46. Bölüm

KADER YOLCULUĞU (Kısım II)

Merve Gündoğmuş
mervegndgms

Tekrardan hoşgeldinizz <3

Yolculuklarının ilk gününde acıktıklarında ya da susadıklarında verdikleri kısa molalar dışında Eamon hiç durmadan ve yavaşlamadan koşmuştu. Pençeleri ardı ardına ve doğaüstü bir hızla toprağı döverken güneş gökyüzünde önce yükselmiş, sonra mola vermiş ve nihayetinde de batarak yerini aya bırakmıştı.

Prensin hesabına göre iki tam gün yola devam ettikten sonra üçüncü günün akşamına kalmadan Nymalin'in giriş kapılarında olmaları gerekiyordu. Tabii bu ancak yolda herhangi bir engelle karşılaşmazlarsa geçerli olacaktı.

Dük'ün her yerde deli gibi onu ve Edric'i araması gibi ufak bir ayrıntı, bu planın kusursuz işlemesi konusunda güçlük çıkarabilirdi elbette.

Eamon onlar için olabildiğince orman içinden, patikalardan ve taş döşeli ana yolların uzağından bir rota çizmişti ve bu rotaya uygun bir şekilde ilerliyorlardı. Bu yüzden en azından şimdiye kadar karşılarına çıkan herhangi bir fey ya da yaratık olmamıştı.

Yine de zaman zaman rüzgâr onlara ağır adımlarla dolaşan yaratıkların hırıltılarını ve fey askerlerinin komutlarını ya da ayak seslerini taşımıştı. Böyle zamanlarda Morrigan, Eamon'ın kurt formunda oluşuna şükretmişti; zira prens seslerin geldiği yönleri ondan çok daha önce kestirip rotalarını hızlıca değiştiriyor, bu sayede herhangi bir arbedeye dahil olup vakit kaybetmelerine ya da yakalanmalarına engel oluyordu.

Ancak karanlık çökmeye yakın bir saatte, bir kasabanın yakınlarından geçerken bu durum değişmek zorunda kalmıştı.

Henüz taze olan anılar, yeniden Morrigan'ın zihninde dönmeye başladı.

Bir şelalenin döküldüğü geniş nehir yatağının hemen kıyısındalardı, su içmek için durmuşlardı. Morrigan toparlanmış, yeniden kurt formundan çıkmamış olan Eamon'ın sırtına yerleşiyordu ki hışırdayan yaprakların sesine karışan bir ses kulağına çalındı.

Başta 'Çocuk seslerinin burada ne işi var?' diye düşünmüştü ister istemez. Gerçi kasabadan pek de uzak değillerdi ama ormanın gölgeleri bu denli tekinsizleşmişken, etrafta dolaşan Myr gruplarının sesleri hiç kesilmezken hangi sorumsuz fey, çocuklarını dışarı çıkarırdı ki?

Eamon da hemen iri kulaklarını dikip başını yana eğmişti, neler olduğunu ya da seslerin nerden geldiğini anlamaya çalışıyordu. Sessizlik bir an için ikisinin de duyabildikleri yegâne şey oldu.

Dakikalar sonra o sessizlik, iki küçük çocuğun korku dolu çığlıkları ve bir Myr gürlemesiyle yırtılıp parçalandığında Morrigan bir an bile düşünmeden yaydan çıkan bir ok gibi olduğu yerden fırladı.

Ne Eamon'ın arkasından koştururken hırlayarak havlaması ne karşılaşacağı düşman sayısının belirsizliği ne de sorumsuzca hareket edişinin sonuçları... Hiçbiri umurunda değildi o an.

Umurunda olan tek şey, o korku dolu masum çığlıklardı.

Sesin kaynağına birkaç saniyelik mesafe kaldığında Morrigan onları görmüştü. Bir genç erkek ve yanındaki biri erkek biri kız iki küçük çocuk bu seslerin kaynağıydı. Karşılarındaki iki Myr çoktan saldırı pozisyonu alarak çömelmiş ve pençelerini kaldırmışlardı.

Morrigan'ın abi olduğunu düşündüğü genç fey, korkuyla kendisine sarılan iki küçük çocuğu sarmalayıp elleriyle gözlerini kapatırken korkudan yaşlarla dolsa da cesaret kokan bir bakışla yaratıklara bakıyordu.

Gerçi yapabileceği yegâne şey de bundan ibaretti ve Morrigan bunu ilk görüşte anlamıştı. Giysilerine bakılırsa çiftçi bir feye benziyordu, silah veya büyüyle savaşıp kendini ve kardeşlerini koruyamazdı.

Uçarcasına koşmaya devam ederken saniyenin ufak bir kısmında gerçekleşen bir fark edişle Morrigan sırtındaki kılıcını ya da belindeki hançerlerden birini çekmek için çok geç kaldığını fark etti.

O telaşe tarafından ele geçirilirken büyüsüne davranacak oldu lakin yaratıklar, çocuklara çok yakın duruyorlardı ve Morrigan'ın büyüsü üzerindeki kontrolü o mesafeden saldırabilecek bir mükemmellikten çok uzaktı.

Ufaklıklara veya abilerine ez kaza zarar verme riskini de alamazdı. Ne yapmalıydı?

Aniden, ağaçların arasından fırlamadan önce bileğindeki silahı aklına geldi. Eh, hızlı öğrenmek ve denemekten başka çaresi yoktu. Aptal Myrler'in duyuları pek kuvvetli değildi, onların gelişini henüz fark etmemişlerdi ve bunu kullanmalıydı.

Avucuna doğru uzanan yılanın başını tutarak büyük bir umutla, başka bir çaresi olmayarak tenini ısıtan heyecan ateşiyle ısınmış metali savurdu.

Yaşadığı telaş ve hissettiği öfke, karşısındaki çocuğun şaşkın bakışları, yaratıkların onun ve hemen arkasında değişmekte olan Eamon'ın üzerine diktikleri aç gözleri ve eriyip kıvrılan metalin kıvrılışı... Hisleri birbirine geçer ve zihnini dolduran sesler yükselirken artık içinde çağlayan büyü, bedeninde hapis tutulmayı reddederek avucundan ve parmak uçlarından taşarak metalin kıvrımlarına sarıldı.

Kutsanmış gibi parıldayan metal iyice uzayarak uzun, kıvrak bir kırbaç halini aldı ve bir şaklama eşliğinde çirkin bedenlerden birinin boynuna dolandı.

Algıları her şeyi tek tek yakalar ve zihninde döndürürken aslında sadece birkaç saniye geçmişti. Şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı, bakışları kırbacının ucundaki çirkin, umutsuzca eğilip bükülen bedenin üzerindeydi.

Parlak, gümüşi büyüsünün ışığını yansıtan kırbaç, dolandığı çirkin boğumları yakarak geride siyah, kanlı yarıklar bırakıyor ve yaratık debelendikçe daha da derine saplanıyordu. Defalarca kez dolanan ve bir yılanı andıran metal giderek sıkışıyor, baskıyı arttırarak korkunç ve gürültülü bir işkenceye sebep oluyordu.

Morrigan yeni silahının tüm kontrolünün parmaklarının ucunda olduğunu hissetti. Yaşam ve ölüm arasındaki çizgiyi çizecek olan güç, avucundaki metal üzerindeki hassas tutuşundaydı.

Diğer yaratık kükreyip ona doğru hamle yaparken gözünü bile kırpmadan bekledi, arkasındaki hareketliliği hissetmiş ve bir şey yapmaya gerek görmemişti. Eamon çoktan göz açıp kapayıncaya değişmişti ve aynı hızda inen acımasız kılıcı, geride diğer yaratığın vücut parçalarından bir yığın bırakmıştı bile.

Morrigan acımasız, güçlü bir hamleyle avucundaki kırbacı tüm gücüyle kendisine doğru çekti. Kıvrak metalin üzerinde beliren ustura keskinliğindeki bıçaklar büyüsünün patlamasıyla birlikte Myr'in kafasını bedeninden ayırmıştı. Boş bir çuval gibi yığılan karanlık beden otların arasına gürültüyle düşerken sivri dişlerin arasından dili sarkan baş da yanına yuvarlandı.

Morrigan gerginlik ve endişeden nefes nefese kalmış bir halde bileğindeki yılana göz gezdirdi. Uzayıp keskinleşen metal, çatal dilli yılan başını sıkı sıkı tutan avucunu gevşetmesiyle yeniden metal bir boruya dönüşerek koluna dolanmış ve adeta yuvasına dönmüştü.

Prens irileşmiş gözlerle ona bakarken kesik kesik nefesler göğsünü şişiriyordu. İyi olduğundan emin olduktan sonra nefesleri düzene girmiş, Morrigan da ona başıyla artık yere çömelip titreyerek ağlamakta olan çocukları işaret etmişti.

Fal taşı gibi açılmış gözlerle onları izleyen abilerine sarılan parmaklarındaki o titreyiş, Morrigan'ın ruhunda bir şeyleri parçaladı. Kim bilir ne kadar korkmuşlardı...

"Geçti, genç dostum. Bizden size zarar gelmez, tamam mı? Sen ve kardeşlerin, artık güvendesiniz." Eamon teskin edici bir sesle mırıldanıp genç feyin omzunu sıkarken Morrigan da parlak, ardını göstermeyen alevleriyle yapabildiği kadar hızlı bir şekilde cesetleri yok ediyordu.

Ufaklıkların o manzarayı görmelerini, gözlerinin kirlenmesini istememişti. Çocuk ruhlarının parıltısı böyle şeylerle söndürülmemeliydi, onların yeri bu kanlı savaş alanı değil, gülüp oynayacakları kırlar ve bahçelerdi.

"T-teşekkür ederim..." Genç feyin koyu lacivert gözleri, nemli bakışlarıyla birlikte okyanusları andırıyordu. Kelimeleri ürkek bir tavşan gibi titriyor, korkuyla gümbürdeyen kalbi gibi dudaklarından çıkmak için çırpınıyordu. Derin bir nefes alıp toparlanırken toz toprakla kirlenip matlaşan koyu kestane rengi buklelerini gözlerinin önünden çekiyor, bir yandan da hala hıçkırarak ağlayan kardeşlerine sarılıyordu.

"Kabalık etmek istemem ama s-siz kimsiniz, lordum ve leydim? Yani yardımınız için minnettarım tabii ancak..." Cümlesinin sonu çekingen bir fısıltıydı.

"Kimseye güvenmemen gereken bu çağda sorman gerekeni sorduğun için utanmamalısın, genç dostum." Morrigan işini bitirmiş ve genç feyle çocuklara doğru dönmüştü. Ardından tüten dumanlardan gelen kötü koku karşısında sesinin bir hırıltıya dönmemesi için çabaladı. "Her şeyden önce dostuz ve iyi niyetliyiz, eğer sen de öyleysen. Kim olduğumuzu da bileceksin ama önce bize adını bahşeder misin?"

"Adım Vili'dir, leydim. Size de teşekkür etmek isterim, kardeşlerimi ve beni kurtardığınız için." Vili'nin bunu demesiyle bacağına sarılan iki ufaklığın meraklı, abilerinin kopyası olan mavi gözleri kendisi ve Eamon'ın üzerinde dolaşmaya başlamıştı.

"Kardeşlerinin adları?" Çocuklara başıyla selam verirken Eamon'ın sesi neredeyse bir gülümseme gibiydi. Yüzünde de neşeli sayılabilecek bir ifade olmasına rağmen çocuklar ona bir hayalet görmüş gibi bakıyorlardı. Morrigan ona bakarken gülmemek için kendisini zor tutuyordu.

"Nisse..." Koyu kahve bukleleri bir kuş yuvasını andıran kızı işaret etmişti. "...ve Pari."

Morrigan o an yüzüne yerleştirebildiği en sıcak gülümsemeyle iki ufaklığa baktı ve "Merhaba, Nisse ve Pari." diyerek el salladı. Karşılık olarak her iki ufaklıktan da koca birer gülümseme koparmayı başarmıştı. Bir zafer sırıtışıyla gözlerini kısmış bir halde onu izleyen prense baktı.

"Şirin olmanın avantajını kullanıyorsun ve bu, hiç de adil değil prenses." Eamon yalnızca onun duyabileceği şekilde fısıldamıştı.

Morrigan ona bir tilki gibi sırıttı. Hemen sonrasında minnettar ancak temkinli bakışlarla onları süzen Vili'ye dönerek "Adım Morrigan, bu da eşim Eamon." dedi. Bu gerçeği sesli söylemek tuhaf gelmişti. Eamon'ın memnun ancak hafif şaşkın bakışlarına bakılırsa onun için de aynıydı. "Bize dikkatlice bak, Vili. Bir ihtimal görünüşümüz tanıdık geliyor veya bir şeyler çağrıştırıyor olabilir mi?"

Gri saçlar ve yeşil gözlerin birlikteliği yüzyıllardır kraliyet alametiydi ancak genç olanlar bunu bilmeyebilir veya unutabilirlerdi. Eamon'ınsa boynunda kimliğini açık eden Sınır Muhafızları'na has bir madalyon vardı.

Vili'nin gözleri deri bir bantla hapsedilmiş gümüşi buklelerinde ve yeşil gözlerinde dolaşırken hafifçe irileşti. Eamon'ın madalyonunu gördüğündeyse şüphe kayboldu ve gözleri fal taşı gibi açıldı.

Telaşla başını eğip elini kalbine götürdükten sonra Vili onlara tüm hikayesini anlatmıştı. Anne ve babalarıyla birlikte yaşadıkları ufak bir çiftlikleri vardı ve geçimini öyle sağlıyorlardı. Ne var ki son zamanlarda çiftlikleri Myrler ve askerler tarafından basılmış, askerler evlerini arayıp ortalığı dağıtırken yaratıklar da hayvanlarını katledip tarlalarını ateşe vermişti.

O günden beri Vili ailesinin açlıktan ölmemesi için gizli gizli ormanda avlanıyordu. Çaresizlikten çevredeki köy ve kasabalara gitmeye çalışanların çoğu geri dönmediğinden kasabada kimse evinden dışarı çıkmaya dahi cesaret edemiyordu.

O günse Nisse ve Pari'ni evde canları sıkılmış, abilerini gizli gizli takip etmeye karar vermişlerdi. Vili tam telaşla onları eve götürmeye çalışıyordu ki karşılarına "devriyeler"'den birkaçı çıkmıştı.

"Açlık, sefalet ve dehşet artık her yerde kol geziyor." demişti genç fey, öfke ve üzüntüsünü gizlemeye çalışırken. "Evlerimize girip arama bahanesiyle dağıtıyor, hayvanlarımızı telef edip tarlalarımızı yakıyorlar. Hatta, şey..."

Vili'nin utançla, gözlerini kaçırarak susuşunda bir şeyler vardı. Onu bu hale getirecek, Morrigan'ın şu ana kadar duyduklarından daha kötü ne olmuş olabilirdi ki? Duymak istemeyeceğini biliyordu ama yine de sordu.

"Hatta ne? Söyle, lütfen. Bilmemiz gerek..." Sesini olabildiğince düz tutabilmek için savaşması gerekmişti.

"Duyduklarıma göre bazı evlerde, şey..." Vili, bakışlarını ondan kaçırarak Eamon'ın üzerine dikmişti. "...bunu söylemek oldukça zor ama ben, dişilere saldırdıklarını duydum. Onlara saldırıp-"

Morrigan öyle afallamıştı ki, devamındaki birkaç kelimeyi sanki su altındaymışçasına boğuk boğuk işitmişti. Bedeni kaskatı kesilmiş, dehşet ve tiksintiyle ürpermişti. Eamon çocuklara ve ona şöyle bir göz atıp Vili'nin sözlerini derhal kesti.

"Tamam, Vili. Devamını getirmesen de olur. Haydi, sizi evinize götürelim."

Vili derhal karşı çıkmıştı, çakmak çakmak bir bakışla "Ama henüz hiçbir şey avlayamadım! Bu avın bizi bir hafta idare etmesi gerekiyor, eğer elim boş dönersem ne yaparız?" diye haykırdı.

Morrigan karman çorman olmuş bir halde Eamon'a bakarak çapraz bir şekilde omzuna takılı olan yayı çıkardı ve sadağıyla birlikte ona uzattı. Prens hiçbir şey söylemeye gerek duymadan elindekileri aldı ve yıldırım gibi bir hızla ağaçların arasına daldı.

"Merak etme, Eamon o konuyu halledecek." Morrigan çenesini kaldırdı ve çelik gibi ancak acılı bir bakışla Vili'ye baktı. "Bugünler elbet geçecek, Vili. Size söz veriyorum, bu işi olabildiğince çabuk sonlandıracağım. O zamana kadar, çok dikkatli olmalısınız. Bizi gördüğünüzü de hiç kimseye anlatmamalısınız." Morrigan elinden geldiğince yüzündeki ifadeyi yumuşatıp bir gülümsemeye dönüştürmeye çalışarak onu merakla süzen çocuklara döndü. "Tamam mı, Nisse? Pari? Abinizi üzmek ya da onu gizli gizli takip etmek yok."

Toprağın üzerinde çömelip her ikisinin de yanaklarını okşadı. İkisi de kafalarını sallayarak onaylarken bir yandan da hala abilerine sarılıyorlardı. Kısa bir an için o meraklı ve sorularla dolu gözleri az önce o yaratıkların durduğu yere değip yeniden ona dönmüştü.

Morrigan'ın neden bunu söylemek zorunda kaldığını anlayacak kadar şeye tanık olmuş ve büyümek zorunda kalmışlardı.

Boğazına yerleşen yumruyu yutup içinde bir kasırga gibi esip gürleyen büyüsü yüzünden titreyen ve soğuyan ellerini o yumuşak tenlerden ayırdı.

Saniyeler sonra Eamon elinde bir düzine tavşanla dönmüştü. O da geldiğinde hep birlikte Vili ve kardeşlerinin yaşadığı kasabaya, anne babalarının korku ve panik içinde bekledikleri çiftliğe gitmişlerdi.

Morrigan o evde gördüklerini ve duyduklarını asla unutmayacaktı. Ardında bıraktığı o ağlayan ve zulme uğrayan feylerin onun halkından olması, öfkenin içinde kaynayıp yükselmesine sebep olmuştu.

Ardını dönüp giderken içgüdüleri çığlıklar atmış, kalbi sızlamış olsa da onlar için tek yapabileceği buydu.

Yeniden fey formuna geri dönen Eamon'ın sesiyle zihnindeki anıların hayaletleri dağıldı.

"Bu gece çok sessizsin, prenses." Bu, soru olmayan bir soruydu.

Morrigan içinde bulundukları zamana geri dönüp ona içi boşalmış gibi baktı. Kısa bir an için onu süzen prens hiçbir şey söylemeden yanına geldi ve çimlerin üzerine uzandı. Bir elini başının altına destek yaparken diğerini serbestçe uzatmış, çimlerin üzerine pat pat vuruyordu.

Bu çağrının vadettiği kucaklamaya ve sıcaklığa ihtiyacı vardı. Cevap vermeden önce Eamon'ın onun için uzattığı kolunun üzerine yattı ve onunla birlikte yıldızsız gece göğünü izlemeye başladı.

"Vili ve ailesini düşünüyordum aslında. Oldukça zor durumdalardı ve sözde bunu durdurabilecek olan tek kişi olduğu söylenen ben, onlardan çok daha iyi durumdayım." Serin, insanın tüylerini ürperten havayı ciğerlerine doldururken aldığı hazdan utandı. Halkının durumuyla yüzleştikten sonra aldığı her keyif zerresinde omuzlarına utançtan yapılma başka bir ağırlık biniyordu.

"Hepimiz zor günlerden geçiyoruz, Morrigan. Sence de öyle değil mi? Son birkaç haftada yaşananlar kimin için kolaydı ki, söylesene?" Bunu söylerken Eamon'ın sözcüklerine yorgunluk sinmişti, neredeyse uyuyor olsa da devam etti. "Sen de çok şey feda ettin, Morrigan ve hala da ediyorsun. Sanki Şato'da ayaklarını uzatıp keyif çatıyormuşçasına suçlu hissetmen, buraya gelene kadarki yolculuğuna büyük bir haksızlık."

Başını kaldırıp gözleri kapalı olan prensi şöyle bir süzdü. Onları kucaklamak üzere olan uykunun mahmurluğuyla sert yüz hatları gevşeyip gençleşmişti. Siyah saçları ay ışığı altında çimlerin üzerine su yayılan su yosunları gibiydi.

Morrigan elini onun sert, geniş göğsüne koyarak prense sokuldu ve boynuna bir öpücük kondurdu. Eamon sırıtsa da gözlerini açmamıştı, bunu yerine karşılık olarak serbest olan kolunu beline doladı. Kalp atışları birbiriyle uyumlu bir halde gümbürdüyordu.

"Bu ne içindi?" Prensin sesi neredeyse hülyalıydı.

"Beni bu kadar iyi, hatta kendimden bile daha iyi anlayıp her zaman ihtiyacım olan şeyleri söylediğin için."

"Daima, prenses. Daima ve sonsuza kadar, ta ki Öte Diyar bile tanrıların eski bir lütfundan ibaret kalıncaya dek."

Eamon'ın bu mırıldanışından sonra sessizlik, onlara eşlik eden zamanın bir bölümünü esir aldı. Duyulabilen tek şey rüzgârın uğultusuna karışan ormanın sesleri ve Eamon'ın nefes alışverişiydi.

Prens huzurlu bir uykuya dalmış gibiydi. Öyle tasasız ve rahatlamış görünüyordu ki... Morrigan bu ifadeyi gün ışığı tepelerinde parlarken onun yüzünde göremiyordu, yüzü çoğunlukla bir şeyler düşünüyormuş gibi uzak ve ifadesiz olurdu. Yalnızca kendisine bakarken ya da bir espriyi paylaştıklarında Eamon'ın ifadesi yumuşayıp gevşerdi.

"Bir yandan benimle bilinmezliğe sürüklenişine üzülsem de bir yandan da yanımda olduğun için çok mutluyum, biliyor musun? Yalnızlık çok korkutucu olurdu ve benim sana çok ihtiyacım var." Mırıldanırken bir yandan da aceleden uzak bir şekilde Eamon'ın saçlarını ve yüzünü okşuyordu.

Parmaklarına dolanan siyah tutamları şefkatle, onu uyandırmamaya çalışarak taradı. Bu sayede yakışıklı yüzü ve belirgin hatları daha da ortaya çıkmıştı. Dokunmak için neredeyse sızlayan parmakları, prensin yanağında dolanmaya başladı. Köşkten ayrılmadan önce tıraş olmuştu, yine de çoktan çıkmaya başlayan sakalları parmaklarının gıdıklanmasına sebep olunca güldü. Hoş bir histi.

Prens gözlerini açmadan parmaklarını yakalayıp öptüğünde onun uyumadığını, yalnızca kendisini kandırdığını anladı.

"Bu, kulağa en tatlı bencillikmiş gibi geliyor ve sanırım pek itirazım da yok." Kıpırdanıp haşmetli hareketlerle yan dönerken bir yandan da kendisini sarsmamaya uğraşıyordu. "Benim de umutsuz bir şekilde sana ihtiyacım var, prenses. Cehennem çukurlarına gitsen de hemen ardında, yo, yanında olacağım. Bu yüzden hadi uyuyalım, olur mu?" Esnerken sesi boğuklaşmıştı. "Bütün gün koştum da..."

"İyi uykular, Eamon." Artık o da esniyordu.

"İyi uykular, Morrigan."

Ve işte yolculuklarının ilk günü böyle nihayete ermişti. Tüm meraklarına, korkularına ve sorularına rağmen yorgunluk onları yenmişti. Uyku, tüy kadar hafif bir örtü gibi üzerlerine örtülürken yanı başındaki kalbin ritmi artık bir ninni gibi gelmeye başladı.

-----------------------------------

Nymalin'e, kuzeybatı yönüne ilerlemeye devam ederken yolculuklarının ikinci günü olabildiğince sakin başlamıştı. Elving'in onlara verdiği heybedekilerle hazırladıkları yumurta, kurutulmuş et ve meyvelerin yanında yerini alan yulaf lapasından oluşan kahvaltılarını ederken Eamon uyuşan kolu hakkında şakalar yapıp duruyordu.

Morrigan'ın tatlandırmak için yakınlardaki bir kovandan çaldığı balı ekledikleri lapayı yutmaya çalışırken "Koca gün seni sırtımda taşıdıktan sonra hafif olmadığını biliyordum ama kolumu sakat bırakabilecek kadarını da beklemiyordum, prenses." diyerek güldü.

Elindeki kaşığı ona doğru sallarken "Sorun senin kolunda, prens. Hepi topu senin yarın kadar bir kızı taşıyamayacak kadar zayıf... Ne yapsak ki?" diye lafı yapıştırdı.

"Bence bu teoriyi sarılarak test edelim, ne dersin?" Eamon sırıtarak kollarını açtı, bir elinde hala lapa kasesini tutuyordu. Morrigan kâseye bir bakış atarak elindeki üzüm tanesini ona doğru fırlattı.

"Yolumuz çok uzun ve sen hala yem-"Gülerek başladığı cümlesini tamamlama fırsatı bulamadı.

Kanat çırparak onlara yaklaşan devasa, garip bir yaratığın çıkardığı sesler kulaklarına ilişirken Eamon aceleyle onu kucaklayıp en yakınlarındaki ağacın tepedeki dallarından birine zıpladı.

Duman ve ateş kilometrelerce öteden görülebilirdi, bu yüzden yolculukları boyunca hiçbir yerde ateş yakmıyorlardı. Ağaç dibine koydukları çantaları ve havaya yayılan kokuları dışında orada olduklarına dair görünür başka hiçbir iz yoktu. Morrigan temkinli hareket etmiş olduklarına şükrediyordu.

Gökyüzünü ele geçirmiş ve gün ışığını emip yok ediyormuş gibi görünen yaratık, tarih öncesi çağlardan kalma kanatlı bir canavarı andırıyordu. Çamurumsu renkli derisi kalın, yer yer dikenli pullarla kaplıydı. Kanat açıklığı yaklaşık iki ağaç boyundaydı ve kuyruğuyla pençelerindeki dikenler Morrigan'ın iki elinden daha uzundu. Azametsiz ancak korkunç bir ejderhayı andırdığı söylenebilirdi.

Yaratık kanat çırparken açıklıktaki otlar, amansız bir fırtınaya tutulmuş gibi çaresizce boyun eğdiler. Tiz, öfkeli bir çığlıkla birlikte Morrigan ejderha ve Myr karışımına benzer yaratığın iki sıra halindeki siyah, ustura keskinliğinde dişlerini gördü.

Eamon işaret parmağını dudaklarına götürerek sus işareti yaptı, ikisi de en ufak bir ses çıkarmamak için nefes bile almıyorlardı. Eğer bu şeyin koku duyusu fazla güçlü değilse fark edilmeme ihtimalleri vardı.

Durup savaşmak onlara zaman kaybettirirdi ve ne Eamon ne de kendisi planlarının gerisinde kalmak istemiyorlardı.

Morrigan, başını sallayıp ses çıkarmamak için Eamon'ın kucağında oturmaya devam ederken ona daha sıkı tutundu. Şanslarına, yaratık bir süre ağaçların arasına bakındıktan sonra devasa kanatlarını çırparak kuzeye, onlardan uzağa doğru ilerlemeye koyulmuştu.

Her ihtimale karşı ağacın onlara sığınak olan yaprakları ve dalları arasından bir süre daha çıkmasalar da ikisi de görünür şekilde rahatlamışlardı.

Morrigan, Eamon'ın kucağından inmeye çalışırken prens onu yeniden kucaklayarak buna engel oldu. Öfkeyle çırpılan kanatlar henüz fazla uzaklaşmamışlardı.

"Sanırım amcan, Edric'i iyileştirebileceğini ve Şato'ya geri dönmeyeceğinizi öngörememiş. Eh, belli ki kendi aptallığı yüzünden sizi elinden kaçırdığı için köpürüyor." Eamon gülmekten zar zor konuşabiliyordu.

"Sehanine sayesinde oldu bu ama gerçekten de... Dük'ün yüzünü bir hayal etsene!" Morrigan da onunla birlikte gülüyordu şimdi.

Birkaç dakika boyunca oturup Dük hakkında şakalar yaparak gülmeye devam etmişlerdi ve artık Morrigan'ın karnı ağrıyordu. Az önce yakalanmak üzere oldukları ikisinin de umurunda bile değildi.

Bir farkındalık anında durdu. Artık ağaçtan inme vakitleri gelmemiş miydi? Birdenbire az önceki konuşmalarını hatırladı ve Eamon'ın beline doladığı bacaklarıyla onu sıkıştırdı. Konuşurken kıstığı gözleriyle gözlerinin içine bakıyordu.

"E, yola çıkmıyor muyuz? Hem, senin için ağır olduğumu sanıyordum. Neden beni indirmiyorsun prens?"

"Çünkü halimden memnunum." Eamon'ın dudakları boynunda dolaşmaya başlamıştı bile.

Morrigan bacaklarını daha sıkı dolayıp onu kendisine bastırma isteği karşısında güçlükle gözlerini kapatıp içi geçirdi. Prensin alevleri arasında kalıp tutuşmak üzereydi ve bunun büyüsüyle hiç alakası yoktu.

Dudakları birbirini bulduğunda telaşsız, gittikçe derinleşen öpücükler Morrigan'ın içinde bir şeylerin havalanıp kanatlanmasına sebep oldu. Sanki kalbi, göğsünün içinde genişliyormuş da yerine sığamıyormuş gibi bir şeydi bu. Sıcak, teninin karıncalanmasına sebep olan bir his tüm bedenini sarmaladı.

Ellerini Eamon'ın göğsüne dayayıp onu nazikçe iterken dişlerini nazikçe dudaklarına sürttü.

"Hm..." Bir parmağını çenesine dayayıp karşısındaki yakışıklı yüzü süzdü. "Sanırım bu, affedilmen için yeterli. Bana nazikçe kilolu dediğin için yani..."

Eamon yüzünde çarpık bir gülümsemeyle tek koluyla onu belinden kavrayıp daldan kaldırırken Morrigan şaşkınlıkla soludu, birkaç metre yükseklikteki daldan aniden atlarkense telaşla ciyaklayıp gözlerini yumdu.

Gözlerini tekrar açtığında güvenle toprağa iniş yapmışlardı ve prensin kolu hala ona dolanmış haldeydi. Eamon burnuna bir fiske attığında hala şaşkın şaşkın ona bakmakla meşguldü.

"Esasen o kadar ufak tefeksin ki, prenses, eğitim için karşına geçtiğimde ya da seni o kocaman yaratıklarla savaşırken izlemek zorunda kaldığımda resmen ödüm patlıyor." Derince iç çekerken dudakları, tüy kadar hafif bir öpücükle Morrigan'ın yanağına konmuştu. "Neyse ki iyi bir eğitimin ve neredeyse kimsede görmediğim kadar güçlü bir büyün var. Bir de... Sinirlendiğinde çok şirin olan bir yüz ifaden!" Keyifle gülüyordu şimdi.

"Her neyse." Homurdansa da gülümsemesine engel olamamıştı. "Hadi toparlanalım, yolumuz oldukça uzun. Hem, beni rıhtıma geç götürecek olursan Edric muhtemelen seni öldürür." Elindeki çantaya arta kalan yiyeceklerini ve mataralarını doldururken Eamon'a bakarak imalı bir şekilde sırıttı. "Yanlış bir fikre kapılmasını istemeyiz, öyle değil mi?"

Eamon kurt formuna geçmek için gereken büyüyü başlatmadan önce şöyle bir duraksadı, kaşlarını çatmış düşünceli bir ifadeyle ona bakıyordu.

"Ne? Ne dedim ki? Şaka yapıyordum." Yanlış bir şey mi söylemişti? Morrigan telaşla sözcükler üzerine düşünürken Eamona baktı.

Meydan okuyan bir gülümseme, aniden Eamon'ın yüzünü aydınlatmıştı. Parıltılı büyü bedenini çevreleyip onu yutarken derinleşen bir sesle "Kesinlikle isterim." dediğini duydu.

Saniyeler sonra kocaman, siyah kurt havlayarak önünde eğildiğinde Morrigan umutsuzlukla başını sallayarak iç geçirdi. Bir yandan da söylene söylene yerine yerleşmeye çalışıyordu.

"Tam bir felaketsin, gerçekten."

Bir kez daha havlayan Eamon, daha o lafını bitirmeden keyifle gürleyerek koşmaya başladı. Bu iyiydi, zira yanaklarına hücum eden ateşe karşın Morrigan soğuk havaya ihtiyaç duyuyordu.

--------------------------

Sonraki gün, aniden bastıran fırtınanın soğuğunun eşliğinde geçmişti. Eamon son hızla koşarken Morrigan'ın yüzünü bir kamçı gibi döven buz gibi damlalara karşın pelerinine sarınması oldukça zor olmuştu.

Damlalar zaman zaman buza dönüşerek küçük birer bıçak gibi inmeye başlamışlardı. Öyle anlarda Morrigan'ın onu ve tüm gücüyle koşmaya devam eden Eamon'ı korumak için bir kalkan yaratması gerekmişti. Ancak kısa bir süre sonra Morrigan bundan derhal vazgeçmişti, parıldayan kalkan millerce öteden fark edilebilecek bir işaret fişeği gibiydi adeta.

Eamon'ın ani yön değiştirişi ve genizden hırlayışı da birkaç kez bunun kanıtı olmuştu.

"Zümrüt Diyar, kışın ne demek olduğunu bilmezdi; ta ki kalbi buz gibi donmuş, sımsıcak güneşi bile karartabilecek bir kralı olana kadar." diye mırıldanmıştı küçük buz parçaları teninde kırmızı çizgiler bırakırken.

Yine de ne o ne de Eamon durmak istememişti. Yemek ya da su için verdikleri molalarda kısa bir süre birbirlerine sarılarak dinlenmekle yetinmişlerdi.

Morrigan bu kısa, sessiz anlarda parmaklarının okşadığı güçlü, yılmaz bedende Eamon'ın zihnindeki karmaşa ve gerilimin titreşimlerini hissedebiliyordu sanki. Prensin de onun korkusunu ve bıkkınlığını hissedebildiğini çok iyi biliyordu.

"Efsaneler, kehanetler, bilmeceler... Her ne olacaksa olsun artık." demişti bu dinlenme çabalarının birinde. Nymalin'e varmadan önceki son geceleriydi. "İçine çekildiğim tüm bu karmaşanın sonlanmasını istiyorum yalnızca. Çok yoruldum, Eamon."

"Biliyorum, prenses." demişti, elbette biliyordu. "O sabah yataktan kalktığın dünya, senin aşina olduğun dünyan, birden gelen bir kıyametle yok oldu ve kendini, hakkında hiçbir şey bilmediğin şeylerin bir parçası olarak buldun. Kimse sana sormadı, ya da seçim hakkı sunmadı. Yorgun olmak, bitmesini istemek hakkın." Eamon uyumak için üzerine uzandıkları pelerinle birlikte kollarını ona dolarken bu sözcükleri mırıldanmış ve alnına bir öpücük kondurmuştu.

Titrek bir nefes verirken tek bir damla gözyaşı, Morrigan'ın yanağından yuvarlanıp Eamon'ın tenine düşmüş ve gözleri yavaş yavaş kapanmıştı.

O gece rüyasında annesi, babası ve Elamire'i görmüştü. Yeniden Şato'da ve hep beraberlerdi. En önemlisi de yeniden mutlu ve yaşam doluydular.

Annesiyle oturup konuştuklarını anımsıyordu. Ne var ki, kraliçe Lalyn'in sözcüklerinin hemen hiçbirini duyamamıştı. Uyandığında gözyaşları arasında tek duyabildiği cümleyi zihnine kazımıştı.

Zor, muhtemelen korkunç bir gün olacaktı ve annesi daima en doğru öğütleri verirdi.

"Zamanı gelince, yapılması gerekeni yapmalısın." Böyle demişti annesi ona gülümseyerek yanağını okşarken. Bu buz gibi günde, o gülümseme Morrigan için güneşin yerini almıştı.

Şimdi dakikalar sonra varacakları Nymalin'in kirli, garip kokusu burnuna dolarken ve soğuk ruhuna işlemişken bu rüya ona güç veren yegâne şeydi.

Sinirli, gergin bir hırlama Eamon'ın boğazından yükselirken prensin pençeleri topraağı dövmeyi bırakmıştı artık. Morrigan içinde kopan fırtınalara, öfke ve korkunun zehirli karışımı yüzünden titreyen ellerine rağmen sakin görüntüsünü koruyarak Eamon'ın sırtından atladı ve siyah, kötü kokulu toprağa ayak bastı.

Kızıla çalan, bulanık ve güneşe hasret gökyüzünde gri bulutlar kümelenmişti. Etrafına bakarken Morrigan, devasa ve dikenli bir kemerden ibaret olan giriş kapısından itibaren hiçbir canlı ya da bitkinin olmadığını fark etti.

Havada bir sinek dahi uçmuyor, toprakta bir karınca bile yürümüyordu. Yine de onları sarmalayan atmosferin sessiz olduğu söylenemezdi. Garip, kaynağı ve yönü belli olmayan uğultular ve onlara karışan çığlıklar Morrigan'ın tüylerinin ürpermesine sebep oluyordu.

Eamon'un omuzlarındaki tüyler de dikilmişti, göğsünden yükselen hırlama uğursuz havaya karışıp tehditkâr bir hal aldı. Kurt formunda topraktan ve havadan yayılan bu pis koku daha da beter hissettiriyor olmalıydı.

Bu düşüncesinde haklı olacak ki o iner inmez Eamon vakit kaybetmeden yeniden fey formuna geçti. Uzun, ağır kılıcını ihtimamla çekerken aralarındaki birkaç adımı da aşarak yanına geldi.

"Nihayet geldik, prenses." Sesi, hislerini mükemmel bir şekilde gizliyordu. "İki haftalık yolu üç günde koştuğum için tebriği hak ediyorum gerçi." derken keyifli göründüğü bile söylenebilirdi.

"Evet, öyle. Sonunda burada, Nymalin'deyiz." Sesi uzaklardan geliyormuş gibi ona yabancıydı. Belindeki hançerleri çekerken kaşlarını çatarak önündeki devasa, karanlık dikenlerden oluşan giriş kapısına baktı. Rüzgâr, dağılmaması için ördüğü saçlarını dağıtıp havalandırdı.

"Nasıl hissediyorsun peki?" Esasen Eamon bu sorunun cevabını çok iyi biliyor olmalıydı. Kim bilir, belki de bildiği için soruyordu; yüksek sesle söyleyip onu rahatlatmasına izin vermesi için.

"Korkuyorum, Eamon. Neden buradayım, onu bile bilmiyorum ama buradayım işte." Hançerleri tutan parmaklarının boğumları, harcadığı güçten dolayı bembeyaz kesilmişti. "Belki de bir hiç için gelmişizdir ve tüm bu olanların hiçbir anlamı yoktur, kim bilebilir ki?"

Eamon elini uzatıp parmaklarını telaşsız, adeta rahat bir tavırla parmaklarına doladı ve onu yanına çekti. Öyle yakınlardı ki Morrigan teninden yayılan ısıyı hissedebiliyordu. Prensin büyüsü, damarlarında dolaşan ve serbest kalmayı bekleyen devasa bir güçtü. Tıpkı buz gibi parmaklarından akmak için teninin sızlamasına neden olarak bekleyen büyüsü gibiydi.

"Ben yanındayım, Morrigan. Sana korkma diyemem, zira bilinmezlik beni de ürkütüyor. Ama şunun sözünü verebilirim ki, bu yolun sonu nereye çıkarsa çıksın elini tutuyor olacağım. Tıpkı şu an yaptığım gibi..." Yakışıklı yüzünden hüzünlü bir gülümseme geçerken devam etti. "Bunca şeyden sonra, doğumu binyıllar önce bir tanrı tarafından müjdelenen bir kızın elini tutarken, rastlantılara veya yaşananların öylesine yaşandığına nasıl inanırım?"

Morrigan minnettar gözlerle, taparcasına ona baktı. Sanki onu ilk defa görüyor gibi tüm hatlarını özümsedi ve her bir ayrıntıyı zihnine kazıdı.

"Binlerce kez söylesem de yeterli gelmez ama iyi ki varsın, prens. Yoldaşım olduğun için ne denli mutlu olduğumu, varlığının tüm dünyama kattığı anlamın büyüklüğünü tahmin bile edemezsin." Parmakları, Eamon'ın parmaklarını daha sıkı kavrayarak sözlerini pekiştirmeyi denese de yeterli değildi. Morrigan uzanıp onu öperken tanıdık, huzur dolu kokusunu içine çekti.

"Asıl sen iyi ki varsın, prenses. Eh, yol tam anlamıyla berbattı ama neyse ki yoldaşım hem güzel hem de eğlenceliydi." Her nasıl yaptıysa ellerini birbirinden ayırmadan kolunu Morrigan'ın omzuna atmayı becermişti. "Sen benim dünyamı bir arada tutan merkezsin. Yüzünün yeniden tasasız bir şekilde gülmesi için her şeyi yaparım. O yüzden, hadi şunu aradan çıkaralım. Seni daha fazla böyle karman çorman bir halde görmek istemiyorum." Parmakları, kendi kavrayışına yanıt verircesine kuvvetliydi.

Morrigan hafifçe nemlenen gözlerinin içine kadar ulaşan ve kalbini ısıtan bir gülümsemeyle bir an için ona baktı ve sonra önündeki kapıya döndü.

Öyle olsun, diye düşündü. Gidip kaderimin gözlerinin içine bakalım ve elini mi sıkacağım yoksa meydan mı okuyacağım görelim...

Siyah bir balçık halindeki toprağın üzerinde kararlı birkaç adım atmıştı ki, aniden beliren kör edici bir ışık karşısında ellerini gözlerine siper ederek durmak zorunda kaldılar.

Morrigan kapalı göz kapaklarından bile sızan bu saf güce ve ışığa artık aşinaydı. O yüzden, o ışık su kadar akışkan bir şekilde bir kadının kıvrımlarını oluştururken hiç şaşırmadı. Uçuşan ışık huzmelerinin oluşturduğu bukleleri havada dalgalanan Sehanine, iri yeşil gözlerini açarak bir uykudan uyanmışçasına kendisine gülümsediğinde bunu zaten bekliyordu. Rüyasında da böyle olmamış mıydı zaten?

Eh, en azından tanrıça ona yol gösterebilirdi.

Sehanine onlara doğru birkaç adım atarken lacivert, uçuşan elbisesinin katları arasından gümüşi huzmeler sızıyordu. Beyaz, nazik ayakları o kirli toprağa basarken ardında parlak ayak izleri bırakıyordu.

Sanki bastığı yerlerden kötülük ve pisliği çekip alıyor, adeta arındırıyordu.

"Sonunda yol seni buraya getirdi, Gecenin Varisi." Tanrıça bir an için Eamon'a döndü ve "Seni de, Alevzen Prens." diye devam etti.

Prens hiç istifini bozmadan omzunu silkti ve "Pek hoş bulduğumuzu söyleyemeyeceğim, Gecenin ve Ayın Tanrıçası. Bu berbat yerde ne arıyoruz, söyler misin?" deyiverdi.

Morrigan inanamayan gözlerle ve bir karış açık kalan ağzıyla Eamon'ın rahatlığını ve hürmetsizliğini izliyordu.

Neyse ki tanrıça rahat bir tavırla güldü ve geçti. Parlak, ne saydam ne opak olan elini Eamon'ın iri omzuna koyduğunda parmakları daha da narin görünür olmuştu.

"Sen değil, prens. Bu arayış, binyıllar öncesinden kararlaştırıldı ve Morrigan'a ait. Sen hesapta olmayan, sadık bir yol arkadaşısın yalnızca ama yolun burada bitiyor."

"Nasıl yani?" Morrigan'ın kalbi daha soruyu sormadan endişeyle gümbürdemeye başlamıştı. Cevabını çoktan biliyordu, yalnızlığın korku ve telaşını haftalar önce o rüyada görmüştü.

"Yazgı, değiştirilmesi veya zorlanması tehlikeli bir şeydir Morrigan... Kaderlerin Efendisi Theodas, hoşgörüden tamamıyla uzaktır. Senin yazgın da binyıllar öncesinden belirlendi: Nymalin'e yalnız girmen gerekiyor." Tanrıça, Eamon'ın bundan hoşlanmayacağını bildiğinden ona bakarak biçimli dudaklarını büzmüştü.

"İyi de neden?" Morrigan merak ediyordu.

"Tacı giyecek olan, ağırlığını da tek başına taşımayı göze alabilmeli çünkü. Kimseye yaslanamazsın, ne kadar güvenilir olursa olsun. Kendini kanıtlaması gereken sensin, Gecenin Varisi." Sehanine manidar bir şekilde gülümsüyordu, Morrigan'ın bu cümleyi daha önce duyduğunu çok iyi biliyordu.

"Sebebi her ne olursa olsun, bunun imkânı yok." Eamon'ın sözcükleri çelik kadar sert, bıçak gibi keskindi. "Ben onun eşiyim, bizzat kaderinin bir parçasıyım. Onu yalnız bırakamam!"

Morrigan bu sözcüklerin bir yararı olmayacağının farkındaydı. Başka şansları olmadığını anlatan kararlı bir ifadeyle prense bakarak bir kez daha iri parmaklarını güven verircesine sıktıktan sonra yeniden Sehanine'e döndü.

"Ama tacı giyecek olan ben değilim, Edric. Bu durumda neden kendisini kanıtlaması gereken ben oluyorum?"

Sehanine bu sorusu karşısında muzip bir ifadeyle sırıtarak "Çünkü bir taç, diğerinin aynı değildir." diye cevap verdi. "Henüz cevaplayamayacağım sorular sormayı bırakmalısın, genç Varis. Bunun yerine, hazırlan ve yoluna devam et."

"Hazırlanmak mı?" Bu sefer Eamon sormak için ondan önce davranmıştı.

"Nymalin'e silahsız girmen gerekiyor, böyle kararlaştırıldı." Tanrıça kendisine bakarak bu sözcükleri sarf ettiğinde Morrigan'ın damarlarında buz gibi bir korku yürüdü.

Eamon'ın eli büyük bir hiddetle titriyordu, ağzını açıp okkalı bir cevap verecekti ki Tanrıça sertleşen ifadesi ve havaya kaldırdığı eliyle onu acımasızca susturdu.

"Verilecek olanı veren, ancak bu şartla verdi ona. Ne sorgulama hakkına sahipsiniz ne de değiştirme hakkına... " Morrigan'a doğru dönerek devam etti. "O yüzden, vazgeçilebilir olan her silahı burada bırak ve yoluna devam et."

Morrigan'ın içinden galiz küfürler eşliğinde çığlık çığlığa kaçmak gelse de başka çaresi yoktu ve bunu çok iyi biliyordu. Bu yüzden, çantasını yere koyup deri bağcığını çözdü ve ilk olarak Eamon'ın hediyesi olan ikiz hançerlerini üst üste bir şekilde çantanın içine koydu.

O diğer silahlarını da birer birer çıkarıp çantaya koyarken birkaç saniye için Eamon'ın derinleşen, öfkeli solukları alanda duyulan yegâne şeydi.

"Morrigan'a gece taşını verdiğin rüyada da Nymalin'e gidiyordu. Ancak ben de yanındaydım, gayet iyi anımsıyorum. Neden şu an durum farklı olmak zorunda?" Eamon kolay kolay vazgeçmeyecekti, tabii ki.

Cevap vermeden önce Sehanine onu şöyle bir süzdü. Morrigan bileğindeki yılanın kıvrımlarını gevşetmekle meşguldü.

"Farklı kader çizgileri ve farklı varış noktaları... En az zorluk çıkaranı bu olacaktı, bu yüzden böyle bir karar verildi." Tanrıça'nın sesi hafifçe üzgündü.

Eamon'ın yüzüne baktığında ikna olmadığını ve bu konuyu uzatacağını kolaylıkla görebiliyordu. Morrigan son olarak ok ve yayını da yere koyduğu çantasının yanına koyduktan sonra ayağa kalktı ve onun karşısına dikildi.

"Bana güveniyor musun, prens?" diye sordu.

"Güveniyorum." Bir an için bile duraksamadan yanıt vermişti.

"Ve her şeyin bir sebebi olduğuna da inanıyorsun hala, öyle değil mi?" Kendisi de buna inanmak istiyordu.

Eamon öfkeyle Tanrıça'ya baktıktan sonra "Evet, maalesef." diye karşılık verdi.

"Güzel, ben de buna inanabilmeyi umuyorum." Keyifsiz bir şekilde güldü. "Aksi takdirde çok sinirleneceğim."

"Bensiz iyi olacak mısın?" Eamon'ın sert, öfkeli ifadesi yerini çok daha başka bir hisse -endişeye- bırakırken alnı bu hissin derinliğini gösterircesine kırışmıştı. Elleri beline yerleştirirken onu burada tutmak istedikleri belliydi.

Morrigan, yoğunlaşan hislerinin etkisiyle bir kasırgaya dönüşmek üzere olan büyüsü yüzünden buz gibi olan avuçlarını Eamon'ın yüzüne koyarken başını hayır anlamında salladı.

"Hayır, tabii ki sensiz iyi olmayacağım. Her saniye senin beni beklediğini düşüneceğim, bu yüzden de yapmam gereken şey her neyse bir an önce tamamlayıp senin yanına koşacağım." Yüzünü onunkine yaklaştırırken uğuldayan rüzgâr kulağına habis şeyler fısıldar gibiydi. "Yalnızca bana güvenmeye devam ederek bekle, tamam mı? Her yolumun sonu sana çıkacak zira."

Morrigan prensi aceleden uzak, yoğun hislerinin zıttı bir tatlılıkla öpmeye başlasa da Eamon'ın onu sıkıca kavrayıp kendine bastırmasıyla beraber öpücükleri derinleşerek yerini daha vahşi bir şeye bıraktı. Dudakları hızla ve ihtirasla hareket edip bir buluşur bir ayrılırken prens ona geri dönebilmesi için türlü, oyunbaz vaatlerde bulunur gibiydi.

Birbirlerinden ayrılmaları zor olsa da Morrigan ellerini Eamon'ın yüzüne yerleştirip nazikçe durmasını sağladı. Sehanine'e baktığında zamanın geldiğini anlamıştı.

Hızlanan nefeslerini birbirlerinin kolları arasında bir kucaklaşmayla düzenlerken Morrigan son bir kez o yeşil gözlere baktı ve orada ihtiyacı olan her şeyi buldu: cesaret, kararlılık, özlem ve aşk.

Nihayet onu sarmalayan kollardan ayrılıp Nymalin'in giriş kapısına doğru adımlar attı. Esasen yalnızca birkaç metre uzaktaydı ama sanki zaman burada farklı işliyor gibiydi, ya da ona öyle geliyordu.

Son bir kez arkasına baktığında Sehanine ona el sallayarak bir ışık huzmesine dönüştü ve kayboldu. Eamon'sa derin bir nefes aldı ve "Yolun sonunda seni bekleyeceğim, prenses. Beni çok bekletme, tamam mı?" dedi.

Morrigan cevap vermedi, zira cevabı ikisi için de aşikardı. Bu yüzden, dikenli kemerin altından geçti ve siyah toprağın üzerinde, Nymalin'in ölü kalbine doğru giden kaderinin yolunda ilerlemeye devam etti.

Yalnızdı, silahı yoktu ve korkuyordu. Ancak yine de nihayet yolun sonundaydı.

Ardı ardına adımlarını sürdürür ve yapraklarından arınmış çıplak ağaç dallarının tehditkâr görüntülerinden ürperirken aniden fark etti.

Her son, bir başlangıca geçişin bahanesiydi ve o da şimdi bunu yapmaya gidiyordu belki de.

Bu düşünceyle birlikte korku, kalbini terk etti ve Morrigan neyi bulacağını bilmediği yolunda emin adımlarla yürümeye devam etti.

-------------------------------

Herkese yeniden merhaba... Evet, nasılsınız? Ben aslında biraz duygulasım sdhjjdfjd

Aslında şöyle ki, burada çok bir kitlemin olmadığının farkındayım. Bu benim hiçbir zaman yadırgamadığım bir şey oldu zira buradaki popüler kültüre pek uygun şeyler yazmadığımın farkındayım. Inkspired üzerinden okunma sayılarımız yükselişte ancak orada da çoğu okuyucum kayıt dışı nedense kdskvbfgjb Sağlık olsun...

Diyeceğim şu ki, bir sonraki uzun bölümümüz (ondan önce arada Dük'ün ağzından kısa, ekstra bir bölüm olacak) final bölümü olacak ve ben her birinize binlerce kez teşekkür etmek istiyorum. Bu yolculukta motivasyonum, ilham kaynağım, destekçilerim ve dostlarım oldunuz. Final bölümünde bunları uzuuun uzun yazmayı düşünüyorum ama en azından sona yaklaştığımızı haber edeyim dedim.

Planlanan zamanda ve planlanan şekilde yapılan coşkulu bir final olacak. Ancak yolculuğumuz burada bitmeyecek. Gecenin Varisi, muhtemelen 3 kitaplık bir seri olacak ve finalden kısa bir süre sonra 2. kitapla birlikte devam edeceğiz.

Bu arada tamamlanan kitabımızı da yayınevlerine dosya olarak gönderiyor olacağım. Bu süreçle ilgili de her türlü görüş ve öneriye açığım <3

Bir de hepinizi çok daha kullanışlı bir platform olan Inkspired'a beklerim, oranın evren kurgulama sekmesinde ilmek ilmek bu evreni kurgulamaya başladım bile. Profilimin veya kitabımızın linkini panomda bulabilirsiniz. Takipleşelimm

Hepinize kucak dolusu sevgiler! -Merve

 

Bölüm : 28.08.2024 15:55 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...