16. Bölüm

KABUSUN DOKUNUŞU

Merve Gündoğmuş
mervegndgms

Yeni bir bölüm gününde herkese merhaba, iyi okumalar ^^

Morrigan en son uykuya teslim olarak gözlerini kapattığını ve başını yasladığı yastığın burnuna dolan hafif, lavantayı anımsatan kokusunu hatırlıyordu. Gözlerini açtığında kendisini toprağın çorak olduğu, gökyüzünün kızıla çaldığı ve ağaçların ona doğru uzanan kemikli elleri anımsatan çıplak dallardan ibaret olduğu bir açıklıkta bulmuştu. Üzerinde yattığı ve yanağını yasladığı toprak dünyanın yanan kalbi hemen altında atıyormuş gibi sıcaktı. Rüya gördüğünü anlamıştı, ancak duyuları kendisini aldatacak kadar gerçekçi şekilde bu dünyayı algılamasına neden olduğundan bunu unutmak çok kolay olurdu. Ayağa kalktı, nerede olduğunu anlamaya çalışarak etrafına baktı.

Bu çarpık, doğal olmayan yer her neresiyse gözünün gördüğü her yer ve her yön birbirine benziyordu, o yüzden rastgele bir yöne doğru yürümeye başladı. Toprağın, ağaçların ve havanın bu kadar özünden uzaklaşmış, bu kadar hayattan kopuk olabileceği tek yer Nymalin'di, orada olmalıydı. Feanaro'un engin ateşi toprağın altında nehirler halinde akıyor gibiydi. Toprak yer yer tütüyor, yükselen sıcak Morrigan'ın yüzünü yalıyordu. Sıcaktan ve soruların içinde debelenmekten çoktan terlemeye başlamıştı.

Bulunduğu açıklıktan çıktı ve toprak yolu takip etti, çevrede ağaçlar ve kıvrıla kıvrıla gezinen dumandan başka hiçbir şey yoktu. Bir süre ilerledikten sonra sivri dişlere benzeyen kayalıkların çevrelediği daire şeklinde bir açıklık önünde belirdi. Açıklığın hemen sağında yüksekçe bir tepe vardı. Burası o gün gördüğü, Feanaro ve Malekith'in savaştığı alana benziyordu. Ancak taşlar sonradan getirilmiş gibiydi, görünüşlerinde insanı ürperten bir şeyler vardı. Bir ter damlacığı boynundan göğsüne doğru süzüldü.

Taşların çevrelediği açıklıkta siyah bir şeyler vardı, o kadar siyahtı ki Morrigan ne olduğunu anlayamamıştı. Sanki çevredeki tüm aydınlığı ve havayı emiyor gibiydi o şey, doğal değildi. Anlamlandıramadığı bir şeyle karşılaşan her insanda olduğu gibi kalbi tedirginlikle titredi. Bir şeyler onu rahatsız etmişti. Artık ilerlemiyordu, bedeni bir tehlikeyle uyarılmış gibi olduğu yerde durdu, içgüdüsel olarak eğildi ve kasları gerildi. Şimdi çevresinde uğursuz ve korkunç sesler yükselmeye başlamıştı. Anlamsız sesler ve fısıltılar gitgide yükseliyor ve kulaklarında uğulduyordu, geriye doğru bir adım attı. Buradan uzaklaşmalıydı, hem de hemen. İçgüdüleri çığlık çığlığa bağırıyordu, uyanmak ve kaçmak istedi ancak bedenine geri dönemiyordu. Eğer bu bir rüyaysa neden uyanamıyordu?

Bu cehennemde sıkışıp kalmıştı. Panik zihnini esir almak üzereydi.

Rüzgar kuvvetlendi, gümüş saçları etrafında savruluyor ve terli yüzüne yapışıyordu. Uğultular sağır ediciydi, Morrigan korkudan düzgün düşünemiyordu. Eğer uyanamıyorsa bu korkunç ve uğursuz yerden nasıl kaçacaktı? Çevresine bakındı ama gidebileceği hiçbir yer yoktu. Yer yer kayalıkların olduğu, ağaçlarla çevrili çıplak bir arazideydi. Kendini koruyabilmek için kullanabileceği bir şey arasa da bu lanet yerde işine yarayacak pek bir şey de yoktu.

Hemen sonrasında gerçekleşen bir ışık patlaması gözlerini geçici olarak kör etti. Morrigan ellerini yüzüne siper etmişti. Saniyeler sonra ellerini indirdiğinde karşısında o güne dek gördüğü en güzel varlığı gördü.

Hemen karşısında beliren, güzel olan her şeyin, ay ışığının ve gecenin tanrıçası Sehanine'in mehtabın kendisi kadar aydınlık saçları dalgalar halinde omuzlarından dökülüyor, görünmez tatlı bir meltemle hafifçe uçuşuyordu. Mermer kadar pürüzsüz ve bembeyaz tenini rengi koyu gece göğüne benzeyen, ışıltılı tülden bir elbise örtüyordu. Yeşil gözleri Morrigan'ınkilerin bir kopyası gibiydi, o gözler karşısındaki kızı yalnızca ölümsüz bir tanrıçaya has olabilecek hareketsiz ama ilgili bakışlarla süzüyordu.

Ona bu şekilde bakmak nefes kesiciydi, Morrigan saygıyla başını eğmek zorunda hissetti. Hemen sonra billur gibi bir ses "Bak, Gecenin Varisi" diye adeta çağladığında başını kaldırdı. Tanrıça'nın sesi, bir sandıktan alınıp geri dökülen mücevherlerin birbirine çarptığında çıkardığı sesi dinlemek gibiydi.

Sehanine, bir elini kaldırdı ve işaret parmağıyla keskin dişleri andıran taşlardan en büyüğünü işaret etti. Morrigan karanlık taşın dibinden gelen küçük, zayıf bir ışıltının belirdiğini gördüğünde onun ne olduğunu sormak için tanrıçaya döndü. Ancak tanrıça çoktan gitmişti.

Çevresine bakınsa da açıklıkta yine tek başınaydı şimdi. Yalnızca Morrigan'ın nereden geldiğini anlayamadığı Tanrıça'nın sesi son bir kez etrafta yankılandı, "Mallorn" demişti. Sonrasında sesi de duyulmaz oldu ve yerini uğultulara bıraktı.

Morrigan kelimenin ne anlama geldiğini bile bilmiyordu. Eski dile benziyordu, ancak bu kelimeyi daha önce hiç duymamıştı.

Bu korkunç yerde tek başına kalmıştı yine. Kaçmak ve dibinden ışıltının geldiği taşa bakmak arasında kalmıştı. O karar vermeye çalışırken kalın bir duman sinsi sinsi kıvrılarak çevresini sardı, burnuna dolan kötü kokuya karşı hoşnutsuzlukla hırladı. Tüyleri diken diken olmuştu, koku o günkü savaşçı Myr'in kokusu gibiydi ancak özü daha karanlık bir şeylere aitti.

Çevresini görmek için delirmiş gibi her yöne baksa da kalın duman etrafını tamamen sarmıştı, hiçbir şey göremiyordu. Altındaki toprağın daha da ısındığını hissetti, çıplak ayaklarını yakacak kadar sıcaktı. Ter şimdi alnından süzülüyor, gözlerini yakıyordu.

Etrafını tamamen sarmış olan ve kıvrıla kıvrıla yayılan dumanın arasından Morrigan'ın o ana dek gördüğü en korkunç yaratık fırladı. Taşların hemen önünde beliren ve ona doğru ilerleyen yaratığın yüzü sırtlanları andırıyordu, derisi yer yer çürümüştü. Kafası ve sırtından fırlayan siyah kürkü kanla keçeleşmişti. Dört kolu, atların arka bacaklarını andıran kaslı bacakları vardı. Dört elinin tırnakları ustura keskinliğindeydi ve pençelerinden akan parlak kırmızı kan yere damlıyordu. Yaratığın ona bakan dört gözü Morrigan'ın taştan dairenin içinde gördüğü şey kadar karaydı. Ona doğru hırladığında birkaç sıra halinde ve kanla kaplı dişleri göründü. Korkunçtu.

Morrigan tekrar geri adım attı, ayağı bir şeye takıldı ve yere düştü. Yaratık ona doğru koşarken o yerde geri geri gitmek için çabaladı, telaştan ayağa bile kalkamıyordu. Korkudan bunun bir rüya olduğunu, bedenine geri dönmesi gerektiğini dahi unutmuştu.

Korkudan tir tir titreyerek yerden destek alarak ayağa kalkmak istediğinde sivri, kara bir taş avucunu kesti ancak acıyı hissedebilecek halde değildi. Tam ayağa kalktığı ve koşmaya başladığı sırada kendi isminin arka arkaya, telaşlı bir sesle haykırıldığını duydu ve hatırladı. Eamon'ın sesiydi bu duyduğu, uyanması gerekiyordu.

Hemen sonra bedenine doğru geri çekildi ve hislerini yavaş yavaş kazanmaya başladı. Güçlü ve sıcak iki el kollarını iki yandan kavramış onu sarsıyordu. Eamon ismini art arda söylüyordu, sesi telaşlıydı.

Nihayet gözlerini açabildiğinde Eamon'ın yakışıklı yüzünü bir nefes mesafesinde bulmuştu, ıslak saçlarından damlayan su Morrigan'ın yüzünü ve boynunu ıslatıyordu. Gözleri irileşmiş, alnı endişeyle kırışmıştı. Morrigan'ın uyandığını gördüğünde prens rahatlamayla karışık derin bir nefes aldı.

Morrigan yatakta hafifçe doğruldu, kendini kabusun etkisinden kurtarmak istiyordu. O sırada avucunda keskin bir acı ve batma hissetti, ne olduğuna baktığında kara taşın avucunda bıraktığı kanlı, koyu renkli kesiği gördü.

Tekrardan selam, bölümü nasıl buldunuz? Yorumlarınız ve oylarınız için şimdiden çok teşekkürler, destekleriniz çok değerli. Kitabı çevrenizle de paylaşırsanız çok mutlu olurum ehehe Sonraki bölümden önce bu bölümün yorumlarında şimdiye kadar okuduğunuz bölümler hakkında ne düşündüğünüzü konuşalım mı biraz ^^ Ne dersiniz?

 

Bölüm : 28.08.2024 15:23 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...