25. Bölüm

İNTİKAMIN PUSULASI

Merve Gündoğmuş
mervegndgms

Yeni bir karakter, yeni bir dünya. Herkese iyi okumalar 😊

Görsel: Odhran

Kuzey dağlarının bağrından kopup gelen sert, acımasız bir rüzgâr dışarıda uğulduyordu. Bu geçit vermez, merhametsiz topraklara yabancı olanlar için çıkan ses uzaklarda bir yerde kükreyen bir canavarı andırıyordu.

Şöminede yanan odunların çıtırtısı, öfkeli rüzgâra kıyasla bir hayli huzur verici olsa da bu hissin sahte olduğunu biliyordu. Huzursuzluğun ve musibetin yaklaşan ayak sesleri sanki havada yankılanıyor, suda yayılıyor ve toprakta titreşiyordu. Dans eden, neşeli ve güven verici alevleri izlerken dahi çevrede büyüdüğünü hissettiği karanlık, ruhuna gölge düşürüyordu.

Ölümcül, muzaffer, soylu alevler... Ne zaman yüzünde ateşin sıcaklığını hissetse, çok sevdiği ancak şimdi çok uzaklarda olan arkadaşının gülümsemesini görür gibi olurdu. O gülümseme de bir zamanlar içini aynı şekilde ısıtırdı. Uzak zamanlara ait hatıralar zihnine hücum etti, esen rüzgâr gibi orada döndü durdu.

"Haydi Odhran, şenlik bitene kadar orada dikilip bakacak mısın dostum?" derken prens Feanaro yüzünde artık sıkılmış bir ifadeyle ona bakıyordu. Odhran'ın gözleriyse tıpkı son birkaç saattir kesintisiz bir şekilde olduğu gibi yine meydanın ortasında neşeyle dans eden kızın üzerindeydi.

Kızıl kahve , dalgalı saçlar çiftçilere özgü neşeli dans figürleriyle birlikte havalanıyor ve güneşin pırıltılı dokunuşu altında sımsıcak renklere dönüşüyordu. Özgürce dans eden ve kahkahalarla gülen kızın gözlerinin rengini söylemek zordu, attığı her kahkahayla o gözler kısılıyordu. Elbisenin açık bıraktığı omuzlarına güneş, pembe öpücükler kondurmuştu. Neşeli dansını sürdüren ve onu bir süredir hayranlıkla seyreden Odhran'dan habersiz olan kız sade, günlük elbisesinin fırfırlı eteklerini ayklarına dolanmaması için elleriyle hafifçe kaldırmıştı. Minik, yerinde durmayan ayakları çıplaktı.

Odhran o zamana kadar o kadar yaşama sevinciyle dolup taşan başka bir yaratık daha görmemişti. Son birkaç saattir uzaktan, pürdikkat izlediği bu kız her şeyiyle sanki hayatın ne kadar yaşamaya değer olduğunu anlatıyordu.

Gözlerini kızdan ayırmadan "Ne yapmamı bekliyorsun ki? Bir fikrin var mı, bay ilişki uzmanı?" diye cevap verdiğinde Feanaro kıkırdadı. Ah, Odhran bu kıkırdamanın anlamını biliyordu. Veliaht prens ne zaman böyle gülse Odhran kendini garip, korkunç veya utanç verici durumların içinde bulurdu. Teşvik edici bakışlarla ona bakan arkadaşını şüpheci bakışlarla süzdü.

Yeşil gözler ona sevimli bir şekilde gülümsedi. "Dağda, ormanda, kavgada... Her zaman ne yapılacağını bilen yüce Odhran bir kıza nasıl yaklaşacağını, onunla nasıl tanışacağını bilmiyor." Gülümsemesi yerini alaycı bir sırıtmaya bıraktı. "Tanrım! Git, konuş işte Odhran. En fazla ne olabilir ki?"

"Ya, öyle mi? Neden son birkaç saattir bu hiç aklıma gelmedi acaba? Yanına gidip ona ne diyeceğim ki, bugün antrenmanda senin kıçını nasıl tekmelediğimi mi anlatacağım? Üzgünüm dostum ama ilgisini çekeceğini sanmıyorum." Arkadaşına dönüp sinsice sırıttı.

"Biliyor musun? Üzerine fazla düşünüyorsun ve bir şey yapmazsam günün geri kalanında da böyle uzaktan izleyeceğine eminim. Yap gitsin, haydi!" demesiyle Feanaro'nun onu kıza doğru tüm gücüyle itmesi bir oldu. Odhran dengesini bulana kadar birkaç kişiye çarptı, nihayet durabildiğinde ilk gördüğü şey tam karşısında duran o kızıl kahve saçlar oldu.

Gözleri de aynı kahve tonundaydı ve şimdi ona şaşkın şaşkın bakıyorlardı.

Uzaklardan bir ses "Kıçımı nasıl tekmelediğini anlatma yeter. Sonra teşekkür edersin!" diyerek kıkırdadı. Odhran o yöne baktığında neşeli gözleri parıldayan arkadaşının el salladığını gördü.

Bir sonraki antrenmanlarında eğlenen Odhran olacaktı.

Kalabalık Odhran'ın alana ani girişiyle duraklamıştı ancak kısa bir süre sonra müzik tekrar başladı, danslar devam etti.

Bir an ne yapacağını, elini kolunu nereye koyacağını bilemeyerek karşısındaki ufak tefek kıza baksa da kız ona gülümsedi, elini yakaladı ve "Adım Gloredhel, ya seninki?" diyerek onu da dans edenlerin arasına çekti. Kısa bir süre sonra Odhran tutunduğu minik eller sayesinde o karşı konulamaz ritme kapılmıştı.

Feanaro'ya gerçekten teşekkür etmesi gerektiğine inanamıyordu.

Artık çokça eskimiş olan bu sıcacık anının zihninde belirmesiyle ağır ağır gülümsedi. Buruk, gözlerine ulaşmayan bir gülümsemeydi bu: Çağlar boyu ona vefa etmiş olan ömründe çok fazla şey yaşayan, sevdiği herkesin ölümünü izlemiş bir adamın hüzne bulanmış gülümsemesi.

Odhran bugünden çok uzak bir zamanda, Eski Çağ'ın son milenyumunda doğmuştu. Diyarın en kuzeyinde, şu anda da bulunduğu Hencapelt Dağları'nda dünyaya gelmişti. Şimdi pencereden izlediği gökyüzünün altında aydınlığı da karanlığı da tecrübe edecek kadar uzun bir yaşam sürmüştü. Bir zamanlar çok şeye sahip olup çok mutlu olmuş, sonrasında sahip olduğu en değerli şeyleri yitirip sonsuz kederin pençesine düşmüştü. Gözleri şöminenin üzerindeki duvarda asılı duran iki portreye kaydı.

Ölümsüz bir yaratık olarak iyi bir hafızaya sahip olmanın bir ödül mü yoksa bir ceza mı olduğunu çok sık düşünürdü. Lakin yaşananlardan ders çıkarmak ve çıkarılan dersleri, yitip yok olanları unutmamak için bu gerekliydi. Her ne kadar hatırlayabilmek hüznün sık sık uğrayıp yüreğinde misafir olması anlamına gelse de.

Bir zamanlar kaybettiklerinin sebebi olan karanlık, sanki sinsice yeniden gücünü topluyor ve şekilleniyordu şimdi. Bu hissi biliyordu, diken üstündeydi.

Hencapelt Dağları, Kuzey Sınırı'na oldukça yakın sayılırdı. Bu yüzden Eamon, en iyi öğrencisi, sık sık yanına uğrardı. Geçmişi yalnızca küflenmeye yüz tutmuş tarih kitaplarından ve yaşlıların hikayelerinden biliyor olsa da son zamanlarda o da bir şeylerin yanlış olduğunun farkındaydı. Sinsi sinsi yaklaşan, adım adım yolunu açan o uğursuzluğun... O bilemese, parçaları tam olarak birleştiremese de Odhran çok iyi biliyordu.

Feanaro, Büyük Savaş sonrası Malekith'in yok olmadığını gayet iyi biliyordu. Her ne kadar Grannus onun bedenini terk ettikten sonra olanları anımsamıyor olsa da Alevlerin Tanrısı daha sonra fey kralıyla konuşmuştu.

Grannus, Feanaro'ya karanlığın onun aleviyle tamamen yok edilemeyeceğini, ancak bir süre bertaraf edilebileceğini ve o zaman için yapılması gerekenin bu olduğunu söylemişti. Varisi olduğu tanrının söylediğine göre asıl Büyük Savaş için önlerinde çağlar vardı, henüz hazır değillerdi ve yakın zamanda da olamayacaklardı.

Malekith ancak tek bir yolla yok edilebilirdi ve bunun mümkün olabilmesi için de bazı tanrıların yardımına ihtiyaç vardı.

Feanaro bu konuda pek bir şey bilmiyordu, ona söylenen tek şey soyundan gelecek olan ve gelişinin binyıllar alacağı bir varisi beklemeleri gerektiğiydi. Bu varisin gelişi, tanrıların işbirliğine bağlıydı. Grannus, bunları söyledikten sonra ona doğa tanrıçası Aveley'in minnettarlığını da iletmişti.

Tanrıça Aveley, doğanın mutlak kontrolüne ve güçlerine sahipti. Karanlık kuvvetlerin diyarlar ve denizler üzerinde yarattığı tahribatı onaracak, Feanaro'nun türüne de önlerindeki binyıllar içerisinde öğrenip ustalaşabilmeleri için doğanın güçlerini bahşedecekti. O son savaş gelene kadar, Zümrüt Diyar sonsuz bir bereket ve güzellik içerisinde varlığını sürdürecekti.

Feanaro bunların hepsini işitmişti, ancak bunların hiçbirini halkına anlatamazdı. Efsanelerde anlatılagelen kudretli kralın anne ve babası Öte Diyar'a göçmüşlerdi. Kardeşleri yoktu, henüz herhangi bir eşi veya çocuğu da yoktu. Eğer halkına kaybettikleri kardeşleri, evleri ve mallarına rağmen bu savaşı nihayete erdiremediğini ve sadece erteleyebildiğini anlatsaydı... Tahtını, ona duyulan saygı ve sevgiyi kaybederdi. En önemlisi, onu tahttan indirmek isteyecekler arasında çıkacak iktidar savaşları ülkesini kan ve ölümle boyardı.

Bu yüzden Feanaro, bu sırrı herkesten sakladı. Yüzyıllar sonra bir gün, artık bu yükü taşıyamaz hale geldiği bir anda, bunu Odhran'a gözyaşları içinde anlatmıştı.

Odhran başlangıçta inanmak istememişti ancak kalbinin derinliklerinde dostunun doğruyu söylediğini biliyordu. Onu yargılayamıyordu, zira dostunun yerinde olsaydı o da aynını yapardı belki de.

O gün, Odhran öfke ve acıyla intikamını yaraştığı gibi alacağına yemin ederken dostu için de bir yemin etmek zorunda kaldı. Feanaro Öte Diyar'a göçse dahi, Odhran bu sırrı saklayacaktı. Ta ki, nice sırrın açığa çıkacağı o günler gelene kadar.

Kardeşlerinden sakladığı bu sır, yüreğinde taşıdığı acı kadar ağır olsa da bir yemin ettiyse onu mutlaka tutardı. O güne kadar da yeminine sadık kalmıştı, Feanaro'nun ondan beklediği gibi.

Odhran pencereye döndü, rüzgâr ve karın dağların arasında bir dans tutturdukları manzara her zamanki gibi nefes kesici olsa da bunun keyfini çıkarabilecek hali yoktu. Zaman zaman ihtiyaç duyduğu yatıştırıcı çayı şöminenin kenarında soğuyup kalmıştı.

Bir süre önce Eamon, Odhran'ın yanına gelerek ona sınırda ve ötesinde gerçekleşen bazı şeylerden bahsetmişti. Odhran'ın duymayı hiç istemediği, ama hep beklediği şeyler. Yaklaşan kaderinin ayak seslerini taşıyan ihanet kokulu, kötücül hikayeler.

Kader, insanın daha dünyaya gelirken ayağına takılan prangasıydı neticede. İstediğiniz kadar kaçın, ardınızdan onu da sürüklerdiniz. Öte Diyar'a göçüp sevdiklerine kavuşamamasının sebebi de buydu. Geçen çağların eskitemediği kaderi, henüz peşini bırakmaya niyetli değildi ve artık kendini hatırlatıyordu.

O ve ömürlerini tüketmiş birkaç eski dost Malekith'in bir gün eskisinden de büyük bir güçle geri döneceğini beklemişti hep. Binlerce yıl bekledikten sonra, nihayet dönüyordu. Bu düşünce, dışarıdaki ürpertici rüzgârın kalbinde esmesine sebep oldu.

Çağların eskitemediği bir diğer şey de ondan acımasızlıkla koparılan eşi Gloredhel ve dört yaşındaki kızları Elora'nın geride bıraktıkları boşluktu. Acısı hiç eskimemiş, sahte bir huzurla geçen binyıllar o boşluğu hiç dolduramamıştı.

Odhran, o zamanlar karanlığa karşı savaşan orduların komutanlarından biriydi. O son savaşın verilmesinden günler önce, hiçbir yaratığın umudunun kalmadığı zamanlardı. Uğursuz haberi aldığı sırada karargahlardan birindeydi.

O uzaklarda onları ebediyen güvenli bir diyara kavuşturmak için kılıç sallarken eşi ve kızı, iki karanlık komutan ve bir tabur Myr'in saldırısına uğramış ve vahşice katledilmişlerdi. Evlerine gidip manzarayı gören askerin yüzü kireç rengiydi, yaşananların dehşeti o yüze sinmişti.

Hencapelt'in rüzgarları gibi ehlileşmez ruhu, hayatı boyunca kimsenin karşısında diz çömesine geçit vermemişti. Her daim dik olan başı eğilmek nedir hiç bilmezdi. Ta ki o bembeyaz yüze bakıp kesik kesik verilen haberi alana kadar.

Odhran yitirmenin, kaybetmenin gerçekten ne olduğunu o an oracıkta anladığında, dizlerinin üzerine çöktü ve öylece kalakaldı. Hareket edemiyordu. Kederin ve yasın tepesine karanlık bir bulut gibi çöktüğü başı öne düştü. Doğduğu günden ve kızını ilk kez kucağına aldığı günden sonra ilk defa ağladı.

Ağlaması sona erip keder öfkeye yol verdiğinde son kez eşi ve kızının yanına koşmuştu. Onlara son kez bakmasına engel olabilecek kimse yoktu. Koşarak, adeta uçarak ulaştığı o huzurlu ev tanınmaz haldeydi. Gloredhel'in özene bezene diktiği çiçekler ezilmiş, kızlarının en sevdiği oyuncak olan bisikleti parçalanmıştı. Darmadağın bahçenin ardındaki kapı ardına kadar açıktı.

Odhran normalde hızlı birkaç adımla o bahçeyi geçerdi, ancak o adımlar o gün sanki asırlar sürmüştü.

Paramparça halde yan yana duran bedenleri gördüğünde işte o zaman, kaderi baştan sona tekrar şekillendi. Artık hayatını anlamlı kılabilecek tek şey intikam olabilirdi. Zira Odhran bunu yapanların ve efendilerinin ebediyen yok olduğunu görmeden Öte Diyar'a gidip eşinin ve kızının yüzüne bakamazdı.

Arkadaşı ve kralı Feanaro sayesinde Malekith'in ölmediğini biliyordu. Bu yüzden, Eamon ona olanları ve şüphelerini anlattığında zamanının geldiğini anlamıştı. Nihayet, artık genç öğrencisine de her şeyi anlatabilirdi.

Eamon onu dinlerken bir hayli şaşırmış olsa da iyi bir asker gibi kendisini hızlıca toparlayarak sorular sormuş, durumu anlamaya çalışmıştı. Elbette parçaları kafasında birleştirdikten sonra Dük Andohir'e dair şüphelerini de bu konuşmanın sonuna iliştirmeyi ihmal etmemişti.

Esasen Odhran bunu duyduğuna hiç şaşırmamıştı. Yıllar önce Eamon henüz sarayda eğitimini tamamlamamış bir prensken şahit olduğu bir olay, Dük Andohir'e her zaman temkinli yaklaşmasına sebep olmuştu.

Anlattığına göre genç prens o gün Şato'nun geniş, gösterişli koridorlarını hızlıca geçip silah odasına gitmek ve sonrasında idmana yetişmek için acele ediyordu. Taht odasının önünden geçen koridoru arşınlarken kulağına gelen garip seslerle birlikte durmuş ve kapıya yaslanarak dinlemeye başlamıştı.

"...eninde sonunda, burada gerçek hak eden oturacak. Tüm diyar, kudretim karşısında titreyerek diz çökecek! Fısıltıların dediği gibi, sadece zaman..."

Eamon kaynayan öfkeyle iç içe geçen bir merakla kapıdan hafifçe başını uzattığında konuşan kişinin Dük Andohir olduğunu görmüştü. Kendi kendine fısıldayıp gülüyor, konuşuyor ve bir yandan da yekpare ametistten oyulma tahtı okşuyordu.

Genç prens ayak sesleri duyduğunda yürümeye devam etmişti, ancak bir daha asla Dük'e aynı şekilde bakamamıştı. Elbette Eamon bu durumu ve duyduklarını kuzeni ve Odhran'ın bir diğer öğrencisi Edric'e de anlatmıştı.

Edric'in duyduklarını hazmetmesi oldukça zor olmuştu, bunu bir başkasından işitse muhtemelen tepkisi çok daha farklı olurdu. Ancak Eamon onun her dediğine inanıp güveneceği birkaç kişiden biri olduğundan nihayetinde bir şekilde kabullenmişti. Tabii kardeşini çok seven ve onu herkese karşı bizzat müdafaa eden kral Gladtirith için durumun böyle olmayacağı aşikardı.

Bu yüzden Eamon ve Edric, yaşanabilecekler karşısında yalnız başlarına hareket etmek zorunda kalmışlardı. Odhran'ın da tavsiyesiyle bazı gerekçelerle ordu geliştirilmiş, sınırlardaki koruma maksimuma çıkarılmıştı. Sınır muhafızlarının ve liderlerinin atamaları bizzat Edric'in önerileriyle yapılmıştı. Tabii aynı ısrarlar sonucu ülkenin en sıkı şekilde korunmaya ihtiyacı olan sınırının muhafız başı unvanı da Eamon'a verilmişti.

"Senden başkasına böyle önemli bir görev için güvenemem." demişti Edric. Eamon Edric'i o şatoda yalnız bırakma konusunda gönüllü olmasa da bunun doğru olduğunu biliyordu. Bu yüzden güvenebilecekleri bazı askerlerin bir listesini Edric'e vermiş ve yanına bu kişileri istediğini söylemişti.

Tabii yakın zamanda sınır muhafızları lideri Eamon hariç bütün bu askerler çok uzaklara gönderilmişti. Dük Andohir, kimsenin dikkatini çekmemek için Eamon'a -başına bela olabilecek güçlü bir prense- dokunmamıştı.

Eamon'ın ona gelip şüphelerinden bahsetmesiyle birlikte olanları değerlendirdiğinde, ihanetin çürümüşlüğünün kokusu burnuna gelmişti. Bu yüzden zaman kaybetmeden öğrencisini başkente, kralı bir şekilde uyarmaya göndermişti.

Ancak günlerdir genç prensten bir haber yoktu. Kuzeyin Kara Kurdu için başkente gidip gelmenin bu kadar sürmesi imkansızdı.

Dün gece şömine için odun kesmek üzere ormana gittiğinde çevrede dolaşan bir şeyleri de hissetmiş, dolaşan şeyi takip etmeyi denemişse de başarılı olamamıştı.

Tüm bunlar iyiye işaret olamazdı.

Her ne kadar Eamon kendi başının çaresine bakabilecek olsa da içindeki ses ve sağduyusu başkente gitmesi için ona çığlık çığlığa yalvarıyordu adeta. Duvarda asılı olan ve ona bakan portrelere son kez sevgiyle göz gezdirdi. Asırlardır onlardan bir gün dahi olsa hiç ayrı kalmamıştı. Ancak eninde sonunda gitmesi gerekecekti zaten.

İntikamını alıp huzura ermenin zamanıydı şimdi.

Pencereden dışarı son kez baktığında gecenin ağır ağır koyu perdesini dünyanın üzerine örttüğünü gördü. Güzel, diye düşündü. Bu şekilde çevredeki yaratıklar her nelerse onu takip etmeleri daha zor olacaktı.

Riyakâr gece, kimileri için huzur ve mutluluk getirirken bazıları için sadece derin bir elem taşıyordu.

Şömineyi bir kova suyla söndürdü, parmakları son bir kez kızı ve eşinin güzel yüzlerini okşadı. Portrelerin altında, kaidesinde duran kılıcını aldı. Odhran'ın bu kılıca son kez dokunduğu gün, sonsuz yasının başladığı gündü.

Avucundaki ağır, soğuk kılıcı son tutacağı günün, intikamını karanlığı ve kötülüğü bu diyardan kovarak aldığı gün olmasını umdu. Pelerinini giyerek dağların üzerinde hoyratça esip gürleyen rüzgâra karıştı.

-------------------------------------------

Tekrardan merhaba herkese, nasılsınız? Umarım her şey yolundadır. Yeni karakterimizi nasıl buldunuz? Yorumlarınızı ve oy desteklerinizi bekliyorumm <3 Panoma da beklerim sohbet etmek için vfvjhdkbd Öpüldünüz!

 

Bölüm : 28.08.2024 15:33 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...