37. Bölüm

İTİRAF (Kısım I)

Merve Gündoğmuş
mervegndgms

Herkese merhaba, iyi okumalarrr <3

En son hatırladığı şey, sırtını Eamon'a yaslamış bir halde bir askeri iyileştirdiğiydi.

Hala yaslı olduğu o göğsün altında gümbürdeyen kalbini duyabiliyordu, ancak bu sefer hareket halindelerdi. Onu sarmalayan kaslı kolun sıcaklığını hissettiğinde ve artık içinde yer etmiş olan o huzurlu ama vahşi kokuyu içine çektiğinde oldukça huzurlu hissetti. Zihnini ve ruhunu içten içe kemiren kabuslarının aksine, burada tamamen güvendeydi.

Onu sıkıca kucaklamış olan Eamon'la birlikte bir atın üzerindelerdi, yüzüne vuran rüzgârdan oldukça hızlı gittiklerini anlayabiliyordu. Nerede olduklarını, ne kadar zaman geçtiğini merak etti ve bu merakı daha fazla kafesinde tutamayarak gözlerini açtı.

Yeni yeni doğmakta olan güneşin altın parıltısı gözlerini kamaştırdı. Bir elini kaldırarak sonsuz karanlıktan kurtulan gözlerine siper etti ve nerede olduklarına dair bir tahmin yürütmeye çalıştı. Ancak Zümrüt Diyar'ın bütün ormanları ve patikaları birbirini andırıyordu sanki, bu yüzden uyanmakta olan doğayı acemi gözlerle izlemekle kaldı.

Ona sarılan kolun tutuşu sıkılaştı, öyle ki Morrigan bir an için karnında uçuşan kelebekleri hissedebileceğini düşündü. Tabii onun tarafından sarmalanmasıyla mutluluktan koşan kalbini çoktan duymamışsa.

Eamon burnunu kulağına yaklaştırıp kokusunu içine çekerken "Nihayet..." diye fısıldadı. "Hiç uyanmayacaksın sanmıştım, prenses. Günaydın."

Kulağını okşayan sıcak nefesi, kalbinin hızlı adımlarının tökezlemesine sebep oldu.

"Hm... Biraz başım ağrıyor, ne zamandan beri uyuyorum ben?" Hiç uyumadığı uzun birkaç gecenin ardından ertesi günün tamamını uyuyarak geçirmek gibi bir histi.

"Aslında, biraz daha uyusaydın bu beşinci gün olacaktı ve bir sorun olduğunu düşünmeye başlayacaktık."

Dört gün boyunca uyumuş muydu yani? Morrigan hayretle ona bakmak için arkasını döndüğünde başı, Eamon'ın çenesine çarptı.

"Ah!" Prens, içgüdüsel olarak elini onun çarptığı yere götürmek için Morrigan'ı bırakacaktı ki, vazgeçti ve ona sarılmaya devam etti.

"Özür dilerim, dur bakayım..." Morrigan bu sefer başını yavaşça çevirdi ve onu izleyen yakışıklı yüze göz gezdirdi. Gözleri, birkaç santim ötede aralık bir şekilde duran dudaklara takıldığında telaşla önüne geri döndü. "İyi görünüyor."

Eamon sinsi bir tınıyla gülerek "Biliyorum." dediğinde Morrigan şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı, demek rol yapmıştı. "Hain!" diye karşılık verdiğinde onu sıkıca tutan ellerden biri hafifçe gevşedi ve bel boşluğunu gıdıkladı. Morrigan ciyaklayarak gülerken özgürce koşan atın sırtında hafifçe yalpaladı.

"Nasıl hissediyorsun? Büyüden sonra uyuman normal olsa da... Endişelendim." Ah.

"İyiyim, merak etme. Gerçi biraz başım ağrıyor ama önemli değil. Ama... Söylesene Eamon, başkente ne kadar kaldı?" Yolculuğun önemli bir kısmını uyuyarak kaçırmıştı. Edric'i ve evini yeniden görmesine ne kadar kalmıştı?

"Eğer vakit kaybetmezsek, iki günlük yolumuz kaldı. Sonrasında başkente, Şato'ya varmış olacağız." Prensin her zaman yalın olan sesi artık gergindi.

İki gün... Zaman, birçoklarının dediği gibi göreceliydi ancak Morrigan bunu duyduğunda bu iki günün nasıl geçeceğinden emin olamamıştı. Ağabeyi ve kuzenini çok merak ediyor ve onları kurtarmak istiyordu ama bir yandan da yanındaki dostlarına bir zarar gelmesinden endişeleniyordu.

Sevdikleri için var olan endişeleri arasında bir sarkaç gibi gidip gelmek çok yorucu olsa da hayatta bazı şeylerin olması gerekirdi ve Morrigan bunu çok iyi biliyordu. Bu yüzden, başına gelenlere ya da payına düşen her şeye boyun eğecek ve her biriyle sırası geldiğinde savaşacaktı.

"Sence..." Aklındaki soruyu sözcüklere dökmeye dili bir türlü varmamıştı, susmak zorunda kaldı.

"Elbette yaşıyor, Morrigan. Edric'ten bahsediyoruz." Aklına bir şey gelmiş gibi gülerken kahkahasının titreşimleri, Morrigan'ın bedenine işledi. "Ona bir şey olmaz, merak etme."

Morrigan yüzeye çıkmak için çabalayan hıçkırıkları ve özlemi, odaklandığı savaşın düşünceleri altına süpürmeye çalışırken bocalamıştı. "Belki de haklısındır. Ama Elamire ve Collin için de endişeleniyorum."

Eamon yüzünü saçları arasına gömerken mırıldandı. "Elamire, Dük'ün öz kızı ve yarı insan. Ona zarar vermesi için hiçbir sebep göremiyorum. Collin ise Elamire'in eşi gibi, Dük eğer ona zarar verirse neler olacağını sen de biliyorsun."

Eamon bundan bahsederken Morrigan onun gerildiğini hissetmişti. Haksız da sayılmazdı.

Eşi ölen bir feyin hayatta tutunabilme ihtimali çok, çok düşüktü. Eş bağının kopması, birleşen iki ruhun yırtılarak ayrılması demekti. Bir uzvun kopması ya da tepenizde sallanan bir pandülün hiç durmadan sizi kesip biçmesi gibi bir acı ve artık asla tamamlanamayacakmış hissi... Yaratılan her varlık, acıdan kaçmayı amaçlarken hiç kimse her gününü bu boşlukta acıyla kucak kucağa kaybolarak geçirmek istemezdi. Bu yüzden, eşi ölen feyler için söylenen yegâne şey, "İyi ki Öte Diyar var!" cümlesi olurdu.

Morrigan bu derece bir çaresizlik ve boşluğun insana neler yapabileceğini düşünemiyordu bile. Kalbi sıkışırken bu düşünceden kurtulabilmek için çabaladı.

"Peki, şey, ne zaman mola vereceğiz?" Morrigan bunu sorarken yanaklarının ısındığını hissetmiş olsa da elinden bir şey gelmezdi. Dört gündür uyuyordu ve bedeni bunu idrak edebilecek kadar uyanmıştı şimdi.

Eamon kıkırdamasına engel olmaya çalışsa da pek başarılı olamamıştı. "Birazdan kahvaltı için duracağız, merak etme." derken sesi gülümsemeye devam ediyordu.

Bunu söylerken Eamon'ın midesinden gelen gurultu, ikisinin arasında yankılandığında bu sefer ikisi de gülmeye başladı.

Eamon ve o, grubun en önünde at sürüyorlardı. Neredeyse yan yana oldukları Riona'nın dik ve bıçak gibi keskin bakışlarını hissetmemeleri imkansızdı. Morrigan soru soran ama kendinden emin bir ifadeyle ona baktığında Riona atını mahmuzlayarak önlerine geçti.

Suya atılan bir taşın etrafına yayılan dalgalar misali, onlar etraftayken Riona'nın onu rahatsız ettiği belli olan ve gizleyemediği duyguları da bakışlarından akarak çevresine yayılıyordu. Morrigan, Riona'nın ilgisiz göstermeye çalıştığı o maskenin ardında imrenmeye benzer bir şey yakaladığını sandı. Ne var ki bu konuda ona söyleyebileceği hiçbir şey yoktu.

Tabii Riona, sessiz kalıp uzaklaşan tek kişiydi. Eamon ve ikisini izleyen bazı gözler bunun yerine dik dik bakmayı veya gülmeyi tercih ediyorlardı, mesela Illarion veya Fearghal gibi. Böyle anlarda onları görmezden gelmek oldukça zordu.

Morrigan, Eamon'la yolculuklarının başından itibaren her geçen gün daha çok kafa yormuştu bu tepkiler üzerine. Uzun, koyu gecelerin kucağında uykuya dalmaya çalışırken ona karşı olan hislerini ve beraber yaşadıkları şeyleri düşünmüştü. Yine de iyileştirme büyüsünden sonra daldığı ve sonu gelmeyecekmiş gibi hissettiren uykusunu bölen o rüyayı görene kadar her şeyi akışına bırakmıştı.

Rüyasında pejmürde bir dairenin içinde onunla, Eamon'la karşı karşıya durmuş birbirlerine bakıyorlardı. İkisinin yanında duran Odhran Kadim Dil'e ait melodik sözcükleri söylerken yüzünde kederle gölgelenen ama gururla şekillenmiş yarım bir gülümseme vardı.

Kadim sözcüklerin ikisi arasında dansından sonra Eamon'la ikisinin bileklerine açılan iki ince kesikten gelen kan kokusu, Morrigan'ın bunun rüya olduğuna inanmasını güçleştirmişti. Nihayetinde Odhran ikisinin bileklerini birleştirip gümüş bir kurdeleyle bağladığında kanlarının birleşiminden doğan o ölümsüz, yılmaz bağın içine yerleştiğini hissetmişti. Sanki gerçek gibiydi.

Gerçek olmasını istemişti.

Rüzgâr, saçlarının dalgaları arasında oynaşırken değişik hislerle pelerininin katları arasından kurtardığı bileğine göz gezdirdi. Beyaz tenin üzerindeki taze, kırmızı çizgi oldukça net bir şekilde görülebiliyordu.

Ona sezdirmeden Eamon'ın dizginleri tutan bileklerini de kontrol ettiğinde tıpatıp aynı izin sol bileğinin içinde olduğunu gördü. Bir rüya, nasıl böyle bir iz bırakabilirdi?

Morrigan'ın bunun nasıl mümkün olabildiğine dair henüz hiçbir fikri yoktu ama önceki kâbusu da aklına geldiğinde ürpermişti.

Yine de ikisi arasında geçen bir eş bağı törenini görmek... Morrigan bunun gerçek olmasını çok istemişti. Rüyasında bile bu ihtimale duyduğu özlemin tadını alabiliyordu.

Doğan güneşin altın rengiyle süslediği ve ilerledikleri orman yolunun iki tarafını bezeyen çiçeklere bakarken dalıp gitmişti. Yine de onu güvenle sarmalayan kolların arasında düşünceleriyle birlikte kaybolduğu yerde bir karar almayı başarmıştı.

Mola için durduklarında bir yolunu bulup Eamon'la konuşacaktı. Cehennemin en korkunç zebanilerinin yeni sığınağı olan evine gidip aldıkları risklerin arasında dans etmelerinden önce bunu yapması gerektiğini hissediyordu.

Göz ucuyla Eamon'a baktı, o an için neşeli bir şekilde parıldayan gözleri altın renginin süslediği bakir doğaya bakıyordu. Morrigan'ın aksine zihni berrak ve düşünceleri karmaşadan uzak gibi duruyordu.

Mola verecekleri ırmak kenarına gelene kadar yolculukları sessiz ancak huzurlu bir şekilde devam etse de Morrigan şimdiden bir araya getirmeyi unuttuğu sözcükleri derlemeye çalışırken kendi zihni içerisinde kaybolmuştu.

Onu attan indirecek olan elin uzanışı, bir an için düşüncelerinden sıyrılarak şimdiki zamana dönmesini sağladığında kahvaltıya odaklanmak için elinden geleni yapıyordu.

Tüm bu çabalarına rağmen prensle konuşmayı beklerken heyecanla göğüs kafeini döven yüreği çırpınan ürkek bir kuş gibiydi.

-------------------------------------------

Bu dört günlük yolculuk, Eamon'ın hayatı boyunca yaptığı en zor yolculuklardan biri olmuştu ve sebebi de şimdi ona yaslanmışbir halde güneşin doğuşunu izleyen prensesti.

Daha önce uyuyan birine sarılarak at üzerinde yolculuk yapmak zorunda kalmamıştı ve bu, onun için yeni ve çarpıcı bir deneyim olmuştu. Bilinçsizliğin kalın örtüleri altında olan Morrigan'ın onun kolları arasında güvenle uyuyor olmasının hissettirdiği erkeksi memnuniyet, uçuşan gümüşi saçların yüzünü okşadığında bıraktığı his, çiçeksi kokusunu bu kadar yakından almak ve davetkar sıcaklığı... Hepsi de beklenmedik derecede güzeldi, Eamon kendisini bu yolculuğun hiç bitmemesini ya da Morrigan'ın hiç uyanmamasını dilerken bulmuştu.

Esasen yaşananlardan ve yaklaşan gelecekten biraz uzakta kalıp huzur bulmaya ihtiyacı vardı. Bunu hak ediyordu.

Morrigan son birkaç haftada çok fazla şey yaşamış ve genç yaşında hayatın acımasız yüzüyle, kaderin onu umutsuzluğun bataklığına savurmak için inen darbeleriyle tanışmıştı. Kederli, endişeli ancak her koşulda savaşan bir kızdı. Kuvvetli fırtınaya karşı eğilse de yıkılmayan bir ağaç gibi duruşu ve çabasıyla herkes gibi Eamon'da da hayranlık uyandırıyordu.

Yine de kucağında hafif nefesler eşliğinde uyurken öyle ufak tefek ve bu dünya için öyle naifti ki... Uykunun şefkatli elleriyle okşadığı yüzü rahatlamıştı ve bu gevşeme onu daha da genç gösteriyordu.

Eamon, onun bu huzurlu ifadesini gördüğünde kederle içini çekti ve ona söylediği gibi Edric'in ve Elamire'in hayatta, iyi durumda olmaları için bildiği tüm tanrılara dua etti.

Morrigan'ın düş diyarında, derin bir uykuda olması bir yandan iyi olmuştu. Eamon'ın ona olan ilgisi günden güne büyüyordu ve bu umulmadık sevgisi derinleştikçe ne yapacağını bilemez olmuştu. Kalabalık grubun güvenliğinden ayrılmamak ve Morrigan'ı gölgelerde oynaşan olası tehlikelerden uzak tutabilmek istediğinden birbirleriyle konuşmak, baş başa kalmak için vakit yaratmak zordu.

Henüz onun yanında neye nasıl karşılık vereceğini, nasıl davranması gerektiğini kestiremiyordu. Tüm bu heyecan, asırlardır herhangi bir dişiyle ilgilenmemiş olan Eamon için çok fazla gerginlik demekti. Zaten çok şey yaşamışlardı ve onu herhangi bir şekilde incitmekten çekiniyordu.

Çiseleyen yağmur damlaları birer birer yüzlerine dökülmeye başladığında kısa bir an için dizginleri bıraktı ve geniş pelerininin eteklerini Morrigan'ı da örtecek şekilde çekiştirdi. Hava serin değildi aslında, yine de ıslanıp üşütmesini istemiyordu.

Çiseleyen, nazikçe tenine değen damlaların bile endişelenmesine neden olacağı kadar çok önemsiyordu onu.

Bahar yağmurunun tatlı damlaları değdiği topraktan huzur verici bir kokunun yayılmasına sebep olurken Eamon, Morrigan'ın yüzüne düşmeyi başarabilen birkaç damlayı sildi. İri ve nasırlı elleri narin, beyaz tenine değdiğinde kirpiklerinin titreyişini izledi.

"Bu nazik gülümsemeyi senin yüzünde göreceğimi hiç düşünmezdim, Kuzeyin Kara Kurdu." Odhran atını onlara yaklaştırmış ilerlerken manalı bakışlarla ona bakıyordu.

"Yanında yıllar geçirdim, daha önce de beni gülerken görmüş olmalısın." Bakışlarını Morrigan'dan ayırmak zorunda kalmıştı.

Odhran her zaman göründüğünden çok daha farklı ve derin bir adam olmuştu. Çok, çok yaşlıydı bir kere. Kendi ailesini ve tek çocuğunu kaybetmişti. Asırlar sonra kralın özel ricasıyla Eamon, Riona ve Edric'i yanına almış; onları eğitirken kendi çocukları yerine koymuştu. O yıllar belki de üç kuzenin en tasasız ve en mutlu oldukları yıllardı. Bazen Odhran eğitimleri esnasında durup onları ilginç bakışlarla izlerdi. Tecrübelerinin derinliği, gümüş rengi gözlerine dokunmuş olurdu.

Şimdi her şeyden habersiz uyuyan kıza da aynı kederli ama sevgi dolu bakışlarla bakıyordu, sanki kendi kızının sahip olamadığı geleceği görürmüş gibi.

"Hayır, ona bakarken farklısın. Sanki..." Duraksadı, bakışları hafifçe buğulanmıştı. Kederle içini çekerek gülümsedi ve bu zamana döndü. "Sanki uzun zamandır aradığın şeyi bulmuş gibisin."

Esasen Eamon onu aradığından bile haberi olmadan yüzyıllar geçirmiş ve oradan oraya koşmuş, bir an bile durmamıştı. Hissedebilmek, kayıp olan ruhunu içinde bir yerlerde bulabilmek için ona ihtiyacı olmadan geçen yıllardı her biri.

Yeniden Morrigan'ın huzur dolu ifadesine bakarken güldü ve "Belki de gerçekten öyle." diye mırıldandı.

"Bunun ne anlama geldiğini düşündün mü peki? Onun senin için kim olduğunu?" Odhran'ın gözleri, geçmişi özgür bırakmakla ona dalıp gitmek arasında bocalıyordu. Eamon onun yaşadıklarının ne kadar dayanılmaz olduğunu artık daha iyi anlıyordu. Öngörülemez, geri döndürülemez bir şekilde değişmişti ve artık yepyeni bir pencereden hayata bakıyordu.

Eamon, dünyanın delirdiği bu çağda yalnızca onu koruyabilmeyi dilerken buldu kendini. Odhran'ın yanlarında olması, bunun hatırlatıcısı gibiydi.

Cevap vermedi.

"Canı yandığında senin de canın yanıyor, sürekli yanında olup onu korumak istiyor ve artık geleceği onsuz hayal edemiyorsun." Duraksadı. Sesi yumuşamış, hatıralara gülümser bir hale gelmişti. "Öyle değil mi?"

Eamon konuşmak, hissettiklerini dökebilmek için gerekli kelimeleri bulup çıkaramadı. Morrigan'a bakmak için eğildi ve hafifçe başını sallayarak onayladı.

Teslim olmuştu ve uzun ömründe ilk defa savaşmamak sorun değildi, bilakis hoşuna gidiyordu.

Odhran şimdi bir bir ona, bir Morrigan'a bakıyor ve içtenlikle sırıtıyordu.

"Onlarca, yüzlerce yıl kendisini savaşmak için bileyen çelik gibi sert savaşçıların eşlerini bulduklarında kalplerini eriyip yumuşaması ne tuhaf değil mi? Kibirli tanrılar, çaresizliğimizi izleyerek eğleniyor olmalılar."

... Ne ilginç ve ne de hoş bir kelimeydi. Binyıllardır birbirini tamamlayan, birbirinin eşiti olan aşıklar için söylenen bir söz.

Üzerine biraz düşündüğünde, bu söylemin ne kadar haklı olduğunu kristal berraklığında görebiliyordu. Eamon sessiz, yılların getirdiği alışkanlıkla içe kapanık, bazen sert ve hayata bazen sıkıcı olabilen bir gerçeklikle bakan biriydi. Morrigan ise iletişim kurmayı seven, gizemli olsa da zaman zaman bu gizemden sıyrılıp çevresiyle ilişkiler kuran, iyi ve hassas biriydi. Siyah ve beyazın zıtlıklarıyla yakaladıkları uyum misali, onlar da birbirlerini yücelterek tamamlıyorlardı.

Bunları düşünürken yüzü her zaman takınmayı alışkanlık edindiği ifadesizliği kaybetmiş olacak ki, Odhran bu akışı bozarak araya girdi.

"Konuş onunla, oğlum. Hayat, yaşanabilecek güzel şeyleri ertelemek için çok kısa olabiliyor." Kederine karışan tüm özlemini çırılçıplak gözler önüne seren perişan bir bakışla bakıyordu. Yüreğinde taşıdıklarının ağırlığını ve bu ağırlığın omuzlarını nasıl ezdiğini nadiren bu kadar açık ederdi. "Biz ölümsüzler için bile." diye konuşmasını tamamladıktan sonra son bir kez uyuyan prensese baktı ve atını onlardan uzağa sürdü.

Odhran'ın geçmişin gölgeleri arasında kaybolmak için yanlarından uzaklaşmasını izlerken görüş alanına Riona takıldı. Birkaç metre ötede atını sürerken gözleri buluştu. Bir ona, bir Morrigan'a bakarken buğulanan bakışları uzak düşüncelerde boğularak odağını kaybetti. Sonrasında kaşlarını çatarak atını mahmuzladı ve Eamon'ın görüş alanından çıktı.

Eamon o kırık dökük, fırtınalı bir deniz gibi öfkeli bakışın sebebini anlayamamıştı ancak üzerinde düşünecek halde değildi. Dakikalar saatlere yuvarlandıkça endişeli düşünceleri diğerlerini bastırıp yutacak kadar gürültülü hale gelmişti.

Morrigan hala bilinçsiz bir şekilde uyuyordu. Nefes alışverişleri ve kalbinin ritmi normal olsa da harcadığı güç büyüktü ve ne kadar süre bilinçsiz kalacağını kimse kestiremiyordu. Bir şekilde fazla zorlanmış, kendine zarar vermiş olabilir miydi? Bilmenin bir yolu yoktu.

Eamon hiçbir zaman, zaman üzerine kafa yoranlardan olmamıştı. Bir ölümsüz olarak nefes aldığı sürece yeryüzündeki tüm dakikalar onundu. Bu yüzden olacak ki daha önce hiç, bu dakikaların adeta yaşlı kaplumbağalar kadar yavaş bir şekilde saatlere dönüşebildiklerini fark edememişti. Endişeyle saatleri saymaya çalışırken güneş gökyüzündeki hareketine ara vermiş gibi gelmeye başlamıştı ona.

Göğsüne yasladığı kızın bilinçsiz, tasasız bir şekilde uyuduğu ilk günlerde, kendisi de dahil kimse o kadar da endişelenmemişti. İkinci günü de nispeten normal karşılamışlardı, Eamon kullanılan büyü miktarına göre üç gün uyuyan feyler görmüştü.

Bu üç gün, yolculukları öncekine göre çok daha sessiz geçmişti. Morrigan'ın cıvıldayan sesi, Eamon'a takılmaları veya Odhran'la sohbetleri olmadan teptikleri miller çok yavandı.

Üçüncü günün gecesinde Eamon'ın hiç beklemediği bir şey oldu.

Günler geçip gider ve güneş tekrar tekrar ayla yer değiştirirken Odhran, Fearghal, Illarion ve Riona ara ara onunla yan yana at sürerek prensesi izlemiş ya da durumunu sormuşlardı. Bazen de verdikleri kısa molalarda Morrigan'ın nasıl olduğunu düşünceli gözlerle izlemiş ve durumunu kontrol etmeye çalışmışlardı.

Eamon her akşam olduğu gibi o akşam da kalabalıktan uzakta yaktığı ateşin yanındaki hoş kokulu, bulutsu otların üzerine pelerinini sermiş ve Morrigan'ı buraya yatırmıştı. Etrafına oluşturduğu büyü kalkanıyla üşümesini ya da terlemesini önlemeye çalışıyordu. Biraz ötedeki çalılıkların kıpırdayan yapraklarını gördüğünde sakin, sessiz hareketlerle hançerini çekti.

Yaklaşan her neyse Eamon'ın tanıdığı çoğu askerden daha az ses çıkararak yürüyordu. Onunkisi kadar dikkatli dinlemeyen kulaklar bu gizemli ve hafif adımları duyamayabilirdi. Tabii yürüyüşü şaşırtıcı derecede fark edilmesi zor olsa da kokusu değildi, çekine çekine yaklaşmakta olan bu kişi kesinlikle insan kızıydı.

Eamon acele etmeden hançerini belindeki kınına geri soktu ve kıstığı gözlerini onun üzerine dikti. Neden buradaydı?

Güvenli, tehditkâr olmayan bir mesafeye geldiğinde Envy, hiç durmadan etrafı inceleyen gözlerini Morrigan'ın üzerine dikerek "O nasıl?" diye sordu.

"Geçtiğimiz iki günle aynı." Eamon'ın cevabı keskindi.

Bu kısa ve net konuşmanın ardından kız, bir süre ne yapacağını bilemez bir halde orada dikilip durdu. Parmaklarının arasına aldığı pelerininin ucuyla gergince oynarken bir gözü onun üzerindeydi.

"Biraz burada kalabilir miyim?" Bunu sorarken gözlerini kaçırmaya devam ediyordu.

Esasen Eamon tıpkı diğer tüm insanlara olduğu gibi Envy'e de hiç güvenmiyordu. Uzun yaşamı boyunca birçok insan görmüş ve tanımıştı. Ryan veya Bria gibi güvenilmeyi, sevilmeyi hak edenlere rastlamak çok düşük bir ihtimaldi.

Yine de Morrigan bir sebepten ötürü bu kızla ilgileniyor ve ona yakın davranıyordu. Bu yüzden, henüz ona güvenmese de Envy'i gözünün önünde tutup onu tanımaya çalışmaya karar verdi. Böylece onun hakkında nihai hükmünü verebilirdi.

Başıyla yumuşak otların üzerini işaret etti. Tam karşıda, Morrigan'dan uzakta bir yer.

Genç kız gösterdiği yere doğru ilerlerken az önceki kadar sessiz hareketlerle yere çöktü.

"Emrimdeki birçok savaşçıdan sessiz hareket ediyorsun."

Genç kız renkleri doğal olmayan ateşin kıvrılarak yükselmesini seyre dalmıştı. Eamon'ın soru olmayan sorusuyla afalladı.

"Ha? Ah, bu..." Durdu, yanakları hafifçe kızarırken mavi gözlerini utançla kaçırdı. "Meslek alışkanlığı."

"Kaç yıldır bir hırsız olarak yaşıyorsun? Yaşın en fazla on yedi olmalı." Bria'yla hemen hemen aynı yaştaymış gibi duruyordu.

Dalgın bir şekilde güldükten sonra "On altı yaşındayım, kendimi bildim bileli böyle yaşıyorum prens." dedi ve Eamon daha fazla soru sorma fırsatı bulamadan tüm hikâyesini anlatmaya başladı.

Henüz çocuk yaşında acımasız sokak yaşamının bataklığına terk edilişi, o sokaklarda verdiği yaşam savaşı, maruz kaldığı aşağılamalar ve kaybettiği arkadaşının hatırası... İnsan diyarı, tıpkı Eamon'ın hatırında kaldığı gibiydi. Zalim, soğuk ve affı olmayan...

"Burada yaşamak senin için çok farklı bir deneyim olmalı o halde." diye mırıldandı.

Bu sefer başını kaldırıp baktığında mavi gözleri farklı bakıyordu, mutluydu.

"Hem de çok..." diye fısıldadı. "Burada herkes birbirini seviyor, sokaklarda aç ve mutsuz hiç kimse yok. Haddinden fazla iyimser olan bir rüyanın gerçeklik bulmuş hali gibi."

"Peki böyle bir yerde eski alışkanlıklarını sürdürerek yaşamak, o rüyaya leke sürmüyor mu? Sen ve senin gibiler, sizler bu rüyaya zarar vermiyor musunuz?" Ağzından kurtulan sözcükler acımasızdı belki de ama hiçbir zaman söyleyeceklerini esirgeyen biri olmamıştı. Hem bunu sormak, bu diyarda yaşayan özgür bir fey ve bir prens olarak Eamon'ın hakkıydı.

Envy bir süre cevap vermedi. Başını kaldırıp yıldızlı gece göğünü izledikten sonra gözlerini kapatarak derin bir nefesle ormanın ruhunu içine çekti.

"Benden çok, çok daha uzun bir ömür yaşadığınızı bilecek kadar işittim sizi ve hikayelerinizi. Bu yılların ne kadarını insan halklarıyla geçirdiniz bilmiyorum ama onlar, sizlerden tamamen farklıdır." Dalgın bakan gözlerinde öfke bir kıvılcım olup çaktı. "Yaşama böyle başlamayı ben seçmedim, majesteleri. Sonradan bu yaşamı devam ettirmeyi ben seçtim gerçi, evet. Ama şöyle bir düşünürseniz, insanlar benden çok şeyimi çaldılar. Çok fazla güzel ihtimali... Açıkçası tam da bu yüzden, onlardan çalmam bana hiç de kötü hissettirmiyor."

Eamon kaşlarını çatarak bir süre bu genç insanın anlattıklarını ve gerekçelerini düşündü. Kendi içinde tutarlılığı olabilecek bir adaletten bahsediyordu aslında, tabii eğer Eamon'ın halkını da dahil ederek topraklarının huzurunu bozmasaydı.

"İnsanları, onlara güvenmemeyi öğrenebilecek kadar tanıma şansı buldum. Onlar tamam, peki bizden çalmak için bahanen nedir?" Taviz vermeye niyeti yoktu.

Envy biraz önce gelirken olduğu kadar hafif hareketlerle ayaklandı, pelerinine yapışan yaprak ve böcekleri silkeledikten sonra önce Morrigan'a, sonra da Eamon'a bakarak içtenlikle gülümsedi.

"On altı yıllık yaşamımda hiçbir feyden tek bir altın, altını bırakın tek bir kibrit çöpü bile çalmadım. Birçok şey olabilirim majesteleri, ancak nankör değilim. Bana yapılan kötülükleri unutmadığım gibi, iyilikleri de katiyen unutmam."

Basit bir reverans yaparak uzaklaşırken Eamon ardından bakakaldı. Bir şekilde Envy'nin dediklerinin doğru olduğunu hissediyordu ve bu kadar genç bir yaratığın, üstelik bir insanın böyle ilkeli olabilmesine şaşırmıştı.

Uzun ve dolu dolu bir yaşam sürmüş de olsanız, hayat vakti zamanı geldiğinde sizi tekrar tekrar şaşırtmaktan hiç bezmiyordu. Ona bunu bir kez daha hatırlatan ve gece göğünü mücevherlergibi süsleyen yıldızların ışığında uyuyan kıza bir kez daha bakarak gülümsedi.

----------------------------------

Bölüm sonu notunu ikinci kısmın sonunda bulabilirsiniz, orada görüşürüz ^^

 

 

 

Bölüm : 28.08.2024 15:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...