
Müzik: Doriath-Lind Erebros
Görsel: Morrigan Galanodel
Yağmur damlalarının şato taşlarına vurmasıyla çıkan hafif, ancak ahenkli sesle beraber gözlerini açmıştı ve bir süredir manzarayı izliyordu.
Morrigan'ın odası Ay Şatosu'nun en yüksek kulesinin tepesinde olduğundan, manzara her zamanki kadar nefes kesiciydi. Gökyüzü şafaktan önceki o leylak rengine bürünmüştü ancak ay ve yıldızlar hala kulenin tepesinde parıldıyorlardı. Tenini bir tüy gibi okşayan ve insanı tazeleyen bir rüzgâr Zümrüt Diyar'ın üzerinde şarkısını söylerken ağaç yaprakları sallanıyor, huzur verici sesleri sabahın sessizliğini süslüyordu.
Bir süre daha rüzgârın büyülü şarkısını dinledikten sonra her sabah yaptığı gibi pencerenin önünde diz çöküp tanrılara dua etti.
Bugün her zamankinden daha mutlu ve heyecanlıydı. Zümrüt Diyar'da her yıl baharın gelişinden hemen önce Eliad Kutlamaları yapılır, tanrılara o yılın bereketli geçmesi için dua edilirken doğanın huzur içindeki varlığını sürdürmesine de şükredilirdi.
Dualardan sonra da eğlence kısmı gelirdi tabii, ki bu Morrigan'ın en sevdiği kısımdı. Kimsenin ne yapacağını söylemediği ufak bir zaman dilimiydi ve değeri bilinmeliydi. Kendisine bahşedilen bu ufak ama değerli hediye için de teşekkür ederek hazırlanmaya koyuldu.
Hemen her sabah şatonun kuzeyindeki ormanın derinliklerinde dövüş antrenmanı yapardı. Bu birkaç saat Morrigan'ın gerçekten yapmayı sevdiği şeyleri yaptığı zamanlardı. Kurallar olmadan, özgürce prenses kimliğinden sıyrılıp kendisi olabildiği zamanlar...
Salaş gömleğinin altına bir pantolon giyip ayaklarına botlarını geçirdikten sonra aynada kendi yansımasıyla göz göze geldi. Sanki günün heyecanıyla beyaz teni daha canlı, uzun gümüşi saçları daha parlaktı ve Zümrüt Diyar kadar yeşil olan gözlerinin de içi gülüyordu.
Şato içinde usuller gereği her gün şık olması bekleniyordu ve o an üzerinde olan rahat ve gösterişsiz kıyafetleri günün geri kalanında özleyeceğinden emindi. Bu tatsız düşünceyle iç geçirirken yatağının altında sakladığı yayını ve ok kılıfıyla hançerlerini alarak hızla kendisini odanın dışına attı.
Biraz daha oyalanırsa hizmetçilere veya dadısına yakalanabilirdi.
Şatonun çoğu kişinin bilmediği tünellerinden geçerek kuzey çıkışına yöneldi. Eğer nerelerden dönüp hangi tünellerden uzak durmanız gerektiğini biliyorsanız kadim şatonun bu tünelleri sizi istediğiniz yere götürebilirdi. Morrigan hiç beklenmedik yerlere çıkışları olan bu tünelleri öğrenebilmek için senelerini harcamıştı, hatta başlarda kaybolmamak için haritalar çizmesi gerekmişti. Şimdilerde ise gelişmekte olan Fey içgüdüleri sayesinde tünellerde gözü kapalı bile yolunu bulabileceğini düşünüyordu.
Henüz çok gençti, bu yüzden bu gelişim Morrigan için heyecan vericiydi. Bedeni bir kız çocuğu olduğu yılları geride bırakarak yetişkin bir dişi Fey bedenine evriliyordu. Bu düşünce ne zaman aklına düşse onu bir kez daha gülümsetmişti.
Her genç gibi önündeki sürecin zorluğunu önemsemeden büyümek için acele ediyordu.
Ahırdaki atı Alagos'u selamlarken hala gülümsüyordu. Onu bekleyen antrenman dolu saatleri anımsayınca eyere yerleşerek hızla ormana doğru yola koyuldu.
Morrigan ormanda hızla ilerlerken bir yandan da onu çevreleyen muhteşem manzaraya, krallığına bakıyordu. Zümrüt Diyar kelimenin tam anlamıyla büyülü bir yerdi. Toprak her zaman bereketli, mevsimler çeşitli olurdu. Antik zamanlardan beri feylerin yaşadığı her yerde olduğu gibi Zümrüt diyar da huzurun, bereketin ve barışın sembolüydü.
Morrigan'ın babası, Gladtirith Galanodel, bu efsunlu diyarın yaklaşık 500 yıldır kralıydı. Halkını seven, adil bir hükümdar olarak bu topraklarda kraliçesi Leydi Lalyn ile birlikte hüküm sürüyordu.
Ancak konu annesi ve babası olduğunda insanların dilden dile anlattıkları hükümranlıkları değil, aşkları olurdu. Kral ve kraliçenin aşkları diyarda en meşhur olan hikayeydi. Babası henüz Geçiş'ini yeni yaşamış genç bir prens, annesiyse küçük bir leydiydi. İlk görüşmelerinde eş çekimini ikisi de hissetmiş, o günden beri de bir an olsun ayrılmamışlardı. Yıllar onlara ilk olarak oğulları ve Morrigan'ın biricik ağabeyi olan Edric'i ve çok sonraları Morrigan'ı getirmişti.
Abisi Edric her açıdan Morrigan'ın örnek aldığı insandı. Tıpkı kendisi gibi diyarda da herkes onu severdi. Veliaht prens zeki, başarılı ve bilgili bir erkek olduğu kadar iyi bir savaşçıydı aynı zamanda. Aynı zamanda Zümrüt Diyar'ın komutanı ve Morrigan'ın da eğitmeniydi.
Her ne kadar şimdilerde diyarda her şey mükemmel olsa da bir zamanlar öyle değildi ve ağabeyi bu yüzden güçlü bir ordularının olması gerektiğini söylerdi. Her eğitimde...
Morrigan ormanın içindeki daire şeklinde bir açıklığa geldiklerinde atı Alagos'u durdurdu ve eyerden indi. Eşyalarını bir ağaç dalına astıktan sonra birazdan abisiyle yapacakları -ve muhtemelen yine bir hayli sert geçecek olacak olan- eğitim için kaslarını esnetmeye başladı. Aslında bu eğitimi Şato avlusunda da yapabilirlerdi ancak abisi bu ormanın büyülerini ve ruhlarını beslediğini söylerdi. Tabii bir de annelerinin bir prensesin savaşmasını pek hoş görmemesi de vardı.
Edric suyun gücünü kullanıyordu ve bu konuda oldukça ustaydı. Morrigan'ı da hem silahlarla hem büyüyle eğitiyordu ve bunun önemini hep hatırlatırdı. Sonuçta eski efsanelerin bugünün gerçeği olmamalarının tek nedeni tanrıların onlara bahşettiği güçlerdi.
Ancak Morrigan henüz kendi güçlerini keşfedememişti. Gerçi Geçiş'ine kadar zamanı vardı, bedeni henüz gelişmeyi durdurmamıştı. Ama bu durum, herkesin büyülerini çoktan keşfettiği yaşlarda kendisinin hiçbir gelişme kaydedememiş olması, canını sıkıyordu. Herkesin büyük merakla onu beklediklerini bilmek de bu duruma pek yardımcı olmuyordu.
Büyüyle ilgili endişelerini kafasından atıp esnemeye odaklandı. Ne zaman bu konu üzerinde düşünecek olsa hep uğursuz şeyler hissederdi. Sanki soğuk, karanlık ve kötücül bir şeylerin soluğu ensesindeymiş gibi...
O sırada hassas kulakları neredeyse tamamen sessizce yaklaşan bir erkeği duydu. Burun delikleri o tanıdık, huzur dolu kokuyla şişince gülümsedi ve çevik bir hareketle arkasındaki ağabeyine geldiğini hissettiğini gösterdi.
Edric sinsi bir gülümsemeyle çenesine inmeyi hedefleyen yumruğu engelledi ve zekice bir ayak oyunuyla kardeşini yere çiviledi, bu sırada çoktan ikiz hançerlerini çekmiş birini kardeşinin karın boşluğuna, diğerini ise boğazına yaslamıştı bile.
"Ne hoş bir karşılama, ancak beni yerlerde sürünerek beklemeni de beklemiyordum doğrusu."
Abisi hançerlerini kardeşinin üzerinden çekip kahkahalarla gülerken Morrigan utançtan hafifçe kızarmış bir yüzle yerden kalkıyordu. Her ne kadar durumuna o da gülümsese de duyularının kontrolünü abisinin öğrettiği gibi hızlıca geri kazandı, bakışları dinginleşti ve gözlerine abisinin o çok iyi tanıdığı meydan okuyan inatçı bakış yerleşti.
"Eh, bir gün başaracağımı sen de çok iyi biliyorsun, değil mi? O zaman gülen ben olacağım ve sen de poponun üstünde yerde şaşkın bakışlarla oturuyor olacaksın, Edric."
Bunu yapmayı gerçekten istiyordu. Abisini çok seviyordu, onunlayken çok da eğleniyordu ama söz konusu eğitim olunca abisi acımasız ve sinir bozucu bir pislik olabiliyordu. Gerçekten.
"Ya, demek öyle? Belki gevezelik yapmayı ve tıkınmayı bırakıp çok çalıştığın zaman olabilir küçük kardeşim. Ama görüyorum ki o gün bugün değil."
Morrigan bu aleni kışkırtma karşısında cevap vermekle vakit kaybetmeyerek saldırıya geçti. Hızla çektiği iki hançerin biriyle Edric'in boğazını, diğeriyle ise bağırsaklarını hedef almıştı. Tıpkı ona öğrettiği gibi...
Çoğu kişinin duyularını karıştıran sinsi bir hamleydi bu. Ama abisi yılların verdiği deneyimle saldırıyı yana kaçarak savuşturdu ve hançerini kardeşinin yan tarafına doğru savurdu. Morrigan artık abisiyle bütünleşen bu hamleyi ezbere biliyordu, bu sayede büyük bir güçle karşılık verdi.
Abisinin yüzüne memnun bir gülümseme yerleşmişti şimdi.
"Doğrusunu söylemek gerekirse gelişimini takdir etmeliyim. Salyangozlar gibi yavaş olsa da emin adımlarla ilerliyorsun."
Ah, ne iltifat ama! Abisi yaşın ve deneyimin üstünlüğünü bulduğu her fırsatta sırıtarak vurgulamayı ne de seviyordu... Morrigan yüzüne abisini sinir ettiğini bildiği sinsi bir gülümseme yerleştirerek cevap verdi.
"Eğitmenim beni eğitmek yerine kıçımı tekmelemeye hevesli olmasaydı daha hızlı öğrenebilirdim. Senin arkandan sürünen küçük bir salyangozum sayende."
Doğrusu Edric'in yüz ifadesi çok komikti ama Morrigan gülmeye yeltenmedi çünkü kutlamalardan önce yüzü veya başka bir yeri morarsın istemiyordu.
Bu yüzden bunu bir kenara bırakıp yeniden abisinin savunmasını delmeye çalıştı ve güneş gür ormanın tepesine çıkıp saçlarında ışıldamaya başlayana kadar eğitimlerine devam ettiler.
Sonunda ikisi de nefes nefese, yaprak ve toz içinde kalmışlardı.
Buyüzden yakınlardaki bir dereye yürüyüp önce temizlendiler, daha sonra damütevazı bir yemek yediler. Tatlı faslına geçtiklerinde Edric göz ucuyla tümağzını en sevdiği kurabiyelerle -yabani meyveli olanlar- doldurmaya çalışankendisini süzüyordu.
"Hala güçlerinle ilgili herhangi bir şey hissetmiyor musun? Sana söylediklerim üzerine çalışıyor musun?"
Ah, harika... Edric gerçekten işini asla yarım bırakmayan biriydi. Kaçışı olmadığını bildiğinden bu konuda konuşmaktan hoşlanmasa da abisine cevap vermek zorundaydı.
"Evet, ancak herhangi bir değişiklik olmuyor. Ne kadar odaklansam da veya içimdeki hayali kuyuyu her fırsatta yoklasam da bir güç zerreciği bile yok. Senin kafanın içi kadar boş." Abisinin ona fırlattığı elmayı yakalarken sırıtıyordu. "Hey, söylesene Edric, sen güçlerini ilk ne zaman ve nasıl keşfetmiştin?"
Abisi komik bir şey anımsadığında takındığı alaylı ifadesini takınarak konuşmaya başladı.
"Geçiş'imden sanırım 6 yıl önceydi. Babamızla gittiğim bir av gezisinde ormanda kaybolmuştum. Eh, kaybolmak yeterince kötü değilmiş gibi bir de dolaşırken ormanın derinliklerinde karşıma bir ayı çıkmıştı. Çok büyüktü, benimse çok az eğitimim vardı. Omzumda basit bir yaydan ve belimdeki küçük bir hançerden başka bir şey yoktu. Dalga geçebilirsin ama çok korkmuştum ve ayı saldırırken kendimi korumak için çaresizce kolumu kaldırmıştım." Morrigan kendisini o yaşta ve o durumda hayal ettiğinde dalga geçilecek bir şey olmadığına hükmetmişti bile, bu yüzden hiçbir şey söylemeden devam etmesi için abisine baktı. "O sırada, bir ışık parlaması hissettim ve ta daa, buz gibi sudan oluşan baloncuğumsu bir kalkan önümde duruyordu. Sanırım ayı da benim kadar şaşırmış olacak ki şaşkınlığından faydalanıp kaçabilmiştim."
Morrigan hikâyeyi elbette daha önce duymuştu ancak kendisinde yanlış olanın ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Vahşi hayvanlarla karşılaşmış, orada burada karşılaştığı tuhaf tiplerle dövüşmüştü ancak hiçbir şey olmamıştı. Herkesin çoktan ortaya çıkması gerektiğini düşündüğü o güç bugüne kadar hiç varlık belirtisi göstermemişti.
Abisi onun kaşlarını çatmış derin derin düşündüğünü görünce hızla ayağa kalkıp gerinerek ona seslendi.
"Eh, her şeyin doğru bir zamanı vardır. Eminim ki hiç beklemediğin bir anda gücünü keşfedeceksin, o yüzden bu konuda hindiler gibi düşünmeyi kes. Yoksa kutlamaları kaçıracaksın, ufaklık. Eğlenmek istemiyor musun?"
Doğru ya, gün batımından birkaç saat sonra kutlamalar başlayacaktı ve acele etmeliydi! Morrigan cevabını bilse de her sene olduğu gibi yine abisine o soruyu sordu.
"E, sen ne yapacaksın? Yine turnuvalara mı katılacaksın yoksa? Zaten neredeyse her turnuvada kazanıyorken çıkıp dövüşmekten ne zevk alıyorsun ki?" Edric'in kazanan olmadığı turnuvaları anımsamaya çalışırken zorlanmıştı. "Hem bir sürü güzel dişinin olduğu kutlamalarda terli şövalyelerle dövüşmenin anlamı ne söyler misin?"
Abisinin ciddi bir yüzle "Şu ana kadar kazanmış olmam en iyi olduğum anlamına gelmez biliyorsun ya. Henüz gencim ve sana da hep söylediğim gibi deneyim her şeydir. Kaledeki şövalyelerle on yıllardır dövüşüyorum, artık onlardan ne öğrenebilirim ki? Turnuva bir eğitim alanı sayılır." cevabını verdi. Eh, yine bir komutan bakış açısıyla bakıyordu ve tamamen haklıydı.
Göz kırpıp kıkırdayarak ona bakarken abisinin yüzünde edepsiz bir ifade vardı.
"Ayrıca turnuvalardan sonra o bir sürü güzel dişinin olduğu kutlamalarda eğlenmediğimi de düşünmüyorsundur herhalde?"
Morrigan abisinin sırıtışını yarıda bırakacak bir dirsek darbesiyle onu dürttü ve hızla eşyalarını toplayıp Alagos'un sırtına atlayarak yola koyuldu.
Ah tanrılar, o gün deyim yerindeyse içi içine sığmıyordu. Bu huzurlu ve neşeli günün ilerleyen saatlerinde hayatının tepetaklak olacağını nereden bilebilirdi ki?
------------------------------
Merhaba, öncelikle okuyan herkese çok teşekkür ederim. Haftada bir veya iki bölüm düşünüyorum ancak elbette bu değişken bir durum 😊 Bu benim ilk yazım tecrübem bu yüzden olumlu veya olumsuz yapıcı eleştirileriniz benim için çok değerli. Yorumlarınızı bekliyorum!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.17k Okunma |
727 Oy |
0 Takip |
51 Bölümlü Kitap |