34. Bölüm

İZ SÜRÜCÜLER (Kısım I)

Merve Gündoğmuş
mervegndgms

Merhaba, iyi okumalar <3

Görsel: Odhran (Renklerle birazcık oynamış olsam da artist title'ını özellikle bırakıyorum, çalışmaları inanılmaz)

Dahil olduğu bu yeni grup, ne de canlıydı.

Odhran, hiddetli kuzey dağlarının soğuk dinginliğinde kaç yüzyıl geçirdiğinden emin değildi. O bir münzevi misali yalnızlığının katmanları arasında kaybolmak istercesine gezinirken, dünya baş döndürücü bir şekilde değişmişti.

Ancak geçen asırların değiştirmediği şeyler de vardı, az da olsa. Odhran, Solonor Çölleri'nin çıkışında Eamon ve prensesi yolculuklarının başında yakaladığında Fearghal'le karşılaşmayı hiç ummamıştı. Eski dostu ve komutanlarından birini binlerce yıl sonra karşısında görmek, geçmişin o ağır ve paslı kapısının yeniden gıcırdayarak açılmasına sebep olmuştu. Hatıralar, kendi bıçaklarının hedeflerini bulması misali zihninin zayıf noktalarını vuruyordu.

Yine de eski dostunu gördüğüne sevinmişti. Bunca yılın ardından yalnız kuzey topraklarını terk edince, kendisini bu zamana ve insanlara yabancı hissetmişti. Sanki yıllar, insanın sırtında bir yükmüş gibi.

Fearghal'in geçen binyılları anlatması, esasen pek de uzun sürmemişti. Odhran'ın kuzey dağlarından inmemesi gibi o da Solonor'dan dışarı pek adım atmamıştı. Yıllardır Riona'nın birliğine katılan askerlerin eğitimleriyle ilgileniyordu, o gelmeden önce bile.

"Eski günlerdeki gibi aslında, sadece homurdanmaların ve asık suratın etrafta değildi." demişti onu gördüğünde.

Eamon ve Riona ise... İki yetenekli kardeş tıpkı Odhran'ın hatırında kaldığı gibiydiler. Aradan geçen birkaç yüzyıl, didişmelerinden veya birbirlerine tahammülsüzlüklerinden hiçbir şey eksiltmemişti. Birbirlerini savaşarak seven bu iki kardeş, onları eğittiği kısa yıllar boyu yalnızlığına iyi gelmişlerdi.

Elora'nın kaybından sonra, Odhran'ın sahip olduğu ve aileye benzeyen en yakın şey sayılı ve kısa olan beş yıl boyunca eğittiği üç kuzendi. Şimdi Edric'in onlarla olmadığını görmek, ona ailesinin bir parçası eksikmiş gibi hissettiriyordu.

Eamon ve Riona, Odhran küçük grubun yanına gelir gelmez atlarından inerek önünde eğilmişlerdi. Eliyle onlara derhal kalkmalarını işaret etmişti, oldu olası abartılı saygı gösterilerinden hoşlanmazdı. Elleriyle omuzlarını kavramış, gözlerinin derinliklerine bakmıştı. O kararlı, yeşil gözlerin derinliklerinde tedirginlik birer meşale olmuş yanıyordu.

İkisi aynı anda "Seni gördüğüme sevindim, komutan." dediklerinde her şeye rağmen güldü, her zaman bir elmanın iki yarısı olmuşlardı.

Beraberlerindeki elli asker, diğer yaşlı komutanlarla çalışmaya alışkınlardı, yine de onu görmeleri karşısında yaşadıkları şaşkınlık yüzlerinden okunabiliyordu. Dördüncü ve son savaş komutanının kuzeyden topraklarını terk etmesi görülmemiş bir şeydi. Yine de Riona'yı takdir etmeliydi, onları nasıl hizaya soktuysa Odhran tek bir mırıldanma ya da fısıltı duymamıştı.

Kral Gladtirith'in kızı ve onun yoldaşı Illarion, en şaşkın ve kafası karışık görünenler olmuştu. Odhran, Eamon ve Riona'nın yanından ayrılırken gözleri prensesin üzerine sabitlenmiş halde onlara doğru yürümüştü. Dizleri üzerine çöken genç adamın kalkmasını işaret edebilmesi için birkaç saniye geçmesi gerekmişti.

"Tanrıça Nimue'nin hayat verdiklerini birbirine benzer yaratması alışıldıktır, lakin ilk kez iki insana aynı bakışları bahşettiğini görüyorum, genç prenses." Elini samimiyetle kalbine götürürken o tanıdık bakışlar şaşkın ve anlamaz halde onu izliyordu. Uzun yıllar sonra içtenlikle gülümsedi. "Tıpkı eski dostum ve kralım gibi bakıyorsun."

Odhran her zaman Edric'in ancak tanrıların muzırlıklarının neden olabileceği bir şekilde Feanaro'ya benzediğini düşünürdü. Ne var ki, bu küçük kızda eski krala ait her şey vardı. Aynı ihtiras ve kararlılık derin yeşil gözlerinin içinde yanıyordu, o bakışlar uğrunda savaştığı şey için dünyayı da yakabilirdi.

"İsmin nedir, dostumun kanı?" Odhran hala bu topraklara hükmeden soya sadıktı, ancak onu tanımıyordu.

"M-Morrigan, lordum." Şaşkınlık ve saygıyla kekelemiş ve başını hafifçe eğmiş olsa da ufak, sivri çenesi hemen havaya kalktı. "Bize katıldığınızı görmek umutlarımı yeşertiyor, hoş geldiniz."

"Birkaç gün Eamon'ın dönmesi için beklediğimden biraz gecikmiş olsam da, yolculuğunuzun devamında yanınızda olacağım. Ta ki yeniden güneş bu diyarın üzerinde yeniden gölgelerden korkmadan yükselinceye dek."

Odhran sözlerinde samimiydi. Kuzey'in çetin ancak şimdilik sakin olan topraklarını, yaklaşan savaşın sonunu görmek için terk etmişti. Ve o sonu yeniden görmeden hiçbir yere gitmeyecekti, bunu kendisine ve Öte Diyar'daki ailesine borçluydu.

"Hm, evet. Sana dönmeme engel olan bazı şeyler oldu, Vainor. Bilgeliğine ihtiyacımız var, neyse ki yolda konuşmak için çok vaktimiz olacak." Eamon bunları söylerken Morrigan'a bakıyordu ve tek bir bakışla dahi Odhran o anda onun bambaşka bir erkek olduğunu söyleyebilirdi. Kuzeyin onu kaplayan buzları bu küçük kıza bakarken çatırtılar eşliğinde dağılıyor gibiydi.

Aşkı uzun zaman önce kaybetmiş yüreğinden hafif bir sızı gelip geçti. Odhran'ın içindeki fırtına onu bir başka zaman düşünmek üzere o acıyı dağıtıp çok uzaklara savurdu.

"Benim de tek dileğim bu, lordum." Genç Morrigan'ın yeşil gözleri minnetle güldü ve Odhran, prensesin en çok gülümsediğinde atasına benzediğine hükmetti. Asırlar önce göçüp gitmiş olan, zamanında ona her şeyi veren dostuna.

"Ve eğer bu sizinle yan yana çarpışarak gerçekleşecekse, bundan onur duyacağım." Gülümseme, alevlerin esaretinde söndü.

Ve işte karşılaşmalarından kaynaklı bütün konuşmaları bundan ibaretti, esasen Odhran için yeteri kadardan biraz uzun bile sürdüğü söylenebilirdi. Yol uzun ve çetindi, konuşmak içinse bol bol vakit vardı.

Ne var ki şatodakilerin vaktinin bu kadar bol olup olmadığını hiçbiri bilemezdi, bu yüzden acele etmeliydiler. Odhran, karşısındaki yüzlere bir kez daha göz gezdirdiğinde kendi endişesinin yansımalarını onların yüzlerinde de gördü. Başını hafifçe salladı ve yeniden eyerin üzerine çıktı, diğer herkes de aynını yaptığında nihayet yolun geri kalan kısmı için hazırlardı.

Odhran en son ne zaman başkente gittiğini düşündü. Hatırına düştüğü kadarıyla o kadar uzak bir zamandı ki, sanki bir başkasının hayatından bir kesiti izlemek gibiydi. Eamon'la yan yana atlarını sürerken yüzlerini okşayan rüzgâr, o gün de aynı böyle tatlı tatlı esiyordu.

Karısı Gloredhel ve kızı Elora ile katıldıkları son bahar kutlamasına gittikleri gün, Odhran'ın başkente son kez kendi isteğiyle ayak bastığı gün olmuştu. O zamanlar Eliad yoktu, baharın gelişini ve doğanın uyanışını kutlarlardı. Her ikisinin de son kutlamaları olmuştu. Gloredhel'in at üstünde uçuşan bukleleri ve dizginleri bırakarak neşeyle kaldırdığı kolları, annesine bir kumaşla sımsıkı bağlı olan Elora'nın neşeli kahkahaları... Uzak, çok uzak bir anı.

Sonrasında yalnızca bir kez, görevinden çekilmek ve kralına saygısını sunmak için ayak basmıştı Daesha'ya. Şimdiyse kaderine kazınmış seçimler ve tanıdık yollar onu yine buraya sürüklüyordu. Ancak bu sefer, her şeyi nihayete erdirmek için dönüyordu.

Bu düşünceyle dizginleri daha da sıkı kavradı, Eamon'ın dikkatli gözlerinin kendisinin üzerinde olduğunun farkında olsa da hiçbir şey demedi. O, geçmişe gittiği bu anları ve onun gibi yaşlı bir fey için ne kadar değerli olduklarını bilir ve anlardı.

Güneş dağların arasından çıkıp yemyeşil ovalara selam verirken büyük bir süratla Daesha'ya doğru ilerliyolardı. Göz alıcı yeşilliklerin arasında duyulan yegâne ses, toprak yolu döven kararlı ve hızlı toynak sesleriydi.

-------------------------------------

Yolculuklarının henüz başında, henüz ikinci günü bitmişken feyler diyarının güvenli kucağında kurulmuş bir insan şehri olan Asrenlin'in yakınlarından geçiyorlardı. Esasen yol şehrin dışından devam ediyordu ve şehre uğramak zorunda değillerdi, ancak Fearghal'in ihtiyacı olan bazı şeyleri alması gerekiyordu. Edric ve diğerlerinin zincirlerinin icabına bakabilmek için bazı bitkilere ihtiyacı vardı.

Asrenlin'e vardıklarında karanlık çökmek üzereydi, bu yüzden Fearghal aradığı bitkiler ve özleri bulabileceğinden emin olamıyordu. Yine de denemekten başka şansları olmadığından, yanında birkaç askerle birlikte şehrin yolunu tutmuştu. Böylece dikkat çekmeyecekti, nihaytinde zengin feylerin korumalarıyla gezdikleri bir şehirdi burası.

Fearghal'i kentin dışında, yolun açıklarındaki ağaçlık alanda kamp kurarak bekleyeceklerdi. Bu, atların ve askerlerin dinlenmeleri için de iyi bir fırsattı. Yine de hiç kimse fazla oyalanmak istemiyordu, tek düşündükleri şatodakilerin durumuydu.

Odhran bu iki gün içinde olan biten her şeyi tüm ayrıntılarıyla öğrenmişti. Çoğunlukla Morrigan hikâyeyi anlatmış olsa da Dük'ün sınırda ve Caladwen'de yaptıklarıyla alakalı boşlukları Eamon doldurmuştu. Özellikle Morrigan'ın büyüsüyle yaptıklarından bahsederken sesindeki hayranlığı gizlemekle uğraşmamıştı bile.

Odhran kendisini neredeyse elinde büyüyen sert, amansız ve ilgisiz çocuk bu muydu diye düşünürken buldu. Belki Glorodhel'den önce kendisi de böyleydi de anımsamıyordu. Zaman, ölümsüzlük karşısında çaresiz kalsa da zihni bulandırmaya yetecek kadar güçlüydü.

Ama bu iki gün içerisinde Eamon ve Morrigan'ın zaman zaman yanlışlıkla(!) birbirine değen elleri ve gözlerini gördüğüne sevinmişti. Odhran yalnız yaşam sürmeye alışsa da bu, oğlu gibi gördüğü öğrencisi için dileyeceği bir yaşam değildi. Kuzey rüzgarlarının ve soğuk çeliğin dondurduğu kalbinin buzlarının eridiğini görmek hoştu, onun adına mutluydu.

Morrigan ise Odhran'ın tahminlerinin çok daha ötesinde, hiç ummadığı türden bir prensesti. Odhran'ın onunla tanışmadan önce duyduğu şeyler yaşı, güzelliği ve Edric'le ne kadar yakın olduklarından ibaretti. Dürüst olması gerekirse, bir hayli olumsuz varsayımlarda bulunmuş ve uğraşması gereken bir çocuk bulmaktan çekinmişti.

Ne var ki, Morrigan hiçbir varsayımına uymuyordu. Elbette yaşadıkları onu sarsmış ve hassaslaştırmıştı, Odhran onu çok iyi anlıyordu. Ancak bunun dışında cesur, çevresindekileri önemseyen, öğrenmeye ve farklı fikirlere açık bir kızdı. Henüz çok toy olduğunu düşündüren yaşının çok ötesinde bir prensesti ve oldukça iyi anlaşmışlardı.

Büyüsü, Odhran'ın bu zamana kadar gördükleri arasında potansiyeli en büyük olandı. Saf, ehlileştirilmemiş bir gücü vardı. Kendisi gibi çevresini aydınlatıyor, atası gibi yakıp geçiyordu. Ne var ki gideceği yol uzun, öğrenecekleri ise çoktu. Bu yüzden Fearghal, Riona ve Eamonla birlikte Odhran da ona elinden geldiğince yardım ediyordu.

Esasen, eğitimler hiç de fena gitmiyordu. Öğretmenleri öğretmeye, Morrigan ise öğrenmeye istekli olduğundan ilerleyişi etkileyiciydi. Yine de zaman zaman zorlandığı oluyordu. Bir saldırı anında ilk davrandığı silahları oluyordu, henüz büyüsünü benimseyememişti.

Riona'nın büyüsü, olabildiğince gözlerden uzak sürdürmeye çalıştıkları yolculuklarının gizliliğini tehlikeye atabileceğinden o yalnızca silah kullanımı ve yakın dövüş dersleri verebiliyordu. Fearghal ve Odhran hem büyü hem de dövüş üzerine eğitiyorlardı onu.

İzlemesi en keyifli olan karşılaşmalar Eamon ve Morrigan arasında olanlardı. Dans eden iki insanı izlemekten farksızdı. Kıvrılıyor, kaçıyor ve tekrar birleşiyorlardı. Güçleri ve büyüleri denk olmasa d üstün gelme istekleri ve hırsları denkti.

Bu eğitimler sırasında fey diyarının prens ve prensesinin çoktan eşleşme belirtileri gösterdiğini görmüştü. Birkaç kez birbirlerine büyüleriyle dokunmuşlardı ve Odhran ikisinin de "hissedebildiklerini" fark etmişti.

Eşleşme, Odhran'a göre büyüleri ve ölümsüzlükleri bir kenara bırakılırsa feylere bahşedilmiş en hayret verici ve hayranlık uyandırıcı özellikti.

Onlar insanlar gibi birden fazla karşı cinsle beraber olmazlar, hayatları boyu tek bir kişiye bağlı ve sadık kalırlardı. Bu bağ öyle güçlüydü ki, iki feyin yaşam sürelerini birbirine kaynatır ve onları iki ayrı bedende bir kılardı. Şimdi Eamon ve Morrigan'a baktığında da hissettiği şey buydu, ruhlarının birbirine kaynadığını hissedebiliyordu. Ne var ki, bazı durumlarda eşleşmenin yarattığı hisler kafa karıştırıcı olabilirdi, özellikle de büyüsü bu kadar güçlü olan feyler için.

Bu sebeple, yakın zamanda Eamon'la konuşması gerekeceğini biliyordu. Belki yeminlerinin şahidi ve tılsımlarını çizen de o olurdu, biraz düşününce Odhran bunu yapmayı gerçekten istediğini fark etti. Asrenlin'e varana kadar üzerinde düşündüğü bir şey olmuştu bu.

İnsan Şehri'ne vardıklarında Fearghal yanına iki asker alarak şehre gitmiş, şehirdeki durumun karışık olabileceğini ve bu sebepten gerekli şeyleri bulmasının biraz uzun sürebileceğini söyleyerek Odhran'a şehrin dışındaki arazide kamp kurmalarını önermişti. Yapılacak başka bir şey olmadığından, birliklerini ormanın derinliklerine çekmişlerdi.

Karanlık gölgelerin oynaştığı, bilinmeyen yaratıkların varlığını hissettiren ormanlar artık güvenli gelmiyordu Odhran'a. Ormanın çocukları, şimdi ondan çekinir olmuşlardı. Bu iyi eğitimli askerler kesintisiz bir şekilde yol almaya dayanabilecek olsalar da atlar dinlenmek zorundaydı. Bu yüzden, Riona'yla birlikte birkaç saatlik kamp molası için gerekli emirleri vermişti.

Bu esnada odun toplama ya da avlanma bahanesiyle uzaklaşan Eamon ve Morrigan'ı fark ettiklerinde Riona'yla birbirlerine bakarak gülümsemişlerdi.

Bu engebeli ve ürkütücü yolun başında bile yaşadıkları üzücü, kayıpları ise büyüktü. Birbirlerinde teselli ve huzur bulacaklarsa, Odhran bundan ancak memnun olurdu. Onun elinde teselli bulabileceği pek bir şeyi kalmamıştı.

Kamp alanındaki işler tamamlanmaktayken Odhran ormanı dinliyor, hissetmeye çalışıyordu. Dük, kuvvetle muhtemel Solonor'dan haberdar değildi. Ancak öyle bile olsa, etraf fazla sakin değil miydi?

Hencapelt Dağları'ndan buraya inene kadar birkaç kez Myrlerle nahoş karşılaşmalar yaşamıştı. Sayıları henüz yüksek olmasa da oralarda bir yerlerde dolanıyor ve gitgide çoğalıyorlardı işte. Kuzey sınırında artık onları engelleyen feyler yoktu, devasa gruplar halinde etrafta dolanacakları günler çok da uzakta değildi. Bir süre sonra, yeterince kalabalık gruplar haline geldiklerinde, şehirlere saldırmaktan çekinmez olacaklardı.

Riona'yla göz göze geldiklerinde onun da benzer düşünceler içinde olduğunu anlamak zor değildi. Beraber yıllar geçirdiği bu genç kadın, şimdilerde iyi bir komutan olmuş ülkesine hizmet ediyordu. O küçük, inatçı, hiç kimseye kafa tutmaktan çekinmeyen kız gözünün önüne geliyordu da... Şimdilerde ona bakmak, Odhran'ın gururun en naif hallerinden birini hissetmesine sebep oluyordu.

Riona, Odhran'ın başıyla hafifçe verdiği onayla birlikte biraz ötede çeşitli işlerle meşgul olan askerlerinin başına gitti. Kimi çadır kuruyor, kimi ateş yakıyor, kimi de atlarla ilgileniyordu.

"Sen, sen, sen ve sen... Yanınıza ikişer kişi daha alarak devriyeye çıkın. Farklı yönlere dağılıp ormanı tarayın, birkaç millik daire içerisinde her yeri kontrol ettiğinizden emin olun." Başıyla işaret ettiği askerler hızlıca toparlanarak ayağa kalktılar.

"Emredersiniz!" Emre karşılık gelen onay ağaçların arasında gürleyerek dallarda saklanan kuşların uçuşmalarına sebep oldu. Sonrasında dört bir yana dağılan grubun ayak sesleri kısa süre içinde kayboldu.

Odhran bir ağacın dibine çöktü ve her zaman yanında taşıdığı biley taşını çıkararak kılıcını bilemeye koyuldu. Aslında büyüsüyle saniyeler içinde halledebileceği bir işti, ancak bir şeylerle meşgul olmak iyi hissettiriyordu.

Kılıcın kabzası birbirine dolanan ve sivri dişlerini gösterecek şekilde ağızları açık olan iki yılandan oluşuyordu. Pulların her biri ilk günkü kadar belirgindi, yılanların gözleri sarı safirdendi. Kabza da kılıcın gövdesi de parlak gümüşten yapılmıştı. Kimileri ona Haldir'in Kılıcı derdi. Haldir, fey ruhlarını alıp Öte Diyar'a kadar onlara eşlik eden ölüm tanrısıydı.

Feanaro, taç giyme töreninden birkaç gün sonra Odhran'a bu kılıcı hediye etmişti. Bu hediye o zamanlar kraliyet ailesi içinde çok konuşulmuştu, elbette kılıcın üzerindeki safirler yüzünden. Öyle nadir bulunurlardı ki, değerleri kestirilemiyordu. Kılıcı göz hizasına kaldırarak ayrıntılı bir şekilde yapılmış o yılanları inceledi.

O günlerde en ilginç bulduğu yaratıklardan olan yılanlardan oluşan kabza, ne de hoşuna gitmişti... Tabii, hangi kirli kanların bu kılıcı kirleteceğinden bihaberdi o zamanlar.

"Nasıl hissettiriyor?" Yanındaki ağacın dibine çöken kişinin kim olduğuna bakmaya gerek duymadı bile, Riona olduğunu biliyordu.

Başını, ilgilendiği işten kaldırmadan kılıcını bilemeye devam etti.

"Ne, nasıl hissettiriyor?" Aslında cevabı az çok biliyordu, pek konuşmak da istemiyordu ancak yine de sordu. Nasılsa Riona'dan kurtuluş yoktu.

"Onca zaman engellemek uğruna savaştığın kötülüğün, gizlediğiniz her şeyle birlikte yeniden ortaya çıkıp aynı şeylere sebep olmasını izlemek."

Odhran'ın elindeki biley taşı parmaklarının arasından kayıp otların arasında kaybolurken hızla başını kaldırdı ve Riona'ya baktı.

Riona her zaman sert mizaçlı, sözünü esirgemeyen bir kız olmuştu. Sevgisi bile hırçın denizler gibi dalgalı ve gitgelliydi. Bu yüzden, Odhran günü geldiğinde onlardan sakladığı şeyler ve sebep olduğu hayal kırıklığı sebebiyle onun tepkisiyle karşılaşacağını biliyordu.

Yine de onu kaybettiklerinden vurup başka kayıplarla suçlayacağını ummamıştı, bu onu afallattığı kadar öfkelendirmişti de.

"Elimden geleni yaptım, siz daha bu dünyada yokken o kötülükle savaşmak uğruna her şeyi kaybettim ben. Gizlediklerime gelince, öyle olması gerekiyordu. Morrigan büyüyene kadar bilinmesinin hiçbir faydası da olmayacaktı zaten. Tabii, korku ve tedirginlikle geçecek olan ömürleriniz dışında." Sakin, ancak soğuk bakışlarla ona baktı. Sonrasında otların arasındaki biley taşını alarak işine devam etti.

"Kral Feanaro... Neden böyle bir şey yaptı ki? Eğer bilseydik, belki daha hazırlıklı olurduk." Soru öfke doluydu.

Elbette, neticede o da bir komutandı ve düşündüğü tek şey ülkesini daha iyi koruyabileceği ihtimaliydi.

"Sen zeki bir savaşçı ve iyi bir lidersin, kızım. Düşün bakalım, neden olabilir? Bir hükümdar neden halkından bir şeyler gizler?"

Riona bir an için durdu, Odhran ihtimalleri düşünüp değerlendirdiğini görebiliyordu. Böyle anlarda kafasının içinde dönen çarklar neredeyse duyulabiliyordu.

"Tahtını korumak için, değil mi? Ama bu çok..." Sesi sertti.

"Bencilce mi? İlk bakışta öyle gibi gelse de Feanaro'nun başka şansı yoktu. Hem zaten bunu yapmasa ve tahttan feragat etse bile, binyıllar boyu kimsenin elinden bir şey gelmezdi. En azından soyundan gelecek olan varisin iyi bir eğitimle büyüyüp bugünlere hazırlanmasını sağladı. Elinden gelen tek şey buydu ve o da bunu yaptı." Bir an için dostunun tüm bunları gizlemek konusunda ne kadar isteksiz olduğunu hatırladı.

Elindeki biley taşını cebine geri koyarak kılıca göz gezdirdi. Ölümcül güzelliği ayın altında ilk günkü gibi ışıldıyordu adeta.

"Gücü elinde tutuyorsan, zor kararlar almayı da bilmen gerekir kızım. Taç, ağırlığıyla birlikte gelir. Ve yalnızca o ağırlığı taşıyabilecek olanlar tarafından giyilmelidir."

Riona'nın bakışları sertti. Elbette onu anlamıştı, ancak anlamış olması yaşananları onayladığı anlamına gelmiyordu. Yüzünde karmaşık hislerle birlikte ayağa kalkıp üstünü silkeledi.

"Bence-"

Riona'nın yapacağı muhtemelen oldukça sert olan yorum, devriyelerinden geri dönen askerlerin koşuşturmacası ve seslenmeleriyle bölündü.

"Leydim!" Koşarak yanlarına gelen askerin sesi uyarı ve gerginlikle oldukça yüksek çıkmıştı.

"Ne var?" Odhran da ayağa kalktı, üç askerin tedirgin olmuş yüzlerine bakılırsa bir sorun olduğu çok açıktı.

"Böldüğüm içi affedin, ancak devriye için gezerken... Tuhaf bir grupla karşılaştık." Siyah saçlı askerin yüz hatları gergindi, kaşları anlam veremez bir ifadeyle birlikte çatılmıştı.

Ne görmüş olabileceklerini düşündü, geçmişten fırlayan başka hangi yaratıkların etrafta kol gezdiklerini ancak tanrılar biliyor olmalıydı.

"Tuhaf? Tanımla, asker." Riona sabırsız bir merakla sordu.

"Affedin, ancak hiçbirimiz ne olduklarını bilmiyoruz. Bedenleri fey gibi, ancak sürüngen ve Myr gibi de. Kalabalık bir grup halinde bir şey arıyorlarmış gibi bir halleri vardı. Maalesef haklarında başka bir şey bilmiyoruz."

Odhran bir an için Riona'yla göz göze geldi. Bakışlarındaki dehşetten, onun ne düşündüğünü hemen anladı. Morrigan ve Eamon'ın bundan haberleri yoktu ormanda yalnızlardı. Fearghal'in ise hangi cehennemde olduğu belli değildi.

"Riona, git ve Eamon'la Morrigan'ı bul. Ben de Fearghal'i getireceğim. Askerlere, başka kimsenin alandan ayrılmaması gerektiğini söyle. O şeylerin buraya gelmeleri çok uzun sürmez."

"Neler oluyor, eski dostum?" Fearghal her zamanki gibi tam zamanında gelmişti. Odhran bir nebze daha iyi hissetse de Eamon ve Morrigan'ı bulana kadar rahat edemezdi.

"Evet, ne olduklarını biliyorsun öyle değil mi? Vainor?" Riona ne zaman yaklaşan bir kavga olsa Eamon'la beraber ona taktıkları ve cephanelik anlamına gelen bu isimle seslenirdi. Yaklaşan gerginlikle baş etme yöntemlerinden biri denilebilirdi herhalde.

Ah, Odhran onların ne olduğunu tabii ki biliyordu.

"Onlar Angria, diğer isimleriyle İz Sürücü'ler. Askerler haklı, dük bir şeyi arıyor olmalı." Riona'nın anlam vermeye çalışırken kıstığı çekik gözlerine odaklandı. "Ya da birini."

"Angrialar mı?" Fearghal'in gözleri şaşkınlıkla açıldı.

"Asker! Beş dakika içinde toplanın, alanı terk edeceğiz." Riona'nın emriyle askerler dağılarak henüz fazla dağıtmadıkları eşyaları toplamaya koyuldu. Ne var ki, iz bırakmama çabaları boşaydı.

"Durum buysa, alanı terk etmemiz işe yaramaz Leydi. Siz Eamon'ı ve prensesi bulun, buralarda olmalılar zira kamptan uzaklaşmayı göze alamazlar. Gerisini döndüğünüzde konuşuruz." Fearghal'in yüzündeki ifadeye bakılırsa, o da geçmiş ve şimdiki zamanı ayırmaya çabalıyordu.

Riona hiçbir şey demeden başıyla onları onaylayarak ağaçların arasında gözden kayboldu. Bu sırada askerler toparlanma işini yarılamışlardı bile. Çok kalabalık bir grup olmamanın bir faydası da buydu, ani gelişmeler olduğunda hızlı kararlar almak kolay oluyordu.

Fearghal, deri kemerine tutturduğu ufak bir keseden birkaç tohum çıkardı. Tohumları hemen ayaklarının dibine attı ve parmaklarını şıklatırken dönüp Odhran'a baktı. Yüzünde manidar bir ifadeyle gülümsüyordu.

"Tıpkı eski günlerdeki gibi, değil mi? O zaman ne arıyorlardı hatırlıyor musun?" Sağ elini parmakları toprağı işaret edecek şekilde tutuyordu. Nemli ve gevşek toprağı yararak büyüyen bir sarmaşık parmaklarına doğru boy vermeye başladı.

Odhran hafifçe güldü. "Bunu hatırlamak için fazla yaşlıyım ama bir kitap falandı herhalde." Büyüyen sarmaşık, Fearghal'in bileğine dolanarak zehirli bir kırbaç halini almıştı şimdi. Eski dostunun en sevdiği silahıydı. Bu kırbacın tek bir darbesinin, tanrıça Aveley'in tokadını andırdığını söylerdi.

Odhran kırbacı görünce zalimce gülümsedi, kılıcını çekti ve havaya kaldırdı.

"Leydi Riona, prens ve prensesle döndüğünde keşif birliklerinin gördüğü gruba saldıracağız. Bu yüzden, herkes savaşmaya hazır olsun!"

Cevap, kalkanlara vurulan kılıç ve diğer silahların çağlayan sesiydi.

Birkaç dakika sonra Riona, söz verdiği gibi Eamon ve Morrigan'la birlikte dönmüştü. Ancak yanlarında bir insan dişisinin olmasını hiç kimse beklemiyordu.

"Bakın burada ne varmış? Feyler diyarında minik bir ölümlü... Peki, neden Asrenlin ya da Allnobel'de değil de sizin yanınızda?" Fearghal kızıl saçlı, sonuna kadar açılmış mavi gözlerinde korkuyla onlara -ve askerlere- bakan kızın dibine kadar girmiş çevresinde dolanıyordu.

"Riona, Dük'ün peşimize avcılarını taktığını söyledi. Envy de onlardan kaçıyordu, kuzeye kendi diyarına gidiyormuş. Onu... O şeylerin eline bırakmak istemedim." Prenses kendisinden birkaç yaş küçük gibi gözüken kıza bakarken Caladwen'de olanların kederi, gözlerinden okunabiliyordu. O şeylerin elinde ölenlerin ve sağ kalmaya çalışanların sebep olduğu sonsuz keder.

"Halkına karşı olman gerektiği kadar düşüncelisin, prenses. Yine de bunu tekrar değerlendireceğiz, ancak daha sonra. Peşimizdeki Angria'lardan kurtulduktan sonra... Şu an savaşmak için hazırlanmalıyız."

Odhran kim ve ne kadar güvenilir olduğunu bilmedikleri bir insan dişisiyle seyahat etmeye kesinlikle karşıydı. Bunun güvenli olmayacağına inanmak için insanlarla yeterince tecrübesi olmuştu.

İnsanlar, nesiller önce dünya üzerinde kurulmaya çalışılan karanlık iktidarın ortağı olmak için feylere ihanet etmişlerdi. Hiçbir tiran, kanlı iktidarına herhangi birini ortak etmezdi ancak onların gözlerinin önüne hırsları ve doyumsuzluklarından dokunmuş kalın bir perde çekilmişti. Nihayetinde, feyler Malekith'i yenilgiye uğrattıklarında kızgın tanrılar bir araya gelerek bu ırkı lanetlemişlerdi.

Kararmış kalpleri ve içlerindeki o hiç dolmayan boşluk yüzünden sonu gelmez bir kaos ve düşmanlıkla lanetlenmişlerdi, ta ki dünya üzerinde sadece Öte Diyar, gökler ardında ise cehennem kalana dek.

"Riona ve Envy muhtemelen beni aradıklarını söylediler. Ellerinde kraliyet armasının olduğu bir kumaş varmış, yani doğru olmalı. Peki ama neden beni arıyorlar? Yoksa-" Morrigan'ın sesi korkuyla titremişti. Odhran ne düşündüğünü biliyordu.

"Hayır, Edric'i öldürmekle eline hiçbir şey geçmez. Bunu yaptığını sanmıyorum, ya da en azından ben yapmazdım." Odhran daha ağzını açamadan Eamon bir nefeste onun söyleyeceklerini söylemişti.

"Eamon haklı, Dük bunu yapmayacak kadar zeki bir adam. Bunun yerine, Edric'i taç büyüsü için ikna etmeye çalışıyor olmalı."

Zeki bir düşman, tehlikeli olurdu. Sizi iyi tanıyan zeki bir düşmansa, çoktan uzvunuza saplanan bir bıçak gibiydi.

"Bu yüzden seni arıyor, Edric'in senin için her şeyi yapacağını çok iyi biliyor." Bu durum Odhran'ın hiç hoşuna gitmiyordu.

"Peki o zaman neden sadece uzaklaşıp izimizi kaybettirmiyoruz? Savaşmak bize zaman kaybettirecek." Eamon bunu sorarken gözleri Morrigan'ın üzerindeydi. Edric'e bir an önce ulaşmayı düşündüğü kadar, Morrigan'ın güvenliği için de endişeliydi.

Fearghal bitkin bir halde ona bakarak başını salladı. Bu lanet yaratıkları en az Odhran kadar iyi tanıyordu, zamanında onları beraber avlamışlardı.

"Onlar İz Sürücüler'dir, Eamon. Ne feydirler, ne de Myr ama duyuları hepsinden hassastır. Sonu gelmez bir hırsla yorulmadan, mola verme ihtiyacı duymadan hedeflerini ararlar. Böyle yaratıklardan oluşan bir grubu arkamızda bırakarak yola devam etmemiz doğru olmaz."

"Fearghal doğru söylüyor. Eğer onları şimdi yok etmezsek, Şato'ya vardığımızda iki ateş arasında kalırız." Odhran öyle bir durumda kalmalarını ve güçlerinin bölünmesini kesinlikle istemiyordu.

Eamon sert bir hareketle hançerlerini çektiğinde Envy yerinden sıçradı. Bu açıklama onun için yeterliydi, ne yapması gerektiğini anlamıştı.

Fearghal, sesini yükselterek alandaki herkesin duyabileceği şekilde konuşmaya başladı.

"Aranızda okçuluk konusunda iyi olan kim var? Iskalamayacak olan en az birkaç kişi lazım."

Nihayetinde birkaç askerle birlikte Eamon ve Morrigan da elini kaldırmıştı. Eamon'ın atışlarının şaşmazlığı zaten bilinse de herkes Morrigan'a bakıyordu.

"Vakti zamanında iyi bir savaşçı, atışlarımı bir hayli övmüştü. Iskalamayacağım." Eamon'ın sırıtışına bakılırsa, prenses onun onayını alabilecek kadar iyi bir okçuydu.

Fearghal gülümseyerek onayladı.

"Angria'lar bizden daha hızlı ve biraz daha güçlüdür. Ne yazık ki derileri sürüngenler gibi kalın olduğundan kılıç, hançer gibi silahlarla öldürülmeleri biraz zor." Tam Eamon ve Riona aynı anda soracaklardı ki Fearghal onları susturdu. "Hayır, bildiğimiz kadarıyla büyü onları pek de etkilemiyor. Bu yüzden siz okçular alanın çevresinde, ağaçların arasında gizlenmeli ve bizler onları oyalarken atış yapmalısınız. Tam gözlerinden vuracaksınız, yoksa tek yaptığınız onları çılgına çevirmek olur."

Odhran, sakin adımlarla Morrigan ve Eamon'ın yanına giderek tam karşılarına dikildi.

"Onlar başkentten, şatodan gönderildiler Morrigan. Senin için. Ama geldikleri yönde senin kokun yok, o yüzden buraya ulaşmaları biraz sürer. Eğer burada çok vakit kaybetmek istemiyorsanız, ikiniz onların bulunduğu alanın yakınlarına giderek onları buraya yönlendirecek şekilde koku bırakmalısınız."

Eamon ve Morrigan birbirlerine şöyle bir baktıktan sonra aynı anda başlarını salladılar, hemen ardından silahlarıyla birlikte koşarak ağaçların arasında kayboldular. Odhran onları birbirinden ayırmadığı sürece cehenneme bile göndermesine ses çıkarmayacaklarını düşünüyordu.

Aşk, insana normalde almayacağı riskleri seve seve kucaklama cesaretini veriyordu.

Odhran asıl insan dişisini ne yapmaları gerektiğini düşünüyordu. Yana doğru başını eğmiş bir halde Envy'i izleyen Fearghal'e bakılırsa, o da bunu düşünüyordu. Eh, çok da bir seçenekleri yoktu doğrusu.

"Yay kullanıp atış yapabilir misin, genç insan?" Fearghal belli ki kızı faydalı bir şekilde kullanıp kullanamayacaklarını merak ediyordu.

"Hayır, yay kullanamam lordum. Ama böyle bir tehlikenin içinde beni korumanıza almanızın karşılığını farklı bir şekilde verebilirim. Şu ağacın tepesinde olacağım."

Odhran ve Fearghal bir şey diyemeden ufak tefek kız oradan oraya zıplayan bir maymun gibi ağacın tepesine tırmandı. Hareketleri bir insan için oldukça güçlü ve çevikti.

Arkalarındaki askerler çoktan silahlarını kuşanmış bir halde, savaşmaya hazır olarak bekliyorlardı. Kimse bir şey sormamış ve hiçbiri tedirginlik göstermemişti. Odhran onların ve Riona'nın hakkını daha sonra teslim edecekti.

Şimdi toprağı siyah kanla sulamak için yaklaşan savaşı bekliyorlardı.

-----------------------------------

Bölüm notunu Kısım II'nin sonunda bulabilirsiniz, orada buluşmak üzere :3

 

Bölüm : 28.08.2024 15:44 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...