21. Bölüm

KADİM BAĞLAR

Merve Gündoğmuş
mervegndgms

Gecikme için üzgünüm, telafi etmek için uzuun bir bölümle geldim. İyi okumalarr 😊

Eamon uzun yaşamı süresince birçok genç asker eğitmişti. Şatoda veya çevre diyarların topraklarında bulunduğu kısa zaman dilimlerinde de uğraştığı, eğitimler verdiği genç kraliyet ailesi üyeleri ve asiller olmuştu. Ancak hiçbiri şimdi kendinden emin bir duruşla, adeta meydan okuyan gözlerle karşısındaki askere bakarak dikilen bu kız kadar tedbirsiz değildi.

Daha birkaç saniye önce ona saldıran bir Myr'le aynı anda ortaya çıkan adamın karşısında Morrigan'ın ne yapacağını anladığında Eamon kısa bir an için onu durdurmayı düşündü, zira mantıklı olan buydu.

Elini kaldırarak prensesin kolunu tutacak ve kendisini açık etmesine engel olacakken derinlerde bir yerde, içinde bir şey ona müdahale etmemesi gerektiğini söyledi. Sebebini bilemiyordu, ancak Eamon her zaman içgüdülerine güvenmişti. Bu yüzden Morrigan kapüşonunu indirip ayın ve yıldızların ışığını yansıtır gibi görünen bukleleriyle orman yeşili gözlerini açığa çıkardığında hiçbir şey yapmadı, ona müdahale etmedi. Bir asker olarak mantığını dinlemeyerek hareket etmiş olması onu rahatsız etmişti, üstelik elle tutulur bir sebebi yoktu bile.

Artık bunun üzerine düşünmenin bir yararı yoktu gerçi, şimdi önemli olan bu askerin nasıl tepki vereceği ve ne yapacağıydı.

Morrigan son derece kararlı bir şekilde orada dikilirken ve bakışlarının ağırlığıyla Illarion'u adeta ezerken elinden gelen tek şey Illarion'u daha büyük bir dikkatle göz hapsine almaktı. Hiç güvenmediği bu genç adamın her sığ nefesini, göz bebeklerinin her hareketini izliyordu Eamon. Onlara bir şekilde zarar verme ihtimali olan herhangi bir hareketiyle, tek bir şüphe uyandırıcı sözüyle Eamon onun da bu ormanda kaybolmasını sağlayacaktı. Ebediyen.

Genç adam prensesin kim olduğunu anladığında altın rengi gözleri irileşti, dudakları hayretle hafifçe aralandı. Kısa süren şaşkınlığından kurtulduğunda derhal bir dizinin üzerine çökerek Morrigan'ı, diyarın tek prensesini selamladı.

Prensesin direkt olarak yüzüne bakmaktan kaçınıyordu, başını eğdiği yerden hiç kaldırmadan "Ama siz... Bu nasıl olur? Bütün Diyar kayıp olduğunuzu konuşuyor, birçokları da o saldırıda öldüğünüze inanıyor." Genç asker şaşkınlığının yersiz bir gevezeliğe yol açtığını fark ettiğinde durakladı. "Çok şaşkınım, affedin prenses." diyerek özür diledi ve Morrigan'ın diyeceklerini sükunetle bekledi.

Morrigan ay ışığında ışıl ışıl yanan gözlerini hafifçe kısarak "Olayların ne kadarını biliyorsun, Illarion? Büyük bir kısmını, değil mi... Ancak daha fazlasını bilirsen hangi yoldan yürümeyi seçeceksin?" diye mırıldandıktan sonra genç adamın herhangi bir şey demesine fırsat vermeden Eamon'a doğru döndü. Başıyla Illarion'u işaret ederek "Kuzey Sınırı Muhafız Lideri Eamon Galanodel, asker Illarion'a sınırda yaşananları ve sonrasındaki gelişmeleri anlatmanızı istiyorum." dediğinde Eamon'ın içinde korumacı, ilkel bir öfke kaynıyordu ve taşması an meselesiydi. Zaten kimliklerini ifşa ederek bu kim olduğu belli olmayan güvenilmez adamı başlarına bela etmişlerdi, bu kadar detayı ne diye onunla paylaşacaklardı? Morrigan ne düşünüyordu ki?

Genç adamın yere eğilmiş başı Eamon'ın adını duyduğunda hızla yerden kalktı. O tanıdık şaşkınlık ve hayranlığın karıştığı bakışları üzerinde hissedince homurdansa da pelerinini açtı. Ormanın derinliklerdeki kalbine yakın sayılırlardı, kalabalığın bulundukları yere doğru aramayı genişletmeleri biraz daha vakit alırdı. Ve etrafta onları görebilecek kimse olmadığına göre, gölgelere saklanmanın pek bir anlamı yoktu artık.

Eamon, çatık kaşlarının altından dik kafalı prensese bakarak dişlerini gıcırdattı. Bu erkeğe güvenmeleri için tek bir sebepleri bile yoktu ve Eamon onunla hiçbir şey paylaşmak istemiyordu. Yine de içindeki öfkeyi ve direnişi bastırarak prensesin emrine uydu, derin bir nefes alarak her şeyi en başından anlatmaya başladı: Kralın mührünün çalınmasıyla sınırda gerçekleşen asker değişimlerini, Myr Diyarı'ndaki hareketliliği ve Malekith hakkındaki söylentileri, saldırı ihtimaline karşın Caladwen'e koşuşunu ve katliamı yapan Dük'ün asıl amacını...

Illarion her ne kadar şatoda bazı şeylere şahit olmuş ve aklına bazı olasılıklar gelmiş olsa da Eamon'ı dinlerken yüzünde şaşkınlık, hayal kırıklığı ve dehşet ifadeleri birbirleriyle yer değiştirerek dans ettiler.

Nihayet o sözünü bitirdiğinde Morrigan, Illarion'a doğru bir adım daha attı ve anlatmaya başladı: O katliamdan hemen önce girdiği çadırdaki büyüyü ve onun sayesinde gördüklerini, Edric ve kuzeninin sağ olduklarını ancak yollarının ayrıldığını, Eamon'la birlikte Nymalin'e gitmeleri gerektiğini, o günün sabahında gördüğü rüyayı, yani her şeyi anlattı. Edric, Elamire ve Collin'in şu an Şato'da olduklarını anlatırken prensesin sesi hafifçe -çok hafifçe- titredi.

İhanetin karanlık bir ağ gibi etrafı sardığı bir hikâyeyi ve tüm bildiklerini hiç tanımadıkları bir adamla paylaşıyorlardı. Düpedüz yanlıştı bu, bunca şey yaşamalarından sonra yapılmaması gereken bir hata. Sahip olduğu tüm eğitime, bütün deneyimlerine aykırıydı bu.

Bu tedbirsizliğe göz yummak Eamon'ı sinir ediyordu. Mantığı başka, içgüdüleri başka konuşuyordu ve bu hiç alışkın olduğu bir şey değildi. Zihni berraklığını kaybetmişti, bildikleri ve içinden gelen arasında sıkışmış gibiydi. Sıktığı dişlerinin arasından sıkıntılı bir nefes verdi.

Illarion'un duyduklarını sindirmesi bir hayli sürecekmiş gibiydi. Bu yüzden prenses gözlerini genç askerin üzerine dikerek çenesini kaldırdı ve "Artık her şeyi bildiğine göre, bu bildiklerinle ne yapacaksın şimdi, Illarion?" dedi. Gözlerinde ilginç, Eamon'ın tanımlayamadığı bir parıltı belirip kayboldu. Eamon o an genç prensesin kafasından neler geçtiğini bilmeyi gerçekten isterdi.

"B-ben bu kadarını, yani şey, bilmiyorum." diye konuşmaya çabaladığında Eamon, Illarion'un şaşkınlığının gayet anlaşılabilir olduğunu düşündü. Hatta onun tepkilerinin kendi sükunetlerinden çok daha normal olduğuna da emindi. Nihayetinde her şey berbattı ve onlara tek kalansa kabullenmek olmuştu. Başka türlü nasıl kaderlerine giden bu karanlık ve puslu yolda yürümeye devam edebilirlerdi ki?

Morrigan'ın yüz ifadesi daha da ciddileşti, şimdi Illarion'a bakan yüz genç bir kıza değil diyarın prensesine aitti. Bunu yansıtan bir sesle "Ne yapacağını bilmediğini, ardında bıraktıkların olduğunu söyledin. İşte, sana ardında bıraktıkların ve kardeşlerin uğruna savaşabilme fırsatı vereceğim." dediğinde Eamon artık kendini tutamadı, saçmalıktı bu kadarı. Bir yabancının hiçbir önlem olmadan yoldaşları olmasına müsaade edemezdi. Bu Morrigan'ı korumasını zorlaştırırdı sadece ve bu riski almak için hiçbir nedenleri yoktu.

Hızla prensese doğru döndü, Morrigan göz ucuyla ona baksa da hiçbir şey dememişti. Eamon "Bir dakika bana katılabilir misiniz, majesteleri?" diyerek prensesi nazikçe kolundan kavradı ve bir ağacın dibine doğru yönlendirdi. O sırada arkasına dönerek tekinsiz bir sakinlik taşıyan bir sesle Illarion'a "Bir yere kaybolmamanı tavsiye ederim." demeyi ihmal etmedi.

Dalları ve yapraklarının perdeler misali onları sarmaladığı bir söğüt ağacının altına geldiklerinde Eamon, Morrigan'ı derhal bıraktı. Ona karşı kibar olmaya çalışsa da gerçekten çok öfkeliydi, istemeden de olsa incitmemek için elinden geleni yapıyordu.

"Tanrılar aşkına, Morrigan, bu da neydi şimdi?" derken sesi beklediğinden yüksek çıkmıştı ancak yapabileceği bir şey yoktu.

Prenses ters bir bakışla "Ne neydi?" diye sorduğunda Eamon'ın içinden onu tutup en yakındaki uçurumdan kafa üstü atmak gelmişti. Başı sonu gelmez bir beladaydı ve bunun için hangi tanrıyı kızdırdığını bilmiyordu!

"Soruyor musun? Onunla tanışalı henüz bir saat anca olmuştur ve sen ona kim olduğumuzdan tut gördüğün rüyaya kadar her şeyi anlattın. Aklından ne geçiyordu ki?" diye tek nefeste sıraladığında Morrigan derin bir nefes verdi.

Düşünceli bir yüz ifadesiyle yalnızca "Neden yaptığımı bilmiyorum." diyip sustuğundaysa Eamon inanamayan gözlerle ona bakakalmıştı.

"Neden yaptığını bilmeden mi güvendin yani ona, kendi amcanın ihanetine uğradıktan sonra? Ne zaman sırtımızdan vuracağını bilmiyoruz bile!" diye patladı, belki haddini aşıyordu ama umrunda değildi. Zaten bilmedikleri tehlikelerle bezenmiş bir yolda bir de bile isteye fazladan risk almayı reddediyordu.

Prenses "O an ne yapacağımı çok iyi biliyordun Eamon. Ben kapüşonumu açıp ona kim olduğumu gösterirken her hareketimi gördün. Madem öyle, sen neden bana engel olmadın?" diye lafı yapıştırdığındaysa verecek bir cevabı yoktu, bu yüzden susmak zorunda kaldı. O da neden yaptığını -daha doğrusu yapmadığını- bilmiyordu çünkü.

Sakinleşmek için birkaç derin nefes aldı, şafağın göz alıcı renklere boyadığı gökyüzünü izledi. Hemen sonra Morrigan'a doğru birkaç adım atarak aralarındaki mesafeyi kapattı. Asi bakışlar fırlatan yeşil gözler yükselerek onunkileri buldu ve orada kaldı.

Eamon kısa bir tereddüt sonrası iri elleriyle Morrigan'ın zarif omuzlarını kavradı, temas ikisinin de hafifçe ürpermesine sebep olsa da konuya odaklanmak için uğraştı.

"Gençlik ateşiyle kör bir şekilde güvenmek tehlikeye atar..." gözleri birbirlerinin derinliklerinde kaybolmuştu. Eamon yutkundu ve "...yani bütün diyarı." diye sözünü tamamladı. Cümlesinin sonunda görünmez bir "...ve seni" var gibiydi, ikisinin arasında asılı kalmıştı sanki. Prensesin de bunu anladığından emindi, bazen aralarında sözlere ihtiyaç duymayan bir iletişim varmış gibi geliyordu ona.

Morrigan irileşmiş gözlerle birkaç saniye ona baktı, nefesleri ve bakışları şafağın ilk ışıkları altında birbirine karışırken prenses "Ne bu diyarı ne de üzerinde yaşayan birini tehlikeye atacak hiçbir şey yapmadım ve yapmam ben." diye usulce fısıldadı. Yeşil gözler kararlılıkla alev alev yanıyor olsa da "Ne de seni" der gibi bakıyorlardı.

Belki de diyarın içinde bulunduğu tehlike veya dünyayı ele geçirmeye çalışan kötülük gibi ufak sorunları bir kenara bırakarak düşünmeleri gereken şeyler vardı. Eamon iflah olmayan ve bu sıralar bir hayli geveze olan iç sesine "Sonra" diye fısıldadı.

Sonra, şimdi önceliği güvenlikleri olmalıydı. Güvenlikleri ve onu pek umursamıyormuş gibi görünen bu genç, dik kafalı prenses.

Bu yüzden ona "Peki bunca şeyi anlattıktan sonra ona nasıl güveneceksin? Geceleri gölgelerin esir aldığı ormanlarda onun yanında nasıl uyuyacaksın?" diye sordu. En önemli kısmı atlamak gibi bir niyeti yoktu, aklında bir şey olsa iyi olurdu.

Morrigan yarım bir gülüşle konuşmaya başladığında Eamon'ın gözleri bir an o yarım gülüşte ve o ukala dudaklarda kaldı. Belli ki o gün odaklanmak konusunda berbattı.

"Alınıyorum ama, nasıl körü körüne ona güveneceğimi düşünebildin ki? İçgüdülerimi fazlasıyla dinlesem de tedbirsiz hiçbir şey yapmam ben, hele ki bunca şey yaşadıktan sonra..." Sözlerinin sonuna doğru sesine gecenin insanın içini üşüten ayazı eşlik ediyordu sanki.

"Peki nasıl..." diyecekken prenses "Faeralyn kelimesi sana bir şey çağrıştırıyor mu?" diye sözünü kesti. Çaktırmamaya çalışsa da Eski Dil'e ait sözcüğü zar zor doğru söyleyebilmişti, tıpkı konuşmayı yeni öğrenen küçük bir bebek gibi. Eamon o kadar şaşırmış olmasa kahkahalarla gülerdi. Bunun yerine hayretle gözlerini kırpıştırdı ve bir süre ona bakakaldı.

Tarih, büyü ve ritüel dersleri almış olsa da Eamon bu kadar genç bir prensesin bu konudan bahsetmesini beklememişti. Bu çok eski bir ritüeldi, yüzlerce yıldır kimsenin kullandığı da yoktu. Daha doğrusu kullanılamamıştı, eski yazıtlarda bu büyü için özel güçlere sahip bir taşın kullanıldığından bahsedilirdi.

Eamon'ın gözleri prensesin zarif, beyaz boynunu saran zincirin ucundan sarkan ve koyu rengiyle o tenin üzerinde bir hayli dikkat çeken irice taşa takıldı. Tabii ya.

Gece taşı sahibini ve o sahibe nasıl tepki vereceğini kendi seçen çok özel bir taştı. Bu tuhaf taşın tüm fey tarihi boyunca yalnızca bir örneği olmuştu, çünkü bu dünyaya ait değildi. Alevlerin Tanrısı Grannus Feanaro'yu kutsadıktan ve Feanaro hükümdar olup taç giydikten sonra Grannus'un eşi, koyu gecelerin tanrıçası Sehanine gece taşını ona hediye etmişti.

Feanaro Öte Dünya'ya göçtükten sonra binlerce yıl boyunca gece taşı hanedanın en değerli hazinesi olmuştu. Ancak taş, barışın tatlılığının onları sarmaladığı binlerce yıl boyunca hiç kimsede uyanmamıştı. Bu yüzden bu ritüel de eski yazıtların arasında unutulmaya yüz tutmuştu.

Asırlar sonra, şimdi karşısında dikilen prensesin boynuna gelen taş doğru zamanı beklemiş ve günü geldiğinde uyanmaya karar vermişti. Asırlar sonra aniden bu ritüeli kullanmaya karar veren taşıyıcısı gibi öngörülemezdi taşın kendisi de.

Faeralyn ise bir kişinin diğerine sadakatini göstermek amacıyla kendi kaderini onunkine bağlaması demekti, bu sayede yemin eden kişi diğerine hiçbir şekilde zarar veremezdi. Tam tersine onu koruması gerekirdi, çünkü bağlandığı kişiye bir şey olursa kendisi de zarar görürdü. Ve olur da o kişi ölürse, ona bağlanan kişi de ölürdü. Mutlak bir şekilde birinin kaderini paylaşan bir diğer hayat...

Eğer Illarion Morrigan'a yemin ederse, işte o zaman Eamon onun yanlarında -Morrigan'ın yanında- dolaşmasına izin verebilirdi. Akıllıcaydı bu, tek yol gibi görünüyordu aynı zamanda.

"Bunu bilmene şaşırdım doğrusu, hakkını teslim etmem gerek." dediğinde Morrigan kendini beğenmiş bir gülüşle arkasını dönerek geldikleri yöne doğru yürümeye başladı. Eamon yüzündeki sırıtışa engel olamıyordu. Morrigan, öngörülebilirlik konusunda Edric'ten bile beterdi ve Eamon bunu bir hayli eğlenceli bulmuştu. Monoton ve sıkıcı yüzyıllardan sonra prenses hayatına adeta renk katmıştı, yanında olmak Eamon'a her açıdan yenilikler ve sürprizler sunmuştu. Bunları keşfetmek onun için büyük bir zevk olacaktı.

Illarion'un yanına vardıklarında genç adamı bir ağacın dibinde uyuklarken buldular. Eamon tedbirsizliği yüzünden onu azarlayacaktı, ta ki Illarion adımlarını duyarak bir gözünü açana kadar. Belli ki olması gerektiği gibi tetikteydi. Aferin.

Morrigan, Illarion'a yaklaştı ve genç adamın başına dikildi, gölgesi üzerine düşerken genç adam telaşla ayağa fırladı ve selam verdi.

Prenses hiçbir şey söylemediği birkaç uzun saniye boyunca karşısındaki askeri süzdü, son bir değerlendirme yapıp alacağı karşılığı kestirmeye çalışıyor gibiydi. Keskin bakışlar ve o bakışlardaki hesapçılık belli ki Illarion'u germişti, huzursuzca yerinde kıpırdansa da hiçbir şey söylemedi.

"Bize katılmak istemeseydin veya öğrendiklerini birilerine yetiştirecek olsaydın seni burada bizi bekler halde bulmazdık herhalde." dediğinde Illarion başını sallamakla yetindi.

"Peki, bize sana güvenebilmemiz için bir sebep vermelisin, değil mi Illarion? İster asker ol ister asil, güvenimizi kazanmadan bu yolculukta bize katılamazsın. Bunca şey bilirken seni öylece arkamızda da bırakamayız, sen ne dersin Eamon?"

Prenses bunları söyledikten sonra kendisine doğru bir bakış attı, Illarion'un bakışları da kendisini bulduğunda Eamon uzun köpek dişlerini sergileyerek zalimce gülümsedi. Genç asker yutkunarak gözlerini kaçırdığında Morrigan "Bu durumda güvenimizi kazanmak için ne yapacaksın?" diye sordu. O keskin ve bilmiş bakışlara sinsi bir gülümseme eşlik ediyordu şimdi.

"Bir asker olarak majesteleri için söz vermek dışında ne yapabilirim?" Şimdi Illarion'un yüzünde bir kuşku vardı, prensesin bir şey kastettiğini biliyordu ama ne olduğunu anlayamamıştı.

Morrigan'ın dudaklarından dökülen eski ritüelin ismi Eamon'ın kulaklarına bir kuşun şakıması gibi gelmişti. Ya da en azından şakımaya çalışması. Prensesin dilinin tam dönmeyişi ilk seferki kadar komikti ancak Illarion'un yanında onu düzelterek utandırmayacaktı. Daha sonra bunun dalgasını geçecekti elbette, bu düşünce karşısında sırıttı.

Genç asker daha önce bu kelimeyi hiç duymamıştı, bu yüzden prenses anlatmaya başladı. Binyıllar önce Feanaro, kendisine tanrılar tarafından bahşedilmiş bu gücü yalnızca bir kez kullanmıştı. Feanaro ve eşi Elva, taşın gücünü kaderlerini ve ömürlerini birbirine bağlamak için kullanmışlardı.

Ritüelin kendisine Faeralyn denmişti ve denenmemiş olsa da tek taraflı da kullanılabilirdi. En azından Morrigan'ın büyü tarihi hocası buna inanıyordu.

Basitti, acısızdı, ancak çok güçlüydü. Bir kez birine yemin ederek Faeralyn Ritüeli ile bağlanırsanız bir daha dönüşü yoktu, ta ki bağlandığınız fey bu dünyadan göçüp gidene kadar.

Prenses bunları anlattıkça Illarion'un gözleri hayretle açıldı, anlatılması gerekenler anlatıldığında bir süre kaşlarını çattı. Kısa bir süre gözlerini kaldırarak gökyüzüne, uzaklara doğru baktıktan sonra bakışlarını onlara çevirdi. Dingin, ne yapacağını bilen bir adamın gözleriydi bunlar.

"Yaşamak için bir sebebim olacaksa, artık kayıp olmayacaksam ve uğruna savaşmaya değer birini koruyacaksam, seve seve yemin ve büyüyle size bağlanırım majesteleri. Yanınızda yürüme ve dostunuz olma şansı, benim için bir onurdur."

Illarion sağ yumruğunu kalbine yaslayarak başını büyük bir minnet ve saygıyla eğdiğinde Morrigan, Eamon'a son bir kez baktı. Son bir kez ve kesin olarak onayını almak istiyor gibiydi, bu bakış onurunu okşamıştı. Gülümseyerek başıyla onay verdiğinde prensesi pürdikkat izliyordu.

"Öyleyse Eamon bizim için Eski Dildeki kısmı söyleyebilirsin, değil mi?"

"Bence sen söylersen daha iyi olur, sence de öyle değil mi Morrigan?" Eamon kendini tutmak ve gülmemek için büyük bir çaba harcıyordu. Çok zordu!

"Ya, benimle birkaç asır boyunca dalga geçesin diye mi? Hayatta olmaz." Illarion neden bahsettiklerini anlamamıştı ve gözlerini kırpıştırarak onları izlemekle yetiniyordu.

Eamon'sa Morrigan'la geçecek birkaç asrın düşüncesinde kaybolmuştu. Morrigan boğazını temizleyerek acele etmesini ima etmese uzun bir süre daha bunu düşünürdü herhalde.

Karşılıklı dikilen Morrigan ve Illarion'un arasında durarak hızlıca Eski Dildeki sözcükleri söyledi, şimdi büyü görünmese de aralarında dans ediyordu ve üçü de bunu hissediyorlardı. Melodik sözcükleri söylemeyi bitirdiğinde Morrigan, Illarion'un tılsımlı elini kaldırdı. Hemen sonra başını yana eğerek Illarion'a baktı ve durakladı. Şimdi ne olmuştu?

"Büyüyü tamamlamak için soy adını bilmem gerek. Söyle, Illarion."

"Tyrnurdrenn"

Morrigan sıkıntıyla ofladı. "Söylemesi basit bir şey olamazdı zaten." diye homurdandığında Eamon bu sefer kahkahasını tutmaya zahmet etmedi. Belli ki uzun, karmaşık sözcüklerle prensesin arası hiç iyi değildi ve bu çok eğlenceliydi.

Hafif bir pembelik Morrigan'ın beyaz teninde yürüyüp yanaklarını boyadığında kıkırdamayı kesti ve öksürdü. Gülmeye devam ederse ritüeli tamamlamaları zor olacak gibi duruyordu ve acele etmelilerdi.

"Peki, her neyse. Sen, Illarion Tyrnurdrenn... Sonsuz ömrünün geri kalanında, kaderini ve yaşamını benimkine bağlamaya yemin ediyor musun?" Doğrudan genç adamın gözlerine bakıyordu, Eamon da onunkilere.

"Ediyorum."

Şimdi Morrigan'ın Illarion'un tılsımını büyüsüyle işlemesi gerekecekti. Böylece Illarion üzerinde kalıcı, soldurulamaz ve yok edilemez bir parçasını bırakacaktı. Eğer Illarion onlara ihanet etmeye yeltenirse, hatta bunu aklından bile geçirirse, işleyeceği bu büyü onu en acı biçimde yok edecekti.

Morrigan'ın biçimli kaşları bir an çatıldı, bir şey onu düşündürüyor gibiydi. Bir eli Illarion'un elini havada tutarken diğer elinin parmakları altın rengi tılsımın üzerinde duruyordu. Sorun büyüsü olmalıydı, henüz nasıl kullanabileceğini bilmiyordu. Öğrenmesi için biraz zaman ve pratik gerekiyordu, Eamon ona yardım edecekti.

"Büyünün kaynağı senin ruhundur, gücünü senin benliğinden alır. İçindeki o kaynağı hayal et ve oradaki gücün ufak bir kısmını çektiğini, parmakların aracılığıyla tılsıma aktardığını düşün. Büyünü kendine has, istediğin bir şekilde işleyerek bu tılsımla birleştirdiğini hayal et. Büyün mürekkep, parmakların kalem ve bu tılsım da tuvalin olsun."

Morrigan anlamıştı, başını sallayarak gözlerini kapattı. Odaklanır gibiydi, hemen sonra işaret parmağını tılsıma doğru uzattı. Ufak ama güçlü, soğuk beyaz bir parıltı önce boynundaki gece taşının içinde parıldadı, kristalin dağıttığı binlerce soğuk ışık huzmesi çevreye saçıldı. Binlerce yıldızın aynı anda farklı yönlere kayması gibiydi, ardından taşın derinlerindeki o ışık söndü. Şimdi o parıltı parmaklarından taşarak genç adamın teninin üzerinde geziniyordu. Morrigan acele etmeden büyüyü işliyor ve keşfediyordu. Bu onun için yeni bir deneyimdi, heyecanlı olduğu yüzünden anlaşılıyordu. Büyüsünü tılsıma işlemek için kullandığı işaret parmağı hafifçe titriyordu.

Kısa bir süre sonra parmaklarındaki parıltı da gücünü yitirdiğinde Morrigan bir adım geri çekilerek genç adımın elindeki tılsımı inceledi. Altın renkli helezonların üstünde beyaz-gri parıldayan hilalin çevresinde koyu mavi iplikler dans ediyordu. Kesinlikle çok güzeldi. Güzel ve zarif.

Eamon tılsım tamamlandıktan sonra Eski Dilde birkaç cümle daha söyledi. İşte, bitmişti. Artık bu genç adam düşünceleriyle dahi Morrigan'ın kötülüğünü isteyemezdi ve bu Eamon'ı bir hayli tatmin etmişti.

"Peki, kaynaşma kısmını sonra hallederiz. Şimdi yarım kalan işimizi halledelim ve Mallorn'a gidelim. Zaten çok yakınındayız, değil mi Eamon?"

Böylece güneş tepede yükselirken Mallorn'a doğru -artık üç kişi olarak- yola koyuldular, kısa yürüyüşleri gayet sessiz geçmişti.

Yolları çok uzun değildi ve etrafta hala kimse yoktu, belli ki aramalar ormanın daha sık ziyaret edilen kısımlarında devam ediyordu. Normalde buralara kimse pek uğramazdı, orman ve otlar burada ilerlemek için fazlasıyla sıktı. Illarion ilerleyebilmeleri için önden yürüyerek kılıcıyla onlar için yolu temizliyordu.

Sıklaşan ve vahşiliğiyle onlara mâni olmaya çalışan ormanın derinliklerinde yürüyüşlerini sürdürmeye çalışırlarken birkaç adım önden yürüyen Illarion adımlarını yavaşlatarak yanlarına geldiğinde soran gözlerle prensese baktı, bir şey diyeceği belliydi.

Kısa bir sessizliğin ardından hala kılıcını sallayarak yolu temizlemekte olan Illarion "Nasıl oluyor da binlerce yıldır böyle bir ritüel hiç kullanılmıyor? Hüküm süren tüm kralların uğruna bir şeyleri feda edebilecekleri bir şey bu." dediğinde hiç şaşırmamıştı. Eamon bu soruyu bekliyordu, onun gibi algıları açık bir savaşçı bu ayrıntıyı kaçırsaydı hayal kırıklığına uğrardı zaten.

Morrigan basitçe "Çünkü tılsımını işlemek için kullandığım büyü, yalnızca ritüeli yapan kişinin büyüsü gece taşının büyüsüne karıştığında yapılabiliyor. Gece taşı geçen asırlar boyunca uykudaydı." diye açıkladı.

Illarion kısa bir süre düşündükten sonra "Size bu yüzden mi gecenin varisi diyorlar yoksa gecenin varisi olduğunuz için mi taş siz taşırken uyandı?" dediğinde ona doğru döndü ve genç adamın şimdi neşeyle aydınlanmış olan yüzüne baktı, bu meraklı soruların hiç bitmeyeceği o coşkun bakışlardan okunabiliyordu. Ah, harika...

Kısa bir süre sonra yürüyüşleri Mallorn'un dalları altında son buldu. Ağacın hala onlara biraz uzak olan beyaz gövdesi belki de bir düzine feyin çevreleyebileceğinden daha genişti, kadim dallarında kuşlar yuva yapmış cıvıldaşıyorlardı. Kısa bir yol vardı önlerinde, onu da temizlediklerinde ağacın olduğu açıklığa ulaşmış olacaklardı.

Kalın, güçlü dallar gökyüzüne tüm ihtişamıyla yayılarak çok geniş bir alanın gölgede kalmasını sağlıyordu. Mavi gökyüzünü görmelerini engelleyen ağacın cayır cayır yanan alevlerin rengini taşıyan yaprakları dalları kaplıyor ve rüzgârda uçuşuyordu. Beyaz, sarı, turuncu, kırmızı... Renklerin ahengi ve geçişleri nefes kesiyordu, Eamon ağacın canlı bir aleve benzediğini düşündü. Sonsuza kadar yanacak, hiç sönmeyecek bir aleve...

Kuvvetli bir rüzgâr Mallorn'un yapraklarının arasından geçerek hışırdamalarına sebep oldu, onlara ulaşıp Morrigan'ın saç tutamlarını havalandırarak eser giderken karman çorman kokuların birbirine girdiği havayı da beraberinde taşıdı. Kokunun iğrençliği karşısında Morrigan öğürdü, derhal burnunu koluyla örttü.

Eamon da kokuyu almıştı, hemen Morrigan'ı yanına çekerek etrafı incelemeye başladı. Koku ağacın gövdesine doğru ilerledikçe güçleniyordu, Morrigan'ın iğrenç olduğunu düşündüğü Myrlerden bile beter kokuyordu. Solmaya yüz tutmuş fey kokuları çürümüş, yanmış et ve Myr kokularıyla karışmıştı.

Biraz önlerinden ilerleyen, ağaca ve onu çevreleyen toprağa ulaşmış olan Illarion "Burada ne olmuş böyle?" diye korkuyla fısıldayarak donakaldığında ona doğru koştular. Kutsal Mallorn'u saran bu iğrenç kokunun sebebi ne olabilirdi? Eamon'ın bir fikri yoktu, iç içe geçen katmanlar halindeki bu kokuyu tanımıyordu.

Yanına ulaştıklarında Illarion'un neyi kastettiğini anlamışlardı. Onlarca fey bedeni hareketsiz, çürümeye başlamış halde kutsal ağacın gölgesi altında oraya buraya saçılmıştı. Kurumuş, pıhtılaşmış kırmızı ve siyah kan izleri her yerdeydi. Ağacın beyaz gövdesi üzerinde kanlı el izleri birbirine karışmıştı, kokuysa en kötü kabuslarıyla dahi mukayese edilemezdi. Daha önce kötü haldeki Myr leşleriyle uğraşmış olsa da koku karşısında öğürmemek için çenesini birbirine kenetledi.

Toprağın üzerinde dağınık bir şekilde oraya buraya fırlamış bedenler çürümüş ve korkunç yaralar haricinde damarları andıran parlak, siyah çizgiler tarafından sarılmıştı. Ve Eamon bunların dövme veya vücut boyası olmadığına gayet emindi.

Hemen yanındaki Morrigan bu manzara karşısında donup kalmıştı, faltaşı gibi açılmış yeşil gözlerle etrafı izlerken prenses "Gökteki tüm tanrılar adına..." dışında bir şey diyemedi.

Herkese merhaba, görüşmeyeli nasılsınız? Ben çok yoğundum, o kadar ki pes edip kaçtım ve şehir değiştirdim sfjkskbkd Bu yüzden biraz gecikmeli görüşüyoruz, lütfen mazur görün :') Sizleri özledim bu yüzden yorumlarda buluşabilirsek süpper olur ^^ Oylarımız çok düşük, lütfen onları da hikayemizden esirgemeyin... Yaratıcı yorumlarınızı bekliyorum kjsgjsfks Haftaya görüşmek üzeree <3

 

Bölüm : 28.08.2024 15:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...