27. Bölüm

FARKLI HİKAYELER, BENZER KADERLER

Merve Gündoğmuş
mervegndgms

"Tekrar dene."

Morrigan dişlerini birbirine kenetleyerek tekrar içindeki büyüye uzanmayı, ona dokunmayı denedi ancak önceki bir saatte de olduğu gibi pek başarılı olamadı. Ona doğru yaklaşan bir başka alev topunu izlerken inlememek için kendini zor tutuyordu. Ah, harika diye iç geçirirken tekrar savunma pozisyonu aldı.

Bir damla ter şakağından yanağına doğru süzülürken bir kolunu kaldırarak orada parlak büyüsünden vücut bulan bir kalkan hayal etmeyi denedi. Son bir saattir bunu yapmak için bütün konsantrasyonunu kullansa da bir türlü başarılı olamıyordu. Ne kadar odaklanırsa odaklansın lanet olasıca kalkan bir türlü ortaya çıkmamıştı.

Illarion yanı başlarındaki bir söğüt ağacının altına çöküp ilk birkaç denemesini izlemişse de şu an yaşlı ağacın köklerini titretebilecek horultular eşliğinde uyuyordu. Eh, esasen Morrigan bu durumdan pek de şikayetçi değildi. En azından utanç verici ciyaklamalarının ve tıslamalarının tek bir şahidi vardı.

Eamon'ın alev topları ona çarpmadan birkaç saniye önce sönmüş oluyordu, ancak teni her seferinde biraz daha fazla ısınıyordu

Eamon'ın alev topları ona çarpmadan birkaç saniye önce sönmüş oluyordu, ancak teni her seferinde biraz daha fazla ısınıyordu. Bu seferki alev topu öne uzattığı kolunun kızarıp hafifçe parıldayacak kadar gerilmesine sebep olduğunda Morrigan tısladı ve bir ayağını toprağa vurarak küfretti.

Eamon da alev sönerken Morrigan gibi irkilmişti, şaşkınlıkla hafifçe gözlerini kırpıştırdı. Ya da Morrigan'a öyle gelmişti çünkü prensin yüz ifadesi birkaç kez özür diler gibi bir hal alsa da bundan ufak bir zevk duyduğunu da düşünmeye başlamıştı. Yine de onu izleyen yüz, Morrigan'ın kanında dolaşan nazik büyünün yarasını iyileştirmesiyle beraber biraz rahatlamış görünüyordu. Tabii konu eğitim olduğunda ona asla acımayacağı aşikardı.

Son bir saatte birçok kez yaptığı gibi büyünün temellerinden bahsetmeye başladı. Morrigan böyle anlarda onun Edric'i anımsattığını fark etmişti, o da eğitimler sırasında Morrigan'ın pestilini çıkarana kadar onu pataklayıp daha sonra bilmişlik yapmaya bayılırdı. Bu benzerlik karşısında canının acısını unutarak gülümsedi.

Eamon gözlerini onun koluna dikti ve "Her seferinde kalkanı oluşturmaya odaklanıyorsun, ancak yapman gereken şey bu değil." dedi, zihni meşgul gibi görünüyordu. Birkaç metre uzağında geniş omuzları ve devasa cüssesiyle dikiliyor, kollarını birbirine bağlamış büyük bir dikkatle onu izliyordu. Eh, eğlenmediği de söylenemezdi.

Morrigan, son bir saattir Eamon'ın eğittiği her bir askere ayrı ayrı acımıştı.

"Nasıl yani? Senin beni kızartmaman için bir kalkana ihtiyacım var, başka neye odaklanacağım ki?" diye sorarken kafası karışmıştı. Ne kadar düşünürse düşünsün büyüyle kendini koruma eğitiminde kalkan oluşturmak dışında neye odaklanması gerektiğini anlayamıyordu.

Şafağın sökmeye başlamasıyla beraber Eamon, Morrigan'ı uyandırmış ve o ayılır ayılmaz da büyüsüne ulaşmayı deneyip kendisini korumanın bir yolunu bulmasını söylemişti. Doğal olarak aklında canlanan ilk şey de bir kalkan olmuştu ve sonu gelmez alev topları onu hedeflerken ortaya çıkarmaya çalıştığı şey de buydu.

"Çok basit, hayatta kalmaya ve zarar görmemeye tabii ki. Kısacası, öyle veya böyle kendini korumaya. Kalkan oluşturmaya o kadar odaklanıyorsun ki onun sana ne için lazım olduğunu unutuyorsun. Seni kızartmamam için gerekli olan şey o değil, kendini koruma içgüdün. Tekrar."

Bunu dedikten sonra prens iri ellerinden birini havaya kaldırarak yumruk yaptı, hemen sonra açtığı yumruğundan doğan dev bir alev sütunu Morrigan'ın tam üzerine doğru büyük bir hızla ilerlemeye başladı.

Biraz öncesine kadar onu hedefleyen alev topları bu kadar hızlı ve kendinden emin bir şekilde gelmiyor gibiydi sanki. Ölümcül güzellikteki alevler sarı, turuncu ve kırmızının iç içe geçtiği devasa bir hortum halinde dönerek hızla ona yaklaşıyordu. Bu şekilde devam ederse birkaç saniye sonra ona çarpacaktı. Ancak görünürde herhangi bir yavaşlama, kaybolma da yoktu.

Kalbi hissettiği ilkel korkuyla tekledi.

Morrigan korkuyla geriye doğru telaşlı bir adım atsa da nereye gittiğine dikkat etmediğinden gerisin geri poposunun üzerine düştü. Eamon'ın eğitimde bir hayli sertleşebileceğini görmüştü, bu yüzden ne kadar ileri gidebileceğini kestiremiyordu. Telaşla, içgüdülerine teslim olarak ona doğru gelen tehlikeden saklanmak ister gibi başını çevirdi ve bir elini yüzüne doğru kaldırdı.

Sımsıkı kapattığı göz kapaklarından sızmayı başaran bir parıltı eşliğinde kuvvetli, sıcak bir şeyin ona ulaşarak çarptığını ve elini geri ittiğini hissetti. Bu kuvvet karşısında direnirken kolu hafifçe zorlansa da acı ve yanma hissi yoktu, aksine teninin ürpermesine sebep olan bir soğuk hissediyordu.

Merakla gözlerini açtı.

Morrigan'ın ince, minik parmaklarının ucunda tenini hafifçe aydınlatan ve ürperten gümüşi alevlerden oluşan bir kalkan vardı

Morrigan'ın ince, minik parmaklarının ucunda tenini hafifçe aydınlatan ve ürperten gümüşi alevlerden oluşan bir kalkan vardı. Kalkana çarpıp dağılan turuncu alevlerin kıvılcımları hala havada dans ederek göz kırpıyordu.

Şaşkınlık ve hayranlık karışımıyla az önce yarattığı kalkanı izlerken Eamon yüzünde takdir dolu bir gülümsemeyle yanına gelerek ona elini uzattı. Morrigan elini indirdiğinde parlak kalkan sönerek kaybolmuştu. Ona destek olmak için uzatılan kuvvetli eli kavradı.

Kendi soğuk alevlerinden sonra şimdi tuttuğu el cayır cayır yanıyor gibi gelmişti ona. Biri geceyi aydınlatan ay, diğeri günü ısıtan güneşti sanki.

Güçlü eller onu düştüğü yerden kaldırdığında üzerine yapışan yaprakları ve tozu silkelemeye çalıştı. Hemen sonra sırıtarak dirseğiyle Eamon'ın kaburgalarını dürttü.

"Hızlı öğreniyorum gibi, sen ne dersin?"

Prens göz ucuyla onu süzerken "Eh, Edric'in anlattığından daha iyi olduğun kesin." diyerek kıkırdadı. Morrigan, sevgili ağabeyinin onu patakladığı antrenmanları nasıl anlattığını tahmin bile edemiyordu. Eh, bilmese daha iyiydi herhalde.

"Büyü senin ayrılmaz bir parçan, hislerini ve içgüdülerini kontrol edersen onu da edebilirsin." Eamon iri, bronz elini kaldırarak avucunu gökyüzüne çevirdi. Biraz sonra avucunda, dans eden parmaklarının arasında göz alıcı alevler dans ediyordu. Gözleri parmakları arasında kıvrılan alevlere değil, Morrigan'a bakıyordu.

"Elbette bunda ustalaşman için sürekli çalışacağız, ancak şunu unutmamalısın: Büyün, ihtiyacın olduğunda yardımına koşacağından emin olabileceğin yegâne dostundur. Yeri geldiğinde silahın, yeri geldiğinde kalkanın, bazen de kendini ifade ediş biçimindir."

Bunları sıralarken avucundaki alevler önce minik bir hançere, sonra Morrigan'ın acemi kalkanını andıran bir şekle ve en son da bir yıldız çiçeğine dönüştü. En dışta kırmızıdan başlayan ve merkeze doğru giderek rengi açılan çiçek o kadar güzel ve ayrıntılıydı ki hayranlıkla bakakalmıştı.

Prens, sağ eliyle Morrigan'ın sol elini tutup kaldırdı ve diğer elindeki zarif çiçeği onun avucuna bıraktı. Prensin ellerinin arasına aldığı elleriyle kavradığı çiçeğin tatlı bir sıcaklığı vardı, huzur vericiydi. Göz alıcı taç yapraklardan oluşan çiçek avuçları arasında havada süzülüyor ve altın kıvılcımlar saçsa da tenini yakmıyordu.

 Göz alıcı taç yapraklardan oluşan çiçek avuçları arasında havada süzülüyor ve altın kıvılcımlar saçsa da tenini yakmıyordu

"Sanırım bu, bunca yıldır aldığım en güzel çiçek." diye mırıldandığında prensin gülümseyen gözleri onunkileri buldu, ona ruhunun katmanlarında dolanıyormuş gibi baktı. Elleri hala Morrigan'ınkileri sarıyor, onu ısıtıyordu. Ancak ısınan sadece parmakları değildi, yaşadığı bunca şeyden sonra Eamon'la olmak artık yüreğini de ısıtıyordu.

Ah, o yeşil gözlerin derinliklerinde kaybolmak ne de hoştu... Turuncu alevlerin dansı, yeşile bulanmış sonsuz dinginliğin derinliklerinde devam ediyordu. Eamon gülümsediğinde ve o tebessüm gözlerine ulaştığında alevlerin dansına neşe de eşlik etmeye başladı.

"Onu saklayabilirsin, eğer istersen tabii. Ben yaşadığım ve yanında olduğum sürece yanmaya, çevresini aydınlatmaya devam edecek." Bunu söyledikten sonra Morrigan'ın ellerini bir kez sıktı ve sonra geri çekildi.

Hemen sonra boğazını temizleyerek "Bugünlük bu kadar büyü yeter. Toparlanmamız gerek, yolumuz oldukça uzun ve tehlikeli." dedi ve az miktardaki eşyalarının başına giderek onları gözden geçirdi.

Morrigan toparlanacak pek bir şeyleri olmadığını bildiğinden kendi kendine sırıttı. Utandığında ne de şirindi...

Güzel çiçeği bir avucuna geçirdikten sonra diğeriyle yanı başındaki ağacın dibinde duran çantasını alarak içini araştırdı. Yolda şifalı bitkiler veya böcekler toplamak amacıyla çantasında taşıdığı cam bir kavanoz buldu. Çiçeği kavanozun içerisine yerleştirdi ve mantar tıpayı kapattı. Özenle tekrar çantasına yerleştirdiği kavanoz artık hafif bir ışık ve sıcaklık yayıyordu.

O ışığın aydınlattığı toprak dolu minik keseyi gördüğünde bu hediyeye nasıl karşılık verebileceğini bulmuştu. Tabii bunun için yolculukları esnasında -her nasıl olacaksa- bir kaknüs kuşu tüyü bulması gerekiyordu. Sıkıntıyla ofladı.

Eamon birkaç parça eşyayla uğraşırken göz ucuyla Illarion'a baktı, hala uyuduğunu görünce homurdandı

Eamon birkaç parça eşyayla uğraşırken göz ucuyla Illarion'a baktı, hala uyuduğunu görünce homurdandı. Başını kaldırıp güneşe baktı, güneş tepelerinde yükselmeye başlamıştı. Hemen sonra elindeki su matarasına bakarak sinsi bir gülüşle genç askerin baş ucuna gitti. Keyifli görünüyordu, eski ve neşeli bir şarkıyı ıslıkla çalarken Morrigan'a dönüp göz kırptı.

Fazla neşeli, diye düşündü. Gerçi gün kesinlikle güzel başlamıştı, ikisi için de.

Morrigan tam Illarion'u uyandırmak için seslenip bir kurtarma girişiminde bulunacakken Eamon mataranın tıpasını çıkardı ve içindeki suyu olduğu gibi genç askerin üstüne boşalttı. Illarion galiz küfürler eşliğinde öfkeyle gözlerini açtı, ıslanan ve rengi koyulaşan buklelerini yüzünden çektiğinde başında dikilen Eamon'ı gördü.

O gözler şaşkınlıkla büyümüş, küfürler başladığı gibi aniden sona ermişti. Illarion huysuz bir çocuk gibi somurtup yine de hiçbir şey diyemediğinde Morrigan kıkırdadı. Muhtemelen bu iki asker gayet iyi arkadaş olacaklardı, ancak Eamon'ın o zaman bile ona çok da farklı davranacağını sanmıyordu.

Morrigan'ın içinden bir ses bundan sonra kendisinin de ne kadar uyuduğuna dikkat etmesi gerektiğini söylüyordu ve ona kulak verse iyi olacaktı.

"Güneş tepemizde parıldayana kadar uyursak Solonor'a varmamız haftalar sürer, çaylak." Kollarını göğsünde bağlamış, Illarion'un başında dikilmeyi sürdürüyordu. Gözlerinde çok eğlendiğini belli eden bir bakış olsa da yüzünü ciddi tutmaya çalışıyordu. Otorite üzerinden akıyor, tıpkı kral babam gibi, diye düşündü.

Illarion uykunun perde çektiği gözlerini sanki o perdeyi aralamak istercesine kırpıştırdıktan sonra "İyi de siz eğitim yaparken yola çıkamazdık ki, majesteleri." diye cevabı yapıştırdığında Morrigan bir kahkaha patlattı.

Eamon döndü, gözlerini kısarak ona bir bakış fırlattı. Çok komik, öyle mi prenses?

"Evet, ancak kahvaltı da kendi kendini hazırlamıyor. Aç ve guruldayan midelerle bu sıcakta yürümek sana çekici geliyor mu, asker?" Zafer kazanmış gibi duran bir gülümsemeyle Morrigan'a tekrar baktı.

Bu sırada Morrigan, ok ve yayını alarak ağaçların arasına doğru ilerlediğinde arkasından "Nereye gidiyorsun?" diye seslendi.

"Eh, kahvaltıyı otlarla yapamayacağımıza göre birinin avlanması gerekiyor. Hemen hallederim, merak etme." Bunu söylerken yayına sürdüğü bir okun ucunu biraz ötede gördüğü bir tavşana doğrultmuştu bile.

"Av kısmını Illarion halledecekmiş, öyle değil mi Illarion? Biz seninle antrenmana devam edeceğiz." Ayağının ucuyla dürtüklediği genç adam hızlıca toparlanarak silahlarını kuşandı. Bir ok ve yay sadağı dışında en sevdiği silahlar olduğunu söylediği ikiz minik baltaları da belindeki deri kemere sıkıştırdı ve ağaçların arasında kayboldu.

Morrigan kollarını göğsünde birleştirdi, bir kaşını kaldırarak "Bugünlük bu kadar büyünün yettiğini sanıyordum."

"Peki sana büyüyle devam edeceğimizi düşündüren nedir, prenses?" Sakin adımlarla Morrigan'ın karşısındaki yerini almıştı bile. "Illarion gelene kadar vaktimizi geleneksel antrenmanlarla değerlendirebiliriz. Hani Edric'le her sabah yaptığınız gibi."

İçinden bir ses Edric'in biraz fazla kendisi hakkında konuştuğunu söylüyordu, özellikle Eamon'ın yanındayken. Ağabeyini gördüğünde ona söyleyeceği birkaç şey olacaktı.

Hayal kırıklığı eşliğinde derin bir nefes alarak rakibini süzdü. Edric oldukça iri bir fey erkeği olsa da... Eamon devasaydı. Boyu iki metre on santim civarı olmalıydı ve oldukça iriydi. Bedeninin her santimi antrenmanlarda ve sahada bilenmiş gibiydi, bol ve rahat kıyafetleri kaslarını gizleyemiyordu.

Tek bir darbesi Morrigan'ın Öte Diyar'a göçmesine sebep olabilecek gibi duruyordu.

Eamon cebinden çıkardığı deri bir şeritle omuzlarına dökülen siyah saçlarını bağladı. Hemen sonra gömleğinin kollarını katlamaya başladı, bunu da hallettikten sonra yeşil gözlerini yeniden Morrigan'a çevirdi.

Pekâlâ.

Morrigan da sakince karşısına geçti, bileğindeki siyah lastik tokayla asi saç tutamlarını bir atkuyruğuna hapsetti. "Edric berbat bir öğretmen olduğundan da bahsetti mi peki? Umarım sen daha iyisini yaparsın." diyerek bakışlarıyla onu süzmeye devam etti.

Eamon bunun üzerine sırıttı. "Üzgünüm prenses, ağabeyin ve ben aynı kişiden eğitim aldık." derken geniş bir gülümseme ağır ağır yakışıklı yüzüne yayıldı.

Ah, ne hoş. Lütfen yanlışlıkla bir yerimi kırma, diye düşünse de bunu sesli dile getirmedi.

"Pekâlâ, ben düşmanınım. Şimdi saldır bana."

Morrigan ona dikkatle baktı ancak ne kadar bakarsa baksın zayıf bir noktası var gibi görünmüyordu. Bu yüzden dikkatini dağıtmak veya şaşırtmaya çalışmak tek şansı gibi duruyordu. Hızla üzerine doğru koştu.

Güç her zaman her şey demek değildi, rakibi şaşırtabilmek de bir silah sayılırdı. Eğer Morrigan onu şaşırtabilirse vakit kazanarak hayati herhangi bir bölgeye saldırma şansı bulabilir ve rakibinin gardını düşürmesini sağlayabilirdi.

Koştu, koştu ve Eamon'a çarpmasına birkaç adım kala aniden durakladı. Hızla etrafında dönerek prensin arkasına doğru ilerledi. Amacı ani duraklamasının yarattığı şaşkınlık sayesinde sırtına, böbreklerine saldırabilmekti. Dönerek bu amacına doğru ilerlerken tekme atmaya hazırlandı.

Hemen sonra yaşananlar o kadar hızlı gelişmişti ki Morrigan'ın neler olduğunu kavraması biraz zor oldu. Hareket etmeyi bırakıp olması gereken yere geldiğinde tekme atmaya hazırlanmıştı ancak Eamon orada değildi, kaybolmuştu. Hemen sonra kendisini yerde yatar vaziyette bulmuştu.

Gözlerine dolan güneş ışınlarının yerini Eamon'ın yüzü aldı, düştüğü yerden doğrulmaya çalıştı.

"Asla rakibine arkanı dönme ve onun hiçbir şey yapmadan saldırını bekleyeceğini düşünme." derken tekrardan elini uzattı. Morrigan o elden destek alarak ayağa kalktı.

Ne diyebilirdi ki, çok mantıklıydı. Yine de utanç onu kısa bir süre de olsa esir alacak gibi duruyordu. Poposundaki tozu toprağı silkeleyerek yeniden Eamon'ın karşısındaki yerini aldı. Kanın boynundan yükselerek yüzünü parlak bir kırmızıya boyadığını hissediyordu, kulakları yanmaya başlamıştı.

Pekâlâ, Edric'le antrenman yapmaya hiç benzemiyordu. Ağabeyi onu ne kadar hırpalarsa hırpalasın, Morrigan asla utanç hissetmezdi. Antrenmanda düşmek de yenilmek de normalken şimdi bu his de neyin nesiydi?

Eamon'ı çok kısa süredir tanıyor olsa da hayatı boyunca sanki hep onun yanındaymış gibi rahat hissediyordu onunlayken. Bu yüzden utancının sebebinin kısa süre önce tanışmak olmadığından emindi.

Kafa karışıklığı eşliğinde tekrar Eamon'ın karşısındaki yerini aldı, prens gayet ciddi görünüyordu. "Bu sefer ben saldıracağım, savunma pozisyonu al ve kendini koru. Nasıl yaptığın hiç önemli değil, sadece içgüdülerine odaklan" diyerek saldırıya geçmeye hazırlandığında anladığını belirtecek şekilde başını salladı. Bir adım öne atıp eğildi, ellerini yüzünü korumak için kaldırarak beklemeye başladı. Hızlanan nefeslerini kontrol altına alarak içindeki o soğuk sükuneti aradı.

Eamon koşmak yerine sakin adımlarla yaklaşmaya başladı, gözleri birbirine kenetlenmişti. Yakınına geldiğinde iri yumruğunu kaldırarak Morrigan'ın başını hedefleyen bir şekilde indirdi.

Morrigan onun solak olduğunu hiç fark etmemişti. Bir an afalladı.

Hemen sonra apar topar kendini korumak için sağ kolunu kaldırdı. Darbe çok hızlı ve güçlüydü, düzgün bir pozisyon alacak vakti de olmamıştı. Bu yüzden darbeden korunabilmek için büyüsüne seslenmek dışında bir şey yapamadı.

Artık tanıdık gelmeye başlayan beyaz parıltı ortaya çıktığında gülümsedi. Eamon'ın yumruğu soğuk, parlak kalkana indiğinde darbe kolunun zorlanmasına sebep oldu. Dişini sıkarak kalkanı itmek için kolunu zorladığında prense geriye doğru bir adım attırabilmeyi bile başarmıştı. Zor da olsa.

Eamon yumruğunu geri çekerek şöyle bir inceledi. Parmak boğumları ve kemiklerinin üzerinde bir kızarıklık oluşmuştu, yanığa benziyordu.

Prens parmaklarını açıp kapatarak "Soğuk yanığı..." diye mırıldandı. Kızarıklık hafif hafif iyileşmeye başlarken "Sanırım ödeştik, prenses." diyerek gülümsedi.

Morrigan şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı, bunu yapmasının mümkün olduğunu bilmiyordu. İçgüdüsel olarak kendi ellerine baktığında hiç beklemediği bir şey fark etti.

Kendi sol elinin parmaklarında da iğne batması gibi hayalet bir acı hissediyordu. Halbuki görünürde herhangi bir kızarıklık veya yanık izi yoktu, zaten Morrigan sağlaktı.

Eamon'a baktı, parmaklarındaki kızarıklık neredeyse kaybolmuştu bile. Prensin eli tamamen iyileştiğinde Morrigan da kendi acısının sonlandığını hissetti.

Bunun anlamı neydi? Emin değildi, ancak fazla da olasılık yoktu. Kalbi bu düşünceyle göğüs kafesinin içinde bir kuş gibi çırpındı.

O bunu düşünürken yaprak hışırtıları ve yumuşak adım sesleri eşliğinde Illarion ağaçların arasında belirdi. Bir elinde yayını tutarken diğer elinde avlayıp temizlediği iki tane tavşan vardı.

Eamon, gözlerinin içine bakarak "Bugünlük bu kadar yeter, haydi. Bir an önce kahvaltımızı edip yola koyulursak iyi olur." dediğinde başını salladı ve çevrelerindeki birkaç çalı çırpıyı toplamaya başladı.

Hala ormanın derinliklerinde ya da pek bilinmeyen patikalarda yolculuk ediyorlardı, açıkta olan yolların izleniyor olması olasılığına karşın en iyisi buydu. Yine de olan bitenlerden haberdar olabilmek adına eğer yakınlarından geçiyorlarsa kasabalarda konaklamayı uygun bulmuşlardı.

Morrigan topladığı çalı çırpıyı yumuşak çimlerin olduğu bir açıklığa bıraktığında Eamon elini hafifçe uzattı ve çırpıların tutuşmasını sağlayacak ufak bir kıvılcım havada ağır ağır süzüldü. Güzel, genişçe bir ateş alanın ortasında yükselmeye başlamıştı şimdi.

Illarion ateşin yanına çömelerek topladıkları çırpılardan ve ağaçların üzerindeki sarmaşıklardan derme çatma iki ayak yapmıştı. Hemen sonra bir başka dala geçirdiği tavşanlardan birini ateşin üzerine yerleştirdiğinde Morrigan sırıtarak bir ağacın altına oturdu.

Arkasına yaslanıp ayaklarını birbiri üstüne atarak "Becerikli yol arkadaşlarım olması ne güzel..." diyerek gözlerini kapattı.

Eamon'ın da ateşin çevresine oturduğunu çıkardığı hafif seslerden anlamıştı. Hafif bir rüzgar çevrelerinde dolanıyor ve ağaç yapraklarının neşeyle hareketlenmelerine sebep oluyordu. Üzerinde oturdukları hafif nemli çimlerin kokusu çevrelerini sarmıştı. Rüzgârın bir yerlerden taşıdığı hanımeli kokusu tatlı tatlı havada dolanıyordu. Güneş üzerlerinde gittikçe yükseliyor ve onları sıcaklığıyla kucaklıyordu. Gerçekten güzel bir gündü.

"Edric şimdi burada olsa beni tekmeleyerek kaldırır fazladan odun taşıtırdı." diyerek kıkırdadı. Ağabeyi baş başa kaldıklarında çoğu işi ona yıkardı. Çalışmadan oturduğu zamanlarda da ona takılmaya bayılırdı. Böyle anlarda onu çok özlüyordu. Çalışıp didinmek ve yorulmak sorun olmazdı, yeter ki Edric iyi ve onunla olsun...

"Öyleyse prensimiz ve kardeşim Collin bir hayli birbirine benziyormuş, prenses." Illarion pişmek üzere olan tavşanı çevirir ve diğerini de dala takarken gülümseyerek konuşmuştu.

Morrigan gözlerini hızla açtı ve olduğu yerde doğruldu. Eamon'la göz göze geldi, onun da yüzünde büyük bir şaşkınlık vardı. Yani doğru duymuştu...

"K-kim?" Kısacık soruyu sorarken kekelemesine engel olamamıştı. Tanrılar aşkına, lütfen sadece bir isim benzerliği olsun, diye sessizce dua etti.

"Collin, saray muhafızı olan erkek kardeşim. Tanıştığımızda size de bahsetmiştim prenses, arkamda bıraktığım kişi oydu. O da benimle uğraşmaya bayılırdı."

Ah, hayır... Belli ki basit bir isim benzerliği değildi. Elamire ve Edric'le beraber şimdi ne durumda olduğunu bile bilmedikleri dostları, Illarion'un kardeşiydi. Morrigan, Illarion'a olanları nasıl anlatacağını kara kara düşünmeye başladı.

Illarion elindeki işlerle ilgilenirken altın rengi gözleri dalgın dalgın bakmaya başlamıştı şimdi. O, yüzünde özlem dolu bir gülümsemeyle konuşmaya devam ederken Eamon sıkıntılı bir ifadeyle Morrigan'a bakmaya devam etti.

"Caladwen Meydanı'nda o.... katlimamın gerçekleştiği gün ben sarayda kalan az sayıda muhafızlardan biriydim. Collin, turnuvalara katılmaya karar vermişti. O günden sonra ondan hiçbir haber alamadım, iyi veya kötü. Yine de Collin iyi bir çocuk ve daha da iyi bir askerdir, bir yerlerde iyi olduğunu hayal ederek teselli buluyorum."

Eamon bir eliyle Illarion'un omzuna destekleyici bir şekilde birkaç kez vurduktan sonra "Collin eminim iyidir ve bir yerlerde olup bitenleri anlamaya çalışıyordur." diyerek hem genç askere, hem de Morrigan'a gülümsedi. Illarion başını sallamakla yetinmişti.

Illarion, kederli ancak yine de gülümseyen ifadesiyle oyma ahşaptan bir tabağa koyduğu eti ona getirdiğinde Morrigan teşekkür edip gülümsemekte zorlandı.

Kahvaltılarını edip toparlanırken kimse başka bir şey söyleyemedi. Şafak sökeli birkaç saat olmuşken rotalarını güneybatıya çevirerek yollarına devam ettiler. Solonor Çölleri'ne ulaşmaları günler sürecekti.

Morrigan bu süreyi yapacağı konuşma için kendisini hazırlamakla geçirecek gibiydi. Rotalarında ilerlemeye devam ederken başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Güzel, mavi sema pofuduk birkaç bulut dışında açık ve neşeliydi.

Morrigan, içindeki umuda sımsıkı sarılarak önünde yürüyen Eamon ve Illarion'a yetişmek için adımlarını hızlandırdı.

------------------------------

 

Bölüm : 28.08.2024 15:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...