5. Bölüm

ÖLÜM KOKAN YABANCI

Merve Gündoğmuş
mervegndgms

Biraz hareket 😊 İyi okumalar!

Edric için Eliad'in asıl ilgi çekici yönü dövüş turnuvalarıydı. Sadece kalenin de bulunduğu başkent Daesha'dan değil, kıtanın her yerinden savaşçıların, şövalyelerin ve katılmak isteyen herkesin geldiği bir turnuvaydı bu. Katılacak Feylerin bazıları aylar öncesinden antrenmanlara başlardı, zira kral babası turnuvanın kazananına her yıl farklı ve mutlaka değerli bir armağan vaat ederdi. Her halükarda değerli olacağı kesin olan bu ödülü kazanmayı isteyen de çok kişi vardı kuşkusuz.

Zümrüt Diyar'ın iyi yetişmiş şövalyeleri, Solonor Çölleri'nin ölüm kadar sessiz ve sessiz oldukları kadar çevik dövüşçüleri, Büyük Okyanus'tan gelen denizin efendileri, Kuzey'den Hencapelt'ten gelen soğuğun ruhlarına işlediği dayanıklı savaşçılar... Her yerden Fey vardı turnuva alanında gerçekten. Edric çoğunu her sene görüyordu elbette, on yıllardır katılmadığı bir turnuva olmamıştı neticede.

Şu ana kadar çoğu turnuvayı kazanmıştı Edric

Şu ana kadar çoğu turnuvayı kazanmıştı Edric. Elbette sayıları az da olsa kaybettiği turnuvalar da olmuştu. Başkaları belki bunun bir prens ve diyarın komutanı için onur kırıcı olduğunu düşünebilirdi, eğer o prens kaybetmeyi kucaklerken neler öğrendiğini göstermeseydi. Her sene daha çok şey öğreniyor, yeteneklerini bambaşka şeylerle biliyordu. Bunu yaparken ordularını da bu öğrendikleriyle eğitiyor ve her zaman daha çok çalışıyordu.

Bu sene turnuvaya gelenlerin sayısı daha da çoktu sanki. İyiydi bu elbette. Edric gözlerinin yeşili gibi canlı bir yeşil olan zırhını üzerine geçirip bağcıkları alışıldık hareketlerle bağlarken bir yandan da alanı gözlemlemeye başladı. Denizciler, avcılar, şövalyeler ve diğer dövüşçüleri avını süzen bir hayvanın pırıltılı gözleriyle süzdü.

O sırada gözüne biri takıldı, bu savaşçı herkesten ayrı bir köşede duruyordu. Boyu iki metreye yakındı, omuzları genişti. Uzun yüzyıllar boyunca antrenmanlarla bilendiği belli olan, parça parça görünmelerine sebep olan yara izleriyle dolu kaslı kollarını önünde birleştirmişti ve taş gibi hareketsiz şekilde alanın karşısındaki bir çite yaslanmıştı. Edric savaşçıyı daha önce burada görmemişti, tılsımını görmek istese de eldiven giydiği için bu mümkün değildi. Yüzünü ağır, duman grisi bir pelerinin başlığı gölgelese de şekilli dudaklarında alaycı bir gülümseme seçiliyordu. Edric kim olduğunu ve bedenine bakılırsa bir hayli eskilere dayanan öyküsünü dinlemek için savaşçının yanına gitmek istediyse de turnuvanın başladığını haber veren bir boru sesinin duyulmasıyla bunu yapamadı. Miğferini başına geçirip gözlerine yerleşen cinai sükunet ve dudağının kenarındaki tehlikeli bir gülümsemeyle turnuvaların başlamasını beklemeye koyuldu.

                                                             -------------------------------------------

-------------------------------------------

Çadırdan -ve büyünün etkisinden- çıkıp yeniden temiz ve bahar kokulu havayı ciğerlerine çektiğinde Morrigan içindeki endişeye karışan o garip ve kötücül hissin hafiflediğini hissetti. Böyle güzel bir günde gördüğü tuhaf şeyleri düşünmeyecekti, insanlara görmelerini istediğiniz şeyi gösterip akıllarını karıştırmak kolaydı ne de olsa. Bu düşünceyle derin bir nefes alıp vererek omuzlarını dikleştirdi ve alanda gezinmeye karar verdi.

O sırada biraz ileride ziyafet masalarının yanında dikilen Elamire'i gördü ve gülümseyerek el salladı. Elamire onun amcası ve kralın sağ kolu olan Dük Andohir'in kızıydı. Morrigan ne kadar sessiz, düşünceli ve alaycıysa Elamire o kadar hayat dolu, kıpır kıpır ve konuşkan bir kızdı. İkisi çocukluklarından beri en yakın arkadaştı, saray koridorları haylaz oyunlarına ve çocuk kahkahalarına şahitti. Arkadaşının yanına doğru yürürken artık çocuk olmayan ve Geçiş'ini tamamlamış olan arkadaşını süzdü. Altın bir halkanın süslediği yeşil gözleri sanki görünmez bir gücün verdiği yaşam enerjisini ve neşeyi yansıtıyordu. Esmer teni ve altın yansımaların eşlik ettiği kahverengi gür bir ormanı andıran kıvırcık saçlarının bukleleriyle, uzun boyu ve zarif hatlarıyla kesinlikle çok güzel bir dişi olmuştu. Arkadaşını gözetleyen gözlere ve çevresini saran arzunun kokusuna bakılırsa bu fikrinde yalnız değildi. Bu düşünceyle kıkırdayarak arkadaşına takıldı:

"Bu kadar genç ve yakışıklı Fey senin peşinde ama senin böyle bir günde tek düşünebildiğin hangi tatlıyı seçmen gerektiği mi gerçekten?"

"Bu kadar genç ve yakışıklı Fey senin peşinde ama senin böyle bir günde tek düşünebildiğin hangi tatlıyı seçmen gerektiği mi gerçekten?"

Gözlerini dikkatle süzdüğü masadan kısa bir süre çeken arkadaşı ona yayvan bir sırıtışla karşılık verdi:

"Etrafımızdaki gözlerin yarısından çoğu majestelerinin ilgisini beklemekle meşgul ama sen şansını benden yana kullanmaya karar verdin öyle mi? Onur duydum prenses."

Dandik bir saygı gösterisiyle önünde reverans yaptığında Morrigan kahkahalarla sarsılıyordu

Dandik bir saygı gösterisiyle önünde reverans yaptığında Morrigan kahkahalarla sarsılıyordu. İkisinin alanda çınlayan ve yaşamın özüne ait damlalar gibi etrafa saçılan kahkahaları hafifleyip Morrigan, Elamire'i masadan koparmayı başardıktan sonra etraflarındaki eğlenceyi keşfetmek için birbirlerini oradan oraya sürüklüyorlardı.

Oyunlar oynadılar, garip esprilerle dolu komik kukla oyunları izlediler, değişik büyüleri ve formları olan Feyleri gördüler. Kraliyet ailesinin bazı üyeleri dışında feylerin hayvan formları yoktu ve dönüşümlerini görme fırsatı çok nadir gelirdi. Dolayısıyla iki genç kız için bu yaratıkları görmek çok olağanüstüydü.

Hala kıtanın çok uzak yerlerinde yaşayan -ve ünlü olan- Feylerden çok güçlü formları olanlar vardı

Hala kıtanın çok uzak yerlerinde yaşayan -ve ünlü olan- Feylerden çok güçlü formları olanlar vardı. Yaşları Morrigan'a göre ileriydi hatta birkaçı yaşlı sayılabilirdi, tabii görünüşte değil. Bazıları savaş zamanlarında meydanlarda terör estirmiş olan doğal ölüm makineleri... Üstelik hala kıtanın sınırlarında görev yapıyorlardı.

Annesi bu savaşçılardan birinden sık sık bahsederdi. Eamon onun uzaktan kuzeniydi, zayıf aile bağlarına rağmen annesinin yerli veya yersiz her fırsatta ondan bahsetmesiyle Morrigan ona bir nevi aşina gibiydi. İki kuzen olarak hiçbir zaman tanışma fırsatları olmamışsa da -Eamon Kuzey Sınırı Muhafızlarının lideriydi- Morrigan onu merak etmediğini söyleyemezdi. Neticede, korumak ve öldürmek için bilenmiş bir savaşçıydı, tüm kıtaya ün salmış yetenekleri ve diğer formunun kadim Kara Kurt oluşuyla birçok bakımdan ilgi çekiciydi. Tabii bir de türünün en yakışıklısı olarak anılması vardı ama Morrigan bunu düşünmemeye karar verdi. Onu göreceğini sanmıyordu. Annesi onları evlendirmeye niyetliymiş gibi davransa da elbette aralarında eş bağı olmayan feyler evlenemezdi. Eh, bağın olup olmayacağını da ancak görüşürlerse bilebilirlerdi. Eamon'sa her zaman uzak (ve çoğu zaman tehlikeli) olan Kuzey sınırındaydı.

Morrigan kıta sınırının Myrlerin ülkesi olan Varallhann ile ortak olduğunu bilse de onları yalnızca kitaplardan biliyordu

Morrigan kıta sınırının Myrlerin ülkesi olan Varallhann ile ortak olduğunu bilse de onları yalnızca kitaplardan biliyordu. Doğuştan çarpık ve kötüydüler, tanrıların lanetlediği ve türlerinin sonuna kadar pisliğe, sefilliğe ve vahşiliğe mahkum edildiği bir ırk... Lanetlenmişlerdi, çünkü yaratılışlarından gelen kötücüllük ve çıkarcılığa teslim olarak tüm dünyaya ihanet etmişlerdi, gönüllü bir şekilde kötülüğün bir gölgesi olup katliamlar yaparak.

Bunu düşünmek aklına savaşı, savaşsa o sudaki görüleri getirdi ve omurgasından aşağı bir ürpertinin ağır ağır yürüdüğünü hissetti. Bunu herhangi birine anlatmalı mıydı? Göz ucuyla yanında bir gösteriyi izleyen arkadaşına baktı, bunları duysa ne düşünürdü ki? Morrigan ikinci kez bu ürpertiyi görmezden gelmeye karar verdi, bu sefer kesin olarak. Böyle parlak ve neşeli bir günde bunları düşünmesine gerek yoktu. Savaş binyıllar önce olup bitmişti, sınırları kadim savaşçılar tarafından korunuyordu.

Böylece yeni bir şeye odaklanmak, kafasındaki şüphe ve soru öbeğinden kurtulmak için çevresine bakınırken şenlik meydanında yakılacak olan Kutsal Ateş için hazırlıkların tamamlandığı gözüne ilişince heyecanla arkadaşını o yöne doğru çekiştirdi.

Gençliğin verdiği pervasızlık ve heyecanla bir anda kafasındaki karanlık düşünceler uçuşup kaybolmuştu işte. Arkadaşındaki değişimi ve yenilenmiş enerjiyi gören Elamire de yüzünde kocaman bir gülümsemeyle onu takip ediyordu şimdi.

Meydanın merkezine vardıklarında ateş alanının etrafına kıtanın farklı renklerdeki saydam ve değerli taşlarından oluşan büyük parçaların sınır şeklinde etrafa dizildiklerini gördüler. Her biri, bu halk için başka bir duayı ve dileği temsil ediyordu: Bereket, mutluluk, sevgi, refah, barış, kardeşlik... Bilinen değerli taşlardan bir tek Gece Taşı aralarında değildi, çünkü onun tek örneği Morrigan'ın köprücük kemiklerinin arasına mükemmel bir uyumla yerleşmiş bir şekilde güneşin öpücüklerini yansıtıyordu. Gücü, asaleti temsil ederek. On sekizinci yaş gününde aile yadigarı olarak kendisine verilmişti.

 On sekizinci yaş gününde aile yadigarı olarak kendisine verilmişti

Büyük sınır taşlarının ortasında hiçbir odun yoktu. Çünkü bu kadim ateş ancak büyüyle yakılırdı, bunu da şimdi merkezdeki taşlardan her birinin arkasına yerleşmiş ve birbirlerinin ellerini tutan Alevzenler yapardı. Varisi oldukları kutsal güç dolayısıyla çok değerlilerdi, şimdi muhtemelen her birinin isimleri kadar iyi bildikleri ve muhtemelen yüzyıllardır söyledikleri bir ezgiye başlamışlardı.

Kadim dile ait sözcükler alanda gitgide daha fazla ağızdan yayılırken ezgi sanki Feanaro'nun avuçlarında dans eden ateşin bir örneğiydi, alanda kendi büyülü dansını sergiliyordu

Kadim dile ait sözcükler alanda gitgide daha fazla ağızdan yayılırken ezgi sanki Feanaro'nun avuçlarında dans eden ateşin bir örneğiydi, alanda kendi büyülü dansını sergiliyordu. Morrigan kalbinin derinliklerinde hissettiği sıcaklığı minnetle ve sevgiyle kucakladı, eli kalbinde merkezdeki ateş alanında canlanan gücün güzelliğini izledi. Turkuaz, altı sarısı, turuncu ve kırmızı alevler alanın kalbinde kıvrılıyor ve gök kubbeye ulaşmaya çalışıyordu şimdi. Güneş batmaya yüz tutmuşken ve akşamın serin gölgeleri alandakilere sarılmaya başlamışken atalarının mirası ruhlarını temizledi, kalplerini ısıttı ve tüm ihtişamıyla yükseldi ve yükseldi...

 Güneş batmaya yüz tutmuşken ve akşamın serin gölgeleri alandakilere sarılmaya başlamışken atalarının mirası ruhlarını temizledi, kalplerini ısıttı ve tüm ihtişamıyla yükseldi ve yükseldi

Bu kısım en sevdiğiydi. Morrigan kalabalığı yararak ilerledi, taşların yanına geldi ve kendisini ezginin akışındaki heyecana, yaşama sevincine bıraktı. Dansı dünyanın yaratılışını, var olma nedenini, saf mutluluğu ve uyumu anlatıyordu sanki. Etraftakilere hiç bakmadı, döndü ve döndü... Saçlarıyla aynı renkteki elbisesinden şimdi ay ile yıldızların soğuk ve büyüleyici ışıkları yansıyor, göğsünün üzerindeki taş bile neşeyle titreşiyordu. Dansı sürerken babasının kraliçesini elinden tutup ateşe yaklaştırdığını ve sevgi dolu ebeveynlerinin bu kutsal anda kızlarına eşlik ettiklerini gördü. Halkı da eşlikçisiydi şimdi, ruhu olan tüm yaratıklar da.

Dansı yavaşlayıp nefesi ritmik hareketlerini desteklemeyi bıraktığında ve Morrigan bu kutsal dansı sonlandırdığında bile ateş kutsal bir sütun gibi alanın ortasında tüm ihtişamıyla var olmaya devam etti

Dansı yavaşlayıp nefesi ritmik hareketlerini desteklemeyi bıraktığında ve Morrigan bu kutsal dansı sonlandırdığında bile ateş kutsal bir sütun gibi alanın ortasında tüm ihtişamıyla var olmaya devam etti. Şüphesiz sabahın ilk ışıklarına kadar orada kalacaktı.

Alandakiler bu anın etkisinden sıyrılmaya başladıklarında yavaş yavaş dövüşleri izlemek için turnuva alanına birikmeye başlamışlardı. Havanın kararmış olması feyleri etkilemiyordu, gece veya gündüz görüşlerinde bir farka sebep olmadığından akşamın ilerlemesi sorun değildi. Hem karanlıkta kılıçların, hançerlerin ve bu silahlara yüklenen büyülerin parıltısı daha nefes kesiciydi.

Morrigan tekrar bulduğu Elamire'i bu sefer de turnuva alanına sürükleyecekken arkadaşının ondan daha hevesli olduğunu ve sürüklenen kişinin o olduğunu fark edince yüzünde kocaman bir sırıtışla turnuva alanını taramaya başladı. Çitlerin kenarına geldiklerinde arkadaşının şimdi yumuşak ama başka duygularla daha bakan yeşil gözlerinin bir ton koyulaşmış bir halde birine kilitlendiğini gördü. Alanı çeviren çitlerden birine yaslanmış bir şövalyeydi bu kişi hiç şüphesiz. Başında miğferi yoktu, uzun kahverengi saçlarının dalgaları bir yele gibi omuzlarına dökülüyordu. Beyaz teniyle tezat yaratan ve sıcak bir çikolata rengi olan gözleri anın heyecanıyla parıldıyor, yüzündeki gülümsemesi insanın içinde yaşama sevinci uyandırıyordu. Morrigan yan yana durduğu arkadaşının ilgisinin karşılıksız olmadığını genç savaşçı Elamire'e sanki önünde bir tanrıça duruyormuş gibi bakarak gülümsediğinde anlamıştı. Arkadaşını dirseğiyle dürterek sırıttı.

"Ben de her sene "Kavga etmekten hoşlanan bir grup vahşi hayvan işte

"Ben de her sene "Kavga etmekten hoşlanan bir grup vahşi hayvan işte." diyen arkadaşımın neden bu sene turnuvalar için söylenmediğini merak ediyordum. Bana günün başında anlatabilirdin!"

Arkadaşı heyecanla parıldayan gözlerini açarak cevapladı:

"Ve sen de antrenmanlarda miğferle dövüşen o kadar savaşçı içerisinde hangisi olduğunu tek tek eleyerek bulurken tüm gün başımın etini yerdin değil mi?"

Arkadaşının haklılığına kıkırdayarak karşılık verdi, gerçekten de öyle yapardı. Bu yeni gelişme onu mutlu etmişti, zira Elamire sadece arkadaşı değil aynı zamanda kardeşi sayılırdı. Eşleşme mutluluğunu en çok onun gözlerinde görmek isterdi.

O bunları düşünürken bir boru sesiyle turnuvaların başladığı duyuruldu. Her seferinde iki kişi savaşacak, kazananlar bir üst turda kura ile eşleştirilerek dövüşe devam edeceklerdi. Ve bu son iki savaşçı kalana kadar sürecekti.

İlk dövüş başladığında tezahüratlar ve gaddar dilekler de etraflarında dolaşıp alana yağmaya başladı. Çeliğin çeliğe çarparken çıkardığı seslerin, hayvani kükremelerin, miğferler arasından vahşice parlayan gözlerin iç içe geçmiş bir fırtınasıydı izledikleri. Gerçekten çok yetenekli olanları da vardı aralarında bu savaşçıların, bu yüzden elemeler büyük bir hızla ilerledi ve gerçekten iyi olanların kaldığı bir topluluk oluştu.

Şimdi turnuvaların ilerleyişinden sorumlu olan fey, her savaşçının isimlerini ondan alacakları bir kağıda yazarak elindeki torbaya atmasını buyurdu. Sırayla herkesin ismi alınırken biri Morrigan'ın keskin gözlerinin radarına takıldı. Duman grisi bir zırhın içinde olan Fey'in boyu iki metreye yakındı ve oldukça iri bir erkekti. Zırhı ne ellerinin ne de yüzünün bir şeyleri açık etmesine izin veriyordu. Görevli önüne geldiğinde ve ona bir kağıt kalem verdiğinde ağır hareketlerle aldı ve çabucak işini halletti. Ancak kalemi üstünkörü hareket ettirmiş gibi gelmişti Morrigan'a. Dil'in harflerini yazmak zordu ve bir isim yazmak için fazla az kalem hareketi yapmıştı. Daha önce görmediği biri olduğundan emindi. Belki de gizemli olmayı seven huysuz ve vahşi savaş zamanı ihtiyarlarından biriydi.

İsimlerin toplanması bittikten sonra teker teker kağıtlar çekilmeye başlandı

İsimlerin toplanması bittikten sonra teker teker kağıtlar çekilmeye başlandı. Birkaç isim çekildikten ve bu dövüşler artan bir vahşilik ve zevkle karışık heyecan ile sona erdikten sonra Edric'in ismi alanda duyuldu. Edric diyarı simgeleyen yeşil zırhının içinde gümüşi saçları ve zırhıyla uyumlu gözleriyle çok iyi görünüyordu doğrusu. O ukaladan da daha azı beklenemezdi.

Morrigan'ın miğfer yüzünden göremediği ama orada olduğunu bildiği bir sırıtışla alanın ortasına gelip elinde kadim aile kılıçlarıyla rakibini beklemeye başlamıştı. Bir yandan oynatarak alandaki alev sütununun renklerini yansıttığı kılıç geçmişten bir krala, Feanaro'ya ait olan Gladius'tu. Binlerce yıl sonra bile, kadim demircilerin dövdüğü bu kılıcın çeliği ışıltısıyla insanı büyülüyordu.

Edric turnuvaların bu aşamasında aile yadigarları olan kılıcı kullanmamaya karar vermiş olacaktı ki bir işaretle yardımcısını çağırarak başka bir kılıç aldı ve Gladius'u bıraktı.

Görevli fey bir kağıt aldı, sakin hareketlerle kağıdı açtı. Yüzünden önce şaşkınlık sonra hafif bir öfke geçti ve çıkan sonucu duyurdu.

"İsmini bahşetmeyen savaşçı, her kimsen çık ve dövüş."

Daha önce ismini yazmayan bir şövalye veya savaşçı olmamıştı, Morrigan nedenini bilmese de işte şimdi gerçekten uğursuz şeyler hissediyordu. Ancak erkek fey güçlü ve kendinden emin adımlarla herkesten uzak durduğu gölgeli köşeden çıkıp ağabeyine doğru ilerlemeye başlamıştı bile.

------------------------------------

Edric rakibinin adımlarını duyduğu an ona doğru döndü ve yüzüne sinsi bir gülümseme yayıldı. Tanrılar bugün ondan yana olmalıydı çünkü bu erkekle dövüşmeyi gerçekten istiyordu. En az Edric kadar uzundu, ondan biraz daha iri ve kaslıydı. Yaşı daha ileri olmalıydı.

Bunları düşünüp pozisyon alacakken ona yaklaşan savaşçının kokusu yüzüne hafifçe çarptı. Koku hafifti ancak etkisi ağırdı çünkü yanlış olan bir şeyler vardı. Türünün her erkeği ve dişisinin kendisine has bir kokusu olsa da bu koku... Orman, gece gibi karanlık bir şeyler ve bir de belki rutubet veya çürümüşlük? Bir de birkaç feyin iç içe geçmiş kokusu. Bir şeylerin yanlış olduğu kesindi.

Ancak bunu söyleme fırsatı olmadı çünkü dövüşün başladığını bildiren boruya çoktan üflenmişti. Rakibi ona doğru atılırken Edric endişeyle karışık kazanma ve neyin yanlış olduğunu öğrenme hırsıyla vücudunda salgılanan adrenalini hissetti.

Rakibi ağır görünümlü kılıcını kaldırarak Edric'in doğrudan kafasına doğru öyle büyük bir güçle savurmuştu ki prens afallamıştı. Darbeyi zorlukla da olsa karşılarken kolundan omzuna doğru büyük bir acı yürüse de bir savurma hamlesiyle rakibini uzaklaştırmayı denedi. Ancak rakibi kolay kolay yerinden kıpırdatılabilecek birine benzemiyordu.

Tekrardan başını hedefleyen ve daha büyük bir güç ve hırsla indirilen kılıcı karşılarken Edric'in kılıcı iki parçaya bölündüğünde kalabalık da onun gibi doğal olmayan bir şeyler olduğunu düşünmeye başlamış ve sessizleşerek fısıltılara gömülmüştü.

Edric parçalanan kılıcı hızla bir kenara fırlattı ve bir ıslık çaldı

Edric parçalanan kılıcı hızla bir kenara fırlattı ve bir ıslık çaldı. Çitlerin hemen dışında Gladius'la bekleyen yardımcısı kılıcı prense doğru fırlattı. Prens bakmasına gerek olmadan kadim kılıcı yakaladı ve karşısındaki yabancıya doğrulttu.

Bu erkek kimdi, nereden gelmişti, yalnız mıydı kimse bilmiyordu. Gözleri bir an yerde duran ve parçalara ayrılmış kılıcına gittiğinde içgüdüleri adeta çığlıklar atan prens azımsanmayacak bir korku hissetti.

Bir kez daha merhaba, aramıza yeni katılanlara da hoş geldiniz diyorum ^^ Lütfen iyi veya kötü yorumlarınızı, oylarınızı esirgemeyinn

 

Bölüm : 28.08.2024 15:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...