
İyi okumalar!
Morrigan ağabeyinin ilk defa bir darbeyi o kadar zorlukla karşıladığını görmüştü. Edric yaşlı sayılmasa da hayatı antrenmanlarla geçmişti ve diğer fey erkeklerine göre fiziksel olarak oldukça güçlü sayılırdı. Bu manzara karşısında şüpheleri kafasında daha büyük bir hızla dönmeye başlamıştı.
Çevresinde ise tezahüratlar kesilmiş, insanlar fısıldaşmaya başlamışlardı. Kimse rakibin kim olduğuna dair bir şey bilmiyordu, yüzünü veya tılsımını gören olmamıştı. Nereden geldiğini bilen de yoktu, hatta sesini duyan bile...
Morrigan'ın kalbi göğüs kafesinde huzursuzca atıyordu şimdi. İçgüdüsel olarak bir silaha ihtiyaç duydu ancak silahları ve zırhını getirmesi gereken yardımcısı henüz ortalarda yoktu. Bu kalabalığın arasından sıyrılıp bir askere silah getirmesini de emredemezdi. Çitlere daha da yaklaşmaktan başka bir şey yapamadı.
Hemen ardından ağabeyinin kılıcının elinde parçalanmasını sağlayacak kadar vahşi ve katıksız güç dolu hamle geldiğinde Morrigan'ın kalbi tekledi, atışları düzensizleşti. Artık alan dışında duramazdı, turnuvaları boş vererek çitin üstünden atladı ve ağabeyine doğru temkinli bir şekilde yaklaşmaya başladı. Elamire arkasından bağırsa da Morrigan duymadı bile. Ağabeyinin korkusunun kokusunu alabiliyor, düzensiz şekilde atan kalbini duyabiliyordu şimdi. Abisine yakın bir yerde gölgelerde kalmaya devam etti, bir sonraki hamlenin ne olacağını görmek için.
Ağabeyinin tanıdık kokusuna dolanan koku da neydi? Koku suratına şok edici bir şekilde çarpmıştı. Birden fazla feyin kokusuyla bastırılmaya çalışılmış kötücül, karanlık ve küf gibi bir kokuydu. Morrigan'ın da Edric'in de tanımlayamadığı bir koku. Başka birisinin bunu fark ettiğini sanmıyordu çünkü bu savaşçı her kimse hem kokusunu maskelemeye çalışmış hem de kalabalıktan özellikle uzak kalmıştı. Sebebini şuan ancak tanrılar bilebilirdi...
Bu sırada tekrar bir kılıç darbesi geldi, Edric bu ışık hızındaki atağa karşı elindeki aile yadigarı kılıcı savunma pozisyonuna alacak fırsatı bile bulamadı.
Morrigan ne yapacağını bile düşünmeden ağabeyine doğru insanüstü bir hızla koşmaya başladığında ağabeyi de kolunu kaldırıyordu ancak bunu görmedi bile.
Ağabeyinin önüne geldiğinde uçuşan saçlarının, göz bebeklerinin yeşili içerisinde beliren gümüşi halkanın farkında değildi. Prenses neden yaptığını bile bilmeden yumruğunu rakibe uzatıp avucunu açtığında buz parçalarının eşlik ettiği soğuk, beyaz ve kör edici bir ışık topu çıkmıştı.
Kimsenin neler olduğunu kavrayamadığı bu kör edici saniyelerde bu büyük enerji rakip savaşçıya çarpmış ve onu yere yıkmıştı. Savaşçı kısa bir süre yerde kalsa da olağanüstü bir güçle doğruldu ve miğferini başından adeta sökerek gökyüzüne doğru kükredi.
Elini indiren Morrigan, kardeşine hayretle bakan Edric ve çitlerin dışında olanları kavramaya çalışan herkes donakalmıştı şimdi.
Ağabeyinin karşısındaki savaşçının parça parça üzerine geçirilmiş gibi görünen dış deri birkaç feye aitti anlaşılan, ancak bu tiksinç katmanın altında onlara çürük et gibi koyu kırmızı gözlerle bakan şey bir fey değil, bir Myr'di ve kükremesine karşılık çevreden yükselen iğrenç savaş çığlıkları burada tek olmadığını anlatır gibiydi.
--------------------------------------------
Kimse neler olduğuna anlam veremeden kutlama meydanı bir anda savaş çığlıklarıyla doldu. Yüz yıllardır barış içinde kutlamalara sahne olan Caladwen Meydanı şimdi Myrlerin iğrenç sesleri ve kokularıyla dolmuştu ve bir katliama sahne oluyordu.
Morrigan nabzının düzensizleştiğini ve korkunun kendisini ele geçirmeye başladığını hissetti. Az önce barış içinde kutlama yaptığı, dans ettiği kardeşleri gözleri önünde öldürülüyordu. Dört bir yandan acı dolu çığlıklar ve kükremeler yükseliyordu. Savaşmayı iyi bilenler ve güçlerini kullanabilenler karşı koyuyor ve çetin bir savaş veriyorlardı. Ancak sayıları azdı.
Meydanın her yerinden akın akın Myr geliyordu, bu nasıl olmuştu? Sınırları kadim savaşçılarca korunurdu, asırlardır onları aşabilen hiçbir ırk olmamıştı. Morrigan gözleri önünde gerçekleşen bu katliama anlam veremiyordu.
Donakalmıştı, o kadar korkmuştu ki az önce büyüsünün uyandığını fark etmişse de üzerine düşünemiyordu. Kulaklarında sağır eden bir çınlama vardı. Yanında duran ağabeyinin bağırarak krallık askerlerine emirler verdiğini su altındaymışçasına belli belirsiz duydu.
Ancak bu hali çok sürmedi, az önce Morrigan'ın ay ışığının gücünü taşıyan büyüsüne öfkeyle kükreyen Myr karşılarında doğrulmuş ve delice bir öfkeyle onlara bakıyordu. Uğursuz zırhının göğüs kısmı Morrigan'ın gücünün etkisiyle yamulmuştu.
Yaratık onlara yaklaşmaya başladı. Her adımında sanki yer titriyor, gizlenmeye çalışılmış iğrenç kokusu biraz daha kuvvetleniyordu. Özün çürümüşlüğünü yansıtan, saklamak için uğraşılmış bir koku. Demek bu yüzden tüm gün alanın dışında herkesten uzakta durmuştu.
Devasa kılıcını onlara doğrultarak iğrenç kırmızı gözlerine ulaşan bir sırıtmayla beraber konuştu. Sesi kulak tırmalayıcıydı ve ahenkten uzaktı, kendi dilleriyle karışmış cümleler arasından Morrigan şunları seçebildi:
"Bin yıllardır her türlü lütufla barış içinde yaşadınız, bizler pislik içindeki uğursuz bir toprak parçasına mahkum edilmişken. Şimdi O geri döndü ve bedel ödemesi gerekenler ödeyecek, kanları övündükleri topraklarını ıslatacak."
Kim geri dönmüştü? Yaratık saldırıya geçerken Morrigan çadırda o büyü etkisiyle gördüğü görüntüleri ve duyduklarını anımsadı. Olabilir miydi gerçekten? Artık gördüklerinin gerçek olmadığından pek emin değildi. Ürperdi.
Yaratık devasa kılıcıyla ve büyük bir öfkeyle Morrigan'a saldırdığında Edric kardeşinin önüne atlayarak zar zor saldırıyı karşıladı. Darbenin ağırlığıyla ayakları toprak üzerinde geriye doğru kaydı. O sırada babalarına ait bir kükreme kulaklarına ulaştığında ağabeyi dişlerinin arasından soluyarak Antik Dilde konuştu, yaratığın bu dili anlayamayacağını biliyordu:
"Anne ve babamızı bul, tünelleri iyi biliyorsun. Tünellere kuzeyden girdiğinde sürekli batıya doğru ilerlersen bir silah odası bulacaksın. Onları da alarak oraya saklan. Elamire'i de bul. Çabuk!"
Morrigan duraksadı. Savaşmak, halkına ve ağabeyine yardım etmek istiyordu ancak silahı yoktu, büyü gücüne de güvenemezdi. Çevresine bakındı. Az önce Elamire hemen yanında ağabeyinin düellosunu izliyordu, şimdi neredeydi? Bağırıp çağıran, savaşan ve kaçışan kalabalığın içinde çılgınlar gibi Elamire'i aradı ancak genç kız hiçbir yerde yoktu. Belki de kral ve kraliçeyle bir arada olan babasını bulmak için gitmişti. Bu yüzden koştu, tüm gücüyle alanın merkezine yakın konumlanmış olan tahtlara doğru koştu. Etrafta büyüleriyle, çıplak elleriyle savaşarak direnmeye çalışan kardeşleri birer birer düşüyordu. Bu kutlama gününde ağabeyinin emirler yağdırdığı askerler hariç kimse silah taşımıyordu.
Halkı güçlü bir ırktı, ancak çok uzun zamandır savaşçı bir ırk değildi.
Nefes nefese tahtların bulunduğu merkeze ulaştığında gördüğü manzara karşısında nefesleri boğazında tıkandı. Annesi tahtının önünde yerde yatıyordu. Uzun, güzel gümüşi saçları kana bulanmıştı. Turkuaz gözleri cam gibi açık ve donuk bir şekilde gökyüzüne bakıyordu, yüzünde bir dehşet ifadesi takılı kalmıştı. Boynunda boydan boya bir kanlı ve tırtıklı bir kesik vardı. Çevresi kraliyet ordusu mensubu askerlerin parçalanmış bedenleriyle doluydu. Ordu onlara ulaşmıştı anlaşılan, ancak geç kalmışlardı. Çok geç.
Bir damla göz yaşı yanağından aşağı yuvarlandığında az ileride savaşan babasını gördü. Elinde kılıcıyla önündeki Myrlerle savaşıyor, bir yandan çevresindeki askerlere emirler veriyordu.
Kral bir kılıç darbesiyle yaratıklarından birini daha öldürdükten sonra koşarak eşinin yanında diz çöktü. Onu sanki incinmesinden çekiniyormuş gibi kucakladı ve kendi kanının birikintisinden kaldırdı. Sevgiyle bakan gözleri henüz akmayan yaşlarla pırıldıyordu. Gözyaşları sonra gelecekti.
Şimdi savaş zamanıydı.
Herkese merhaba, bölümü nasıl buldunuz? Tavsiye ve eleştirileriniz için yorumlarda buluşalımm ^^
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.17k Okunma |
727 Oy |
0 Takip |
51 Bölümlü Kitap |