
Merhaba, ilginize teşekkürler. Yavaş yavaş büyüyeceğiz, eğer beğendiyseniz paylaşır mısınız? İyi okumalar 😊
Morrigan çevresine bakındı, yerde yatan ölü askerlerden birinin bedeninin hala tuttuğu bir kılıcı kaparak babasına doğru koştu. Kendisine hatırlattı, gözyaşları sonra gelmeliydi. Yine de kucağında biricik eşiyle -ölü kraliçesiyle- dikilen kral babasının yanına gelip onunla konuştuğunda sesi boğuk çıkmıştı.
"Baba! Beni takip etmelisin, Şato'nun içindeki tünellere gitmemiz gerek. Lütfen acele et, sana da bir şey olmasını..."
Morrigan cümlesini tamamlayamadı, babası izin vermedi. Gözlerinde sadece eşleşmiş ve eşini kaybetmiş bir feyin kaldırabileceği bir öfkeyle kızına baktı ve sert bir sesle cevap verdi:
"Hayır. Annene bak Morrigan, kraliçeye bak. Onun intikamını almadan, bu iğrenç yaratıkların kökünü topraklarımızdan kazımadan hiçbir yere gitmiyorum. Baban olarak rica ediyor, kralın olarak sana emrediyorum: kuzenini bularak tünellere git, amcanı bulursan buraya gelmesini söyle. Git, hemen!"
Babasının otoriter bir sesle söylediği cümleler içerisine yerleşti, istemese de burada yapabileceği başka hiçbir şey yoktu. Sadece dikkat dağıtırdı. Babasına başını sallayarak çılgın kalabalığa karıştı.
Elamire'i hemen bulması gerekiyordu. Elamire onun gibi değildi, savaşmayı veya kendini korumayı bilmezdi. Annesi gibi iyileştirme büyüsüne sahipti yalnızca. Annesini düşününce boğazı düğümlense de kendisini bu hissi kenara atmaya zorladı. Şu an onu düşünemezdi, kendini korumalı ve kuzenini bulmalıydı. Kalbi endişeyle sıkıştı, kılıç tutan eli terledi. Elamire neredeydi?
Düşünce akışını karşısına çıkan bir Myr ve onun kükremesi böldü. Morrigan bu türü yalnızca kitaplarda okumuştu, iğrenç oldukları yazsa da hiçbir kitap kokularından bahsetmemişti. İnsanı derinden tiksindiren, kaçma isteği uyandıran bir kokuydu. Morrigan nefes almayı bırakarak kokuya karşı dişlerini sıktı.
Boğazından acı ve intikam isteğinin birleşimiyle yükselen hırlamayı serbest bırakarak yaratığın üzerine doğru koştu. Bu yaratık ağabeyiyle dövüşen yaratık kadar devasa değildi, liderleri o olmalıydı o halde. Bu yüzden Morrigan'ın yaratığı kılıcının bir hamlesiyle ortadan ikiye biçmesi çok uzun sürmedi. Yaratığın kötü kokulu siyah kanı Morrigan'ın yüzüne ve güzel elbisesine püskürdü. Birkaç saat önce hayatta olan annesinin hediyesi olan elbiseye.
Bunu gören Morrigan'ın elindeki kılıç titredi, kılıcını başka bir yaratığa saplamak için yanıp tutuşsa da kendini tutmalıydı. Askerler ve ağabeyi onlarla uğraşırdı. O Elamire'i bulmalıydı. Hemen.
Bu yüzden onu son gördüğü yere, turnuvaların yapıldığı açıklığın kenarındaki çitlere gitti. Defalarca kez kuzeninin ismiyle seslense de kuzeninden cevap gelmedi. Sonra Morrigan'ın gözüne o uğursuz savaşın deliliği içerisinde bu sabah Elamire'in tatlı bakışlarla süzdüğü erkek fey ilişti. Erkek fey sanki bir şeyi korumaya çalışıyormuş gibi kendisini çitlerle Myr kalabalığı arasına atmış, elindeki kılıcıyla yiğitçe savaşıyordu.
Morrigan adamın kahverengi gözlerinde kederi gördü, kahverengi saçları siyah Myr kanıyla kaplı yüzüne yapışmıştı. Yaratıklara dişlerini göstererek hırlıyor, kılıcının her darbesiyle yaratıkları kesip biçiyordu. Ancak çok dayanamazdı, askerler yardıma gelmiş olsalar da yaratıklar sanki gökten yağıyormuşçasına tükenmek bilmiyordu. Bu yüzden genç savaşçıya doğru koştu, bu erkek kuzeni için değerliydi. Belki Elamire'in nerede olduğunu da bilebilirdi.
Savaşçının yanına vardığında onun kalkan olduğu şeyi gördü. Kuzeni yerde yatıyordu, üzeri kendi kanıyla o kadar kaplıydı ki Morrigan yarasının nerede olduğunu göremedi. Gözlerinin önüne annesinin cansız bedeni geldiğinde irkildi ve kılıcını bir kenara atarak koştu, kuzeninin yanına çöktü. Başını kucağına aldı, siyah ve kızıl kanla yapış yapış olan elleri titriyordu. Kuzeninin güzel kahverengi buklelerini solgun yüzünden çekti ve ona baktı. Bu sefer gözlerinden akan yaşlara engel olamadı.
Sonrasında kuzeninin yaşadığını fark ettiğinde rahatlamayla karışık bir mutlulukla derin bir nefes verdi. Kuzeni gözlerini açtı ve kederle, acıyla dolu bakışı Morrigan'ın gözlerini deldi geçti. Sığ nefeslerinin arasında birkaç kelime duyuldu:
"Babam... O yaptı. Babam bize..."
Dünya Morrigan'ın çevresinde döndü, midesi bulantıyla kasıldı. Tabii ki, başka türlü nasıl mümkün olabilirdi ki? Duyduğu ilk savaş çığlığından beri içinde bir yerlerde bu gerçeği bilse de Morrigan buna inanmak istememişti. Gözünün önündekini görmeyi reddetmişti.
Zümrüt Diyar oldukça geniş topraklara sahipti. Myrlerle ve insan türüyle ortak sınırları da vardı. Yüzlerce yıldır elbette türlerinden nefret eden bu yaratıklar onlara saldırmayı defalarca denemişlerdi. Ancak diyarın sınırları o kadar iyi korunurdu ve babasıyla ağabeyi bu konuda o kadar hassaslardı ki bu girişimler her zaman kolaylıkla püskürtülürdi. Her zaman, ta ki içeriden birisi kendi kardeşlerine ihanet edene kadar. Bunu yapabilecek kudrete sahip tek kişi vardı.
Amcası Dük Andohir, babasının iki erkek kardeşinden biriydi. Morrigan'ın babası, kardeşleri arasında yaşça en büyük olan olduğundan tahta geçme hakkı onun olmuştu. Dahası, diyardaki çoğu kişiye göre Kral Gladtirith donanım olarak da diğer iki kardeşinden kat be kat üstündü. Kral rüzgarın gücünü kullanıyordu ve büyüsü çok güçlüydü. Diyarda kılıç ustalığıyla nam salmıştı ve akademik olarak da çok başarılıydı. Kısacası, Morrigan'ın babası kral olmak için gereken her şeyle birlikte doğmuştu. Kimilerine göre Dük Andohir babasını hep kıskanmıştı ancak amcası da babası da bu dedikodulara gülüp geçmişti. Morrigan amcasını pek sevmezdi, amcası her zaman gülse de soğuk ve sinsi bir adam gibi gelmişti ona, içgüdüleri onu uyarıyordu amcasının yanındayken. Ama bu kadar büyük ve kanlı bir ihanet... Çok fazlaydı. Kızının da burada olacağını bildiği halde hem de.
Belli ki amcası çok uzun zamandır titizlikle bugüne hazırlanıyordu ve Morrigan daha sonra bu ihanetin nasıl mümkün olduğunu bulacaktı.
Kuzeninin titreyen elinin soğuk dokunuşuyla Morrigan'ın düşünceleri bölündü. Elaimre'in rengi git gide soğuyordu. Yarayı bulmak ve kanamayı durdurmak için kuzeninin elbisesini yokladığında karın kısmındaki kesiği buldu. Çabucak yakınlardaki asker cesetlerinden birinin kıyafetinden bir parça kopararak yaraya bastırdığında kuzeninden bir inleme yükseldi. Morrigan'ın eli titrese de bunu yapması gerekiyordu. Eğer kanamayı durdurabilirse kuzeninin ölümsüz kanındaki büyü yarayı iyileştirmeye başlayacaktı. Ama onu buradan çıkarmalıydı. Hemen.
O bunları hesap ederken önlerindeki genç savaşçı hala yaratıklarla savaşıyordu. Yaratıklardan biri onu aşıp kuzeninin kanının kokusuna doğru atıldığında Morrigan etrafı kızıl görmeye başlamıştı. Ayağa kalktı ve sakinleşmek için derin derin soludu, ancak öfkesi içinde büyüyordu. Ölen annesinin, can çekişen kuzeninin, yitip giden kardeşlerinin meydanın zeminindeki görüntüleri gözlerinin önünde dönüyordu. Amcasının ihaneti beyninde yankılanıyordu.
Nefes alıp verişi gitgide hızlanırken ayağa kalktı ve yaratığın karşısına geçerek kuzenine kalkan oldu. Boğazını yırtarcasına yükselen kükremeyi serbest bıraktığında, kükremeyle beraber soğuk bir alev de zincirini koparan bir hayvan gibi bedeninden taştı.
Boynundaki gece taşı vahşice atan bir nabız gibi titriyordu şimdi. Alana yayılan ayın ve yıldızların ışığından gelen gücü soğuk, yakıcı alevler halinde Morrigan'ın kardeşlerine saldıran tüm Myrleri yakıp kül etti. Her birinden geriye pis kokulu kül öbekleri kaldığında ışık patlaması durdu ve Morrigan kuzeninin yanında dizlerinin üstüne çöktü ve yere devrildi. Kendisini çok yorgun hissediyordu.
Ağabeyinin onlara doğru koşan tanıdık ayak seslerini duyduğunda gülümsedi. Ağabeyinin yanında yabancı bir erkeğin inanılmaz derecede güçlü, Morrigan'ın çok sevdiği ormanı ve çıtırdayan közleri anımsatan kokusunu aldığında kafası karışmıştı ama bunun üzerine düşünemedi.
Çok yorgundu, gözleri çoktan kapanmıştı.
Bir bölümün daha sonuna geldik, bir hayli hareketli bir bölümdü. Siz ne dersiniz, nasıl buldunuz? Yorumlarınızı ve oylarınızı bekliyorum ^^
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.17k Okunma |
727 Oy |
0 Takip |
51 Bölümlü Kitap |