35. Bölüm

İZ SÜRÜCÜLER (Kısım II)

Merve Gündoğmuş
mervegndgms

İyi okumalar <3

Görsel: Eamon

Dakikalardır koşuyorlardı.

Morrigan, Eamon'la yan yana koşmanın ne kadar zor olduğunu yeni yeni fark ediyordu. Birbirlerine dair öğrenilecek o kadar çok şey vardı ki...

Her ikisi de sürüklendikleri bu kader çizgisinde ilerlerken birbirlerine ait bu küçük, özel ayrıntıları öğrenmenin keyfine varıyorlardı. Yalnız kalma fırsatı bulduklarında bunları konuşmak, birbirlerine daha da aşina olmak her ikisi için de keyifliydi. Kederli gök kubbenin altında kovaladıkları gülümsemeler, bu küçük ama heyecan verici ayrıntılarda saklıydı.

Ah Tanrılar, Morrigan daha da hızlanan Eamon'a yetişebilmek için bacaklarını zorlasa da bir türlü onu yakalayamıyordu. Üstelik arada yavaşlayıp dönerek ona sırıtması durumu daha da beter yapıyordu. Devasa kaslardan oluşmuşa benzeyen biri nasıl olur da bu kadar hızlı olabilirdi?

Morrigan kesinlikle girdikleri iddiayı kaybedecekti.

"Tozumu yutacağını peşinen kabul mü edersin, yoksa benimle bahse girip savaşacak mısın prenses?" demişti oyunbaz bir gülüşle. Morrigan'ın ne kadar rekabetçi olduğunu ve buna saniyesinde düşeceğini biliyordu elbette.

Tabii Morrigan hükmen mağlup olmayı ölse kabul etmeyeceğinden ve Eamon'ın onunla yüzyıllar boyu dalga geçmesini istemediğinden, bahse gireceğini söylemişti.

"Hm, pekâlâ... Bir mucize olur da beni geçebilirsen, benden ne istersin?" Kışkırtıcı bir şekilde güldüğünde gözlerini kısarak onunla eğlenen prense baktı.

Morrigan biraz düşündükten sonra pes edip "Bilemiyorum, ne isteyebilirim ki... Sen söyle, nesine bahse girmek istersin prens?" demişti. O yanındayken aklına isteyebileceği başka bir şey gelmemişti.

Eamon biraz düşünüp bronz teniyle tezat olan dişlerini gösteren bir sırıtışla "Pekâlâ, varacağımız yerde seni beklerken düşünürüm. Sen yeteri kadar toz yuttuktan sonra yani." demiş ve kahkahalarını numaradan öksürüklerle gizlemeye çalışarak onu deli etmişti.

"Edric'in sana ne kadar hızlı olduğumu anlatmamış olması ne fena... Orada görüşürüz!" dedikten sonra Morrigan yarışı başlattı.

Tabii bu bahsi kabul ederken Morrigan kaybedeceğini, hem de bu kadar açık arayla kaybedeceğini hiç hesaba katmamıştı. Mağlubiyetini fark ettiğinde Eamon'ın ondan ne isteyebileceğini düşünmeye başlamıştı ancak aklına bir şey gelmiyordu.

Nihayet Envy'nin bahsettiğine yakın bir mesafe gelmiş olmalıydılar. Elbette kesin olarak bilemezlerdi. İnsanların duyuları daha zayıf, fiziksel güç ve hızları daha azdı. Bu yüzden tahmin yürütmek zorunda kalmışlardı.

Adımlarını yavaşlatarak yürümeye başladılar. Güney ormanlarının sonsuz korulukları ve tepeleriyle onları çevreleyen gece yaratıklarının sesleri eşliğinde doğuya doğru kıvrılan yolda ilerlediler. Morrigan tam Eamon'a koruluğun içine girip girmemek konusunda ne düşündüğünü soracaktı ki, burunlarına dolan keskin koku karşısında dehşetle durdular.

Belli ki İz Sürücüler pek de uzak değillerdi.

Eamon başını yana eğerek dinliyordu. Kısa bir süre sonra yeşil gözleri hızla açıldı ve "En fazla çeyrek saat mesafede olmalılar. Eğer koku duyuları Odhran'ın dediği kadar iyiyse, bence yeterince yakınız." dedi.

Bu yaratıkların ağaçlara ve diğer şeylere sürtünerek geride bıraktıkları rahatsız edici kokuya bakılırsa, çevredeki ağaçlıkları araştırdıktan sonra tekrar bu patikaya çıkmaları gayet olasıydı.

Morrigan her zaman yanında taşıdığı siyah, güzel hançeri çıkardı ve sol avucuyla hançerin keskin ucunu kavradı.

"Ne yap-" Eamon'ın sözünü tamamlamasına fırsat vermeden avucunda derin, kanlı bir kesik açtı. Hançeri tekrar beline yerleştirirken avucunda biriken kan, damlayarak toprağa karışıyordu.

"Onlara kokumu bırakıyorum." Bu sırada avucunu açarak yolun sağındaki bir ağaca dokundu. Parlak kırmızı kan, ağacın gövdesini lekeledi.

"Bunu yapmak için kendini incitmene gerek yoktu, yalnızca dokunman bile yeterli olurdu herhalde. Bu kadar dramatik olma prenses." Bunları söylerken kaşlarını çatmış kanlı avucuna bakıyordu. Üzerinde düşünmeye gerek duymadan böyle bir şeyi yapabilmesi onu kızdırmış gibiydi.

Morrigan onun bu ciddi ifadesi karşısında omzunu silkti ve "Şey, sanırım haklısın. Sayende şapşal gibi hissediyorum şimdi." diyerek güldü.

Eamon çevresini dinleyip hala vakitleri olduğundan emin olduktan sonra bir adım daha atarak ona yaklaştı. Şimdi sıcaklıkları ve nefesleri birbirine karışacak kadar yakınında duruyordu.

Yine de yeterince yakın değilmiş gibi geliyordu.

"Bundan sonrası için bir başka kural: Düşüncesizce kendine zarar verecek şeyler yapmak ya da risk almak yok. Şimdi eline bakabilir miyim?" İri, yara izleriyle dolu avucunu ona doğru uzatmıştı. Israrcı bakışları itiraz götürmeyecek türden olsa da Morrigan endişenin kıvılcımlarını da görebiliyordu orada.

"Hiçbir şey yapmasak da birkaç dakikaya iyileşecek zaten, zahmet etme." Avucunu ikisi arasında açarak yarasını gösterdi. Gerçekten de kanama daha şimdiden azalmıştı.

"Bahsi kazandığıma göre, istediğim şey bu." Morrigan'ın şaşkınlığı karşısında zafer kazanmış bir edayla sırıttı. Kılıç tutmaktan nasır bağlamış iri parmaklar büyük bir hassasiyetle kanlı elini tuttuğundaysa o sırıtış kayboldu ve yerini daha ciddi bir şeylere bıraktı. Eamon'ın parmakları, tenini ve parmaklarını ezberler gibi okşarken Morrigan'ın tüyleri ürperdi. Sıcaklık, boynundan kulaklarına kadarki yolu hızla tırmanıyordu.

Eamon ona tereddütsüz bir ilgiyle baktı. Siyah saçlarının asi dağınıklığı, omuzları ve köprücük kemiklerine dökülüyordu. Yakışıklı yüzündeki ifadenin değişimi karşısında Morrigan'ın boğazı kurudu.

Nihayet bir başka ukala gülümsemeyle kıvrılan muzır dudaklar avucundaki yaranın üzerine kapandığında Morrigan gümbürdeyen kalbini takip etmenin İz Sürücüler için gayet kolay olabileceğini düşündü. Heyecan ve başka binlerce hisle hafifçe titredi.

Eamon'ın dudaklarının değdiği yerde soluk, yeşilimsi bir parıltı belirdi. Birbirine kaynayan derinin iyileşirken hissettirdiği gıdıklanma hissi, ufak öpücüğün kendinden büyük olan hazzına karıştı ve içini ısıttı.

Prens dudaklarını çekerek avucuna doğru "Kanının aktığını izleyemem Morrigan, bir daha asla." diye fısıldadığında, her heceyle birlikte sıcak nefesi tenini okşadı.

Eamon başını kaldırıp ona kararlı bir şekilde bakarken aralarındaki mesafe tekrar açılmıştı.

"Yalnızca sen de söz verirsen Eamon. Bugün de, sonrasında da." diyebilecek kadar toparlanmıştı. Yine de gümdürdeyen kalbi konusunda yapabileceği hiçbir şey yoktu. Onun karşısında hissettiklerini gizleme ihtiyacı da duymuyordu gerçi.

"Anlaştık."

Morrigan birkaç adım atarak biraz ötedeki ağacın gövdesine parmaklarını değdirdi, parmakları hala hafifçe titriyordu. Son bir kez dönüp karşısındaki yakışıklı savaşçıyı süzdü.

Üzerindeki toz ve çamura, saraydaki erkeklerin kıyafetleri yanında sade ve pejmürde kalan kıyafetlerine rağmen Morrigan daha kusursuz bir fey erkeği hayal dahi edemezdi.

Boğazını temizleyerek "Bunun için bahse gerek yoktu." dedi ve ona bakamadan yol boyunca koşmaya başladı.

Geri dönüş yolunda hiç konuşmamış olsalar da yaklaşan kavgaya ve akacak olan kana rağmen ikisinin de yüzünde bir tebessüm vardı. Yol ne kadar karanlık olursa olsun, kalplerini dolduran sevgi onu aydınlatarak pusulaları olacaktı.

-----------------------------------

Geri dönüş yolculuğu sessiz geçmiş olsa da Eamon tuhaf değil aksine rahatlatıcı olan bu sessizliği hiç yadırgamamış, aksine ondan hoşlanmıştı. Sanki bu sessizlik aralarında ebedi olacak bir köprü inşa ediyormuş gibiydi.

Odhran ve diğerlerinin beklediği koruluğa gelene kadar Morrigan ağaçlara, bulduğu kayalara dokunmuş ve elinden geldiğince kokusunu bırakmıştı. Artık Angria'ların onları bulması sadece an meselesiydi.

Alana girdiklerinde sorunsuz dönmeleri karşısında herkes, belirgin bir şekilde rahatlamıştı. Tüm askerler, Odhran, Fearghal ve Riona silahları ellerinde hazır bekliyorlardı. Bir tek küçük insan kızı ortalıkta görünmüyordu.

"Eamon, atış yapmaya hazır bir halde şu ağaca çık ve bekle. Morrigan, senin de tam karşı ağaca geçmeni istiyorum. Illarion, sen de Morrigan'ın bulunduğu ağaca çık ve herhangi bir şeyin ona yaklaşmadığından emin ol." Fearghal, sık yaprakları dallarını çok iyi gizleyen ulu iki çınar ağacını işaret etmişti.

Bir süredir askerlerle bir arada olan ve onlarla çoktan yakınlaşmaya başlamış olan Illarion bunun üzerine döndü ve hevesle "Emredersiniz!" dedi. Bu genç fey tam bir görev adamıydı, çalıştığı ve koruduğu sürece mutluydu.

Her ne kadar bir kavga esnasında Morrigan'a bu kadar uzak olmak iç güdülerine aykırı olsa da atış yapılacak açıları arttırmak, uygulayabilecekleri en iyi stratejiydi. Bu yüzden sıktığı dişleri arasından sıkıntılı bir nefes vererek başıyla emri onayladı ve ağacın dalları arasındaki yerini aldı.

Morrigan emri duymuşsa da henüz kendine gösterilen ağaca çıkmamış, tuhaf bir şekilde etrafına bakınıyordu. Onun insan kızı aradığını anlaması Eamon'ın birkaç saniyesini almıştı.

Öncelik listesinin hiçbir yerinde o insan yer almadığından, Morrigan'ı ilk anda anlayamamıştı. Ancak kısa bir an durup düşündüğünde, Envy ve Morrigan'ın bir şekilde birbirlerine ne kadar benzediklerini fark etti. Her ikisinin de ailesi yoktu, çok gençlerdi ve yolları uzundu. Morrigan'ın ona karşı duyduğu hassasiyet ve ilgi çok normaldi.

Eamon'ın yanındaki ağacın yaprakları belli belirsiz kıpırdadığında turuncu saçlar görünür oldu. Cılız bir ses "Buradayım, majesteleri." diye seslenmese onu fark etmek oldukça zordu.

Morrigan'ın ona doğru başını kaldırıp gülümseyişi, Eamon'ın gördüğü en anlayışlı ve içten gülümsemeydi. Morrigan, Envy'nin yanında olmasından mutluydu. Eamon bu gelişme karşısında gerildi, bu durumdan hiç hoşnut olmamıştı. O kız bir insandı, onlara güven olmazdı.

Hemen sonra sırtına astığı yayıyla prenses hoplaya zıplaya gümüş saçlarını havalandırarak dallara tırmandı ve karşı ağaçtaki yerini aldı. Aralarındaki dört- beş metreden bile onu fark etmek oldukça zordu.

Artık biraz uzaktaki atlarının kişnemeleri veya toprağı döven toynaklarının sesi dışında hiçbirinden çıt çıkmıyordu. Hepsi de Morrigan'ın izini sürmekte olan o habis yaratıkların onları bulmasını bekliyordu.

Dakikalar sonra Eamon toprağı döven pençeleri ve nefret dolu kükremeleri duydu. Gördüğü her canlıdan daha hızlı ilerleyen avcılar nihayet alanda görünmeye başlamıştı.

O şeylerin neye benzediğine dair çok az şey bildiklerinden, çarpık ve kötü bir deneyin sonucu olan yaratıklar alana girdiğinde her daim tepkisiz olan Riona bile irkilmişti. Sanki kadim ejderhalar ve feylerin hiç olmaması gereken bir birleşimi gibiydiler.

Eamon bulunduğu dallar arasından doğru sayabildiyse, yaklaşık yirmi yaratık olmalıydı. Her biri fey savaşçılarından biraz daha uzun ve daha iri olan yirmi yaratığın hepsi de başlarını kaldırmış havayı kokluyorlardı. Ürkütücü kızıl gözleri vardı ancak o kırmızı gözler görme yetisine sahip değilmiş gibi görünüyordu.

Yine de hepsi direkt olarak Morrigan'ın bulunduğu ağaca bakıyorlardı.

Yaratıkların bulunduğu grup, Eamon'ın sol tarafındaki açıklıktan alana girmişlerdi ve duraksamak gibi bir niyetleri yoktu. Kükreyen liderleri ağaca doğru koşmaya başladığında Odhran ve Riona savaş çığlıklarıyla karşılık vererek saldırı emrini verdiler.

Eamon'ın ilk atışını yapabilmesi için biraz beklemesi gerekti.

Angrialar hedeflerinin nerede olduğunu biliyorlardı, ancak ona ulaşmalarının engellenmesi karşısında öfkeden delirmişlerdi. Pençeleri ya da siyah çelikten kılıçlarıyla indirdikleri darbeler çok şiddetli ve hızlıydı. Kendi askerlerini vurmamak için Eamon'ın çok iyi nişan alması gerekiyordu.

İlk ok, Morrigan'ın bulunduğu ağaçtan çıkarak Riona'nın o yöne bakar şekilde sabit tutmaya çalıştığı yaratığı buldu ve sağ gözüne saplandı. Büyük bir gürültü ve toz bulutu eşliğinde ilk ölen Angria da o oldu. Eamon hissettiği gurur ve hayranlıkla gülümsedi. Illarion da aynı hisler içinde olmalıydı ki ağaçtan takdir dolu bir ıslık sesiyle birlikte Morrigan'ın çınlayan kahkahası duyuldu.

Fearghal bir ıslık çalarak adını söyledikten sonra zehirli sarmaşıklardan oluşan kırbacıyla yakaladığı bir yaratığın dizlerine bir tekme indirdi ve alçalan başını güçlü bir kıskaca aldı. Eamon derin bir nefes aldı ve parmaklarının serbest bıraktığı ok, yaratığın kör gözlerinden birine girdi. Yalnızca tüyleri görülen ok, kafa kemiğine saplanarak bir çatırtı çıkardı.

Bu ses üzerine yaratıkların kükremeleri, kulaklarını dolduran küfürler gibi gelmişti Eamon'a.

İkinci bir oku, yayına yerleştirmek için sadağına uzanırken yanındaki dala tünemiş olan kaknüs kuşu dikkatini çekti. Eamon kısa bir an durakladı ve renkli tüylerini kabartmış bir halde tüm ihtişamıyla onu izleyen kuşa baktı. Beline asılı olan kılıcın kınındaki tüyün sahibi kuş bu olmalıydı, merakla onu izliyordu. Odhran'ın okkalı bir küfürle kükreyerek Fearghal'in sarmaşıklarına yakalanan Angria'nın kafasını ikiye ayırışı ikisinin de dikkatini dağıttı.

Eamon defalarca kez Odhran ve Fearghal'in hareketlerini izlemiş olsa da onları ilk kez gerçek bir savaşta izliyordu. Hareketleri ölümcül bir güzellikle akarken dönüyor, bağırıyor, silahlarını indiriyorlardı. Geçmişe ait hikayelerin amansız komutanları iş üstünde görmek nefes kesiciydi.

Askerler bu yaratıkları öldüremeyeceklerini farkındalardı, bu yüzden güçlerini boşa harcamayarak yalnızca savunma yapıyor ve onları ok menziline sokarak sabit tutmaya çalışıyorlardı.

Omuzlarına çalınan kırmızı boya ve diğerlerinden biraz daha uzun olması sebebiyle lider olduğuna inandığı Angria çapraz tuttuğu pençelerini açarak onu tutmaya çalışan askerlerden birinin kolunda derin kesikler açtı. Diğer askerin karnındaki yarıktan organları görünüyordu.

Lider, Eamon'ın menziline girmek üzereydi. Parmakları, serbest bırakmak üzere olduğu oku sıkmaktan ağrırken sabırla bekledi. Nihayet onu tutmak için uğraşan üç asker onun çirkin başını sabit tutmayı başarabildiklerinde Eamon atışını yaptı.

Lider Angria'nın sağ gözüne kendisinin oku saplanırken, sol gözüne de Eamon'ın nereden geldiğini göremediği metal bir kanca saplandı. Püsküren siyah kanla birlikte yaratık önce dizlerinin üzerine çöktü, sonra da yere devrildi.

Kancanın ucuna ince, çelik bir halat bağlıydı. Hemen sonra metal kanca saplandığı gözü yerinden sökerek geriye doğru çekildi. Halat ve ucundaki kancayla göz, Envy'nin bulunduğu ağacın dalları arasında kayboldu.

Envy, siyah kanla kaplı gözü görmüş olacak ki "Iyy!" nidasıyla alanı inlettiğinde Eamon keyifle gülümsedi. Her ne kadar onu Morrigan'ın yakınlarında istemese de iyi nişancılığını takdir etmeliydi doğrusu.

Odhran ve Fearghal, etraflarındaki askerlere çok bir iş bırakıyorlardı. Fearghal'in büyüsüyle yarattığı dallar ve sarmaşıklarla sabit tuttuğu yaratıklar ağaçlar arasında gizlenenlerin oklarıyla -ve Envy'nin tuhaf kancasıyla- ya da Odhran'ın havada uçuşan bıçaklarıyla öldürülüyorlardı. Tek başlarına olsalar dahi Eamon zafer kazanacaklarından şüphe duymazdı.

Morrigan'ın Illarion'un ona doğru çevirdiği yaratığa attığı son oku sonrası toprak üzerinde siyah kan birikintilerinin oluştuğu alanda birkaç inleme dışında doğal olmayan bütün sesler kesilmişti. Nihayet Dük'ün birliği yok edilmişti, artık yolun geri kalanında Morrigan'ın peşinde olmayacaklardı.

Son Angria da öldüğünde, kaknüs kuşu Eamon'ı terk etmişti. Yeni bir yol arkadaşları olduğunu Morrigan'a söylemek için sabırsızlanıyordu, hoşuna gideceğinden emindi.

Yanlarındaki birlik profesyonel askerlerden oluşsa da Angria'lar daha hızlı ve güçlülerdi, bu yüzden üç yaralı asker olması şaşırtıcı değildi. Eamon ağacın tepesinden toprağa atlayarak Morrigan'ın bulunduğu ağacın dibinde durdu.

Prenses zarif bir atlayışla toprağa indiğinde ağaçtan inmekte olan Envy'e şöyle bir baktı, daha sonra gözleri Eamon'ınkileri buldu. İyi olduğuna emin olduktan sonra ışık saçan bir ifadeyle Eamon'a gülümsedi.

Ancak bu gülümseme, inleyen askerlerin sesini duyduğunda endişe ve korkuyla karışan bir şeye dönüştü. Eamon o şeyin suçluluk olduğundan emin sayılırdı.

Kanlı korkunç bedenlerin arasından acele adımlarla ilerleyen Morrigan, durumu ciddi gibi gözüken bir askerin yanına yere çöktü. Lider Angria'nın pençesiyle karnından yaralanan askerdi bu.

Kanama azalmış olsa da açıkta kalan bağırsakları, karnındaki derin kesikten gözüküyordu. Karanlığın çocuklarının sebep oldukları yaralar normalden daha yavaş iyileşirdi. Bu yaranın bu hızla kendi kendine iyileşmesi çok uzun sürecekti, askerin daha fazla acı çekmemesi ve zaman kaybetmemek için büyüyle iyileştirilmesi gerekiyordu.

Normalde bu işi şifacılar yapmalıydı ancak aralarında hiç şifacı olmadığından, başlarının çaresine bakmalılardı. İyileştirme büyüsü olan ve böyle büyük bir büyüyü yapabilecek birine ihtiyaçları vardı. Eamon'da bu güç olsa da öyle kısıtlıydı ki, ufak tefek sıyrık ve kesikler dışında pek bir faydası dokunmazdı. Bu yüzden hiçbir şey diyemedi ve bekledi.

Odhran ve Fearghal birbirlerine baktılar. Eamon, Odhran'ın böyle bir gücü olmadığını biliyordu ve Fearghal'in ifadesine bakılırsa onun da yoktu.

"İçinizde iyileştirme büyüsü yapabilen var mı, asker?" Riona arkasındaki siyah ve kırmızı kanla kaplı askerlere sormuştu. Ne var ki olumlu bir cevap yoktu.

"Ben biraz yapabiliyorum, ama bu boyuttaki bir yaraya yetecek kadar değil leydim. İyileştirdiğim en büyük yara, bir ok yarasıydı. Yine de yardımım dokunacaksa..." Illarion, şüpheyle karışık bir çekinceyle Riona'ya bakarak onay bekledi. Riona ona başıyla işaret ettiğinde Illarion askerin yanına çöktü ve ellerini yaranın üzerine uzatarak gözlerini kapattı. İyleştirmek, oldukça büyük bir dikkat ve odaklanma gerektiriyordu.

Çıkan soluk yeşil parıltı eşliğinde yaranın boyutu birkaç santim küçülmekle kalmıştı. Yerde yatan cesur asker inlememeye çalışsa da boncuk halindeki terler şakaklarından yuvarlanarak yakasına damlıyordu.

Illarion nefes nefese kalmış bir halde "Daha fazlasını yapamam, üzgünüm." diyerek ayağa kalktı. Bitkin düşmüştü, bir iki kez hafifçe sallandığı için Eamon yanına giderek onu destekledi.

Birden aklına bir şey geldi.

"Edric'in iyileştirme gücü vardı, hem de güçlü bir şekilde bu büyüyü yapabiliyordu. Belki sende de vardır, ne dersin?" Merakla Morrigan'a bakıyordu.

Morrigan bir yaralı askere, bir de kendi minik ellerine bakıyordu şimdi. Heyecanla oturduğu yerde kıpırdandı.

"Doğru! Hem annemde de vardı, belki geçiyordur... Ama bir sorun var." Birden endişeli bir ifadeyle duraksadı ve omuzları çökmüş bir halde mırıldandı "Nasıl iyileştirme yapılır bilmiyorum ki!".

Eamon gülümsedi. Onun ne kadar genç olduğunu ve bazı şeylerin onun için ne kadar yeni olduğunu unutmak öyle kolaydı ki... Olgun bir ruhu bu kadar genç bir bedene armağan eden Tanrılar bunu eğlenceli buluyor olmalılardı.

Fearghal, Morrigan'a şöyle bir baktıktan sonra Illarion'a dönerek "Ona nasıl yapılacağını göster, asker. Fazla vaktimiz yok, bir an önce yola koyulmamız gerek." dedi ve uzaklaştı.

"Özellikle de Dük, İz Sürücü'lerinin yok olduğunu fark edip yolumuza başka şeyler çıkarmadan. Karanlık Tanrı Asdum'un, Malekith'e neler fısıldadığını kim bilebilir?" Koyu gece göğünü izleyerek bunları dedikten sonra Odhran da Fearghal'in arkasından gitmişti.

Riona hiçbir şey demedi, irileşmiş gözlerle bir yerde yatan askere bir Morrigan'a bakan Envy'i kolundan tutup sürükleyerek kadim komutanları takip etti. Üçü de gerekli toplanma ve hazırlanma emirleri eşliğinde birliklerini yeniden yola çıkmak için hazırlarken sesleri ağaçların arasında gezinerek alanı turladı.

Illarion "Size yardım edeceğim, majesteleri. Yalnız, biri yanınızda durmalı. Eğer büyü sizde varsa, bu yara sizi zorlayacak." derken manidar bir bakışla Eamon'a baktı.

Hiç düşünmeden "Ben yanında dururum, sorun yok." diye atladı ve Morrigan'ın yanında dizlerinin üzerine çöktü. Birbirlerine baktıktan sonra Eamon ona gülümseyerek başını salladı.

Onda bu gücün olduğundan hiç şüphesi yoktu. Eamon'ın yalnız ve donuk ruhunu iyileştirmişti, nasıl olmazdı ki?

Illarion başıyla onayladı ve "Peki, majesteleri. Gevşeyin, büyü sizde varsa keşfetmek hiç zor değil. Ellerinizi yaranın üzerine uzatın ve gözlerinizi kapatın." dedi.

Morrigan minik, beyaz ellerini kanlı yaranın üzerine uzattı, parmakları heyecan ve gerginlikle titriyordu. Eamon ona destek olabilmek için bir elini prensesin dizine koydu ve merakla beklemeye başladı.

"Şimdi yaranın oluştuğu anı düşünün. Ve zamanı geri aldığınızı, büyünün kesiği birleştirerek kapadığını hayal edin. Hepsi bu kadar."

Eamon büyük bir ilgiyle onu izliyor ve gözünü bile kırpmaya cesaret edemiyordu. Gri, biçimli kaşları çatılırken teninde beliren ufak çizgi, sıkıntıyla birbirine bastırdığı pembe dudakları, kirpiklerinin titreyişi... Hiçbir ayrıntıyı kaçırmadı. Herkes onu izliyor ve bekliyordu.

Birkaç saniye sonra Morrigan'ın parmakları arasında Eamon ve diğer herkesin aşina olduğu o soluk, yeşil parıltı belirdiğinde hala gözleri kapalı olan Morrigan zaferle gülümsedi.

Ellerinin altındaki genç asker vakur bir tavırla acıyı kucaklarken ses çıkarmayarak şaşkın gözlerle yarasının kapanışını izledi. Esmer teni acının ona döktürdüğü terle parlıyordu.

Artık görünen bağırsaklar yoktu, kanama tamamen durmuştu ve kesik de kapanmak üzereydi. O sırada Morrigan'ın nefes alışverişleri hızlanmaya ve elleri titremeye başladı. Bu ilk seferiydi ve yara çok derindi, zorlanmaya başlamıştı.

Eamon onun bileğini tuttu.

"Artık durabilirsin. Kendi kendine iyileşebilecek duruma geldi bile." Kendisini fazla zorlamasından endişe ediyordu.

"Biraz daha." Sıktığı dişlerinin arasından ittirdiği sözcükler zorla çıkmıştı.

"Bu kadarı yeter, prenses. Çoğu şifacı tamamen iyileştirmeye gerek duymaz bile." Illarion da endişeyle bakıyordu şimdi.

Morrigan hiçbir şey demedi ancak soluk yeşil parıltı parmaklarının arasından bir çağlayan gibi akmaya devam etti. Eamon ne yapması gerektiğini bilemeyerek onu kollarından kavradı ve çekmeye çalıştı ancak Morrigan'ın kıpırdamaya niyeti yoktu.

Tam zorla kucaklayıp onu uzaklaştırmak için hamle yapmıştı ki Morrigan'ın sıktığı dişlerinin arasından "Sınırı bilmem gerek, Edric ve diğerleri için..." sözcükleri kesik fısıltılar halinde döküldü.

Edric'i veya diğerlerini ne halde bulacaklarını hiçbiri tahmin edemezdi. Ama Morrigan amcasını ve neler yapabileceğini görmüştü, bu yüzden çoktan olabilecek en kötü ihtimali düşünmüş ve gerçekleşirse diye kendisini sınıyordu.

Eamon kuzeninin, hatta kardeşinin o durumda olduğuna inanmak istemiyordu elbette. Ancak bu, hisleriyle karışık olan dileğiydi. Ve bir asker olarak hislerini kenara bıraktığında, işkence izlerinin kaçınılmaz olacağının farkındaydı.

Morrigan'ı tutan elleri gevşedi, arkasına geçerek onu kendisine yasladı ve istediği gibi devam etmesi için ona dayanak oldu. Hızlı ve sığ nefeslerinin her birini onu yasladığı göğsünde hissediyordu. Terden yüzüne yapışan buklelerini onun için uzaklaştırırken tüm içgüdülerinin aşina olduğu o çiçeksi kokusunu içine çekti.

Yerde yatan askerin bilinci artık tamamen açıktı, acısı olduğuna dair herhangi bir belirti de yoktu. Kanlı kumaş parçalarının arasından görünen teninde artık herhangi bir yara gözükmüyordu. Sapasağlamdı.

Morrigan'ın avuçlarından taşan ışık yavaşça kesildi. Omzunun üzerinden Eamon'a bakarak bitkin bir şekilde gülümsedi. Yorgunluktan gözleri kapanmak üzere gibiydi.

"Diğer iki askere gelmelerini söyle, prens." Sesi oldukça hafifti, adeta bir nefes gibiydi.

Eamon onun bu isteğini yerine getirmek istese de "Emin misin?" diye sormadan edemedi.

"Evet."

Eamon, yanlarında dikilen Illarion'a baktı. Onun sessiz sorusunu anlayacağından emindi. Beklediği gibi Illarion da ona ve Morrigan'a şöyle bir bakarak hafifçe başını salladı, devam etmesinin ona zarar vermeyeceğini onaylıyordu.

Illarion diğer iki askeri getirirken nal sesleri duyulmaya başlamıştı, yola çıkmak için neredeyse hazır sayılırlardı.

Morrigan diğer iki asker üzerinde de aynı kararlılıkla çalışmıştı, neyse ki bu askerlerin yaraları hafif sıyrıklardan ibaretti. İşi bittiğinde üç asker yumruklarını göğüslerine koyarak ona selam verdiler, minnetlerini ifade etmek için seçtikleri yol buydu.

Prenses onların karşısında dik durmaya, ayağa kalkmaya çalışsa da başaramadı. Bunun için çok, hem de çok yorgundu.

Eamon'ın ona hayran olmasının ve içinde köklenen sevginin birçok sebebi vardı. Morrigan yorgun bir zafer ifadesiyle "Edric ve diğerleri için iyi bir şey, değil mi?" diyip kollarının arasında derin bir uykuya daldığında Eamon bir kez daha bunu anladı. Bu inatçı, savaşçı kızın içindeki tutku ve inanç onu kendine hayran bırakıyordu.

Nihayet diğerlerinin son kontrolleri ve hazırlıkları da bitmişti; herkes atına binmiş ve yola çıkmaya hazır bir halde onları bekliyordu. Odhran, kendine has kuş sesini andıran ıslığıyla onu çağırmıştı.

Eamon elinden geldiğinde nazik hareketlerle bir elini Morrigan'ın sırtına koydu, diğer eliyle de dizlerine destek vererek onu kucakladı. Prensesin başını yasladığı göğsün ardında yatan kalbin gümbürtüsünü duyup duymadığını merak ediyordu.

Nihayet ayağa kalkıp yavaş, onu sarsmayacak adımlarla atına ilerlerken şaşkındı. Kollarıyla sarmaladığı kız ne kadar da hafif ve ufak tefekti. Eamon bir an için bu kadar genç bir kızın omuzlarına bu kadar ağır bir kader yükünü vuran tüm tanrılara lanet etti.

Atının eyerine Morrigan'ı dikkatlice yerleştirdikten sonra kendisi de eyere yerleşti ve başını omzuna yaslayarak peleriniyle onu sarmaladı. Günün geri kalanında dörtnala yol alacaklardı, serin esen rüzgârın onu üşütmesini istememişti.

Yuları çekiştirerek Odhran ve diğerlerinin yanına gitti.

Artık yollarına çıkacak bir başka engel yoktu. Aşılacak tepeler, geçilecek dereler ve uygulanacak bir plan vardı. Kurtarmak istedikleri dostlarıyla kendileri arasında sadece günler ve geceler kalmıştı artık.

Kollarının arasında huzurla uyuyan prensesle birlikte doğmakta olan güneşin onlar için aydınlattığı yolda at sürmeye devam etti.

----------------------------

Evet, merhaba. Nasılsınız? Çok kötü günler geçiriyoruz ve ben yeni yeni kendime gelebildim. Sizlerin de daha iyi olmasını diliyorum. Hepimize geçmiş olsun.

Bölüm bir hayli uzun olduğundan ve farklı bakış açılarından yazıldığından iki parça halinde yayınlama kararı aldım. Nasıl buldunuz? Yorumlarda veya panomdaki sessizliği biraz kırar ve görüşlerinizi esirgemezseniz çook mutlu olurum. Bunun dışında sohbet için de seve seve açığım. Lütfen oylarınızı esirgemeyin ama ehe

Bu hafta okulum başlıyor, duruma ve yoğunluğuma göre yayınlanma süresi ve günlerini konuşuruz ama ayda üç bölüm şeklinde ilerlemeyi hedefliyorum. Mezuniyet dönemim olduğundan çok net konuşamıyorum ama yazmaya devam edeceğimi net bir şekilde söyleyebilirim. Yeni bölümlerde görüşmek üzere! Hoşçakalınn <3

 

Bölüm : 28.08.2024 15:45 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş