırada ortadan kaybolmasını gerektiren durumlar olduğundan, Envy her zaman kaçmaya hazır bir şekilde yaşıyordu. Hızlıca çoktan hazır olan çantasını omzuna astı ve üzerindeki altın keseleriyle kuartz taşını özenle çantaya yerleştirdi. Birkaç kullanışlı ve değerli parçayı daha çantasına attıktan sonra bir kat daha kıyafet almaya karar verdi.
Dolabında bulunan yiyeceklerden de biraz yanına aldıktan sonra hazırdı. Duvardaki çengele asılı olan koyu mor renkli pelerini omuzlarına atarak başını örttü. Gümüşten yapılma, kabzası taşlarla süslenmiş ufak bıçağını da beline sıkıştırdıktan sonra hızlıca daireyi terk etti.
Philip ve adamlarının buraya gelmesi çok sürmezdi. Ve Philip aptal bir adam olmadığından, Tybedun'a giden Kuzey Yolu da ikinci adresleri olacaktı.
Envy bu sebepten Doğu Yolu'nu kullanacaktı. Bu yol başkentin yakınlarından geçip kuzeye doğru devam eden diğer bir yola bağlanıyordu.
Kapıdan çıktığı gibi şehrin en kalabalık yollarını kullanarak doğuya doğru yöneldi. Eskiden bu yollarda yürümek bile zor olurdu, ne var ki bir süredir diyarın üzerinde kara bulutlar dolaştığından sokaklar pek de kalabalık değildi.
Başkentten gelen fısıltılar uğursuz, elem dolu dedikodular taşıyorlardı. Belirli bir süre kimse bunlara inanmamış olsa da son zamanlarda kentin yakınlarında görülen ve ne olduklarını kimsenin bilmediği yaratıklar yüzünden artık daha inandırıcı gelmeye başlamışlardı.
Envy de dikkatli olmalıydı, olabildiğince gölgelerden ve ücra köşelerden uzak durarak yolculuk yapacaktı. Mesleği gereği hisleri kuvvetliydi ve içinden bir ses tekin zamanları çoktan geride bıraktıklarını söylüyordu. Bela ve tehlike mezarlarından kalkan karanlık, lanetli bedenler misali çevrelerinde dolaşıyordu.
Doğu Yolu yönünde ilerlerken her adımıyla birlikte karanlık onu çevreleyen dünyayı biraz daha sarmalıyordu. Yolun iki tarafı da ulu ağaçların birbirine dolaşan saç tutamlarını andıran dallarıyla örtülmüştü.
Envy normalde bu yolu çok severdi. Kavurucu güneş karşısında kalkan olan yüksek dalların ferahlatıcılığı ve ılık rüzgârın yapraklarla otları hışırdatarak oynaşması hoşuna giderdi. Kuzey Yolu'na göre çok daha tenha olması -ve dolayısıyla kazançsız olması- sebebiyle başkente giderken bu yolu pek kullanmasa da ara sıra piknik yapıp ağaç gövdeleri altında kestirmeye gelirdi. Sessizliği huzura gebe olan bir yerdi burası.
Ne var ki Envy bu akşam pek de öyle hissetmiyordu. Sanki takip ediliyormuş, burada yalnız değilmiş gibi hissetmekten kendini alamıyordu. Sağ eli pelerininin dökümlerinin altında bıçağının kabzasını kavrar vaziyette hazır bekliyordu.
Defalarca kez durup etrafı dinlese ve sağa sola baksa da kimseyi görememişti, bu tedirginlikle birkaç saat yola devam etti. Şehri dikkat çekmemek için yayan terk etme kararından çoktan pişman olmuştu bile.
Envy şafak sökmeden yakınlarda olduğunu hatırladığı insan köyüne, Allnobel'e varabilirse oradakilerin ahırlarını bir ziyaret edecekti. Allnobel halkı çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşan insanlardı, bir atın eksilmesi onlar için pek bir fark yaratmazdı. Tybedun ise yayan gitmek için bir hayli uzaktı.
Kısa bir süre sonra midesinin guruldaması Envy'i durdurdu. Bunca hengamenin arasında yemek yemek aklına hiç gelmemişti, kısa bir mola vermek fena olmazdı. Kararmakta olan ormanın ortasında düşüp bayılmak kulağa hiç de iyi gelmiyordu.
Yolun sağ tarafındaki uzun otların üzerinden aşarak ağaçların arka tarafındaki düzlüğe çıktı. Philip'in onu bu yolda takip etmeyi akıl edip edemeyeceğini bilemediğinden içinden ateş yakmak gelmiyordu.
Gövdesinin çapı bir metreden daha geniş ve yosunlarla kaplı olan yaşlı bir ağacın altına oturdu ve sırtını yola dönerek ayaklarını bulutsu otların üzerine uzattı. Çantasından çıkardığı bir elma, ekmek ve bir parça keçi peynirini mendilinin üzerine çıkardı. Elmayı dilimlemek için çektiği gümüş bıçak ay ışığı altında soğuk bir ışıltıyla parıldıyordu.
Açlıktan ağrımaya başlamış olan midesi taze peynir ve yemişli ekmeğin lezzeti karşısında bir kez daha guruldadığında güldü. Ağzını sabırsızlıkla doldurmuştu, yanındakilerin Allnobel'e kadar yetmesi biraz zor olacaktı.
Ana yol dümdüz devam ediyordu. Envy'nin bir zamanlar keşfettiği kestirme yan yolsa biraz ileride önü kapatılmış bir halde duruyor olmalıydı.
Anayol ve bu kestirmenin ikisi de Daesha'ya gidiyorsa da yan yol çok daha dolambaçsızdı. Aylar önce başı yine beladayken oradan geçen bir çoban sayesinde Envy bu kestirmeyi bulmuş ve kimsenin haberdar olmaması için çalılar ve kayalarla gizlemişti. Şimdi bu gizli, belli belirsiz patika işini bir hayli kolaylaştıracaktı.
Eşyalarını toparlamış ayaklanıyordu ki yaklaşan ayak sesleriyle irkildi. Ağacın gövdesine sinerek bıçağını kavradı, bir eli de cebinde hazır bekliyordu. Kendi yaptığı bu duman bombaları böyle zamanlarda bir hayli kullanışlı oluyordu.
Yaklaşan ayak sesleri bir çiftten çok daha fazlaydı. Peki gelenler insan mıydı? Envy emin olamıyordu. Feylerin ayak sesleri tüy gibi hafif ve ritmik olurdu, insanlarınkiler ise gürültülü ve düzensizdi.
Bunlar her kim veya neyse, insan veya fey olmadıkları kesindi. Hayvan da değillerdi, duyduğu şey toynak seslerine de benzemiyordu.
Envy nefes almaktan bile çekinir bir halde onunla bir olmak istercesine ağacın gövdesine doğru daha da sindi.
Onun geldiği yönden gelmiş olamazlardı, yoksa kesin duyardı. Başkent yönünden mi gelmişlerdi? Bilemiyordu, ancak hiddetli adımlar yaklaştıkça uğultular, kindar hırıltılar duyulur olmuştu.
Kesif, çürümüş cesetleri andıran bir koku dört bir yana yayıldığında Envy omurgasından aşağı inen ürpertiyle titredi. Umutsuzca pelerini ve koluyla burnunu örtmeye çabalasa da bunun pek bir faydası olmamıştı. Koku, midesini dövmeye başlamıştı adeta.
Neyse ki toprağı titretecek kadar kararlı adımlar beraberlerinde getirdikleri kokuyla beraber pek duraksamadan yanından geçip gitmişlerdi. Biraz önce oturduğu yerde rahat olmasını sağlayan uzun otlara ve ulu ağacın geniş gövdesine şükretmeliydi.
Seslerin uzaklaşıp kokunun dağılmasından cesaret bularak olduğu yerde döndü ve otların arasından başını uzattı. Gördüğü şey karşısında Envy'nin boğazı korkuyla kurudu.
Geniş yolun karşı yakasındaki ağaçların arasında kaybolmakta olan yaratıklar fey erkekleri kadar uzun ve yapılıydı. Kaslı kol ve gövdeleri pullu, kara derilerinin gerilmesine neden olmuştu. Kırmızı gözler ürkütücü bir şekilde parıldıyordu, iri ellerin ucundaki tırnaklar aynı dişleri gibi uzun ve sivriydi. Envy'nin kısa ömründe gördüğü hiçbir yaratığa benzemiyorlardı.
Bu şeyler her neyse, geniş patikayı terk edip yolun karşı kenarındaki sık koruluğun arasında birer birer gözden kayboluyorlardı. Son kalan yaratığın elinde paçavraya dönmüş bir kumaş parçası gördü. Rengi artık belli olmayan kıyafetin üzerindeki arma, Zümrüt Diyar'ın kraliyet ailesine aitti.
Tek kalan yaratık ağaçların arasında dehşetin gölgesi gibi kaybolmadan önce sağına soluna bakındı.
Envy korkuyla tekrar kendisini ağacın arkasına yasladı. Ağzından korku ve dehşet yüklü bir nida, bir çığlık çıkmaması için iki elini tüm gücüyle ağzına bastırıyordu.
Son hırıltı ve ayak sesleri de kaybolduktan sonra bile bir süre yerinden kıpırdayamadı. Cehennemin yeryüzüne inişine birebir şahit olduktan sonra şiddetli bir şekilde titreyen bacaklarının onu taşıyabileceğinden emin olamamıştı.
İnsan zihninin işleyişi basitti, hemen hemen çoğu şey için bir açıklama sunabilirdi. Ancak açıklayamadığı şeyler olduğunda, zihin korkunun esiri olmaya mahkumdu.
Envy ne yapması gerektiğini kestiremiyordu. Bu şeylerin ne olduğunu anlayamamış olsa da birini veya birilerini aradıklarını anlayacak kadar kendindeydi. Ve belli ki aradıkları her kimse, oldukça önemli biriydi.
Burada kalmak artık güvenli değildi, bir an önce uzaklaşmalıydı. Onlar yönlerini değiştirmeden veya onun yol üzerinden ilerlediğini fark etmeden bir an önce aralarındaki mesafeyi açmalıydı.
Kararını çoktan vermişti, bu yüzden ağacın arkasından çıkarak tüm gücüyle koşmaya başladı. Yol boyunca koşarken Envy nefes nefese kalmış ve zorlanmaya başlamıştı, hayatında hiç koşmadığı kadar hızlı koşuyordu. Yine de arkasındaki kabuslardan fırlamış yaratıkları gözünün önüne getirerek kendisini nefes almaya ve hareket etmeye zorladı.
Kestirme yolun olduğu ayrıma geldiğini gösteren ıhlamur ağacının kokusunu aldığında bir nebze rahatladı. Ihlamur ağacının sol tarafında devasa bir kayalık vardı. Kayanın yüzeyi ve ıhlamur ağacının arasında Envy'nin kullandığı yol olmalıydı, gözleri bu yolu gizlemek için kullandığı kayalar ve dallardan oluşan yığını aradı.
Yığının yerinde yeller esiyordu. Envy'nin zamanında özenle kapattığı yolun girişi tamamen açık bir şekilde karşısındaydı şimdi. Toprak patika ayaklarının altından uzanarak ağaçların gölgeleri arasında kıvrılırken yorgunlukla gümbürdeyen kalbi endişeyle sıkıştı.
Envy zaman zaman buralara uğradığında hala güvenli olup olmadığından emin olmak için bu gizli geçidi de kontrol ederdi. Her seferinde de kendi oluşturduğu yığınla kapanmış belli belirsiz girişle karşılaşırdı. Şimdi bu gizli geçişi kim açmıştı? Az önceki yaratıklar olamazdı. Zemindeki izler binek hayvanlarının toynaklarını andırıyordu, pençeleri değil.
Esasen Envy'nin pek bir şansı da yoktu. Anayol fazla dolambaçlı ve fazla göz önündeydi. Başka yaratıklar da ortalıkta dolanıyorsa -ki bu artık Envy'e çok olası görünüyordu- anayol onların gözlerine ilk batacak rota olurdu. Philip'ten köşe bucak saklanmayı göze alsa da bu kadar yol geldikten sonra geri dönmek için de çok geçti.
Derin bir nefes aldı ve gizli olması gereken yola doğru adım attı. Biraz ilerledikten sonra durdu, eğer bu yol henüz bu yaratıklar tarafından fark edilmediyse girişi gizlemek akıllıca olurdu. Bu yüzden bıçağını çekti ve geçen sefer de yaptığı gibi iri dallar kesti. Birkaç kayayı yerleştirdiği girişi bu dalları da kullanarak ustaca gizledi. Bu yolun ilerisinde nelerin veya kimlerin olduğunu bilemezdi, ancak geride kalan o şeylerin burayı bulup onu takip etmeleri en kötü ihtimaldi.
Envy bıçağını elinden hiç bırakmadan hızlı ama olabildiğince sessiz adımlarla dar orman yolundan ilerledi. Sık sık tedirgin olup arkasına bakma ihtiyacı duyuyordu. İçindeyken hep güvende hissettiği, ikinci evi olan doğa ananın kucağında şimdi böyle hissetmesi ne de tuhaftı...
Yaklaşık bir saat boyunca ilerledikten sonra kalbi korkuyla çarparak durdu. Gecenin koynunda, neredeyse kimsenin bilmediği gizli bir yan yolda tek başınaydı ve yeniden bazı sesler duymaya başlamıştı. Elleri titremeye başlasa da panik yapmamaya çalışarak dinledi.
Alarma geçmiş kulaklarını dolduran sesler bir saat önce duyduklarına hiç benzemiyordu. Hafif olsalar da mırıltı ve bazı gülüşmeler anlaşılır sayılırdı. At kişnemeleri ve o tanıdık hafif ayak seslerinin birçoğunu daha duymak Envy'i şaşırtmıştı. Yumuşak rüzgâr karmaşık yönlerden estiğinden duyduğu bu seslerin hangi yönden geldiğini anlaması pek mümkün durmuyordu. Yine de yakınlarda birilerinin kamp kurduğu kesindi.
Çevresine bakınarak biraz daha ilerledi, duyduğu sesler bir grup feye ve onların bineklerine ait olabilir gibi duruyordu ancak yine de bıçağını bırakmadı.
Sağ ve sol taraftaki ağaçlıkların arasına doğru bakınarak ilerliyordu. Envy kısa bir süre ilerlemişti ki bir şeye çarparak durdu.
Çarptığı şeyin "Ah!" diye inlemesine bakılırsa, bir fey veya insan olmalıydı. Elindeki bıçağı ona doğru doğrultarak karşısındakini inceledi.
Karşısındakinin onun yaşlarındaki bir fey dişisi olduğunu gördüğünde, hissettiği ferahlamayla neredeyse inleyecekti. Şaşkınlıktan irileşmiş gözlerle ona bakan dişinin gümüşi saçları mehtabın altında bir ışık huzmesi gibi parıldıyordu. En az çevrelerindeki ağaçlarınki kadar canlı bir yeşil tonunda olan gözlerinde kısa bir an için şaşkınlık vardı.
Envy burada ne aradığını bilmese de onun kin olduğunu çok iyi biliyordu. Zümrüt Diyar'da yaşayan herkes, tek bir bakışla prenses Morrigan'ı tanıyabilirdi. Bu saç rengi ve gözler kraliyet ailesi üyelerinden başka hiçbir fey veya insanda yoktu.
Prenses Morrigan'ın ifadesindeki şaşkınlık yerini hızlıca şüpheye bırakmıştı. Temkinli gözler onu baştan aşağı süzerken diyarın prensesinin tek bir hamlesiyle elindeki bıçak Envy'nin tutuşundan kurtuldu ve toprağa saplandı.
Devasa bir fey erkeği hırlayarak büyük bir hızla sol taraftaki korunun derinliklerinden fırladı ve derhal Morrigan'ın yanındaki yerini aldı. Boyu iki metreden uzun olmalıydı, Envy deneyimli gözleriyle bile üzerindeki silahların tamamını sayamamıştı. Tehditkâr görüntüsü bir yana, yakıcı bir yakışıklılığı vardı. Boynundan hafifçe gözüken ve canlı bir alevin tüm renklerini taşıyan o tılsımı gördüğünde onun da kim olduğunu anlamıştı.
Prens Eamon ve prenses Morrigan gecenin bir saatinde, başkentten saatlerce uzaklıktaki bu ormanın ortasında ne arıyorlardı?
Tabii onlar Envy'nin kim olduklarını bilmediklerinden, birinin hançerlerinin diğerininse devasa kılıcının keskin uçları onun boynu ve karnını hedefler bir haldeydi. Envy bu kadar uyumlu hareket edebilmelerini takdir etmişti.
Darbenin sebep olduğu keskin acı kemiğinin zonklamasına sebep olmuştu. Bileğini ovuştururken derhal dizlerinin üzerine çöktü ve ellerini de havaya kaldırdı.
Durum o kadar tuhaftı ki, "Majesteleri?" derken sesindeki şaşkınlık neredeyse komikti. Ama hiç kimse gülmedi.
"Sen de kimsin, insan?" Soru prens Eamon'dan gelmişti, fey efsanelerindeki kara kurttan. Küçük insan çocuklarına bu fey erkeğinin maceralarından oluşan masallar anlatılırdı. Şimdi kılıcının ucunda durmak bir tuhaftı doğrusu.
"Adım Envy, Asrenlin'de tüccarım. Tüccarlık belgem çantamın içinde, görmek isterseniz yani." Envy kıpırdamanın akıllıca olacağından emin olamamıştı.
Kılıç ve hançerler bir nebze uzaklaştı. Envy rahat bir nefes alırken bunun kimliğini kanıtlaması için bir es olduğunu anlamıştı. Hızlıca karıştırdığı çantasının dibinden buruşuk kâğıdı çıkardı ve onlara uzattı.
Prens kâğıdı elinden kaparak hızlıca göz attı. Pekâlâ, masallarda anlatılanlardan daha da yakışıklıydı. Bir nefeste kontrol ettiği kâğıdı onun da göz atabilmesi için prensese uzattı.
Morrigan kâğıdı onun elinden alırken parmakları birbirine değince ikisi de hafifçe ürpermişti.
Hala hayret dolu olduğundan emin olduğu bakışlarla onları izlerken bu sefer prenses konuştu. Genç, kadınsı sesi duru ve netti.
"Bu saatte ormanda ne işin var, Envy? Hem de tek başına..." Kavisli kaşlarından biri havaya kalktı.
"Üstelik bu yolu pek bilen yoktur. Gerçi girişi kapatan yığın epey... Acemiceydi. Edric ve benimkine benzemiyordu." Prens kuşkuyla onu süzdü.
Demek gizli girişi açanlar onlardı. Pekala, Envy onlara gerçeği söylemeliydi.
"Yaklaşık bir yıldır Zümrüt Diyar'da ticaret yapıyorum. Tybedun'dayken bir... Hırsızdım. Burada feylerden bir şey çalmasam da bazen insanlardan bir şeyler aldığım oluyor. Şey, alışkanlık işte." Mahcubiyetten kızaran yüzü yanıyordu. Omuz silkerek devam etti.
"Bugün de bir tüccardan onda olmaması gereken bir şeyi aldım. Eh, buna biraz bozulduğundan ben de önümüzdeki ay yapacağım Tybedun yolculuğunu öne almak zorunda kaldım." En masum gülümsemesiyle karşısındaki prens ve prensese sırıttı.
Yine de bu pek işe yaramamış gibiydi. Morrigan'ın yüz hatları belli belirsiz bir keyifle gevşese ve Eamon hala oldukça ciddiydi. Bir an için birbirlerine bakarken sanki telepatiyle konuşuyorlarmış gibi gelmişti Envy'e.
"Peki bu yolu nereden biliyorsun? Ya da gizli olması gereken yolu açık gördüğünde tedirgin olmadın mı? Neden ana yolda değilsin?" Prensin soru yağmuru oldukça doğru noktalara parmak basıyordu. O anda Envy'nin kafasında bir şimşek çaktı.
O yaratıkların elindeki paçavranın üzerinde kraliyet arması vardı. Bu durumda, iki kraliyet üyesinin buralarda olması bir tesadüf olamazdı değil mi? Aradıkları prens Eamon veya prenses Morrigan olmalıydı o halde.
Ve belli ki ikisinin de arandıklarından haberleri yoktu. Uzaklardaki kamptan gelen seslerin hala onlara ulaşabilecek kadar yüksek olmasına bakılırsa, yanlarındakiler de bilmiyorlardı.
Envy onlara söylemek zorundaydı.
"Bu yolu aylar önce burayı şans eseri keşfeden bir çobandan öğrendim, nadiren kullanırım. Sizin ardınızdan yolun açık olduğunu görünce korksam da buradan ilerlemekten başka seçeneğim yoktu." Envy neyden kaçtığını hatırladığında korkuyla irkildi.
Ürkmesi prensesin keskin gözlerinden kaçmamıştı, dikkatliydi.
"Seçeneğin mi yoktu? Neden?" Billur sesinde sabırsız bir merak ve kontrol edilmeye çalışılan bir korku vardı.
"Yol kenarındaki otların arasında, bir ağacın arkasına yaslanarak ufak bir akşam yemeği molası vermiştim. O zaman o şeyleri gördüm..." Sesi titredi. Gördüğü o korkunç yaratıkları isimlendiremiyordu, hiçbir türe benzemiyorlardı. Bu dünyaya değil, karanlık tanrının cehennemine aitlermiş gibiydi.
Eamon gözle görülür bir şekilde gerilmişti. Morrigan'ın yüzündeki korkuysa daha da belirginleşti, Envy bu ifadenin kendisininkinin bir hayaleti olabileceğini düşünüyordu. O kelimeleri bulmaya çalışırken sessizlik büyüdü, büyüdü ve ormanı kapladı. Uzaktan gelen o belli belirsiz sesler bile susmuştu şimdi.
O sırada ağaçların arasından bir başka dişi fey fırladı. Prens ve prensesin tepki vermeden tekrar Envy'e dönmelerine bakılırsa onu tanıyorlardı.
Dişi hiç hız kesmeden yanlarına doğru koştu. Elinde prensinkinin eşi bir kılıç vardı. Gümüş, oymalı kabzayı gördüğünde Envy elinde olmadan ne kadar edeceğini düşünerek iç geçirdi. Tekrar.
Şöyle bir ona baktıktan sonra "Bu insan kim, bilmiyorum ancak vaktimiz yok. Buradan derhal gitmemiz gerekiyor!" diye tısladı.
Koyu renkli asi saçları koşmanın etkisiyle nemlenen yüzüne yapışmıştı. Karmaşık örgülerle süslenen saçlarıyla aynı anda vahşi ve asil gözükmeyi başarıyordu. Siyah saçlar ve yeşil gözler prensinkilerin tıpatıp aynıydı. Kardeş olduklarını anlamak zor değildi. Bu da prenses Riona'ydı o halde.
Eamon anlam veremeyen bir ifadeyle ona baktı, kaşları çatılmıştı. Envy ondan önce davrandı.
"Ormanda sizi arayan bir şeyler dolanıyor. Onlardan kaçıyordum, majesteleri. Siz de bir an önce uzaklaşmalısınız!" Onları ikna edebilmek için teker teker yüzlerine baktı, ifadesindeki dehşeti görebilmelerini umuyordu.
Riona nefesini düzene sokmaya çabalarken başıyla onu onayladı.
"Bu insan haklı. Mola için durduğumuzda etrafa bakmaları için askerlerden bazılarını görevlendirmiştim. Gelen rapora göre, birkaç mil ötede bazı yaratıklar görülmüş. Kimse ne olduklarını bilmiyor, ancak bir şey arıyor gibi bir halleri olduğunu duydum. Burayı bulmaları çok sürmez." Sesi gerginlikle yükselmişti.
"Bir şeyi değil, üçünüzden birini arıyorlar." dediğinde hızla ona doğru döndüler.
Prens bir kez daha kılıcının ucunu boğazına doğrulttu. Kılıç, Envy'nin boğazının birkaç santim ötesindeydi. Masalların prensinin gerçek hayatta hiç şakası yoktu.
Envy bu sonuca nereden ulaştığını onlara anlatmalıydı, zira şüphelenmeleri mantıklı olandı.
"Size söylemiştim, mola verdiğim esnada ağacın arkasından onları gördüm. Ellerinde bir kumaş parçası vardı, rengini veya ne olduğunu anlayamasam da üzerine gümüşle işlenen kraliyet arması hala belirgindi. Kimi aradıklarını anlamamıştım, ama sizden biri olmalı."
Eamon garip, Envy'nin anlayamadığı bir ifadeyle karşısında duran Morrigan'a baktı. Gerçi burada olmaları her şeyden daha garipti. Bu akşam yola çıkarken kraliyet üyeleriyle karşılaşıp sohbet etmek en son beklediği şey bile değildi.
"Birkaç dakika içinde ayrılmak için hazır oluruz. Çabuk!" Riona bunu söyleyerek geldiği gibi ağaçların arasında kayboldu. Envy'i hiç umursamamıştı.
"Seninle ne yapacağız peki?" Prens kıstığı gözleriyle onu süzüyordu. Kılıç bir milim olsun oynamamıştı.
"Bunun için zamanımız yok, o da bizimle gelmeli. O yaratıklara yem olsun diye kimseyi arkamızda bırakamayız." Prenses onu süzdükten sonra minik elini prensin kaslı kolunun üzerine koydu. Bu basit hareketle birlikte esiri olduğu kılıç onu özgür bıraktı. Prens belirli bir süre prensesin gözlerinde kaybolduktan sonra tekrar Envy'e döndü.
Ah, Envy havada aşk kokusu alıyordu. Gördüğü en iyi eşleşmelerden biriydi.
"Doğru, zaten kim olduğumuzu biliyor. Bizi gördüğünü birilerine anlatması riskini alamayız. Sen de bizimle geliyorsun, doğru dursan iyi olur zira kimsenin seninle uğraşacak vakti yok." Prens dişlerini göstererek bunları söylediğinde prenses gözlerini devirdi. Hiç etkilenmemiş gibiydi, oysaki Envy kesinlikle mesajı almıştı.
"Eh, amcam çirkin izcilerini peşimden salmışken bir hırsız beni pek korkutmadı, üzgünüm. Ama birileri dramatik olmayı seviyor." Bunu söylerken gergin bir şekilde gülümseyerek prense bakıyordu. Korkusunu gizlemek için mizahı kullananlardandı.
Bu yaratıkları prensesin amcası mı yollamıştı? Envy neler döndüğünü anlayamamıştı, ancak büyük bir şeyler olduğu kesindi. Büyük ve tehlikeli. Bunu düşünürken eğilerek toprağa saplanan bıçağını aldı ve hızlıca kınına soktu. Ne yöne gideceklerini kestirmeye çalışarak etrafına bakındı. Kamp alanının nerede olduğu hakkında bir ipucu olabilecek hiçbir ses duyamamıştı.
Eamon karşılık olarak "Pekâlâ, o biri bunu prensesini korumak için yapıyor. Önlem almak iyidir." dedi ve başıyla gidecekleri yönü işaret etti.
Morrigan kısa bir an şaşkın şaşkın baktıktan sonra içtenlikle gülümsedi. Gerginliği bu gülümsemeyle beraber bir nebze kaybolmuştu.
Envy el mahkûm onların peşine takılacaktı. Nereye gittiklerini bile bilmiyordu ancak buna biraz bile itirazı yoktu. Kısa bir süre koştuktan sonra koruluğun içinde atlarına binmiş halde olan fey askerlerinin onları beklediğini gördü.
Atları üstünde en azından kırk, kırk beş asker olmalıydı. Elbette kraliyet ailesinin üç üyesinin tek başlarına olmasını beklemiyordu, ancak sayı çok fazlaydı. Envy ne bu kadar askerin onlarla olmasının sebebini, ne de nereye gittiklerini bilmiyordu ancak ilk fırsatta sormayı deneyecekti.
Her şeye rağmen çeyrek saat öncesine göre çok daha güvende hissediyordu. Artık yalnız başına bu ormanlarda dolaşmanın acı dolu bir ölümü beraberinde getireceğini anlamıştı.
Askerlerden biri bir atın sırtındaki yükleri indirip diğer atlara paylaştırdı ve boşta kalan atı Envy'e verdi. Güzel, uysal bir hayvandı. Neyse ki bu diyara geldikten sonra ata binmeyi öğrenmişti, bir ayağını üzengiye geçirerek ustaca eyerin üzerindeki yerini aldı.
O da atına bindiğinde herkes gitmeye hazırdı. Önemi olmasa da Envy bu kadar askerin prens ve prenseslerle nereye gittiklerini bilmek istiyordu. Askerlerden bazılarının değişik, eski dövmeleri olduğu da dikkatinden kaçmamıştı.
Merak onu her saniye kamçılıyordu, bir şekilde birine sormak ve öğrenmek zorundaydı. Bu yüzden atını prenses Morrigan'ınkine doğru sürdü. İçten bir gülümsemeyle başını eğerek onu selamladı.
"Biliyorum çok bir seçeneğim yok ve sizinle gelmek zorundayım ama... Şey, bu kadar büyük bir askeri birlikle nereye gidiyoruz majesteleri?"
Prenses bu soruyu duyduğunda biraz önce yüzüne kondurmuş olduğu nazik gülümseme silindi. Sıkıntıyla içini çekti, gözleri odaksız bir halde ormanın derinliklerinde kayboldu. Envy'e hiç bakmadan, kupkuru bir sesle konuştu.
"Cehennemin tam ortasına... Evime gidiyoruz."
Bir insanın evine neden cehennem demiş olabileceğini anlayamamıştı. Ancak korudan çıkıp dörtnala at sürmeye başladıklarında Envy'nin bunu sorabilmesi için çok geçti.
Zira artık kendisi de o cehenneme doğru gidiyordu.
-----------------------------------------
Herkese yeniden merhaba. Evet, rayı bir hayli açtığımın farkındayım ve çook özür diliyorum. Okulun son haftaları bir hayli telaşlı -ve ödev/belge taşımalı- geçti. Son bir haftadır da bir taşınma işiyle uğraştığımdan biraz uzak kaldım :( Ancak şimdiden sonra düzenli bir şekilde buluşacağız diye umuyorumm T^T Bölümü ve yeni karakterimizi nasıl buldunuz? Gidişattan memnun musunuz? Yorumlarda ve panomda buluşalım, olur mu? Hepinizi seviyorum, yeni bölümde görüşmek üzere!
(Ayrıca hoşça kal kelimesinin ayrı yazılıyor oluşuna asla alışamayacağım :I)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.17k Okunma |
727 Oy |
0 Takip |
51 Bölümlü Kitap |