14. Bölüm

GEÇMİŞİN İZLERİ

Merve Gündoğmuş
mervegndgms

Merhaba, sizlere bölümü yazarken keşfettiğim ve evire çevire dinlediğim şarkıyı da bırakıyorum. İyi okumalar 😊

Vinda-Songleikr

Eamon küçük taverna odasındaki yataklarında uzanmış tavanı izliyordu. Prenses başını yastığa koyar koymaz uyumuştu, düzenli ve yüzeysel nefesleri odada yankılanıyordu. Kalbinin ritmik atışı Eamon'ın kulaklarına işlemişti. Yanı başından gelen bu sesi kulakları bir daha unutamayacak gibiydi. Artık eksikliği tedirgin edici olur gibi geliyordu ona.

Düşününce, çok uzun yıllardır yaşıyordu. Uzun süren hayatı boyunca savaşmış ve bir asker olarak hizmet etmişti. Yalnız olmak onun için en doğal şeydi, aksini hiç düşünmemişti. Gerek duymamıştı da, yalnız olmak muharebe alanlarından görevlere sürüklenirken en kolay olandı. En tehlikesiz olan yoldu bu, kollaması gereken sadece kendisi vardı. Başkaları, geride bırakacakları için endişelenmesi gerekmiyordu.

Bu düşünce onu geçmişe, çok uzak bir zamana götürmüştü. Asırlar öncesine, Morrigan'dan ancak birkaç yıl büyük olduğu zamanlara.

O zamanlar Eamon'ın sarayda aldığı eğitim yeni bitmişti. Kraliyet ailesine mensup güçlü bir erkek olarak ilk önemli görevine çıkacaktı. Veliaht prensle birlikte insan diyarı olan Tybedun'a gidecek ve insan kralla ortak sınırları hakkında Eamon'ın şu an hatırlamadığı bir konuyu görüşeceklerdi.

Eamon yanında veliaht prens ve onlara eşlik eden askerlerle beraber bir süre yolculuk yapmış ve insan diyarına varmıştı. Bu yolculuk onun için çok özeldi, o zamanlar her şey ilkti ve heyecan vericiydi. Sarayda kaldığı süreçte kuzeni olduğu kadar arkadaşı da olan Edric'le bu yolculukta daha da yakınlaşmışlardı.

İnsan Diyarı güzeldi, onların ülkesi kadar olmasa da doğal güzellikleri görmeye değerdi. Ancak farklı olan bir şey vardı. Hava, su, toprak benzer olsa da yaşayışları onlarınkine hiç benzemiyordu. İnsanlar birçok açıdan acımasız yaratıklardı, geçtikleri yerlerde buna çok kez şahit olmuşlardı. Doğanın, hayvanların, en önemlisi birbirlerinin onlar için bir değeri yoktu. Tamahkarlardı da.

Doğaya ve hayvanlara karşı acımasızlardı, düşüncesizce hepsini katlediyorlardı. Birbirlerini kucaklamak, kabullenmek yerine ezmek için uğraşıyorlardı. Onlar için güç, para ve kontrolden daha değerli hiçbir şey yoktu. Eamon insanları hiç mi hiç sevmemişti bu yüzden, ne yapacakları belli olmayan karanlık canlılar gibi gelmişlerdi ona.

Saraya ulaştıklarında oradaki durumun da farklı olmadığını görmüştü Eamon. Görüşmeleri bittikten sonra kralın misafirperverliğinin bir göstergesi olarak bir süre orada konaklayacaklardı. Ya da kral düşmanlarına karşı güçlü fey savaşçılarını bir süre de olsa yakınında tutmanın iyi bir göz dağı olacağını düşünmüştü, kim bilebilirdi ki.

Bu süre içerisinde sarayda dişi bir insanla tanışmıştı, adı Bria'ydı. Bria, kralın kardeşinin tek kızıydı. Neşeli, yaşama sevinciyle dolu kendi halinde bir kızdı. Henüz 16 yaşındaydı, insan ömrüne göre bile çok gençti.

Eamon ailesinin tek erkek çocuğuydu, bir de kendisinden birkaç yaş küçük olan Riona adında bir kız kardeşi vardı. Ne zaman Bria'ya baksa kız kardeşini görür gibi oluyordu Eamon. Genç kız bu yüzden dikkatini çekmişti, ara ara denk gelirlerdi.

Oradaki saray hayatı da en az Zümrüt Diyar'daki kadar sıkıcıydı. Ancak arada belirgin bir fark vardı, bu insanlar arasında hırsın yeri büyüktü. Kral uzun bir süredir tahttaydı, artık yaşlanmıştı. Sarayın ücra köşelerinde kralın yakında öleceği konuşuluyordu, herkesin ağzında sonraki kral vardı. Tahta gözünü diken asil sayısı da, onlardan nemalanmak isteyenlerin sayısı da az değildi.

İnsan Diyarı'nın veliaht prensi Ryan o zamanlar 20 yaşındaydı, herkes bir sonraki kralın o olmasını bekliyordu. Parlak bir çocuktu, iyi bir eğitim almıştı ve dövüş sanatları dahil birçok konuda yetenekliydi. Eamon onunla geçirdiği kısıtlı zamanda bile ne kadar donanımlı biri olduğunu fark etmişti, üstelik Ryan "iyi" bir çocuktu. Çok da iyi bir kral olacağına şüphe yoktu.

Ryan ve Bria'nın arasındaki ilişkiyi sarayda bilmeyen yoktu, kenar köşe her yerde dedikodusu yapılan çiftin bunu pek umursadığı söylenemezdi. Bunu göremeyecek, umursayamayacak kadar delice seviyorlardı birbirlerini.

Sarayda geçirdiği günler boyunca tek başına veya Edric'le dolaşırken onları görmüştü Eamon. Birbirlerine taparcasına bakıyorlardı, onları izlemek bile insanı mutlu ediyordu. Özellikle genç kızın yüzünden bir an olsun gülümseme eksik olmuyordu. Mutluluk kelimesinin beden bulmuş hali gibiydiler.

Derler ki hayat hiçbir zaman engelsiz, düz bir yol olarak ilerlemez; eğer her şey sorunsuz ilerliyorsa mutlaka bir sonraki tümsek önünüzdedir ve siz henüz göremiyorsunuzdur. Bu genç çift için de durum buydu.

Kralın erkek kardeşi, Dük, çok kıskanç bir adamdı. İnsanoğlunu esir alan tamahkarlığın, delicesine güç isteğinin son noktasını ruhunda taşıyordu. Ağabeyinin kral olmasından hiçbir zaman hoşnut olmamıştı, ona göre tahtın asıl sahibi o olmalıydı. Şimdi kralın sağlığının bozuluyor olması onun şansıydı ve bunu sonuna kadar kullanacaktı.

Elbette her siyasi karışıklıkta ve ihanette olduğu gibi mevcut kralı destekleyenler olduğu kadar Dük'ü destekleyenler de vardı. Dük kıskanç bir budaladan çok daha fazlasıydı, insanları etkisi altına almayı çok iyi biliyordu.

Eamon sonrasında olanlara şahit olmamıştı, genç çifti son bıraktığında çok mutlulardı. Edric ve Eamon'sa kendi diyarlarına doğru yola çıkmışlardı, zira insanlar arasındaki bu gerilimin bir savaş olarak patlak vermesi an meselesiydi. Ve buna karışmamaları gerekirdi.

Eamon saraydan ayrılırken son bir kez genç çifti gördüğünde kalbinde onlar için samimi bir endişe hissetti. Kendisi henüz birini sevmemişti, ancak onların ne kadar mutlu olduklarını ve gözlerinin ne kadar içten güldüğünü gördüğünde birini sevebilmeyi dilemişti. Güzel bir his olmalıydı.

Nihayetinde Eamon ve Edric saraydan ayrılmışlardı, birkaç gün sonra henüz İnsan Diyarı'ndan çıkmamışlerken ufak bir köyde talihsiz haberler kulaklarına çalınmıştı. Dük büyük bir askeri kuvveti arkasına alarak krala baş kaldırmış, sarayı kuşatmıştı. Hem kendi ağabeyini hem de veliaht prensi öldürerek tahta oturmuş ve krallığını ilan etmişti. Karşı çıkan herkesi de avlıyordu.

Dahası, devrik veliaht prensin ölümü mevcut kralın kızını derinden üzmüştü. Ryan'ın ölümü Bria'nın üzüntüden aklını yitirmesine sebep olmuştu, şimdilerde kralın kendi kızını odasına hapsettiği ve kızın hiç durmadan Ryan'ın adını sayıkladığı konuşuluyordu. Ne yiyor ne içiyordu, hatta ağlamıyordu bile prenses. Ağzından ölen sevgilisinin adı dışında başka bir kelime dökülmüyordu.

Eamon Bria gibi parlak bir ruha sahip, mutlu bir insanın birkaç günde o hale gelebileceğine inanamamıştı. Gördüğü en mutlu insanın gülümsemesinin solduğunu düşünmek hayata dair besleyip büyüttüğü pozitif hislerini mum misali söndürüvermişti sanki. Aşk insanı bu hale getirebilir miydi?

Zümrüt Diyar'a ulaştıklarında Eamon, Bria'nın akıbetini merak etmişti. Bu yüzden kısa bir süre sonra adamlarından birinden insan prenses hakkında bilgi edinmesini istedi.

Birkaç gün sonra öğrendiğine göre Bria daha fazla dayanamamış ve kendisini öldürmüştü. Neticede genç iki aşık, kirli siyaset ve karanlık kalpler yüzünden ancak ölümde kavuşabilmişlerdi.

Aldığı bu haber Eamon'ı derinden etkilemişti. Eamon'ın ebeveynleri de elbette birbirlerini sevmişlerdi, ancak onlar dışında gördüğü ilk ilişkinin bu kadar trajik bitmiş olması Eamon'ın yaşamını hiç beklemediği şekilde değiştirmişti.

Olanlardan sonra Eamon, aşkın insanları ne hale getirebileceğini görmüştü. Daha da önemlisi, tahta yakın olanların yaşayacakları ilişkiler her zaman böyle bir tehlikeye gebe olacaktı.

Birini o denli sevip sevemeyeceğinden emin değildi, ancak bildiği bir şey vardı. Geldiği aile, güçleri, askeri yetenekleri sebebiyle hayat onu hep tehlikelerin içine sürükleyecekti. Ve o hiç kimsenin ardında kalmasını, onun yüzünden üzülüp zarar görmesini istemiyordu. Kimsenin kendisi yüzünden Bria'nın yaşadıklarını yaşamasını istemezdi. Veya bir gün ardında bıraktığı biri bir şekilde incinirse, kendisi de o duruma gelmek istemezdi. Bu yüzden yalnızlık gözüne çok daha huzurlu görünüyordu. Fazla sessiz, ancak huzurlu.

Geçmişte karşılaştığı dişiler olmuştu elbette, ancak hiçbir dişi Eamon'ın bu anılara gömülmesine neden olmamıştı. Morrigan karşılaştığı diğer dişilerden farklıydı. Onunla karşılaşmak, vakit geçirmek sanki geçmişin kapısına vurulan devasa kilidi paramparça etmişti.

Uğradıkları ihaneti fark ettiğinde buraya koşarken Morrigan'la karşılaşacağını biliyordu. Elbette onun hakkında bir şeyler işitmişti, Edric her zaman kız kardeşinden gururla bahsederdi. Muzip bir ağabey gibi dursa da kız kardeşini büyük bir şefkatle severdi.

Yine de prensesin yaşı çok küçüktü, bir prenses olarak doğup büyüdüğü sarayın dışına hiç çıkmamıştı bile. Bu yüzden Eamon şımarık bir kız çocuğuyla karşılaşmayı beklemişse de bulduğu şey bambaşka olmuştu.

Felaketleri, acıları ve ölümleri, zorlu koşulları mızmızlanmadan karşılayan güçlü bir asker ve iyi yetişmiş bir prenses bulmuştu karşısında. Morrigan çevresinde olanlara, yanındakilere de duyarlı bir prenses olarak yetişmişti ve bu takdir edilesiydi. Eamon'la beraber savaşmış, onun için endişelendiğini göstermekten çekinmemiş ve Eamon'a samimiyetle düşünüldüğünü hissettirmişti. Bu onun için yeni bir şeydi. Prensesin yanındayken yalnız olma ihtiyacı duymuyordu, o tehlikelerin içine yürürken onu ardında bırakması da gerekmiyordu. Sanki onun yanında olmak nefes almak kadar doğal ve olağan bir şeydi.

Başını çevirerek hemen yanında uyuyan prensese baktı. Şimdi uykuya teslim olmuşken yüzüne yerleşen o karanlık ve keder yok olmuş, nazik hatları bilinçsizliğin getirdiği rahatlamayla gevşemişti. Çok daha genç görünüyordu. Bunca şeyi yaşamak için çok genç.

Morrigan'ı uyurken izlemek güzeldi. Sanki rüya aleminde gördükleri, hissettikleri yüzünden tüm açıklığıyla okunabiliyordu. Prensesin gerçekten güzel olduğunu düşündü. Sanki büyüsünü kullandığı ay ve yıldızlar gibi ışıldıyordu.

Büyüsü yaşına ve tecrübesine göre çok güçlü ve engindi. Kullanmayı öğrenmesi gerekiyordu ve Eamon ona yardımcı olmakta kararlıydı. Daha yola çıkmadan içinden bir ses buraya gelmek zorunda olduğunu söylemişti ona. Buraya geldiğindeyse... O ses prensesin yanında olması konusunda ısrarcıydı. Eh, içgüdülerine her zaman güvenmişti, öyle yapacaktı. Bir zamanlar Bria'ya yardım edememişti, ancak şimdi onu engelleyen hiçbir şey yoktu. Bu kez kimseyi ardında bırakmayacaktı.

Yatakta bir kez daha döndü, düşünceler onu esir almıştı. Uyuyamıyordu.

Doğruldu, derin bir nefes alarak pencereye doğru yürüdü. Koyu gece göğü tüm ihtişamıyla dünyalarını sarmalamıştı. Prensesin sığ nefesleri odayı dolduruyordu, huzurlu uykusu devam ediyordu ve şafağa kadar uyanacak gibi görünmüyordu.

Prens yolculuklarının kalanına devam etmeden önce bir duş almanın akıllıca olabileceğini düşündü. Bu konforu bir daha ne zaman bulabileceklerinden emin değildi. Hızlı olacaktı, prensesin en azından bu gece güvende olduğuna hemen hemen emindi ancak tedbiri elden bırakmak olmazdı. Bu yüzden bir şey olmayacağına emin olsa da uyuyan prensesin etrafında büyüsüyle bir kalkan oluşturdu. Diyarda o kalkanı geçebilecek, delebilecek tek bir fey veya Myr yoktu.

Banyoya girerek kapıyı arkasından kapattı. Hızlıca kıyafetlerini çıkararak soğuk suyun altına girdi ve gözlerini kapattı. Soğuk su kafasının içinde dönen düşünceleri yatıştırır, onu sakinleştirirdi.

İşini bitirdiğinde kurulanarak giyindi ve banyoyu terk etti, ancak birkaç dakika sürmüştü. Prensesin yanına döndüğünde onu aynı huzurlu uykuya devam ederken bulacağından emindi.

Odaya girdiğinde prenses huzursuzca kıpırdanarak homurdandığını görünce pek de öyle olmadığını anladı. Morrigan şimdi kaşlarını çatmıştı, yüzünde huzursuzluk bir gölge halinde dolaşıyordu. Kabus görüyor olmalıydı.

Eamon yatağın kenarına oturup onu izledi, uyandırmalı mıydı? Ne yapması gerektiğini bilememişti. Ancak prensesin vücudu sarsılmaya, elleri titremeye başladığında Eamon onu uyandırmak istedi. Kollarından kavrayıp genç kızı kuvvetlice sarssa da Morrigan bir türlü uyanmadı.

Ne tür bir cehennemdeyse geri dönemiyordu.

Herkese tekrardan merhaba, umarım bölümü beğenmişsinizdir. Bana göre geçmiş, en az geleceğimiz kadar önemli. Çünkü şu an olduğumuz kişiyi ve başardıklarımızı geçmiş tecrübelerimize borçluyuz. Bu yüzden ara ara karakterlerimizin geçmişlerine dair bilgiler edineceğiz bu kitapta, onları anlamak ve tanımak adına.

Geçen bölüme 10 yorum gelirse bu bölümü pazartesi yayınlayacağımı söylemiştim, ancak hastaydım (migren illeti...) ☹ Bu yüzden bu bölümü bir gün erken yayınlıyorum, Perşembe günü de kısa bir bölüm daha yayınlayacağım. Ödeşmiş olacağımızı umuyorum :D Cumartesi günkü bölümden önce bu iki bölüme toplam 30 yorum gelir mi? Gelir bence ^^ Yorumlarda buluşalım!

 

Bölüm : 28.08.2024 15:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...