
Normalden uzun bir bölümle sizleri selamlıyorum. İyi okumalar <3
Morrigan gözleri hayretle açılmış bir şekilde elini Mallorn'dan çekerek derin bir nefes aldı, geriye doğru sersemlemiş bir adımla attı ve kısa bir an tüm heybetiyle karşısında duran gizemli ağaca baktı.
Pekâlâ, çok tuhaf bir tecrübeydi... Bunun nasıl mümkün olduğuna dair bir fikri de yoktu, ağaca ondan önce Eamon da dokunmuştu ancak hiçbir şey olmamıştı. Ağaç göstermek istediklerini sadece Morrigan'a göstermişti, belki de onu diken kişinin Morrigan'ın atası olması yüzündendi. Gerçi bunun pek bir önemi de yoktu.
Şimdi önemli olan tek şey, Morrigan'ın gördükleri ve tüm bunların ne anlama geldiğiydi. Bu yüzden sağında, ağacın hemen yanında gözlerini ona dikmiş olan Eamon ve Illarion'a döndü. İkisi de meraklı bakışlar eşliğinde onun söyleyeceklerini bekliyorlardı. Illarion'un bir adım önünde duran Eamon'ın yüzündeki endişe hayaletini sadece o görebiliyordu, bir eli refleks olarak hançerlerinden birinin üzerinde duruyordu.
Yeterince endişelenmiş olmalıydılar, onları daha fazla bekletmemeye karar verdi.
"Sanırım ağaç bana... geçmişi gösterdi. Birkaç gün öncesi olmalı, çünkü bu feyler hala hayattaydı. İyi haber şu ki sanırım artık onlara ne olduğunu biliyoruz. Kötü haber şu ki nedenini bilmiyorum ama onlara şırıngalarla siyah bir şey enjekte ettiklerini gördüm, Myr kanına benziyordu ancak emin değilim. Orada durup bunu izlemek bir hayli zordu." Dinleyicilerinin her ikisinin de yüzünde tiksinti belirmişti şimdi.
Prens başını çevirerek biraz ötelerinde, ağaca en yakın yerde yatan cesede baktı. Gözleri kısa bir süre cesedin üzerinde oyalandıktan sonra tekrar ona döndü. Onu veya Illarion'u endişelendirmemek için yüzünü ifadesiz tutmaya çalışsa da bakışları çelik gibi sertleşmişti şimdi. Hançerini kavrayan parmaklarının boğumları beyazladı.
Morrigan'a Illarion'un rengi birkaç ton atmış gibi gelmişti. Genç adamın aldığı eğitim sayesinde orada dikilebiliyormuş gibi bir hali vardı. Altın rengi gözleri, engellemeye çalıştığı yaşlarla hafifçe parlıyordu. Konuşmamak veya kusmasını önlemek istermişçesine çenesini sıktığı gözle görülebiliyordu. Morrigan neden sonrasında hatırladı, tüm bunların yaşandığı şatoda Illarion'un da kardeşi vardı ve belki de onun da başına gelen buydu. Ah, merhamet sahibi tüm tanrılar...
"Sonrasında Mallorn'un yanına geldiler, o şeyin etkisiyle delirmiş gibi koşuşuyorlardı. Nereye gittiklerini bile bilmeden, kendi elleriyle kendi bedenlerinde yaralar açarak çığlıklar atıyor ve ağaca doğru gidiyorlardı. Sanki ona çekiliyormuş gibi... Ona ulaştıklarındaysa ağaç hepsini yakarak öldürdü."
Son cümlesini söylerken istemsiz bir şekilde Illarion'la gözleri buluştu. O gözlerdeki tiksinti yerini şaşkınlık ve dehşete bıraktığında Morrigan kendi gözlerinde de bu duyguların çığlık atıp atmadığını merak etti. Geride bıraktıkları dostları, kardeşleri ne haldeydi?
Genç asker destek alabilmek için bir elini ağaca yasladığında eli, kanlı el izinin üzerine denk geldi. Kanlı beş parmağın bıraktığı izlere ikisi de bakakalmıştı.
Eamon düşünceli bir halde çenesini sıvazladı, sakalları hafifçe çıkmaya başlamıştı. Düşünceli yeşil gözler birer birer cesetlerin üzerinde dolaştı ve sonra onlara döndü.
Eamon için de zor olmalıydı, Edric onun uzun yıllardır kardeşi gibiydi. Şatoda geçirdikleri güzel yılları, birçok anıları vardı. Duygularını saklamak ve kontrol edebilmek için büyük bir çaba harcıyor olmalıydı. Morrigan onun gözlerinin derinliklerine baktı, ruhunu görmeyi denedi. Bakışları karşılık bulsa da Eamon asla renk vermeden konuşmaya devam etti.
"O şırıngalardaki şey senin de dediğin gibi Myr kanı olmalı, bu kokuyu açıklıyor. Ancak bunu neden yapsınlar? O askerlerin uzaktan izleyerek notlar aldıklarını söyledin, öyle değil mi Morrigan?"
"Evet, tuhaf değil mi?"
Illarion aklına bir şey gelmiş gibi aniden "Ya bu bir çeşit tanrılar lanetleyesice deneyse?" dediğinde Eamon kısa bir süre bu fikrin üzerine düşündü. Daha sonra onaylarcasına başını sallayarak "Öyle görünüyor ama amaçlarını ancak Tanrılar bilebilir." diye cevapladı. Gözleri hala cesetlerin üzerinde dolanıyordu, hiçbir ayrıntıyı kaçırmaya niyeti yoktu.
"Aslında düşününce, bir süre ortadan kaybolup sonra ruhsuz bir şekilde geri gelen o muhafızlar... Onlar da geri geldiklerinde pek normal kokmuyorlardı. Ama tabii o zamanlar neye benzediğini anlamamıştım, sadece normal değildi. Bahse girerim o şırıngalarla onlar da haşır neşir olmuştur." Bir yandan da yakın olduğu bir cesedin başını yana doğru çevirerek şırınganın bırakmış olduğu morluk ve minik deliği inceliyordu. Titreyen elleri Morrigan'ın gözünden kaçmadı.
"Eh, mantıklı. Öyleyse Dük'ün hedefinin sadece askerleri kontrol etmek olmadığını söyleyebiliriz. Ancak neden halkı kontrol etmek gibi bir çabası olsun ki, yani askeri gücün büyük kısmı elindeyken?" Eamon'ın kaşları zihinsel karmaşasını açık edecek şekilde çatılmıştı.
Morrigan bir an düşündü, cevabı önemli olan bir soruydu bu. Hemen sonra zihninde bir şimşek çaktı.
Çok küçük düşünüyorlardı, bu yüzden de yaklaşan tehlikenin büyüklüğünü es geçiyorlardı. Telaşla düşünmeye koyuldu, kafasının içindeki karmaşa ve endişenin etkisiyle Mallorn'dan uzaklaşıp yürümeye başladı. Eamon ve Illarion'un adımlarının kendi hızlı adımlarını takip ettiklerinin hayal meyal farkındaydı.
Cesetlerin görüntüsü ve kokusu düzgün düşünmesine engel oluyordu, uzaklaşmalıydı.
Bu karanlık ve karmaşık resimde amcası çok, çok küçük bir ayrıntıydı. Ona odaklanmaktan olayların seyrini kaçırıyorlardı ve bu şartlar altında bu, ölümcül bir hata olabilirdi. Dük Andohir yaklaşmakta olan savaşın ve kötü günlerin ana aktörlerinden biri bile değildi. Vasat, şimdilik kullanışlı olan bir kuklaydı sadece.
Mallorn'un biraz uzağında, çimlerin yumuşak bir zemin sağladığı bir açıklığa varmıştı şimdi. Çevrelerindeki çiçeklerin ve ağaçlardaki meyvelerin şekerli ve neredeyse baygın kokusu, çürümüş ve yanmış cesetlerin kokusunu Morrigan'ın burnundan alıp uzaklara götürdü.
Hemen sonra Morrigan yere çöküp bağdaş kurdu. Hızlıca eski püskü çantasını karıştırarak bir haritayı çıkardı ve önlerine yaydı. Genişçe bir parça yumuşak derinin üzerine çizilen, Zümrüt Diyar'ın ve diğer diyarların kesişen sınırlarıyla uzakların tüm gizlerini önlerine seren harita hala çok iyi durumdaydı.
Yumuşak derinin üzerinde parmaklarını gezdirerek inceledi: Batı'da Okyanus Feyleri'nin Adaları, Güney'de Büyük Okyanus ve onun ötesinde Bilinmeyen Kıyılar, Kuzey'de Varallhann ile Tybedun ve onların yukarısındaki Kuzey Buz Okyanusu, Doğu'da ise Orman Perilerinin Ülkesi ile Devlerin Diyarı. Doğu topraklarının bittiği yerde başlayan Doğu'nun Engin Suları, ortasındaki Korsanların Adası ve çok uzaklarda Öte Diyar...
Dünya çok büyüktü, Morrigan haritayı incelerken kendini küçük ve önemsiz hissetmekten alamadı. O kadar tecrübesizdi ki hayatın ve tüm bu olanların içinde... Tüm bunlarla nasıl baş edecekti? Tam şu anda ağabeyine sarılabilmeyi isterdi. Bu düşüncenin gideceği yön dikkatini dağıtabileceğinden çoktan yanmaya başlayan gözlerini kırpıştırdı ve haritaya odaklandı.
Eamon ve Illarion çıkardığı haritayı dikkatle incelerken Morrigan "Dük Andohir yalnızca bir hizmetkar, basit bir işbirlikçi. Ancak dikkatimizi o kadar kendi üzerine çekti ki şerrin sadece bu diyarla sınırlı kalacağını düşünür olduk." diyerek düşüncelerinin yönünü açıkladı.
Eamon'ın takdir dolu gözleri üzerine düştüğünde bir an nasıl devam edeceğini anımsayamadı. Sonrasında toparlayarak "Ancak amc-Dük, Malekith'in hizmetindeyse Zümrüt Diyar tek hedefleri olamaz değil mi?" diye devam etti, bir yandan da parmaklarıyla komşu diyarların üzerinde gezinmeye devam ediyordu. Bir sonraki hedef hangisi olacaktı?
Eamon haşmetli hareketlerle eğilip yerde bağdaş kurarken bir hayli düşünceliydi. Genel olarak da zaten sessiz biriyken böyle anlarda tam bir komutana dönüşüyordu, soğukkanlı ve düşünceli. Büyüler biraz da insanın karakterinden doğan şeylerdi ancak Morrigan, Eamon'ın sakin kişiliğini düşündükçe ateşin onunla alakasını sorguluyordu. Belki de ikisinin büyüleri yanlış bedenlerdeydi.
Bir süre haritayı inceledikten sonra "Tybedun..." diye mırıldandı kendi kendine. Tybedun, İnsan Diyarı'nın Fey dilindeki ismiydi. Hemen sonra prensin parmak uçları Okyanus Feyleri'nin Adaları'nın çevresinde gezindi. Sakin, hesap yapar gibi bir edayla "Zümrüt Diyar'ı avucuna aldıktan sonra bir sonraki hedefi Tybedun olacaktır. Tybedun hem Varallhann'la hem de Zümrüt Diyar'la ortak sınırlara sahip. Zümrüt Diyar'ı ele geçirdikten sonra, kontrolü altında bir Fey ordusu varken insanların hiçbir şansı olmayacak." dedi. Morrigan, biraz çabalasa Eamon'ın kafasının içinde dönen çarkları duyabileceğini düşündü.
Illarion da Eamon'ın yanına oturmuş haritayı inceliyordu. Ağlamaklı hali kaybolmuş, tüm dikkatini önündeki işe vermişti. Belki de bu erkeklerin baş etme yöntemlerinden biriydi.
"Muhtemelen haklısınız majesteleri. Ancak Tybedun içeriden bir destek olmadan kuşatmak için bir hayli büyük bir ülke. Daha da önemlisi kalabalık bir ülke, üstelik sınırlarını da bir hayli iyi koruyorlar. Sizce Dük sadece kara kuvvetleriyle bu ülkeye girmeyi deneyecek kadar sağduyusunu kaybetmiş midir? Siz de bilirsiniz ki kendisi..." Morrigan lafın gerisini onun için tamamladı. "İyi bir komutandı, ağabeyimden önce. Evet."
Eamon "Zümrüt Diyar nispeten kolay bir hedefti. İçeriden alınan yardımla sınır savunmalarımızın aşılmasının dışında Feylerin sayısı insanların ancak beşte biri kadar. İnsanlar, Feyler kadar güçlü olmasalar da daha kalabalıklar. Ordunun yanında Dük'ün halkı da kontrol edip savaşa sürüklediğini düşünsek dahi bu gerçek değişmeyecektir. Bu yüzden Illarion haklı olabilir, Dük'ün kara kuvvetleri dışında bir de deniz kuvvetlerine ihtiyacı olacaktır." derken gözleri soru sorarcasına Morrigan'a bakıyordu.
Morrigan bir kez daha haritaya baktıktan sonra "Okyanus Elfleri" diye mırıldandı. Eamon hafifçe başını sallayarak onu onayladı.
Okyanus Feyleri, su büyüsünün en kuvvetli halini icra eden feylerdi. Daha da önemlisi, dünya üzerindeki en iyi gemileri kendilerine has büyüler sayesinde çok kısa zamanlarda üretmeleriyle meşhurlardı. Anakara ile herhangi bir bağlantıları ve haberleşmeleri yoktu, dolayısıyla şu anki durumdan haberdar olmaları da olası değildi.
Okyanus Feyleri'nin Adaları tarih boyunca en güvenli yerlerden biri olmuştu, zira bu feyler su büyüsünün yanında okyanusun bilinen ve bilinmeyen tüm habis yaratıkları üzerinde kontrole sahiplerdi. Suların gücü ve bilinmezliği karşısında durabilecek bir ordu yoktu, binlerce yıl önce bu denenmişti. Sonuç, karanlık kuvvetlerin aldığı korkunç bir yenilgiydi.
"Peki, Zümrüt Diyar'ın kraliyet ailesinin bir üyesi ve kralın mührüne sahip olan Dük Andohir'in bu feyler üzerindeki etkisi ne olur?" diye sorarken Morrigan'ın sesi soğuk ve kuru çıkmıştı.
----------------------------------------------------------
Prensesin dalgın ama bıçak gibi keskin gözleri haritada ada kümesinin olduğu yere adeta saplanıp kalmıştı. Eamon, çok genç ve yalnız görünen bu prensese ihtiyacı olan cevabı verebilmeyi çok isterdi.
"Muhtemelen bir şekilde kılıfına uydurarak aradığı desteği alacaktır. Eli bir hayli güçlü." dediğinde Morrigan'ın birbirine kenetlediği çenesi titredi. Başını kaldırıp çakmak çakmak gözlerle ona baktığında Eamon hiçbir şey diyemedi.
"O desteği almasını istemiyorum ancak hem buna engel olup hem yolumuza devam edemeyiz. Edric, Elamire ve Collin de onun elinde ve ne halde olduklarını bilmiyoruz bile. Diğer yandan aptal tanrılar Nymalin'e gitmemi istiyor. Öte Diyar aşkına, hangi birine yetişeceğiz!" Sonlara doğru Morrigan'ın sesi yükselip çatlamıştı, içgüdüsel olarak ellerini hemen yumruk yapsa da titredikleri Eamon'ın gözünden kaçmamıştı. Ancak ne diyebileceğini, ona nasıl yardım edebileceğini bilemiyordu.
Morrigan bir hışımla ayağa kalktı, hızla bir ileri bir geri yürümeye başlarken bir yandan da gerginlikten titreyen ellerinden birini boynunda gezdiriyordu. Bir alışkanlık olmalıydı.
Prenses "Ne yapmalıyım? Ne yapmalıyım? Ne y-" diye kendi kendine tekrarlayıp gitgide daha hızlı adımlarla daha kısa mesafeleri adımlarken hızla ayağa kalktı ve onu kolundan yakalayarak bu beyin fırtınasına bir ara vermeyi denedi. Nazikçe kavradığı kol sıcak ve güçlüydü.
"Sakince oturup düşünmeli ve plan yapmalıyız. Telaşlanmanın veya kuvvetli duyguların bir faydası olmayacak, sen de bunu biliyorsun." dediğinde Morrigan kolunu sertçe çekti ve "Sakin olmamın tam olarak nasıl bir faydası olacak? Aynı anda iki yere gidemem ki!" diye bağırdı. Sesi onları sarmalayan ağaçların arasında yankılandı.
Eamon bu sefer tekrar o kolu yakaladığında onu daha güçlü kavradı. Canını yakacak kadar değil, ona kararlılığını gösterip güç verecek kadar. Sol elini kaldırarak prensesin yanağını okşadı, teni yaşadığı öfke ve karmaşanın etkisiyle yanıyordu. Çatılı kaşların gölgelediği gözleri onunkilere bakmaya zorladı.
"Sadece plan yapmamız gerek. Söz veriyorum bir yolunu bulup halledeceğiz, birlikte." dedi ve dingin bir gülümsemeyi yüzeye çıkması için serbest bıraktı. Morrigan'ın bakışları titredi, öfkesi kırılmıştı. Çatık kaşlar gevşese de telaş hala oradaydı. Derin bir nefes alıp gözlerini kapattı, bir süre öyle bekledi. Eamon'ın eli hala yanağını okşuyordu, sanki varlığının sebebi orada olmaktı.
Bir süre sonra açık renkli, uzun kirpiklerin çevrelediği gözler açıldı ve onunkilere kilitlendi. Eamon'ın beklediği karşılık olan gülümseme geldiğindeyse kendisininki genişledi. Onu kavrayan eli kolundan kaydığında bir elini sırtına gitti ve onu az önce oturdukları yere yönlendirdi. Her zaman orada olacak olan, yılmaz bir destek gibi.
Illarion oturduğu yerde hiç kıpırdamamış, bu kısa ancak güzel anı bölmemiş olsa da Eamon ve Morrigan'a bakıp hafifçe gülümseyerek orada olduğunu hatırlatmıştı. Morrigan da bunun farkındaydı, nazikçe sivrilen kulaklarına tatlı bir pembelik oturmuştu.
Eamon gözlerini Illarion'a dikip köpek dişlerini gösterecek şekilde gülümsedi. Mesaj netti: Ara sıra ortadan kaybolsan fena olmaz. Mesajı almış olmasını umuyordu.
Tekrar haritanın etrafındaki yerlerini aldıklarında Morrigan adalara bakmayı çoktan kesmiş, gözünü evine dikmişti.
Gözlerini şatodan ayırmadan "Bunu Edric olmadan yapamam." dediğinde Eamon onun haklı olduğunu biliyordu. Morrigan'ın aklı her zaman ağabeyi, kuzeni ve Collin'de olacaktı. Zihni bu uğursuz düşüncelerin esaretindeyken yoluna düzgün bir şekilde devam edemezdi. İyi olduklarını bilmeye ihtiyacı vardı.
Bugün keşfettiklerinden sonra Edric ve diğerlerinin durumu Eamon'ı da endişelendiriyordu. Edric'in başına bir şey gelmesini göze alamazdı, onu bir an önce oradan çıkarmalılardı.
Hem o yanlarında olup onlara yardım edebilirse her şey çok daha kolay olurdu. Bu sayede hem Dük'ün Okyanus Feyleri'nin desteğini almasına engel olabilirlerdi, hem de Morrigan onu bekleyen kadere doğru yürümeye devam edebilirdi. Tüm bunları üç kişi yapamazlardı.
Morrigan zihninden geçenleri duymuş gibi "Diyarın gerçek komutanının anlatacakları Okyanus Feylerini yanımızda savaşmaya ikna edebilir ve bu desteğe biraz olsun itirazım olmaz. Hem..." dedikten sonra inatla dik tuttuğu omuzlarını hafifçe serbest bıraktı, yüzüne özlemin gölgesi düştü.
"...onun iyi olduğunu bilmeye ihtiyacım var. Hepsinin iyi olduğunu." diye sözlerini tamamladığında eli nazik hareketlerle Şato'nun ismini oluşturan ve artık yumuşak derinin üzerinde dağılıp silikleşen harflerin üzerinde dolanıyordu.
Birini arkasında bırakmak zorunda kalan herkes gibi, Morrigan da bundan başka bir şey düşünemiyordu. Evinden çok uzaklarda, karanlık bir bilinmezin sarmaladığı kaderine giden yolda cesurca ilerleyen ve omuzları yaşının taşıyabileceğinden ağır bir yükle ezilen bu prensesin ailesinden geri kalanlara ihtiyacı vardı.
Eamon bu genç prensesin her zaman ve her adımında yanında olacaktı, artık onu ardında bırakamaz ve ondan uzak kalamazdı. Yüreğinin derinliklerinde gizlediği bu gerçeğin bir süredir farkındaydı. Morrigan'ın bundan haberi dahi yoktu ancak önemli değildi, şu an bunları düşünebilecek hali de yoktu zaten. Onun iyi ve güvende olması, yalnız hissetmemesi Eamon için yeterliydi. En azından şimdilik.
Haritadan kısa bir süre başını kaldırdığında Illarion'un Okyanus Feyleri hakkındaki halk öykülerini anlattığı Morrigan'ın genç askeri dinler gibi yaptığını gördü. Yeşil, endişeli gözler şatonun olduğu yöndeki ufuk çizgisini gözlüyordu.
Eamon bakışlarını tekrar haritaya kaydırdığında kendi yeşil gözleri bulundukları yerin biraz aşağısına, güneybatı yönündeki ufak bir noktaya kilitlendi. Ancak onun gözlerinde endişe değil, kararlılığın çelik gibi soğukluğu olduğunun farkındaydı.
Pekâlâ, onun yüreğini bir nebze ferahlatabilecekse Morrigan'a ağabeyini ve dostlarını geri verecekti. Eamon'ın da Edric'in hayatta ve iyi olduğunu bilmesi gerekiyordu, bu yüzden onu kurtarabilmeleri için kendilerine bir şans yaratacaktı. Bunun nasıl ve ne kadar zor olacağı umurunda değildi, o hüzünlü yeşil gözleri görmek istemiyordu.
Illarion hala Okyanus Feyleri'nin ünlü gemilerinden, ne kadar nadir üretildiklerinden ve benzerlerine göre birkaç kat daha hızlı olduklarından bahsediyordu. Morrigan'ın onu dinlediği yoktu, düşüncelerine gömülmüştü.
"Bugün öğrendiklerinden sonra Edric ve diğerlerini o şatodan bir an önce çıkarmak zorundayız. Bunu olabildiğince çabuk yapmalıyız, ilk hedefimiz bu olmalı." dediğinde ormanın derin kalbindeki tüm sırların içinde dans ettiği o gözler bir umut kırıntısıyla ışıldayarak üzerinde sabitlendi. Ah.
"Dük ve askerlerinin burnunun dibinden onları nasıl kaçıracağız tanrılar aşkına?" Soru Illarion'dan gelmişti ve oldukça makuldü. Sorunlarının başlangıcı, bu sorunun cevabındaydı.
Morrigan kafası karışmış bir ifadeyle "Onları kurtarmamız gerekiyor evet ama tek başımıza şatoyu basamayız herhalde, öyle değil mi?" diye sordu. Bakışları Eamon'ın bunu önerebileceğini düşünüyormuş gibiydi. Bu düşünce Eamon'ın hoşuna gitti.
"Yalnız olmayacağız, tabii rotamızı değiştirip Solonor Çölleri'ne doğru devam eder ve bir dostun yardımı için dua edersek." Bunu söylemekle iyi mi yaptı kötü mü yaptı bilemiyordu. Ancak Morrigan'ın yüzünün nasıl aydınlandığına bakınca, denemeye değer olduğuna inandı.
Cılız bir umuttu bu, üstelik kardeşi Riona'yı tüm bu olanlara inandırıp onlara yardım etmesi için ikna etmek de zor olacaktı. Hem de çok, zira Riona'nın dış dünyayla iletişimi hemen hemen hiç yoktu. Anlatacakları bu deliliğe onu inandırmak büyük bir çaba gerektirecekti.
Kız kardeşi uzun yıllardır Solonor Çölleri'nin derinliklerinde bulunan bir askeri üste yetenekli ve ölümcül bir askeri birliği eğitiyordu. Şimdi Öte Diyar'da olan kral Galadtirith, Edric ve Eamon dışında bu birlikten haberi olan kimse yoktu. Bir de tabii Riona.
Bu yüzden şimdi Morrigan ve Illarion'un yüzlerindeki ifade gayet normaldi. Eamon'a sanki farklı bir dilde konuşuyormuş gibi bakıyorlardı. Eh, Solonor Çölleri'nin ününü bilen herkes dediklerinin saçma olduğunu düşünürdü.
"Affınıza sığınıyorum prens, lakin Solonor Çölleri'nde neyi veya kimi bulmayı umuyorsunuz? Orası kimsenin geçemediği, hiçbir şeyin olmadığı ölü bir alan değil mi?" Illarion beklediği soruyu sormuştu. Morrigan da başını hafifçe sallayarak onu tasdiklediğinde Eamon hafifçe gülümsedi.
"Sadece kralımız ve Edric'in bilgisi olan bir askeri birlik, orada kız kardeşim Riona tarafından eğitiliyor. Yani hayır, orası herkesin düşündüğünün aksine ölü bir alan değil. Ve hayır, geçilmez de değil. Edric ve ben daha önce birkaç kez gitmiştik."
Morrigan'ın şekilli kaşları çatıldı, kafa karışıklığına ayna tutan bir ifadeyle "Cehennem gibi bir çölün ortasında nasıl bir askeri birlik eğitilebilir ki? Orada yaşamanın bile imkânsız olduğu söylenir." dedi.
Eamon Morrigan'a dönüp "Ah, bunu oraya gittiğimizde görmenizi tercih ederim. Yüzlerinizdeki ifadeyi görmek istiyorum, o yüzden sabredin." diye karşılık verdi. Gülümsemesi bu düşünceyle daha da genişledi.
"Yani kız kardeşinin komutasında Edric'i ve diğerlerini kurtarmamız için yardım edebileceği bir birliği var, öyle mi?" Sesinden bile daha şimdiden bu umuda nasıl bağlandığı belli oluyordu...
"Eh, ülkenin krala ve prense direkt bağlı olan en yetenekli askeri birliğinden bahsediyoruz. Onlar burada olmadığından, bu birlik sizin emirlerinize uymalı. Yani evet, öyle sanıyorum prenses."
"Öyleyse planımız hazır. Yeni rotamız Solonor Çölleri yönünde olacak, aradığımız desteği bulduğumuzda da ağabeyimi ve diğerlerini kurtarmak için yola çıkacağız." Morrigan heyecanla ayağa fırlamıştı, gözleri adanmışlıkla alev alev yanıyordu. Artık bir hedefi vardı, ne yapacağını çözmüş bir insanın belli belirsiz rahatlamasıyla omuzları bile hafifçe gevşemişti sanki.
Bu kadarı da yeterliydi.
Morrigan şimdilik Riona'nın nasıl inatçı bir şapşal olduğunu öğrenmese de olurdu.
Eamon da Illarion'la beraber kalktı, Morrigan yeniden Mallorn'a doğru ilerliyordu. Prenses son bir kez cesetlerin çevrelediği ağacın yanına gitti, elini geniş ve kirlenmiş gövdeye şefkatle koyup ağacı okşadı.
Daha sonra dizlerinin üzerine çöküp gözlerini kapattı, ellerini kavuşturup yumuşak mırıltılarla dua etmeye başladı. İnsanları için, dostları için, ailesi için, evi için... Herkes için, telaşsız kelimelerle tanrılara dua ediyor ve kurtuluşları için yakarıyordu. Eamon boğazında bir yumru hissetti.
Hemen sonra o yumrudan kurtulup diz çöktü ve Morrigan'ın dualarına eşlik etti. İçinden bildiği tüm tanrılara seslendi ve evinden uzaklara sürüklenmiş ve akıntıyla ilerlemekte olan bu genç kadını korumaları için dua etti. Tanrıça Sehanine'e varisinin yanında olması için seslendi.
Illarion'un da biraz arkalarında dizlerinin üzerine çöküp dua ettiğini yalnızca çıkan hafif seslerden anladı. Gözleri, ona gitgide daha fazla şey ifade etmeye başlayan genç prensesin üzerindeydi.
---------------------------------------------
Morrigan son bir kez Mallorn'un bulunduğu alana yöneldi, yolculuklarına devam etmeden önce dua etmek ve ağacın gücünde teselli bulmak istiyordu. Dünyada hala iyiliğin, güzelliğin bulunduğuna kendini ikna etmeye çalışıyordu. Buna ikna olmaya ihtiyacı vardı.
Elini Mallorn'a dayadığında saniyenin küçük bir kısmı kadar bir sürede kendisini gördü, yerden bir avuç toprak alıyordu. Aldığı toprağı ufak bir keseye koyduğunu gördü, bir başka görüntüde güzel bir tüy tutturulmuş olan bu kese bir kılıcın kınında sallanıyordu. Kılıç, Eamon'a aitti.
Elini sakince ağacın gövdesinden çekti, neden ona iletildiğini bilmediği görüntüler zihninin bir köşesine kazındı. Gözleri hemen yanında dikilen savaşçı prense ve kılıcına kaydı. Sonra yavaşça dizlerinin üzerine çöktü, ellerini kavuşturdu. Nemli toprak eski püskü pantolonunun dizlerini ıslatıyordu.
Ardından Morrigan dua etmeye başladı. Bildiği tüm tanrılara, sevdiği herkes ve her şey için dua etti. Yardıma ihtiyaçları vardı, tanrıların yollarını aydınlatmasını ve onlara gerektiği şekilde yardım etmelerini diledi.
Bir zaman sonra Eamon ve Illarion'un da dualarının eşlikçileri olduğunu fark etti. Yumuşak kelimeler ve derinden gelen mırıltılar birbirine karıştı, ormanı ve Mallorn'u aşıp yükseklere ulaştı ve kayboldu.
Duasının ve güzel dileklerinin bitimine yakın sakin hareketlerle çantasını açtı, küçük deri bir şifalı bitki kesesini boşalttı ve hızlıca toprakla doldurdu. Toprakla dolan minik keseyi çantasına koyduktan sonra ayağa kalktı, dostlarına dönüp gülümsedi.
Mallorn'un güzel yaprakları başlarının üzerinde zarif bir dans tutturmuşken Eamon onları yeni yolculuklarının başladığı yöne doğru yönlendirdi.
------------------------------------------------
Merhaba, nasılsınız? Bölümü nasıl buldunuz? Biraz geç olduğunun farkındayım ama bölümü neredeyse baştan sona düzeltmem gerekti dfkfbkdb Beklediğinize değdiğini umuyorum. Yorumlarınızı bekliyorumm, haftaya görüşmek üzere :)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.17k Okunma |
727 Oy |
0 Takip |
51 Bölümlü Kitap |