
Müzik: Carry Me-Eurielle (En sevdiğim şarkı olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Sevebileceğinizi düşündüğümden paylaşmak istedim, yoksa bölüm şarkısı olarak pek uygun sayılmaz. Gerçi iyi bir şarkı için spesifik bir zaman ve mekan yoktur, değil mi?)
Yeniden hoşgeldiniz ve yeniden iyi okumalarr <3
-------------------------
Sonraki günler, en zor geçenlerdi. Zamanın aniden hızla koşturmaya başladığı günler... Birbiri ardına geçen saatler üst üste binip gecelere, gündüzlere, tekrar gecelere dönüşse de Morrigan bir türlü uyanmıyordu. Herkesin içinde giderek büyüyen endişe filizi, Eamon'ın yüreğinde köklenen bir sarmaşık olup onu ele geçirmişti.
Beşinci günün şafağında artık Morrigan'a bakabilecek ve çenesini kapalı tutabilecek bir şifacı aramak için yakınlardaki bir şehre doğru rotalarını değiştirmeyi düşünmeye başlamışlardı ki nihayet prenses gözlerini açtı.
Eamon ona sezdirmeden ateşine, nabzına ve nefeslerinin normal olup olmadığına baktıktan sonra yüzünün de rengini kontrol etti. Onun tamamen iyi olduğunu anladığında hissettiği rahatlama, uzun süre tuttuğu bir nefesi vermek ve yeniden temiz havayı ciğerlerine doldurmak gibi tazeleyiciydi.
O zümrüt gözlerin tekrar kendisine bakmaya başlamasına sevinmiş olsa da Morrigan'ın yeniden endişeler sarmalının içine düşmüş olmasından mutlu değildi. Eamon birçok konuda ona yardım edebilir, destek olabilirdi. Gerekirse onun için savaşabilir ve hayatı pahasına onu koruyabilirdi. Ancak konu Şato'daki dostlarının durumuna geldiğinde... Elinde iyi dileklerden başka bir şey olmaması ona kendisini yetersiz hissettiriyordu.
Yetersizlik... Bu da yeniydi. Eamon çaresizliğe bulanmış o anda, Morrigan için her şeyi olabileceğin en iyisi haline getirme dürtüsünün farkına varmıştı. Bunu sağlamak içinse elinde pek bir şey olmayışı sinir bozucuydu onun için.
Tüm bu yeni, çarpıcı derecede güçlü hislerin her biri Eamon'ın ruhuna ilmek ilmek işlenmiş ve onu dönüştürmüştü. Endişeyle beklediği ve korkunun içinde gitgide tırmandığı bu birkaç günde şimdi atının üzerinde güneşi izleyerek yolculuk eden bu kıza olan sevgisi, aşkı gitgide büyüyordu. Yavaş bir şekilde büyüyen ama saldığı kökler çok, çok derinlere ulaşan bir bitki gibiydi. Ruhunu çiçek açtıracak bir başka ruhtu kucağındaki, kendisininkinin eşi ve eşitiydi.
Güzel, yepyeni bir günü müjdeleyen altın güneş tüm ihtişamıyla yükselirken Eamon'ın Morrigan'a söz verdiği gibi kahvaltı için mola verdiler.
Attan indikten sonra ona uzattığı eline bakan prenses, tamamen sağlıklı ve mutlu bir şekilde gülümseyerek ona tutunduğunda içinde filizlenen şey her neyse tomurcuk tutmaya başladı.
Morrigan günlerdir uyuyor olduğundan toprak üzerinde attığı ilk adım, yeni doğmuş bir tayınki kadar titrek ve güçsüz olmuştu. Bu yüzden Eamon, kamp alanı olarak kullanacakları açıklığa doğru yürürken ona eşlik etti.
Ormanın içindeki yüksek kayalıkların yan tarafında bulunan ve fazla geniş olmayan bir yerdi burası. Kutsal Niele Nehri'nin ufak kollarından biri yakınlardaki yatağında akıyordu. Tatlı suyun ferahlatıcı kokusu her yerdeydi.
"Ah, birkaç gün değil de aylardır yürümüyormuş gibi hissediyorum." Kayalık tepenin hemen yanındaki ufak bir kütüğün üzerine çökerken güldü. "Bir bebek gibi."
Riona askerlere görevlerini bildirmekle meşguldü. Illarion, avlanmakla görevlendirilmiş birkaç askerden biri olmalıydı ki elinde bir yayla koşarak yanlarına geldi.
"İyi misiniz, prenses?"
"Eh, yeni ayaklanan bir bebek gibi yürüyebilmem, ağrıyan popom ve deli gibi acıkmış olmam dışında..." Genişçe sırıtarak Illarion'a göz kırptı. "...oldukça iyiyim, evet. Teşekkür ederim Illarion."
Illarion elinde tuttuğu yayı kaldırarak kendinden emin bir ifadeyle reverans yapınca Morrigan kıkırdadı.
"Bu durumda kahvaltı avına benim çıkıyor olmam bir şans, değil mi? Uyanışınız şerefine bir ziyafetle döneceğim." Daha cümlesi bitmeden ormanın derinliklerine doğru koşmaya başlamıştı bile.
Biraz sonra Odhran da yanlarına geldi. Kısa ve net cümlelerle Morrigan'a durumunu sorduktan sonra Eamon'a şöyle bir bakış atarak uzaklaştı.
Pekâlâ, öyle olsun. Ertelemenin bir anlamı yoktu nasıl olsa. Eamon derin bir nefes aldı ve boğazını temizledi.
"Aslında, biraz yürümek iyi bir fikir olabilir. Ağrı için yani." Bunu söylerken sol elini yeniden ona doğru uzatıyordu.
"Hm, öyle mi dersin?" Morrigan, bir süre Eamon'ın hiç beklemediği bir şey yaparak düşünceli bir halde, alt dudağını dişleyerek sessiz kaldı. Sanki kafasında bir şeyi tartıyormuş gibi bir hali vardı, ancak bunun ne olabileceğine dair Eamon'ın hiçbir fikri yoktu.
Uzun saniyeler sonrasında prenses uzattığı elini tuttu ve biraz zorlanarak ayağa kalktı.
"Peki öyleyse, nereye gidiyoruz?"
Eamon'ın kafasında bir yer vardı. Edric'le birlikte Solonor'a geldiklerinde uğradıkları o eski yer, buraya pek de uzak sayılmazdı. Morrigan'ın bu küçük ve şirin yeri seveceğine dair hiç şüphesi yoktu, üstelik orada kimse onları rahatsız etmezdi.
"Sana göstermek istediğim bir yer var. Bir ismi yok ama kesinlikle seveceğin, hoş bir yer."
Morrigan'ın gözlerinde bir şey parıldayıp söndü. "Eh, haydi gidelim öyleyse. Zaten içimden bir ses Illarion'un dönmesine daha çok var diyor."
Eamon içten içe sırıtıyordu. Prenses günlerce süren o derin uykusunun ardından gerçekten de acıkmış olmalıydı. Şirin bulduğu iştahını da onunla ilgili keşfettiği şeylerin arasına ekledi.
Kuş cıvıltıları ve rüzgârda hışırdayan yapraklar dışında kısa yürüyüşlerine rahatsız veya garip hissettirmeyen, heyecanlı bir sessizlik eşlik ediyordu. Yalnızca bir kez, Morrigan yürümenin iyi geldiğine dair bir şeyler mırıldanmıştı. Artık adımları daha düzgün olsa da küçük elleriyle hala Eamon'a tutunuyordu.
Niele Nehri'nin bu kolu, yakınlarda bir kayalığın tepesinden dökülür ve eski, şirin bir gölün kaynağını oluştururdu. Küçük göl yeşillerin arasında saklı bir şekilde öylece dururdu. Edric ve Eamon zaman zaman gelip gölde balık tutar ve suyun kenarında yaktıkları ateşin etrafında kamp yaparlardı. Edric'in neşeli, sarhoş sesiyle söylediği garip şarkılar hala Eamon'ın kulaklarındaydı. Bu şarkıların bazılarını Morrigan'ın duyması halinde ne olacağını düşünerek güldü.
"Neden güldün?" Morrigan, aralarındaki sessizliği bölen gülüşü karşısında garip bakışlarla onu süzüyordu.
"Şuradan da inersek varmış olacağız, o zaman anlatacağım. Sıkı tutun, toprak son gelişimden çok daha kötü bir halde."
Eamon önden birkaç adım attıktan sonra döndü ve iki elini de ona uzattı. Morrigan ona tutunarak küçük, tereddütlü adımlarla gevşek topraktan aşağı inerken ona bakmıyordu. Nereye basması gerektiğini ölçüp tartarken kaşlarını çatmıştı.
Nihayet gölün kenarına inen yolu tamamlamak üzereyken Eamon geriye doğru geniş, sabırsız bir adım attığında Morrigan tökezleyerek ciyakladı.
"Ah!" Prensesin ayakları yeniden zemini bulmaya çalışırken Eamon, onun yüzünü kendisininkinin birkaç santim ötesinde buldu. Elleri, sanki nefes almak kadar olağan bir şekilde onun beline yerleşti. Düşmemek için omuzlarına tutunan ellerinin ısısı, giysilerini aşıp tenini yakıyor gibiydi.
"İyi misin?" diye sorarken Eamon'ın bakışları, şaşkınlık ve heyecanla açılmış yeşil gözler ve aralanan şekilli dudaklar arasında gidip geldi.
"E-evet. Teşekkür ederim." Yokuşu inmeyi bitirmiş olsalar da Morrigan'ın elleri hala omuzlarındaydı ve sıkı sıkıya tutunuyordu.
"Son birkaç gün sende alışkanlık yapmış gibi görünüyor, prenses. Şikâyetim yok gerçi." Eamon hafifçe sırıtırken Morrigan inanamayan gözlerle ona baktı. Pembenin en güzel tonu yanaklarını ve hafifçe sivrilen kulaklarının ucunu boyamaya başlamıştı.
Eamon'la göz göze gelmemeye çalışarak bir adım geriye gitti ve nerede olduklarına baktı. Hemen ardından ağzından çıkan hayranlık dolu ufak nida karşısında Eamon gülümsedi, kesinlikle tahmininde haklıydı.
"Burası, Solonor'a gidip gelirken Edric'le uğrayıp vakit geçirdiğimiz bir yer. Burayı çok sever, özellikle de göl kenarında sarhoş olup şarkılar söylemeyi." Absürt onlarca hatıranın aklına gelmesiyle tekrardan güldü.
"Burası çok güzel, sanki özenle gizlenmiş ve sadece size ait küçük bir cennet gibi." Bir an duraksadı ve kıstığı gözleriyle Eamon'a baktı. "Edric şarkı mı söylerdi?"
"Hem de nasıl..." Bir an için düşündükten sonra başını sallayarak sırıttı. "O hiçbir şekilde mantıklı olmayan sarhoş şarkılarını ondan dinlemen için sabırsızlanıyorum."
Morrigan birkaç adım atarak nemli otların arasında ilerledi ve hayranlıkla manzaranın tadını çıkardı.
Gölün yeşil suları, kayalıkların çevrelediği bir çukurun içinde birikmişti ve Niele'nin serin suları bu kayalıkların arasından akarak gölle buluşuyordu. Yosunların yeşile boyadığı kayalıkların yüzeyinde, etraflarında uçuşan rengarenk kuşların oyduğu yuvalar vardı. Gölün kenarındaki toprağın üzeri, rengarenk çakıl taşlarıyla kaplıydı.
Burada Tanrıça Aveley'in mirası o kadar el değmemiş bir haldeydi ki, suyun içerisinde yüzen balıklar bulundukları kıyıdan dahi görülebiliyordu.
Morrigan gölün kenarında diz çökerek elini suya daldırdı ve "Cam gibi..." diye fısıldadı. Büyülenmişti.
Ama hemen sonrasında Eamon'ın hiç anlayamadığı bir şekilde hızla ayağa kalktı ve tekrar yanına geldi. Tam konuşmak için ağzını açmıştı ki, araladığı dudaklarını birbirine bastırıp susarak kaşlarını çattı.
Belli ki bugün söyleyecek bir şeyleri olan tek kişi o değildi. Pekâlâ, bu durumda önceliği prensese verecek ve bir şey demeden önce onu dinleyecekti. Onun fikirleri, hisleri ve söyleyecekleri Eamon için çok önemliydi. Belki de yapmak üzere olduğu konuşmanın kaderini belirleyecek olan sözcükler olacaktı söyleyecekleri.
Belirsizliğin, merak ve heyecanın havada dahi hissedilebildiği bu anlarda koşturan kalp atışlarının sesleri birbirine karıştı.
"Bana söylemek istediğin bir şey mi var, prenses?" Onun gibi çekinmeden konuşan bir insanın tereddütle gidip gelmesini sağlayan şeyin ne olduğunu, zihninden şu an nelerin geçtiğini çok merak ediyordu.
"Şey, yani... Aslında evet ama, yani ben nasıl..." Yükselen güneşin ve söylemek üzere olduklarının etkisiyle pembeleşen teni krema ve gül gibiydi. Gözlerini kaçırmamak için çabalasa da başarılı olamadı.
"Nasıl söyleyeceğini bilemiyorsun?" Eamon bir kaşını kaldırarak cümlesini onun için tamamladı.
"Tam olarak, evet." Bu gerçeği kabul ederken Morrigan'ın omuzları hafifçe çöktü.
Eamon, bu konuşmanın gideceği yönü hissedebiliyordu. Yüzyıllarca yaşamış, onlarca yerde savaşmış ve birlikler yönetmişti. Yine de böyle bir duyguyu, böyle bir heyecanı, hiç tatmamıştı. Sanki insan ömrüyle birçok hayata bedel o yılları hiç yaşamamış gibi hissediyordu şimdi. Deneyimsiz, akışın getirdiklerine kapılarak giden...
Karşısındaki kız için de zor olmalıydı ve Eamon bir şekilde bunu onun için kolaylaştırmak istiyordu. Onun karşısında hiçbir şekilde zorlanmasını, utanmasını istemiyordu.
"Bana istediğin, içinden geçen her şeyi söyleyebilirsin Morrigan. Her fikir, her his ve her düşüncen... Sana dair ne varsa, hepsini duymak istiyorum." Bu cümleleri söylerken Eamon bir eliyle çenesini hafifçe kaldırarak onu kendisine bakmaya zorladı.
Bir an için irileşen gözler, gümüşi yaşlarla çevrelendiğinde endişe yüreğine yerleşti. Yanlış, onu üzecek bir şey mi demişti?
"Teşekkür ederim Eamon, gerçekten. Bu çok değerli. Sadece..." Derin, titrek bir nefes aldı. "Ben bunu nasıl tanımlayabilirim, bilemiyorum."
Eamon, parmaklarının elmacık kemikleri üzerindeki narin cildin üzerine kıvrılmasına izin verdi.
"Dene."
"Peki... Ben, bir şeyler hissediyorum." Durdu, sesi gitgide bir fısıltıya dönüşürken kalp atışlarının kuvvetli ve düzensiz gümbürtüsüyle bir tezat oluşturuyordu.
Bir derin nefes daha. "Seninle ve benimle alakalı." Eamon'ın yüz ifadesini izliyordu.
Esasen Eamon, tüm kalbiyle gerçek olmasını dilediği şeyi Morrigan'ın kendisinden duymanın etkisinin bu kadar vurucu olacağını hayal dahi edemezdi. Ta ki şu ana kadar.
Sanki bir an, bu anın tadını çıkarabilmesi için ışıldayan güneş bile gökyüzünde donup kalmıştı. Eamon uzun, koşturmacalı yaşamı boyunca mutlu olduğu anları düşündü. Her birini anımsıyordu, tek tek her bir anıyı dolaşsa da şu an hissettiği şey, daha önce deneyimlediği hiçbir şeye benzemiyordu.
Sanki kendisinin bile haberi olmadan asırlar boyu her yerde dolaşmış ve onu, onun koşulsuzca kendisini sarmalayacak olan sevgisini aramıştı. İnsan bilmediği, var olduğunu dahi düşünmediği bir şeyi nasıl arardı?
"Bu çekim," diye devam etti, "Bir süredir kafamı kurcalıyor. O antrenmanda seni yaktığımda... Ben, acını hissedebildim. Seni hissedebildim, Eamon. Ve düşündüm ki-" Morrigan daha fazla konuşamadan Eamon dudaklarına dayadığı parmaklarıyla onu susturdu. Kendi hissettiklerini söylemeden daha fazla devam etmesine izin vermek pek de centilmence olmazdı.
"Bu çekim," diye konuşmaya başladı, "Beni deli ediyor." Morrigan, Eamon'dan duymayı beklediği son kelimeler bunlarmış gibi irileşmiş gözlerle ona bakıyordu.
Bir eliyle yeniden onu belinden kavradı, hafifçe titrediğini hissedebiliyordu. Düzensiz kalp atışları bir kuşun kanat çırpışları gibiydi. Morrigan'ın nereye koyacağını bilemediği ve hafifçe titreyen ellerini kendi ellerinin kıskacına aldı. Onun minik, beyaz elleriyle kendisinin iri, esmer elleri arasındaki tezat göz alıcıydı. Karanlık ve sonsuz gece göğünün koynundaki dolunay gibi, zıt olsalar da beraberken güzellerdi. Ufak, taparcasına nazik öpücükler kondurduktan sonra kavradığı çekingen elleri omzuna yerleştirdi. Kendi eliyse yeniden onun belindeki yuvasına dönmüştü.
Bir kaknüs kuşu uzaklardan uçarak geldi ve hemen yanlarındaki meşe ağacının bir dalına kondu. Morrigan'ın armağanı sayesinde Eamon'ın dostu olan kuş, ara ara yolda kendisini gösterir olmuştu son günlerde. Şimdi de bu ana şahitlik etmek ister gibiydi.
Eamon, Morrigan'ın yanağını sanki prenses kırılgan camdan yapılmış gibi bir nezaketle okşarken "O antrenmanda seni sadece tenimde değil; içimde, kalbimde hissettim. Tek yapabildiğim, bir şekilde yanılmamış olmak için tanrılara dua etmekti. O anın, zihnimin bir oyunu olmaması için her şeyi feda etmeye hazırdım." diye devam etti.
"Sen de hissettin, değil mi? Ah... Annem bana, gerçek eş olanların ruhlarının birbirine karışıp bir olduğunu anlatırdı. Öyle ki, kendisinin nerede başlayıp nerede olduğunu fark edemeyecek kadar bütün olurlarmış. Bunun asıl mümkün olabileceğini anlayamamıştım o zamanlar." Gözleri irileşirken bakışları derinleşti. "O da bana, bunun ilk görüşte başlayan ve durdurulamaz bir şekilde büyüyen bir sevgiyle mümkün olduğunu anlatmıştı." Morrigan'ın bakışları, kendisinin dudaklarına kaydığında Eamon gerçekten yanmanın ne olduğunu hissetti. Omuzlarındaki eller kayarak derin nefeslerle inip kalkan göğsüne indi.
"Başkentte ateşin başında gözlerime baktığın o ilk an, paylaştığımız o gülümsemeyle karşında tüm savunmalarımın ve duvarlarımın eriyip yok oluşuna şahit oldum. O zamandan beri her geçen gün, başka bir yönünü keşfedip hayranlık duydum. Ve artık tamamen, olduğun kişi olduğun için seviyorum seni." Bu sefer derin bir nefes alarak toparlanma sırası kendisindeydi. "Seni seviyorum, Morrigan."
Morrigan'ın gözünden süzülen bir damla yaş, Eamon'ın parmaklarını ıslattı. Günler, haftalar sonra prenses tekrar ağlıyordu ve Eamon bu sefer sebebin yalnızca mutluluk olduğunu biliyordu. İnsanı sarhoş eden, geri dönülemez bir şekilde değiştiren saf bir mutluluk.
"Kollarımın arasında o uzun uykuya teslim olduğunda ve günler boyu uyanamadığında, korkunun her zerremi yakan bir zehir gibi kalbimden bedenime yayıldığını hissettim. At sırtında günler gecelere teslim olurken sana bir şey olursa ne yaparım diye düşünmediğim bir dakikam geçmedi. Daha önce hiç o kadar çaresiz olmamıştım, Morrigan." İsmi, dudaklarından bir dua gibi döküldü.
"Bundan sonra, eşin olarak seni ne pahasına olursa olsun daha iyi koruyacağıma söz veriyorum. Saçının bir teline bile zarar gelmesine izin vermeyeceğim." Yaşlarla ıslanan parmaklarını gümüş buklelerden birine dolayıp öptü. Kokusu -o neşeli, nazik ve kadınsı koku- burnuna dolarken derin bir nefesi içine çekti. Sanki o, ona hayatta tutan havanın ta kendisiymiş gibi.
"Annem her zaman bana senden bahsederdi, anlattığı o kişiye hayrandım. Ve şimdi, hep beklemediğim bir anda bulacağımı söylediği o kişi sen olduğun için o kadar mutluyum ki... Kaderin Efendisi Theodas, daha iyi bir ayarlama yapamazdı."
"Sanırım o da gittiği yerde bizim için mutludur. Bu yüzden, lütfen ağlama." Bir kez daha gümüşi gözyaşları yanaklarını aşarak toprağa yuvarlanmaya başlamıştı. Eamon, Morrigan'ın yanaklarını okşayan parmaklarıyla onları durdurmaya çalışsa da bu çabanın nafile olduğunu biliyordu. Hüzün ve mutluluğun buluşmasından doğan gözyaşları, insanın içinde taşıyamayacağı kadar coşkun olurlardı.
"Günler süren uykumda defalarca kez bana seslendiğini duydum. Beni çağırdığını duyduğum tek ses seninkiydi ve ben de onu dinledim. Bir daha seni görememe ve bunları hiçbir zaman söyleyememe düşüncesi korkuttu beni. Artık gittiğin her şehirde, her savaşta, mutlu veya üzgün her anında, her daim yanında olacağım. Senin beni koruduğun gibi, ben de seni koruyup her zaman tam burada olacağıma söz veriyorum. Tıpkı rüyamda da söz verdiğim gibi."
Sözcükler, Eamon'ın kulaklarına ulaşan bir müzik gibiydi. Duydukları, dünyanın en uyumlu notalarının bir araya gelmesinden bile daha ahenkli bir melodi gibiydi. Bu yüzden, Morrigan'a rüyasında ne gördüğünü sorması için birkaç saniye geçmesi gerekti.
"Rüyanda bana söz mü verdin?" Şaşkın ve kafası karışmış bir şekilde ona baktı. "Tam olarak ne gördün ki?"
Morrigan kısa bir an durup düşündükten sonra ona rüyasından bahsetti. Ona tanıdık gelmeyen bir odada, Odhran'ın onları eş ilan ederek Theodas'ın Kurdelesi'yle onları birleştirdiği rüyayı anlatırken hem kafası karışmış hem de oldukça mutlu gözüküyordu. Eamon bunun nedenini hemen sonra, Morrigan ona bileklerindeki ince ve taze kesikleri gösterdiğinde anlamıştı.
"Bunun ne anlama geldiğini Odhran'a sormamız gerek. Ama bu rüyada ben de olmama rağmen sadece senin görebilmiş olmanın haksızlık olduğunu söylemeliyim." Gerçekten de öyleydi, Eamon o anı görmek istemişti.
Morrigan bunu anlamış gibi "Gerçek olanını gördüğünde ödeşir miyiz?" dediğinde Eamon'ın kalbi, onu onaylarcasına gürültülü bir atışla karşılık verdi.
"Ancak o zaman, prenses." diyerek ona sarıldı. Buna karşılık Morrigan'ın kolları da onu sarmaladı.
Kuvvetli duyguların taşmasından kaynaklanan rahatlama ve artık söylenmesi gerekenlerin söylenmiş olmasının verdiği huzur karşısında ikisi de bir süre o şekilde, hiçbir şey söylemeden durarak mutluluklarının tadını çıkardılar.
"Eamon?" Gözyaşları yüzünden Morrigan'ın sesi hafifçe çatlamıştı. Eamon parmaklarıyla gri, asi buklelerden birini prensesin kulağının arkasına atarken cevap verdi.
"Evet?"
"Ben de seni seviyorum." Pürüzlü bir sesle söylenen bu kelimeler, Eamon için öyle değerliydi ki onları saklamanın ve artarda dinlemenin bir yolu olmadığı için içten içe hayıflanıyordu.
"Biliyorum." diyerek güldü ve sonrasında o güzel, eşsiz yüzü avuçları arasına alarak gözlerinin ta derinliklerine baktı. Eamon'ın aradığı ve hayran olduğu her şey o gözlerin derinliklerinde saklıydı.
Eşinin karşısında durduğunu ona haykıran tüm iç güdülerini kucaklayarak tereddütsüz bir şekilde onu öptü.
Nazik bir şekilde dudaklarını bastırdığı dudaklar ilk anın şokuyla donup kalmış olsalar da sonrasında onu heyecan, arzu ve sevgiyle karşıladılar. Prensesin elleri bir an bocaladıktan sonra omuzlarına yükseldi ve onu kendisine doğru çekti.
Sevgi ve hayranlığın mührü olan öpücükleri, Eamon'ın dudaklarını aralamasıyla derinleşti. Ruhları, onları birbirine bağlayan bu köprü sayesinde birbirine karışarak yepyeni renklerle bezendi.
Artık ikisi de haftalar önce oldukları insandan çok, çok farklılardı. Eamon'ın içinde bir şey parlayıp söndü ve yüzyılların kazdığı boşluğu ebedi ve geri döndürülemez bir şekilde doldurdu.
-----------------------------------
Geri dönüş yolculuğu, birbirlerinden uzak oldukları yıllarda oldukları kişileri anlatarak geçti. Her şeyden ve herkesten uzakta, olmuş olan kötü şeyleri ve olacak olan diğer her şeyi düşünmeden geçirdikleri bu dakikalar ikisi için de onları baştan aşağı yıkayan yaz yağmurları kadar tazeleyici olmuştu.
Morrigan başlangıçta utangaç olsa da sonradan anılarının kilidi açıldıkça buruk bir neşeyle, hevesle bahsetmeye başlamıştı günler önceki yaşamından.
En nefret ettiği şey "prenses" olmaktı, özellikle kabarık elbiseler ve topuklu ayakkabılar korkulu rüyasıydı. Kendisiyle baş başa kaldığında en çok kitap okumaktan hoşlanıyordu. Günün en sevdiği zamanı geceydi, bazı zamanlar herkes uyuduktan sonra sessizlik ve sonsuz karanlığın huzurunda yürüyüş yapmak için Şato'nun bahçesine kaçıyordu. Edric'le yaptıkları antrenmanlar da günün bir başka sevdiği kısmıydı. En sevdiği hava, yağmurlu olandı. Yağmurun saçlarını ıslatmasından ve toprağa değdiğinde ortaya çıkardığı zengin kokulardan hoşlanıyordu. Kitap okumak dışında satranç oynamayı sevse de Edric'i hiçbir zaman yenememişti ve denemekten asla vazgeçmeyecekti. En sevdiği renk mordu ve çikolataya bayılıyordu. Doğum tarihi 13 Eylül'dü. Şato içerisinde tanıdığı birçok kişi olsa da en iyi arkadaşı Elamire'di.
"Hep beni konuşturdun, sıra sende!" Avucunun içindeki eli sabırsızlıkla onunkini sıktı.
Eamon ısrarcı yüz ifadesine bakarak güldü, inat ederken gerçekten komik oluyordu.
"Hm, ne bilmek istiyorsun?
"Her şeyi tabii ki." Senin hakkındaki her şeyi.
Eamon şöyle bir düşündükten sonra ufak bir liste çıkarmaya başladı.
"En yakın arkadaşım Edric ve Odhran diyebilirim sanırım. Gerçi Odhran beni eğitip büyüten kişi ama yine de öyle hissediyorum, birbirimize dair her şeyi biliriz. Zümrüt Diyar'daki en sevdiğim yer, batı körfezindeki ufak bir koy. Emrimdeki askerler beni rahatsız etmediğinde çizim yapmayı severim-"
"Bir dakika, çizim mi? Gerçekten mi?" Sesindeki şaşkınlık o kadar barizdi ki Eamon kıkırdadı.
"Sanırım benden beklemediğin bir şeydi. Ama bilirsin, çok fazla yaşadım ve daha da fazla yer gördüm. Zaman hafızaya iyi davranmıyor, bu yüzden gerçekten hatırlanmaya değer şeylerin resmini çizmeye başladım."
"Ah, bir gün görebilirim umarım." Ses tonu heves ve merakla dokunmuştu.
"Elbette, Şato'daki eski odamda bir şeyler olmalı... Her neyse, başka ne söyleyebilirim? Serin, rüzgârlı havaları severim. Kuzeyde fazla kaldım sanırım." Güldü. "Kitap okumayı ben de severim. Bir de şafak sökmeden hemen önceki o dingin zamanda kahve içmekten hoşlanıyorum. Doğum tarihim 4 Ocak. En nefret ettiğim şey, güvenilmez olanlar." Bir an için onu incitmediğini umarak kontrol etmek için durdu, ona amcasını anımsatmak istememişti. Neyse ki aynı ilgiyle dinliyordu, ifadesinde hüzün yoktu.
"Eh, sen sevdiğim renge gelince..." Aleni bir şekilde onu süzdükten sonra "...gümüşi gri." dedi.
Morrigan'ın utançtan kızaran yanakları, Eamon'ın en komik bulduğu şey olabilirdi. Yine de bunu ona söylemedi ve listeyi burada bitirdi. Başını kaldırarak gökyüzüne baktığında güneşim yolculuğuna hızla devam ettiğini fark etti.
"Eğer acele etmezsek sanırım aç kalacağız. Odhran ve Riona ölseler dahi bizi kahvaltıya beklemezler. Ordu kuralı."
Bunun üzerine Morrigan'ın ve kendisinin midesi aynı anda guruldayarak isyan ettiğinde kahkahalarla gülerek kamp alanına doğru koşmaya başladılar.
---------------------------------
Başkente yolculuklarının son kısmını oluşturan ve gerilimin adeta havada asılı kaldığı bu iki gün, hiç ummadıkları kadar hızlı geçmişti.
Zümrüt Diyar'ın en kalabalık bölgesine gelmiş olmalarının da etkisiyle tek tük de olsa yolda bazı feylerle karşılaşma ve konuşma şansı bulmuşlardı. Bu şekilde onlar uzaktayken olanları öğrenebilmek için Riona, yanına aldığı iki askerle ana yol üzerinden ilerlerken diğerleri hala en tenha yolları tercih ediyorlardı.
Genç bir tüccardan öğrendikleri son bilgiler pek de iç açıcı sayılmazdı. Kuzey Sınırı ve Kuzey Batı Sınırı'ndan giriş yapan Myrler daha kalabalık gruplar halinde akınlar yapmaya başlamışlardı ve yol üzerindeki birkaç köy tamamen boşalmıştı. Bu gitgide sıklaşan vahşi akınların sonucu olarak bazı kasabalarda yaşayan feyler bir umut güvenli olduklarına inandıkları güney şehirlerine doğru yola çıkmışlardı. Daha önce yola çıkanların akıbetleri belli olmasa da gitmekten başka çareleri yoktu. Ambarları yakılmış, malları yağmaya uğramış ve kaçamayan dostları öldürülmüştü.
Tabii Eamon ve diğerleri güneyden geliyor olmaları sayesinde orada durumun kuzeydeki kadar kötü olmadığını biliyorlardı. Karşılaştıkları feylere de bu istihbaratı sağlayarak sağlam bir şekilde o bölgelere ulaşmalarını ve en azından bir süre güvende olabilmelerini ummuşlardı.
Başkentte ise durumun ne olduğunu kimse bilmiyordu, zira "güvenlik" sebebiyle giriş-çıkışlar tamamen durdurulmuştu. Ancak Eamon ve diğerleri için tahmin yürütmek hiç de zor değildi.
Nihayet tırmandıkları tepeden başkentin üzerine kurulduğu diğer tepecik görünüyordu. Beyaz taşlardan yapılmış olan devasa Ay Şatosu ise tüm ihtişamıyla şehrin ortasında yükseliyordu.
Morrigan bu manzara karşısında bir an için atını durdurdu ve odakları kaybolmuş, düşünceli gözlerle şehre baktı. Kaşlarını çatmıştı ve dizginleri sıkıca kavrayan yumruklarının boğumları bembeyazdı.
Yıllardır evleri olan bu şehre birkaç saat sonra birer kaçak olarak girecekleri düşüncesi, Eamon'a fiziksel bir darbe gibi çarpmıştı. Elbette o, hayatının büyük bir bölümü boyunca bu şehirden uzakta kalmıştı ancak burası her zaman dönüp gelebileceği güvenli bir yer gibi gelirdi ona hep. Bu yüzden, Morrigan'ın şu anki hislerini bir nebze olsun anlayabiliyordu.
Diğerleri şöyle bir baktıktan sonra yanlarından geçip giderken Eamon atını Morrigan'ınkinin yanına sürdü ve sessizce onu izledi. O gün göl kenarından döndükten sonra kimseye bir şey söylememiş, buna gerek duymamışlardı. Aralarında geçen konuşmayı yalnızca Odhran biliyordu ve o da onlar için mutluydu.
"İnsan, evine bir hırsız gibi girmemeli oysa ki. Öyle değil mi?" Sesindeki öfke ve nefret o kadar kuvvetliydi ki, cümle boğuk bir halde dudaklarından kurtulabilmişti.
Eamon elini uzattı. Haklıydı ve bu durumda ne diyebilir, onu nasıl teselli edebilirdi bilemiyordu. Ancak bir şeyden oldukça emindi.
"Yakın bir zamanda..." dedi, "Onları önce evimizden, sonra da diyarın tamamından temizleyeceğiz. Söz veriyorum, bunu yapacağız. Sadece, bugün değil. Bugün önceliğimiz Edric'le diğerlerini oradan kurtarmak ve kayıpsız bir şekilde çıkmak."
Ve bunu yapabilmek için bir planları da vardı. Ancak bu planın her bir kısmı o kadar kolay bir şekilde yanlış gidebilirdi ki Eamon ihtimalleri düşündükçe çıldıracak gibi oluyordu. En başından razı gelmemesi, onun bu kadar aleni bir şekilde tehlikeye atılmasına mâni olması gerekirdi ve şimdi bunu yapmak için çok geçti.
"Endişelisin" Morrigan uzattığı eli tutarken mırıldandı.
"Bir başka ders, prenses: Endişe, vereceğin kararları ve hareketlerini şekillendirerek seni hayatta tutar. O yüzden, savaştan önce biraz endişelenmek iyi ve akıllıca olandır." Ters gidebilecek şeyleri düşünürken sesi aksi çıkmıştı.
Morrigan sert olmaya çalışan ancak korkunun yüzeye çıkmasına engel olamadığı bir ifadeyle ona baktı.
"İçeride olacak olan, iblisin ininde savaşacak olan sensin. Bu dersi aklında tut öyleyse, prens. Yoksa çok sinirlenirim."
"Öyle yapacağım ve Edric'le diğerlerini sağ salim sana getireceğim. Beni bekle ve sakın risk alarak öfkeyle hareket etme. Yoksa ben daha çok sinirlenirim." Eamon bunu söylerken son derece ciddiydi.
"Ya, ne yaparsın sinirlenirsen?" Morrigan tek kaşını kaldırarak ona meydan okuduğunda Eamon'ın odağı tuzla buz olarak dağıldı.
"Edric'ten bütün rezil ve komik anılarını bana anlatmasını isterim. Bebeklikten başlayarak hem de."
Morrigan'ın gözleri büyüdü ve inanamayan bir ifadeyle kendisine baktı.
Sonrasında boğazını temizledi ve "Dikkatli olacağım, en az senin kadar." dedikten sonra atını başkente doğru sürdü.
Eamon kısa bir süre sırıttıktan sonra önündeki manzaraya bakarak bir süre durdu. Hayalet bir rüzgâr Morrigan'ın uzun saçlarını uçuştururken atı şehre doğru ilerliyordu ve arkada beyaz, ihtişamlı silüetiyle Ay Şatosu yükseliyordu.
Kısa bir an bu manzarayı izledikten sonra Eamon da atını bu büyük, tekinsiz şehre doğru sürerek onun yanındaki yerini aldı.
Nihayet bugün, birkaç kısa saat içinde aydınlığın karanlığa karşı olan kadim savaşı son bir kez tekrar başlayacaktı. Ve Eamon'ın, bu diyarın prensi ve evine doğru ilerlemekte olan prensesin de eşi olarak kaybetmeye hiç niyeti yoktu.
---------------------------------
Evvet nasılsınız? Ben yine yoğunlukla ve sorumluluklarımla boğuşuyorum dshjjdb Önceden de dediğim gibi bölümlerin 10 günde bir gibi gelmesini hedefliyorum ancak bazı önemli ve kritik bölümlerde bu durum bir iki gün sarkabilir. Bu sıklık sizin için nasıl? Bu konuda yorum yaparsanız çoook sevinirim, ortak bir şey ayarlayabiliriz ^^
Bunun dışında bölümü nasıl buldunuz? Uzun olması dışında jkdkdkv Oy ve yorumların az olması minnoş kalbimi bir tık kırıyor, bu yüzden lütfen bunları kitabımızdan esirgemeyin.
Ve sizden bu noktada bir ricam var. Bunu yapmak zorunda değilsiniz ancak eğer okuduğunuz bu roman ilerleyişiyle sizi memnun ediyorsa ve önermeye değer buluyorsanız panonuzda takipçilerinize duyurarak paylaşır ve tavsiye ederseniz beni çok mutlu edersiniz. Yeni kişiler gelse ve büyüsek fena olmaz mı? :')
Son olarak, okuduğunuz ve destek olduğunuz için teşekkürler. Sizleri seviyorum, güzel günleriniz olsun <3
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.17k Okunma |
727 Oy |
0 Takip |
51 Bölümlü Kitap |