
Müzik: Danheim-Gripir
Görsel: Andohir Galanodel
İyi okumalar (Bölümün atmosferine uymak isterseniz müzikle beraber okuyabilirsiniz) 😊
Kapının açılmasıyla göz açıp kapayıncaya kadar odaya o kadar çok fey doluşmuştu ki Edric ne yapması gerektiğini kestiremiyordu. Hepsinin de üzerinde Zümrüt Diyar'ın yeşil-gümüş gri renkli askeri üniforması vardı, bazılarının yüzleri Edric için tanıdıktı. Karşısında tehditkar bir şekilde dikilen, kılıçları aman vermeyecek şekilde onları çevrelemiş bu askerlerin arasında daha önce eğitim verdiği, defalarca kez konuştuğu, yan yana oturup yemek yediği arkadaşları vardı. Şimdi kılıcı Edric'e doğrultulmuş halde ona bakan amcasının hemen arkasında duran Noralf gibi.
Yüzlerindeki ifade insani olmaktan çok uzaktı, sanki ruhları yok olmuş gibi ölü ve karanlık gözlerle bakıyorlardı. Edric karşısında duran bu askerlerin gözlerine baktığı an onların artık o tanıdığı, bildiği ve hatta sevdiği feyler olmadıklarını anlamıştı.
Ancak çok geç kalmıştı.
Elamire ve Collin çoktan onları çevreleyen askerler tarafından yakalanmıştı. Bu kadar kalabalık bir fey birliğiyle savaşmalarının imkanı yoktu, Edric tüm gücünü de kullansa işe yaramazdı. Üstelik dışarıda bu askerlerin devamı da olmalıydı. Diğer formu olan su ejderini kullanmak işe yarayabilirdi, ama dönüşebilmesi bir su kaynağının içinde veya yakınında olması gerekiyordu. Şato'ya girdikleri su yolu çok aşağılarda kalmıştı.
Nihayetinde bu koca orduya karşı ellerinden gelebilecek hiçbir şey yoktu.
Tek yapabileceği Elamire ve Collin'in zarar görmemesi için sorun çıkarmamaktı. İçinde yükselen yakıcı öfkeyi bastırmak için tüm iradesini kullanması gerekti.
Elamire "Sen..." diye söze başladığında onu kollarından kavrayan askerin pençeyi andıran parmaklarının tenine gömülmesiyle inledi, lafı yarıda kaldı.
Elamire'den uzaklaştırdıkları Collin hırlayarak onu tutan iki askerden bir anlığına kurtuldu ve saniyeler içinde onları yere serdi. Askerlerden birinin kılıcını kaparak Elamire'e doğru ilerleyeceği sırada Edric'in sayamayacağı kadar çok asker genç savaşçının üzerine çullandı. Kılıcını alarak diz çökmesi için bacaklarına bir darbe indirdiklerinde bir başka hırlama savaşçının boğazını yırtarcasına yükselerek geniş odada yankılandı.
Elamire korkuyla Collin'in adını bağırdı, dehşete bulanan sesi odayı çınlattı ancak kıpırdamasına imkan yoktu. Gözyaşları içerisinde babasına döndü, güzel yüz hatları nefret ve acıyla çarpılmıştı. "Bunu bize nasıl yaparsın? Bunca zaman seni seven kızına, ailene, ülkene bunu nasıl yaparsın?" diye tüm gücüyle bağırdı. Onunki yalnızca ortadaki ihanetin hesabını soran bir yakarış değildi. Sahip olduğu tek aileyi ve hep sıcaklığını hissettiği babasını kaybetmenin de hesabını soruyordu.
Dük Andohir bir an bile kızına bakmadı. Yüzünde yalnızca elinde tuttuğu güç başını döndürenlere has olan, delice bir gülümseme vardı. Tuhaf bakan gözleri Edric'in üzerindeydi, bir ganimete bakıyormuş gibi bakıyordu prense.
Dük, kılıcının ucunu Edric'in boğazına yasladığında Elamire'in korku dolu ağlaması ve Collin'in bağırarak ettiği küfürler dışında odada hiçbir ses çıkmıyordu.
Kısa sayılamayacak hayatta çok fazla şey görmüş ve geçirmişti, bir o kadarını da okumuştu Edric. Yaşayan varlıkların en tamahkarları olduğu söylenen insanların hırsları ve savaşlarına dair öyküler işitmişti. Ancak amcasının gözlerinde gördüğü şey onların güce olan açlıklarıyla bile kıyaslanamayacak derece kuvvetli ve karanlıktı. Alev alev yanan bir kıskançlık, hırs ve acımasızlık.
O gözler artık bir fey gibi bakmıyordu, bir insan gibi bile bakmıyordu. Yarı deli bir bakışla Edric'in üzerine diktiği gözleri artık kraliyet ailesi mensuplarınınki gibi sıcak, huzurlu bir yeşil de değildi. Sanki teslim olduğu kötülük içine yerleşmiş ve ruhunun ışıltısını söndürmüşçesine artık bataklıkları andıran kirli bir siyah-yeşildi ona bakan gözler.
Edric sakince amcasına baktı, konuşurken odada yankılanan sesi hissiz ve kuruydu. "Tahtı bu kadar çok mu istiyordun? Kardeşini ve ailesini katledecek kadar demek... Uğruna kötülüğe teslim olup karanlıkla bir olacak kadar istediğin taht için 500 yıl nasıl sabrettin amca?"
Amcasının yarı deli sırıtışı genişledi, o yüze bakmak aklı başında ve yüreği kararmamış olanlar için bir hakaret, bir işkenceydi sanki... Dük tatsız, ahenkten uzak bir kahkaha attı. "Tiksinerek bahsettiğin o karanlık hepimizin içinde çocuğum. O zaten bir parçamızken, nasıl ondan kaçabilir veya onu yok edebiliriz ki? Onunla bir olup güce, kudrete ortak olmak varken? Zaman ilerledikçe sen de anlayacaksın. Tabii zamanın olursa."
Tabii, Edric zamanı olmayacağından emin sayılırdı. Keşke kardeşine yardım edebilmiş olsaydı, evlerini onun için bu yaratıklardan temizlemek, yeniden "ev" olmasını sağlamak istemişti. Ülkelerini onların pençesinden kurtarmak istemişti, en azından kardeşinin zorlu yolunun önündeki bir engel yok olacaktı böylece. Şimdi kardeşi için yalnızca bir başka yıkıma sebep olacaktı. Bu düşünceyle yüreği ezildi.
Dük kılıcını biraz daha bastırdığında Edric'in kanının kokusu odayı doldurdu. Kızına bakarak "Ve sen... Hangi sevgi dolu aileden söz ediyorsun?" dediğinde kuzeni irkildi. "Sen birinin gölgesinde hayatta kalmaya çalışmak nasıl bir şey biliyor musun? O doğuştan her şeye sahipti, herkesin gözdesiydi. Bense bir şeylere sahip olmak için hep yaltaklanması gerekendim, görmezden gelinendim. Benim ailem yoktu." diye gürlerken amcasının yarı deli bakan gözlerine ölümcül bir nefret yerleşti, o korkunç gülümseme bile silindi. Kuzeni sessizce yuvarlanan gözyaşlarına rağmen başını dik tutarak babasının gözlerinin içine baktı ve "Onları bilemem, ama ben senin ailendim." diye fısıldadı.
"Merak etme senin için güzel planlarım var, aptal kan bağlarından çok daha yüce bir amaca hizmet edeceksin." Elamire şimdi korkuyla titriyordu ama gözlerindeki tiksinti kaybolmamıştı.
"Diğer aile üyelerimiz hakkındaki planların nedir?" diye sorduğunda amcası bakışlarını tekrar ona çevirerek başını yana eğdi. "Şatoda pek kimsenin kalmadığını söyleyebilirim, sağ kalanlar için de ufak bir sürprizimiz vardı." Edric sevdiği ve destekçisi olacaklarını umduğu insanları o boş bakışlarla hayal edince omurgasından aşağı bir ürperti yürüdü.
"Kardeşinin yaşadığından da haberdarım elbette. O küçük kaltak nasıl olsa uzun süre hayatta kalamayacak, onun için de çok güzel planlarımız var." Dük küçük bir çocuk gibi kıkırdadı, ancak çıkardığı ses bir çocuğun şirin ve masum kıkırdamasından çok uzaktı. Korkunçtu. Elamire'e ve ona bir bakış attı. "Sizin elimde olduğunuzu öğrendiğinde, ne kadar sürdüğü önemli değil, buraya gelecek. İşte o zaman, önce benim tahta geçtiğimi görecek ve o her zaman meydan okuyan, dik duran başını önümde eğdireceğim. Ve onu sona saklayarak önce seni öldüreceğim, kardeşinin senin de ölümünü izlediğine emin olacağım prens."
Dük odaksız gözlerle çok uzaklardaki bir şeye bakıyordu, hayal kuruyor gibi bir hali vardı. Hemen sonra o gözler yeniden Edric'i buldu ve sözlerini tamamladı. "Onu bir kez daha ve tamamen yıktıktan sonra Gecenin Varisi'nden de kurtulacağım. Ve nihayet Malekith'in yanında bu topraklarda hüküm süreceğim, her zaman hak ettiğim tahtta oturacağım. Ama önce bana taç giyme büyüsü için yardım edeceksin."
Tabii ya, tahta geçecek olan varisin gerekli büyü ritüeli için önceki kralın soyundan gelen yaşayan birine ihtiyacı vardı. Amcası, kraliyet ailesi ve asillerin geri kalanına istediğini yapabilirdi. Ancak bu büyü olmadan hiçbir zaman Zümrüt Diyar'ın gerçek kralı olamazdı.
Çünkü Diyar'ın kralı yalnızca feylerin kralı değildi. Halk bir yana toprağın, havanın, suyun, bitkilerin ve hayvanların da kralı olurdu. Zümrüt Diyar her bir parçasıyla yaşayan, büyülü bir yerdi ve kralı olarak tahta oturmak için meşruiyet bir zorunluluktu. Yoksa onu kabullenmeyecek olan yalnızca halk olmazdı.
Edric bu yüzden amcası için önemliydi, onun sayesinde tahta geçebileceğini düşünüyordu. Ancak Edric bunu görmektense parçalanarak öldürülmeyi yeğlerdi. Buna izin vermeyecekti.
Eğer Edric ona istediğini vermezse, dayanabilirse, amcası Morrigan'a zarar veremezdi. İstediğini Edric'ten alamazsa tek seçeneği Morrigan olurdu, onun ölmesini göze alamazdı.
Öyleyse Edric dayanacaktı. Zamanı geldiğinde de bu adamı da sığındığı ve kölesi olduğu karanlığı da kardeşiyle birlikte alaşağı edecekti. Kardeşine güveniyordu, ancak keşke ona tek başına geri dönmemesi gerektiğini söyleyebilmesinin bir yolu olsaydı... Şato'yu -ve Edric'i- bu adamdan kurtarabilmesi için desteğe ihtiyaçları vardı.
Tekrar konuşmaya başladığında sesi her şeye rağmen sakin çıkıyordu. "Bunca sene babamı bu topraklardan silebilmek için sinsi sinsi beklemiş ve Malekith'in karanlığının bir parçası olarak onu bu diyardan koparmayı başarmışsın. Ancak sabrettiğin ve uğraştığın bunca yılda önemli bir şeyi gözden kaçırmışsın: Karanlığın efendisi gücünü ve hükmünü paylaşmaz. Bunu anladığın gün senin düşüşünü ve aciz sürünüşünü keyifle izliyor olacağız, kardeşim ve ben."
Amcasının yüzü öfkeyle çarpıldı, kılıcını Edric'in boğazından çekerek hızla elinde çevirdi. Boğazından yükselen öfkeli bir hırıltı deponun duvarlarını ve zemini titretti. Kılıcın kabzasını bütün gücüyle başına indirdiğinde Edric'in dünyası karardı.
Evet, bölümü nasıl buldunuz? Artık bölümleri görseller ve müzikler eşliğinde yükleyeceğim, eski bölümleri de buna uygun şekilde güncelleyeceğim. Ara ara kontrol edebilirsiniz :) Son iki bölüm biraz az okunduğu için keyfim kaçsa da motivasyonumu korumaya çalışıyorum. Bunun için oy ve yorumlarınızı esirgemezseniz çok iyi olur ^^ Çekinmeyin lütfen ukdkgdkffdkjs Cumartesi günü görüşmek üzeree
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.17k Okunma |
727 Oy |
0 Takip |
51 Bölümlü Kitap |