
Geç olduğunu biliyorum ama herkese mutlu yıllar diliyorum. Gecikme için özür dilerim :') İyi okumalarr
Solonor'a yaptıkları yolculuk nihayet son bulmak üzereydi.
Güneş henüz ufuk çizgisinin ardından sıyrılamamıştı, ayın soluk parıltısı yürüdükleri patikayı ve etraftaki bitkileri narin bir ışıltıyla süslüyordu. Günün aydınlanmasından önce esen o tatlı rüzgârın yaprakları hışırdatmasına bakılırsa, şafağın sökmesine az kalmış olmalıydı.
Yolculukları yorucu ve zahmetli olsa da sorunsuz ilerlemişti. Eamon, Aerduin'den ihtiyaçları olan her şeyi aldığından ve Morrigan olabildiğince hızlı bir şekilde ilerlemek istediğinden başka herhangi bir şehir veya kasabaya uğramamışlardı. Zorunda olduklarında mola vermişler, gecelerin normalden az bir kısmını uyuyarak geçirmişlerdi.
Diyarın kalbinden çıkıp bir ucuna yaptıkları bu yolculuk Morrigan için bir ilkti. İlk defa evinden bu kadar uzaklara gelmişti. Onun için her şey yeniydi, yollarındaki her canlı ve bakir doğanın her bir parçası merak uyandırıcıydı.
Esasen Morrigan yolculuk yapmanın bu kadar zor olacağını hiç düşünmemişti. Şimdi böyle onları nelerin beklediği belli olmayan tekinsiz arazilerde, orman ve nehirlerin arasında bir gezgin olarak yol gitmek şatoda yaşamaktan ne kadar da farklıydı...
Eamon ve Illarion yolculukları boyunca Morrigan'ın bir şeyler yapmasına müsaade etmek istemeseler de elinden geldiğince dahil olmak konusunda ısrarcı olmuş, bu konuda Eamon'a bir hayli kafa tutması gerekmişti. Hiçbir deneyimi ve öğrenilecek şeyi kaçırmak istemiyordu, zira bu becerileri edinmesi şart gibiydi. Yolculukları, Solonor'da veya Aerduin'de son bulmayacaktı ve Morrigan bunu çok iyi biliyordu.
Düşünmesi gereken, daha da önemlisi günün her dakikası düşünerek üzerine senaryolar kurmaması gereken şeyler vardı. Ve bu ufak tefek ama yorucu işler, onları yaparken edindiği beceriler zihnine müsaade etmemek konusunda işe yarayan yegâne şeylerdi.
Bazen ava çıkmış, bazen de odun kesmişti. Morrigan bu işlerin hiçbirinden şikayetçi değildi, tam tersine halinden gayet memnun olduğunu söyleyebilirdi. Huzurlu evlerinde dertsiz, kedersiz bir şekilde yaşayan o küçük kız değildi artık.
Çamurla lekelenen kıyafetlerine, yaprak ve toz içindeki dolaşık saçlarına ve kısaltsa da toprak dolmuş olan tırnaklarına bakarak sırıttı. Artık pelerinine ihtiyacı olmadığını bile söyleyebilirdi, bu halde onun bir prenses olduğuna kim inanırdı ki? Ama öyleydi işte... Evinden çok uzaklarda olan ve sonunu bilmediği bir maceraya atılmış olan, genç bir prenses.
Eamon en önden koşarak onlara öncülük ediyordu, bu birkaç gün içinde yalnızca mola verdiklerinde fey formuna geri dönmüştü. Saatler önceki son molalarında da bugünün şafağında Solonor'a varacaklarını müjdelemişti.
Ay ışığı altında hiç durmadan ve yavaşlamadan koşan siyah kurdun ne düşündüğünü kestirmek zordu, ancak Morrigan hafifçe dikilmiş tüylerine baktığında onun da gergin ve endişeli olduğunu hissedebiliyordu. Tabii, bunu asla dile getirmezdi ya...
Morrigan bu birkaç gün içinde Eamon'ın bakışlarını hep üzerinde hissetmiş, en ufak bir şeyde onu yanı başında bulmuştu. Tökezlediğinde, bir şeyi taşımakta zorlandığında veya bir şeyi sormak istediğinde... Eamon her zaman oradaydı.
En çok da Morrigan yalnızlığın, endişenin veya tuttuğu yasın derinliklerinde kaybolacak gibi olduğunda orada olmuştu prens. Karanlık çöküp yalnız hissettiğinde, kabuslarında sevdiği ve değer verdiği insanları tekrar tekrar kaybederek dehşet içinde uyandığında Eamon hep orada, yanı başındaydı.
Morrigan kalbinin de gözlerinin de onun varlığına geri dönülemez bir şekilde alıştıklarını ve artık hep onu arayacaklarını biliyordu.
Önlerinde korkunç bir savaş ve kanlı bir darbe olduğunun farkındaydı. Morrigan, Edric ve Elamire için endişelendiğinden farklı bir şekilde Eamon için endişeleniyordu. Bu yeni duygunun ne olduğunu tanımlayamasa da onun gözünün önünden ayrılmasını, uzaklaşmasını istemiyordu. En azından onu korumak için az da olsa bir şey yapmanın bir yolunu bulamazsa bunu yapması çok zor olurdu.
Aklına Mallorn'un ona gösterdiği tılsım gelmişti yeniden. Morrigan bu birkaç günlük yolculukları boyunca bir kaknüs kuşu bulabilmek için gözünü açık tutmuştu, hatta şafaktaki büyü eğitimlerinden önce gezinip bu kuşu aramıştı ancak pek de şanslı değildi.
Kaknüs kuşları, genelde ulaşılması en zor yerlere -özellikle yüksek kayalıkların tepelerine- yuva yaparlardı. Hikayeleri dilden dile yayılmış bu büyülü kuşlar yaşamları boyunca bir feyle yakınlık kurar, dost olurlardı. Ve eğer dostu olan fey ihtiyaç duyduğunda kaknüs kuşunu yardıma çağırırsa, kuşun mutlaka ona geleceğine inanılırdı. Eğer dostu çok zor bir durumdaysa, onu kurtarmak uğruna dostuna sorun çıkaran şeyi de kendisini de yakıp kül ederdi. Bir zaman sonra da o küllerden yeni doğardı.
Bu dostluk ömür boyu sürerdi, ta ki o fey Öte Diyar'a göç edene kadar.
Morrigan kadere de Mallorn'un beyhude şeyler göstermeyeceğine de inanıyordu, bu yüzden eninde sonunda o tüyü bulacağından emindi.
Gökyüzünün uçsuz bucaksız karanlığı yarılıp yavaş yavaş yeni günün aydınlığı onları ısıtmaya başladığında, Eamon yavaşladı. Morrigan bunun, gelmek üzere olduklarının bir işareti olduğunu anlamıştı. Atının eyeri üzerinden ilgiyle etrafı izlemeye başladı.
İri siyah kurt değişim geçirirken soluk bir parıltı onu kucakladı. Morrigan çevreyi daha sonra incelemek üzere bir kenara bırakarak onu izlemeye koyuldu, ilk defa böyle bir şeye şahit oluyordu. Değişim, büyünün en hayranlık uyandıran haliydi ve izlemek adeta nefes kesiciydi.
Zarif, tatlı bir parıltı siyah postun etrafında ışıldıyordu. O güzel, yumuşak tüyler kayboldu, sivrilen güçlü çene küçüldü ve iri kurdun boyu hafifçe kısaldı. Parmaklar pençelerin, zarif fey kulakları hassas hayvan kulaklarının yerini aldı. Bir saniye sonra karşısında o kadim hayvan değil, yeniden prens duruyordu.
Eamon değişmeyen tek şey olan yeşil gözlerini onlara çevirerek "İşte, bu tepenin alt kısmında Solonor'un uçsuz bucaksız çöllerini göreceğiz. Sol tarafta aşağıya kestirmeden inebileceğimiz bir patika var." dedi.
Prens onlara bakarken Morrigan'ın sebebini anlayamadığı muzır bir gülüş yüzünü aydınlatıyordu. Uzun zaman sonra Riona'yı göreceği için miydi acaba? Emin değildi.
Belki de kendisi sürekli Riona hakkında düşündüğü için ona öyle gelmişti. Riona'yla, yani Eamon'ın kız kardeşiyle daha önce hiç tanışmamıştı. Savaşçı prenses Morrigan'dan yaşça epey büyüktü ve uzun yıllardır şatodan uzakta görevdeydi. Onun hakkında bildikleri neredeyse Eamon kadar iyi bir savaşçı olduğu ve Eamon'ın birkaç gündür anlattıklarına bakılırsa burnunun dikine gitmeyi ve ağabeyini çok seven bir dişi olduğundan ibaretti.
Eh, Morrigan'la birçok ortak noktaları var gibi duruyordu.
Gökyüzü aydınlanmaya devam ederken yokuş yukarı çıkışları, Eamon'ın elini kaldırarak onları durduruşuyla son buldu. Prensin tepenin ardına, aşağıya bakarak gülümsemesine bakılırsa gelmiş olmalıydılar. Morrigan o an prensin hiç görmediği bir halini gördüğünü hissetti ve birkaç uzun saniye boyunca onu izledi.
Güneş üzerinde doğup saçlarında ve yüzünde dans ederken prensin kullandığı deri şeritten kurtulan saç tutamları hafif bir rüzgarla dans ediyordu. En son molalarında pelerinini çıkarmış ve Morrigan'a vermişti. Beyaz, bol gömleğinin yakasını bağlayan ipi, sıcaktan dolayı biraz gevşetmiş ve kollarını da katlamıştı. Yakaları hafifçe uçuşurken yandan gülüşüyle aydınlanan yüzü dikkat dağıtıcıydı.
Uzaklara bakıyordu ancak gözleri sanki başka bir zamana gitmiş gibiydi. Çok mutlu görünüyordu.
Prens birkaç adımda aralarındaki mesafeyi aşarak yanına geldi ve Morrigan'ın atından inebilmesi için Illarion'dan önce elini uzattı.
Morrigan iri, sıcak eli tutarken Illarion'un homurdanışını hayal meyal duydu. Bir süre attan inmeden öylece durdu ve anın tadını çıkardı.
Genç askerin homurdanmayı bırakıp kıkırdadığını duyunca gözlerini kısarak ona doğru döndü. Birkaç saniye sonra kıkırdamalar dünyanın en sahte öksürüklerine dönüşmüş olsa da Illarion hala sırıtıyordu. Hep beraber tepenin üzerindeki kayalığa tırmanarak kaderlerinin önemli bir kısmının yazılacağı Solonor'a baktılar.
Leylak rengi ve kızılın birbirine karıştığı gök kubbenin altında uçsuz bucaksız kum tepecikleri uzanıyordu. Zümrüt Diyar'ın güney ormanlarının artık bittiği sınırda yeşil solarak yerini altın rengine bırakmıştı. Göz alıcı renk şimdi ufuk çizgisindeki kızıl altın yansımalarla karışıyor, iki renk adeta eriyik metaller gibi birbirinin içinde kayboluyordu. Çölün beklenmedik, ürpertici güzelliği karşısında Morrigan derin bir iç çekti.
Kumlar sanki sonsuzluğa uzanıyordu. Peki onlar bu hiçliğin ortasında ne yapıyor, ne bulmayı umuyorlardı? Değil insan ya da fey, görünürde bir bitki bile yoktu...
Hemen sonra Morrigan'ın aklında dolanan bu soruyu Illarion sordu:
"Şey, majesteleri... Sonsuz, kavurucu sıcaklıktaki bir çölde ne işimiz var acaba? Bağışlayın, lakin burada olmamızın sebebini göremiyorum."
Morrigan merakla Eamon'ın vereceği cevabı beklese de prens atların yularlarını yakalayarak sol taraftaki dar bir yokuşa yönelmişti bile. O ve Illarion birbirlerine bakarak omuz silktiler, bir kez daha ikisinin de hiçbir fikri yoktu. Bu hallerine gülerek dik sayılabilecek kayalıkların arasından aşağı doğru inen yolda prensi takip ettiler.
Eamon haklıydı, keskin kayalıklar tehditkâr gözükse de birkaç dakika içinde onları aşağı indirmişti. Çöl şimdi tam karşılarında uzanıyordu, heybetli kum tepecikleri onları yutacakmış gibi gelmişti Morrigan'a.
Çöller tarih boyunca nice yolcu, birlik ve ordunun acı dolu ölümlerinin sebebi olmuştu. Şimdi neredeyse hiçbir hazırlıkları olmadan bu çöle adım atmak üzere olmalarına karşın içgüdüleri endişeyle çığlık atıyordu.
Eamon'ın bir bildiği olmalıydı. Bu yüzden artık cılızlaşan yeşil çimlerin, kayalık ve çalıların bulunduğu sınırın ilerisine, kumlara doğru adım atmayı sürdürdüler. Sıcak, boğucu hava yüzlerini yalıyor ve boncuk boncuk terlerin daha şimdiden şakaklarından yollarını çizerek çenelerine inmelerine sebep oluyordu.
Kısa bir süre birbiri ardına kızgın kumların üzerinde adımlar attılar. Morrigan adımlarının etrafında dağılan kumları izliyordu, kumun üzerindeki adımlar tekinsiz gelmişti ona. Metreler sonra hiç beklenmedik bir şekilde ferah ve taze otların kokusuyla yüklü hava yüzünü yaladığında kısa bir an için neler olduğunu anlayamadı.
Illarion hayretle iç çekerek "Kutsal tanrılar adına!" diye bağırdı, Morrigan onun ne gördüğüne bakmak için kafasını kaldırdı.
Ufukta yükselen ve zirveleri karlı dağların kıvrımlı eteklerinin bitimindeki devasa, yemyeşil bir arazideydiler. Gri mermer taşların yığılmasıyla yapılmış, heybetiyle insanın nefesini kesen kadim bir kale bulutları yararak göğe yükseliyordu. En az Ay Şatosu kadar büyüktü, binlerce kişilik kapasiteye sahip olmalıydı.
Gökyüzünü tüm heybetleriyle yaran ve onları gözeten dağların soğuk kalbinden akan bir nehir araziyi ikiye bölüyor, kalenin yakınlarından kıvrılarak akıyordu.
Bu bakir suyun beslediği arazinin dört bir yanını çınar, söğüt, çam ağaçları sarıp sarmalıyordu. Taze, otsu kokular yayan çayır çiçekleri ve çimlerin üzerine kurulmuş devasa bir ordugahın tam karşısında duruyorlardı. Yüzlerce, binlerce kişilik askeri bir birliğin de.
Karşılarında fiziksel olarak neredeyse Edric ve Eamon kadar iri ve güçlü olan, tepeden tırnağa silahlı bir şekilde talim yapan askerleri gören Morrigan'ın kalbi içgüdüsel bir tepkiyle gümbürdemeye başladı. Rüya veya serap görmediğinden emin olmak için birkaç kez gözünü kırptı.
Birkaç dakika önce çöle adım atmamışlar mıydı? Solonor, kıtanın en çetin bölgelerinden olan ıssız bir çöldü. Yüzyıllardır kimse buraya adım atmaya bile cesaret etmezdi. Bu umutsuz yerde boğucu, sıcak hava ve sonu gelmeyen kum tepecikleri dışında bir şeyle karşılaşmamaları gerekirdi.
Öyleyse bu devasa ordugâh ve hayret verici derecede gösterişli kale de nereden çıkmıştı? Dahası, nasıl oluyordu da bir dakika öncesine kadar burayı görememişlerdi?
Kafa karışıklığıyla Eamon'a baktı, prens ukala bir şekilde sırıtarak ona göz kırptı ve önden buyurması için elini ordugahın iç kesimlerine doğru uzatarak onu teşvik etti.
Morrigan gibi Illarion da gördüklerini anlamlandıramamıştı, hayret dolu bir ifadeyle ağzı açık bir halde çevresine bakıyordu.
Ordugahta talim yapan ve diyarın yeşil üniformalarına bürünmüş binlerce asker, onları gördüklerinde ön sıralardan arkaya doğru hızla tek dizlerinin üzerine çökerek başlarını eğdi. Kulağa tek bir ağızdan çıkmış gibi gelen "Majesteleri" nidası bir aslanın kükremesi gibiydi, Morrigan'a zemin titremiş gibi geldi.
Morrigan bu askerlerin onu tanıdıklarından emin değildi, içinden bir ses bu saygı gösterisinin hemen yanı başında yüzünde tatmin olmuş ve otoriter bir ifadeyle dikilen prense olduğunu söylüyordu. Eh, durumuna bakarsa haksız da sayılmazlardı gerçi.
Ordugahı oluşturan kulübelerin ve askerlerin gerisinde, eğitim alanının iç taraflarında diz çökmemiş tek bir kişi görülüyordu. Telaşsız, kendinden emin adımlarla onlara doğru yürüyen bu dişi Riona olmalıydı.
Morrigan bir bakışta onun Eamon'ın kız kardeşi olduğunu söyleyebilirdi. Yürüyüşündeki çalım, sır vermeyen soğuk gözler, üzerinden akan o buz gibi irade ve liderlik hissiyatı... Tıpatıp aynıydı.
Uzun, koyu renk dalgalar halindeki saçlarının üst kısmı gelişigüzel örgülerin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş bir topuz halindeydi. Alnına düşen birkaç tutam terle nemlenmişti. Gözleri bu mesafeden bile görülebilen yeşilin kraliyet tonundaydı. Düzgün, ufak burnu ve dolgun dudaklarını ağabeyininkiler gibi çıkık elmacık kemikleri tamamlıyordu.
Morrigan erkeksi, adaleli bir dişi beklemişse de Riona bu tanıma hiç uymuyordu. Omuzları geniş ve kolları güçlü görünse de kadınsı bedeni uzun ve zarifti. Hemen hemen aynı boyda olmalıydılar. Deriden şeritler ve kumaştan askılarla boynuna, omuzlarına bağlanmış koyu yeşil korsesi, siyah dar pantolonu ve gösterişli kılıcıyla hem güçlü hem de güzel görünüyordu.
Alanın karşısında onları gördüğü anda kaşları hafifçe çatılmış ve badem şeklindeki gözleri anlam arama çabasıyla kısılmıştı. Birkaç saniye içerisinde yanlarına ulaştı ve meraklı gözlerini Morrigan'a dikti.
Morrigan onu baştan aşağı süzen bir çift dikkatli gözün hapsinde kendisini çıplak hissetse de o bakışlara içten bir gülümsemeyle karşılık verdi.
Riona, Morrigan'ın kir içindeki saçlarına ve kendisininkilerin tıpatıp aynısı olan gözlerine baktığında selam vermek için başını hafifçe eğmekle yetindi.
Elbette, bir komutan askerlerinin önünde asla eğilmezdi.
Eamon kardeşinin selamına aynı şekilde karşılık verdi. Riona'yla aralarındaki sözsüz iletişimin ve meraklı bakışların nihayet sonlandığını gördüğünde ufak bir mutluluk kırıntısının karıştığı sakin sesiyle sessizliği böldü.
"Nasılsın, Riona? İzin ver seni majesteleriyle tanıştırayım." Prens, oldukça kibar bir takdim hareketiyle onu işaret etmişti, sesi askerler tarafından duyulabilecek bir seviyedeydi. "Morrigan Galanodel, Zümrüt Diyar'ın prensesi." Morrigan gülümseyerek Riona'ya elini uzattı. Elini sıkan eli sıcak ve güçlüydü, tıpkı ağabeyininki gibi. "Riona, Solonor Birliği'nin komutanı ve benim kız kardeşim."
"Solonor'a ve kaleme hoş geldiniz. Tanışma fırsatı bulamamıştık, Morrigan." Riona'nın yüzünde nezaketen ufak bir gülümseme olsa da ağabeyinden daha sert ve mesafeli bir yapısı vardı. Desteğini alabilecekler miydi? Bilemiyordu.
"Tanıştığıma memnun oldum, Riona."
Eamon hemen yanlarında duran ve başta Riona olmak üzere çevresindeki herkesi ve her şeyi büyük bir dikkatle izleyen genç yoldaşlarını işaret etti. "Bu da başkentten beri bizimle yolculuk eden şato askerlerinden Illarion. Kendisi bu yolculukta bize dostumuz olarak eşlik ediyor."
Illarion geleneksel selam eşliğinde saygıyla başını eğdi, yine de hayranlık dolu ifadesini görmemek imkansızdı.
"Sizinle tanışmak bir onurdur, leydim. Askerler arasında anlatılageldiği kadar muhteşem görünüyorsunuz."
Riona ukala bir gülümsemeyle onu baştan aşağı süzdü, daha çok onu nasıl devirebileceğini hesaplıyor gibi bir hali vardı. Alışkanlık olmalı, diye düşündü.
"Sen de hoş geldin asker, eğer dostsan."
Soğuk yüzdeki gergin bakışlar o ufak, ukala gülümsemeyi de çabucak sildi.
"Kabalık etmek istemem, ancak şatodan ve başkentten bu kadar uzağa seni getiren şey nedir? Ve ağabeyimi kuzeyin karlı dağlarından indiren?"
Belli ki Riona lafı dolandırmayı sevmeyen, açık sözlü bir dişiydi. Morrigan onun bu yönünü şimdiden sevmişti, son zamanlarda kartlarını açık oynayan insanların değeri gözünde daha bir büyüktü. Sorusunun cevabını vermeden önce dönüp bir kez Eamon'a baktı. Eamon da ona bakıyordu, bakışlarını ayırmadan kardeşine cevap verdi.
"Aslında, biz de bunu konuşmak istiyorduk seninle. Oldukça uzun bir yoldan geldik, neden bunu Morrigan'ın oturup dinlenebileceği bir yerde konuşmuyoruz?"
Riona'nın kurnaz gözleri, Eamon'ın ona ismiyle ne kadar rahat seslendiğini fark ettiğinde belli belirsiz bir şekilde parlamıştı. Başını bir kez sallayarak arkasındaki askerlere döndü.
"Kaldığınız yerden antrenmana devam edin, nöbetçiler de değişim saati için hazır bulunsun. Brion, gerisiyle ilgilen ve gün bitmeden bana rapor ver."
Birkaç adım ötelerinde diz çökmüş halde duran bir askere bakarak konuşmuştu, Brion o olmalıydı. Morrigan'ın gördüğü en iri feylerden biriydi ve belli ki Riona'dan sonra burada rütbece en yüksek kişiydi. Çene hizasında düz, kahverengi saçları ve buz mavisi gözleri vardı. "Emredersiniz, leydim." dedikten sonra Riona, askeri görevinin başına dönmesi için gönderdi.
"İşte, gerisini kalede konuşalım o halde. Beni takip edin."
Riona hızlıca devasa kaleye yöneldi, hareketlerindeki aceleye bakılırsa ne anlatacaklarını bir hayli merak ediyordu. Kalenin devasa ahşap kapısında herhangi bir kol, bir mekanizma görünmüyordu. Riona, küçük metal bir ızgaraya boynundaki bir madalyonu gösterdi ve ağır kapı gıcırdayarak onlar için açıldı.
Madalyon, Eamon'ınkini andırsa da gümüş veya çelikten değildi. Bronz madalyonun üzerinde bir çeşit kedi figürü görünüyordu.
Kalenin içi de dışı gibi tamamen mermerle döşenmişti, girişteki tavanın yüksekliği ve alanın büyüklüğü nefes kesici olsa da fazla bir eşya ve süsleme yoktu. Burası ihtişam için değil, korumak için inşa edilmişti.
Onlar içeri girer girmez Riona, "Flynn!" diye seslendi. Bu seslenişe karşılık birkaç saniye içinde yanlarına kızıl saçlı bir erkek geldi. Silahsızdı, kıyafetlerine bakılırsa bir yardımcıya benziyordu.
"Buyrun, leydim?" Bronz buklelerin ardındaki minik kahverengi gözler onlara hızlıca bir göz atsa da Flynn hiçbir şey sormadı. Akıllı bir yardımcıydı.
"Misafirlerimizin odalarını hazırlayın. O zamana kadar ana salonda olacağız, derhal yiyecek bir şeyler istiyorum." Riona onlara göz attıktan sonra "Ondan önce temizlenebilmeleri için su getirmelerini söyle."
Ah. Morrigan kanın yüzüne hücum ettiğini hissediyordu, hissettiği kadar pis görünüyor olmalıydı. Gerçi Eamon ve Illarion'a göz atınca... Durum eşit sayılırdı.
Riona onları bir üst kata çıkan devasa taş merdivenlere yönlendirdi. Merdivenlerin sonunda, tam karşılarına yeşil ahşaptan yapılma iki kanadı olan büyük bir kapı çıkmıştı. Üzerine işlenmiş devasa kraliyet armasına bakılırsa ana salon burası olmalıydı.
Morrigan bir süre orada durup alevlerin önünde duran hayat ağacından oluşan armayı inceledi. Bu diyarın nasıl kurulduğunun hatırlanması için ilk krallarının, atası Feanor'un kutsal alevleri ve Doğa Tanrıçası'na olan minnettarlıklarının bir sembolü olarak onun ağacı.
Bu zamana kadar sadece Ay Şatosu'nda gördüğü arma.
Adım atarak gösterişli kapıdan geçtiler. Geniş, ahşap bir toplantı masası onları karşılamıştı. Riona baştaki sandalyeye otururken onlara da oturmalarını işaret etti. Şatonun kurallarını uygulayacak olsa o sandalyeyi Morrigan'a vermesi gerekirdi, ancak kurallar Riona'nın pek de umurundaymış gibi durmuyordu.
Neticede burası onun kalesiydi, bu yüzden Morrigan hiçbir şey demeden Riona'nın hemen sağındaki sandalyeye oturdu. Tam karşısına oturmakta olan Eamon ve Riona arasında inatçı bir bakışma vardı. Sanki sözsüz bir şekilde kavga ediyormuş gibi bir halleri vardı, Morrigan buruk bir şekilde gülümsedi.
Birazdan onu kurtarabilmek için yardım isteyeceği ağabeyi ve kendisi de akşam yemekleri sırasında anne ve babalarının yanında bu şekilde ses çıkarmadan didişirlerdi.
Illarion da Morrigan'ın yanına oturduğunda ana salondan içeri üç fey girdi, ellerinde su dolu büyük kaseler ve havlular vardı. Hepsi erkekti.
"Çok uzun bir yoldan gelmişsiniz, pek mola verememişsiniz gibi duruyor. Eamon'ın yol üzerindeki onlarca göletten birine bile sizi götürmeyecek kadar şapşal olduğuna inanamıyorum."
"Tanrı aşkına, Riona. Elbette değilim!" Morrigan iki kardeşe baktı. Birinin emrinde bir ordu vardı, diğeri ise bir sınır birliğinin lideriydi. Ancak yan yanayken sadece kardeşlerdi işte. Kahkahasını bastırmak için çabaladı. Illarion şaşkınlıkla Eamon'a bakıyordu, belli ki bambaşka bir tepki beklemişti.
Gülümsemesini gizlemek için hafifçe boğazını temizledi. "Yo, kesinlikle değildi. Aslında bir an önce varabilmek için mümkün olduğu kadar az mola verme fikri bana aitti. Olabildiğince çabuk buraya, sana gelmemiz gerekiyordu."
Bunu söyledikten sonra masadan kalkarak ayakta dikilen feylere doğru ilerledi, yoksa içinden bir ses Riona'nın konuşma boyunca onları ayakta dikebileceğini söylüyordu. Eamon ve Illarion da onu takip ettiler, üçü de hızlıca ıslak havlularla temizlenebildikleri kadar temizlendiler.
Morrigan ıslattığı elleriyle saçlarını tarayarak yaprakları ayıkladı ve gelişigüzel bir şekilde saçlarını ördü. Islattığı ellerini boynunda gezdirerek teninde suyun ferahlığını hissetmeye çalıştı. Şimdi çok daha iyi hissediyordu. Onlar temizlenmeyi bitirdiğinde üç erkek fey de hızlıca ortadan kayboldu.
"Bu acelenin sebebi neydi?" Riona ciddi bir edayla kollarını göğsünde kavuşturmuş ona bakıyordu.
"Hiçbir şeyden haberin yok yani? Ah, nasıl desem..." Riona onu dinlerken kaşlarını çatarak başını yana eğdi, anlamaya çalışıyordu. Morrigan derin bir nefes alıp verdi. "Sen en başından anlatmaya ne dersin, Eamon?"
"Hm, tabii." Böylece Eamon, Riona'ya her şeyi anlattı. Uğradıkları ihaneti, kayıplarını, Dük'ün nasıl ordu ve şato üzerinde mutlak kontrol sağladığını ve kimleri kurtarmaya çalıştıklarını...
Kısa bir zaman içinde ne kadar çok şey olmuştu... Morrigan prensin anlattıklarını dinlerken omuzlarındaki yükün onu ezdiğini, ruhunun yorulduğunu hissetti. Bedenleri belirli yaşlardan sonra artık hiç yaşlanmıyordu belki, ancak ruhları için aynısını söylemek zordu.
Eamon anlattıkça Riona'nın yüz ifadesi gölgelendi, kaşları daha da çatıldı. Göğsünde bağladığı kollarını çözdü ve ellerini masaya dayayarak hafifçe eğildi.
"Yani siz şimdi bana Dük'ün, senin amcanın, hepimize ve bu diyarın halkına ihanet ettiğini mi söylüyorsunuz? Ve Malekith'in yok edilmemiş olduğunu, hatta geri döndüğünü?"
"Kısaca, evet." Morrigan nefesini tutarak Riona'nın tepkisini bekledi, yardımı için gerekirse ona yalvarmaya hazırdı.
Riona büyük bir gürültüyle masaya ellerini vurup ayaklandığında Eamon hariç hepsi yerinden sıçradı. Hışımla ittiği sandalyesi devrilmişti. Morrigan derin bir nefes aldı, bu tepkiyi alacaklarını tahmin etmişti.
Ne de olsa Riona burada dış dünyadan bağımsız halde yaşıyordu. Söyledikleri ona çok saçma gelmiş olmalıydı. Dahası, inanmak istememesi çok normaldi. Ona göstermeye çalıştıkları resim çok karanlıktı.
"Özür dilerim, Morrigan, ancak bu işler için fazlasıyla gençsin. Bir şeyleri yanlış anlamış olmalısın! Dük, senelerdir kralın yanında olup onun için yaşadı adeta. Ona ihanet edemez, mümkün değil. Dahası, nasıl olur da Kral Feanaro'nun tüm halkına yalan söylediğini iddia edersin! Bu, diyara ihanetle eşdeğer bir suç!"
Yüzlerce yıl yaşındaki bir komutan ve ailelerinin bir diğer prensesi olan Riona'nın onu yaşından vurması elbette şaşırtıcı değildi. Ancak yine de bu Morrigan'ı sinirlendirmişti. Genç olabilirdi, ancak yaşadığı ve atlattığı bunca şeyden sonra cahil bir çocuk değildi. Mücadelesinin amaçları ve motivasyonları vardı. Dişlerini gıcırdattı, ters bir şey söylememeliydi.
Riona, Edric'in tek şansı olabilirdi.
"Riona!" Eamon masaya yumruğunu indirerek adeta gürlemişti. Önlerindeki masadan bir çatırtı geldi, kız kardeşi alev alev yanan gözlerle ona baktı. Sonra da mırıldanarak ayağa kalktı ve biraz ötede bir ileri bir geri yürümeye başladı. Riona öyle hızlı adımlar atıyordu ki zemin mermerden olmasa kıvılcımlar çıkıyor olabilirdi.
Morrigan sakince yanındaki sandalyeye koyduğu çantasını aldı ve karıştırdı. Üzerindeki bakışları umursamadı, aradığını bulmuştu.
Kendinden emin adımlarla Riona'nın tam karşısına ilerleyerek orada durdu. Üzerine düşen keskin bakışları ve karşısındaki prensesten dalga dalga yayılan öfkeyi hiç önemsemeden Riona'nın eline annesinin hediyesi olan o güzel elbiseyi tutuşturdu.
Morrigan o elbiseyi ne kadar yıkarsa yıkasın siyah kanın hayalet izlerini de o iğrenç kokuyu da temizleyememişti. Caladwen Katliamı şüphesiz tarihlerinde kara bir leke olarak yer alacaktı. Bu elbise de o kirli günün bir sembolü gibiydi, arınmıyordu.
"O gün üzerimde bu elbise vardı, annemin hediyesiydi. Onu, babamı ve insanlarımızı katlettikleri gün... Ailemin kanı, o iğrenç yaratıkların kanı ve benim kanım hala üzerinde duruyor. Kuzenim, kendi babasının aleyhinde şahitti. Sence yanlış mı anlamışımdır?"
Morrigan o elbiseyi tekrar görmenin, parmakları arasında tutmanın o kadar zor olacağını hiç düşünmemişti. Yutkundu, diğer eli ona güç vermesini istercesine boynundaki gece taşının üzerindeydi.
Riona elbiseye sinen o kesif kokuyu aldığında biçimli dudakları gerilerek dişlerini ortaya çıkardı. Tıslaması tehditkardı, yüzünde şaşkın ama yine de vahşi bir ifade vardı.
"O güne kadar şatodan hiç ayrılmadım, sınıra da hiç gitmedim. Gitmiş olsam zaten Eamon'la katliam günü tanışmış olmazdık. Kısacası, bu kokunun anlamını gayet iyi biliyorsun."
Karşısındaki savaşçı prenses hızlı hızlı soluk alıyordu, sersemlemiş bir ifadesi vardı. Elbiseyi Morrigan'a geri uzatırken omuzları hafifçe düştü.
"Ben... Bana bir dakika izin verin."
Morrigan başını sallayarak yerine oturdu, hemen arkasından da Riona tekrar yerini aldı. Elleri onu ele geçiren ve damarlarında akan öfkeyle titriyordu.
"En baştan anlatın, her ayrıntıyı istiyorum. Caladwen'den başla." Böylece Morrigan bir kez daha her şeyi ona anlattı.
"Peki, diyelim ki anlattıklarınız doğru... Bu neden burada olduğunuzu tam olarak açıklamıyor. Yani, Eamon bana haber yollayabilirdi..."
"Kanıt olmadan ona inanman ne kadar sürerdi? Kaybedecek vaktimiz yok, Riona... Hem, ben bizzat gelmek istedim. Eamon bana buranın bir gün karanlık kuvvetler karşısında bir şansımız olsun diye inşa edildiğini ve bu ordunun da bu amaç doğrultusunda oluşturulduğunu söyledi. Bense buraya bana ve ağabeyime yardım etmeni istemek için geldim."
Derin bir nefes alıp verdi, kısa bir an gözlerini kapattı ve Edric'in her zaman gülümseyen yüzü orada belirdi.
Tekrar gözlerini açtığında tüm acısının yüzüne yansıdığından emindi.
"Edric şu anda o şatoda ve ne halde olduğunu bile bilmiyorum. Tek bildiğimiz, Dük'ün onu öldüremeyeceği. En azından henüz. Ancak bu, taç büyüsüne ikna etmek için ona zarar vermeyeceği anlamına gelmiyor."
Cümlenin sonuna doğru sesi kısılarak bir fısıltıya dönüştü. Boğazını temizledi, düşünmemeliydi...
"Onu kurtarabilmemiz için yardımını istiyorum senden, Riona. Zor olacağını biliyorum, ancak onu orada..."
"Bırakamayız, evet." Riona, berrak ve katı bir sesle kararını bildirmişti. Bir komutanın hükmü.
Morrigan minnetle ona bakarak başını salladı, gözlerine dolan yaşları engellemekle uğraşmadı.
"Edric sık sık buraya uğrardı, tek ziyaretçimdi. Bu avluda kaç kez antrenman yaptık bilmiyorum bile. Hem... Durum buysa, Edric artık Zümrüt Diyar'ın kralı demektir. Elbette onu bir hainin kanlı ellerine bırakacak değiliz." Riona'nın yüz ifadesi acımasızdı, sıktığı yumrukları masanın üzerinde titriyordu.
"Yanımda olduğunuz için teşekkür ederim, gerçekten... En yakınımızın ihanetine uğradığımız bu günlerde sizin, hepinizin yanımda olmanız... Ne olursa olsun, bunu hiç unutmayacağım."
Eamon tam karşısında ona bakıyordu, eli bir an ona ulaşmak ister gibi havaya kalkmış olsa da durdu. Elbette Riona'nın keskin gözleri bu hareketi de es geçmemişti.
Prens boğazını temizleyerek "Peki, Solonor'da şu an kaç asker var?" diye sordu. Vakit kaybetmeden ayrıntıları öğrenmek istiyordu, haksız da sayılmazdı. Zaman, boşa harcayabilecekleri bir kaynak değildi.
"Şu an on bin asker hazır durumda diyebilirim. Kalanlar henüz onayımdan geçmediğinden, şimdilik sayımız bu." Onayından geçmeyenlerden bahsederken kendinden emin ve tehlikeli bir edayla sırıtmıştı. Morrigan bu iki kardeşin birbirlerine gerçekten benzediklerini düşündü ve o askerlere acıdı.
"Tanrılar adına, kraliyet ordusunun yarısı kadar askerden bahsediyorsun! Bu yer bunca yıldır nasıl gizli kaldı ki?" On bin özel olarak eğitilmiş fey askeri... Morrigan'ın yüreği umutla çarpmaya başladı.
"Atalarımızın bu alana yaptıkları büyü sayesinde, tam olarak senin atalarının."
Demek Feanaro en azından bir şeyler yapmayı denemişti, bugün geldiğinde bir şansları olması için.
Eamon ayağa kalkarak pencereye doğru yürüdü. Dışarıdan eğitim yapan askerlerin sesleri geliyordu, dikkatle onları izlemeye koyuldu.
"Edric ve ben buraya gelmeyeli bir hayli oldu. Bana askerlerden biraz daha bahset. Böylece onları nasıl kullanabileceğimi bilerek plan yapabilirim." Eamon kollarını göğsünde birleştirmişti, bakışları hesap yapar gibiydi.
Riona gözlerini kısarak Eamon'ın olduğu tarafa baktı, gözlerinden alevler çıkıyor gibiydi.
"Askerlerim; farklı hava koşullarında, değişik arazilerde ve zorlu görevlerde sorunsuzca savaşabilmeleri için eğitildiler. Bu görevde yer almalarını planladığım askerlere gelince, en iyilerden oluşan bir birlik olacak. Büyük Savaş'ın kadim komutanlarının da katılımını bekliyorum."
Riona, belli ki askerlerinin komutasını kimseye bırakmaya niyetli değildi. O kişi ağabeyi de olsa birinin planına dahil olmayı değil, planı yapan olmayı tercih edecek biriydi.
Bu ayrıntı bir kenara, söyledikleri karşısında Morrigan hayretle ona bakakalmıştı. "Nasıl yani? Eğer öyleyse..."
"Evet, bir hayli yaşlılar. Yemekten sonra onları görmeye gittiğimizde plan üzerine konuşuruz." Riona bunu gayet sıradan bir edayla söylemiş olsa da Morrigan ve Illarion için bu, eski masalların kahramanlarını kanlı canlı görmek gibi bir şeydi. Sabırsızlanıyorlardı.
Nihayet kapı açıldı ve az önceki erkek feyler ellerinde çeşitli yiyeceklerle içeri girdiler. Önlerindeki masaya çorba, kızarmış et, peynir, çeşitli meyveler, çörekler, tereyağ ve sıcak ekmek bırakıp yine geldikleri gibi gittiler.
"Misafirperverliğin için teşekkürler, Riona. Bir şeyi merak ediyorum, bu askerler Solonor'a nasıl geldi? Yani, oldukça geniş ve gizli bir birliğin komutanısın. Nasıl işlediğini merak ediyorum." Sorusu belki zamansızdı, ancak merak etmişti işte.
Riona biraz düşündükten sonra "Hm, sanırım Edric'le ortaklaşa çalıştığımızı söyleyebilirsin. Hiç Şato'daki bazı askerlerin aniden kaybolduğunu fark etmedin mi? Gözüne kestirdiklerini buraya yolluyor, ki Edric ince eleyip sık dokuma işinde benden bile beterdir." Anılara dalmış bir edayla sırıttı.
Bunu söyledikten sonra önüne koyulan elmalardan birini Eamon'ın kafasını nişan alarak tüm gücüyle fırlattı.
Sanırım bu, onların dilinde bir nevi davet gibi bir şeydi. Eamon arkasını dönerek elmayı havada yakaladı, yüzünün tam ortasına çarpmasına birkaç santim kalmıştı. Prens bir ısırık aldıktan sonra omuz silkerek elmayı pencereden aşağı attı ve sakince masaya oturarak önlerindeki yemeklere yumuldu.
Günler sonra düzgün bir masada mükellef bir yemek yiyor olmanın rahatlığıyla Morrigan da diğerleri gibi tıka basa doymuştu. Sandalyesinde arkasına yaslanırken iç geçirdi.
"Şimdi askerlerinin yanına mı gideceğiz?" Bekleyemiyordu, rahat bir şekilde oturup hiçbir şey yapmadığı her an adeta içinde bir şeyleri kemiriyor ve onu yavaş yavaş yiyor gibiydi.
"Aslında, diğer eğitim grubu akşam başlayacak. Bu sürede siz de odalarınıza gidip dinlenseniz iyi olur, önümüzdeki günler için gücünüzü toplamalısınız. Ama bu geceki büyü antrenmanlarına sen de katılmalısın bence. Ne dersin, Morrigan?"
Riona tek kaşını kaldırmış onu izliyordu, tepkilerini ölçüyor ve onu tanımaya çalışıyordu. Belki de neler yapabileceğini görmek istiyordu. Pekâlâ, onun gözünde bir çocuk olmadığını kanıtlayacaksa ufak bir gösteri sergilemekten zarar gelmezdi.
Şafak eğitimlerinde Eamon ona birkaç yeni numara öğretmişti.
"Elbette, sanırım faydalı olabilir. Birkaç saat sonra tekrar görüşmek üzere öyleyse."
Hep birlikte masadan kalktıklarında Riona tekrar Flynn'e seslendi. Flynn yeniden birkaç saniye içinde yanlarında belirmişti, ya çok hızlıydı ya da kendi iyiliği için Riona'dan pek uzaklaşmıyordu.
"Odalar hazır olmalı, misafirlerimize odalarına kadar eşlik et. Varsa isteklerinin de karşılandıklarından emin ol."
"Emredersiniz, leydim." Flynn yumruğunu göğsüne götürerek başını eğdi ve önlerinden ilerlemeye başladı.
Tam üçü de onu takip ediyorlarken Riona arkalarından seslenerek "Eamon, neden biraz hasret gidermiyoruz seninle? Karşılıklı bir fincan çay içmeye ne dersin?" dedi. Teklif çok tatlı olsa da Riona'nın sesi kulağa hiç de tatlı gelmiyordu.
Eamon gözlerini devirerek derin bir nefes verdi, daha sonra Morrigan'a dönerek gülümsedi.
"Akşam görüşmek üzere, yani umarım. Sanırım Riona'yı biraz kızdırdım, otoritesinin elinden alınmasından hoşlanmıyor." Sessizce güldü, eğleniyordu. "Uzun bir yolculuk oldu, gidip güzelce dinlenin."
Morrigan da ona gülümsedi ve Illarion'la beraber Flynn'i takip ederek odalarına doğru ilerlediler.
Gösterişli, beyaz mermerden merdivenlerden çıkarak üst kattaki odalarına doğru yöneldiler. Merdivenin bittiği ikinci katın doğu kanadındaki koridordaki odalar onlara ayrılmıştı. Flynn önce Morrigan'a odasını gösterdi. Illarion onu selamladıktan sonra Flynn'le birlikte yandaki odaya girmişti. Böylece Morrigan uzun zaman sonra tek başına kaldı.
Devasa oda, beklenmedik bir şekilde mavinin açık tonları ve krem rengin uyumunu yakalayan eşyalarla döşenmişti. Komodinin üzerinde duran misketleri gördüğünde odanın kime ait olduğunu hemen anlamıştı, bu küçük cam küreleri oldu olası çok sevmişti zaten.
Mavi Edric'in en sevdiği renkti, odayı Solonor'a geldiğinde kalabilmek için kendisi döşetmiş olmalıydı. Işık geçirmeyen kalın perdeler, bir çalışma masası, kocaman bir dolap, basit bir halı, bir komodin ve iki kişilik bir yatak. Sade ancak şık bir odaydı, tıpkı onun sevdiği gibi.
Odanın içerisinde daha fazla ilerleyemedi, elleri titremeye başlamıştı. Akmamaları için sonu gelmez bir savaş verdiği yaşlar yanaklarından aşağı yuvarlanmaya başladı.
Yatağa giderek ağabeyinin yastığına ona sarılır gibi sarılmayı çok istiyordu. Ancak kıyafetlerinde hala savaşın, kanın izleri varken bunu yapamazdı. Bu yüzden kapıyı açarak Flynn'e seslendi, banyo yapmak istediğini bildirdi.
Görevli feyler büyük bir banyo fıçısını odaya getirip sıcak suyla doldururken hiçbir şeye dokunmadan ayakta bekledi. Edric'in bir dahaki gelişinde eşyalarını kirlettiğinden yakınmasını istemiyordu.
Yalnız kaldığında üzerindeki kıyafetlerden hızlıca kurtuldu. Çantasını açarak Eamon'ın onun için aldığı sabunu çıkardı. Sıcak suya girdiğinde karşı konulamaz bir rahatlama hissiyle inledi.
Saçlarında, derisinde ve tırnak aralarında o pis kandan ve lanet kokudan hiçbir iz kalmayana kadar yıkandı. Flynn'in onun için gönderdiği bitkisel yağlarla tenini ovduktan sonra yedek kıyafetleri olan tunik ve pantolonu üzerine geçirdi. Saçlarını çiçek kokulu yağlarla taradıktan sonra kurumaları için açık bıraktı.
Karnı toktu ve temizlenmişti, nihayet günler sonra güvenli bir çatının altındalardı. Morrigan pencerenin önüne giderek diz çöktü. Onu duyan tüm tanrılara bunlar için şükretti ve Edric'le dostlarını da koruyup gözetmeleri için onlara yalvardı.
Eyer üzerinde geçirdiği günlerin yorgunluğu git gide daha da üzerine çöküyordu. Yatak oldukça yumuşaktı, tıpkı Edric'in sevdiği gibi. Morrigan üzerinde otururken adeta içine gömülmüştü. Orada öylece otururken gözüne komodin çekmecesi ilişti.
Merakla, bir şeyler bulabilmeyi umarak çekmeceyi açtığında Morrigan, çok küçük bir kızken Edric'e doğum günü hediyesi olarak çizdiği resmi buldu. Afallamıştı, ancak resmin şapşallığı yine de onu gülümsetti.
Beceriksiz bir çizimdi, ailesini çizmeyi denemişti. Kaç yıl olmuştu? O sıralar yaklaşık 5 yaşında olmalıydı...
Gülümseyen dudaklarında acının tuzlu tadını hissederken resme sarıldı ve başını yastığa koydu. Artık sadece bu resimde tam olan ailesi için ağladı. Nihayet ağlamayı bıraktığında düşündüğü son şey, ne pahasına olursa olsun Edric'i kurtaracağıydı.
--------------------------------
Morrigan, uzun zaman sonra huzurlu bir uyku uyumuştu, sebebi belki de onu kuşatan tanıdık nesnelerdi. Eamon kapısını tıklatarak seslendiğinde homurdanarak onu kovdu. Güzel rüyalar yarım kalmaya mahkûm muydu?
"Eğitimi kaçırmak istiyorsan sen bilirsin, ancak çok işimiz var." İç geçirerek gözlerini açtı, doğru söylüyordu. Hızlıca yataktan kalkıp elini yüzünü yıkadı. Birkaç dakika içinde kalenin önünde diğerleriyle buluşmuştu ve hala esniyordu.
Güneş batmak üzereydi, kızıl ve sarının binlerce farklı tonu üzerlerine dökülüyordu. Ağaçların ve ayaklarının altlarındaki çeşitli otların arasında çoktan gecenin yaratıkları dolaşmaya başlamıştı.
Geniş bir eğitim grubu kalenin dışındaki arazide toplanmış, bekleme pozisyonunda ellerini arkada bağlamışlardı. Riona bir adım öne çıktı, duruşu kendinden emin ve rahattı. Yüzünde haylaz bir ifade vardı, sanki yaramazlık yapmak üzere olan bir çocuk gibi.
"Bu grup ne zamandır eğitimde, Brion?" Ona dönmeden sormuştu, yaklaşık iki yüz kişilik bir askeri birliği bakışlarıyla tartmakla meşguldü.
"Yaklaşık iki senedir, leydim."
"Güzel, öyleyse bir deneme yapabiliriz değil mi? Darragh, Senan ve Fearghal'ı çağır." Gülümsemesi genişledi. Bu halini gören askerler endişeyle bakıştılar.
Biraz sonra kalenin içinden çıkıp onlara doğru ilerleyen üç devasa erkek göründü. Hareketleri sakin ve su gibi akıcıydı, adımlarıysa ölüm meleği kadar sessiz.
İlki, yüzüne dökülen siyah saçlara ve saçları kadar karanlık gözlere sahipti. Açık renkli teninin görünen neredeyse her yeri birbirine geçmiş yara izleriyle doluydu. Kolsuz gömleğinin üzerine döküldüğü bedeninin her yeri iri kas kütleleriyle kaplıydı. Sağ kolunu sararak oradan omzuna ve boynuna tırmanan, açık kırmızı ve sert çizgilerden oluşan tılsımı tehditkardı.
Hemen yanındaki feyin kısa sarı saçları ve kehribar rengi gözleri vardı. Diğer arkadaşı kadar iri ve dikkat çekici kasları olmasa da bedeni çevik ve güçlü gözüküyordu. Kolunu aşarak bedenine yayılan mavi tılsımın hatları bıçak gibi keskindi.
Sonuncuları ise koyu bakır renkli uzun, güzel saçlara sahipti. Gri gözleri onları samimi bir ilgiyle izliyordu. Zarifti, ancak göğsüne doğru ilerleyen yeşil tılsımı zehirli bir sarmaşığı andırıyordu.
Devasa adımlarla kısa sürede araziyi aşarak yanlarına geldiler. İlgili ve merak dolu bakışları Morrigan'ın üzerine sabitlense de Eamon'la geleneksel bir şekilde selamlaştılar. Belli ki prens buraya yaptığı daha önceki ziyaretlerinde bu savaşçılarla tanışmıştı.
Riona, geleneksel selam eşliğinde onları saygıyla karşıladı.
"Morrigan, kral Gladtirith'in kızı ve diyarın prensesi. Yardımımızı istemek için uzun bir yoldan geldi. Bu da dostu ve yol arkadaşı, Illarion." Onları olabildiğince kısa ve basit bir şekilde takdim etmişti.
Üç erkek fey yumruklarını kalbine götürdüğünde Morrigan kendisini çok tuhaf hissetti. En azından binlerce yıl yaşamış olmalıydılar, onların yanında öyle küçük ve bu hayatın içinde öyle tecrübesiz kalıyordu ki...
"Çırpınan, sıkılıp daralan ruhunu hissedebiliyorum. Bu kadar umutsuzca yardım istediğin şey nedir, küçüğüm?" Kızıl saçlı olandı, hemen sonra "Fearghal." diye kendini tanıttı.
Morrigan, tedbirli bir şekilde Riona'ya baktı. Üç bilge feyin fikirlerini merak etse de, her şeyi burada anlatmak konusunda tereddüt etmişti.
Morigan sorunun ona yöneltildiğini biliyordu, yine de biraz ötelerinde dikilen askerlerin bunu ondan duymasına gerek yoktu. Eğer gerekirse, komutanları onlara anlatırdı. Bu yüzden Riona'ya bakarak başıyla biraz ötedeki bir yeri işaret etti. Solonor Komutanı başıyla sessizce onayladı ve onlar uzaklaşırken ses çıkarmadı.
Böylece Morrigan, üç yaşlı feye olan biten her şeyi anlattı. Belki asırların onlara çok şey göstermiş olmasından, belki başka bir şeyden kaynaklı olarak Morrigan o mükemmel ve donuk yüzlerde hiçbir şaşırma emaresi görememişti.
"Üzerine konuşulacak çok şey getirdin, genç prenses." Tekrardan Riona'nın yanına döndüklerinde siyah saçlı olan fey, tok sesiyle konuşmuştu.
Riona "Birazdan." demekle yetindi. Daha sonra birbirlerine ve üç feye bakıp duran askerlere döndü.
"Orduya dahil olmak için onay istiyorsanız, bu üç fey rakibiniz olacak. Eğer herhangi birine tek bir darbe indirmeyi başarabilirseniz, onayınızı alacaksınız. Denemek isteyen?" Yüzündeki ifade artık eğleniyor gibiydi. Tereddüt elle tutulabilir bir şeye dönüşüp alana yayılmıştı sanki.
Uzun bir süre kimse öne çıkmadı. Morrigan göz alıcı oldukları kadar ürpertici de olan, heykeller gibi karşılarında dikilen üç yaşlı feye baktığında gönüllü olarak hiç kimsenin çıkmamasını anlayışla karşıladı.
O esnada nihayet bir asker cesaret ederek öne çıktı. İri yarı, esmer bir feydi. Cesur görünmeye çalışsa da kendinden emin olmadığı gözlerinden okunuyordu. Edric, böyle savaşçıların kaybetmeye mahkum olduğunu söylerdi. Korkmak elbette doğaldı, ancak bir asker her zaman bunu saklayabilmeliydi.
Fearghal öne çıkarak askerin karşısında durduğunda Morrigan bunu izlemenin neredeyse utanç verici olduğunu düşündü. Asker karşısındaki yaşlı feye koşarak saldırdığında bir tekmeyle yaklaşık dört metre geriye fırlatılması bir saniye bile sürmemişti.
Fearghal bunu yaparken bir şekilde zarif görünmeyi de başarmıştı, adeta dans eder gibiydi. Morrigan bu rahatlık ve tehditkarlık karşısında boğazının kuruduğunu hissetti.
Öne çıkan ilk birkaç askerin akıbeti aynı olduğunda Riona çoktan sıkılmaya başlamıştı.
"Anlaşılan zahmetiniz boşa gidecek, beyler. Karşımda hala bir grup çaylak görüyorum, fazlasını değil. Gidelim." O bunu diyip umarsızca askerlere arkasını döndükten sonra arazinin çitlerle kaplı bir bölgesine doğru ilerlemeye başladılar.
Riona oldukça esnek bir hareketle yüksek çimleri aşarak alana girdi. Yemyeşil çimlerle kaplı alanın tam karşısında durdu ve eliyle ona yaklaşmasını işaret etti. Belli ki onu denemek konusunda bir hayli ciddiydi. Morrigan'ın buna biraz bile itirazı yoktu, sınırlarını zorlamayı severdi.
Riona uzun, ağır görünümlü kılıcını sol eline aldı. Hafifçe eğilerek pozisyonunu ayarladı ve gülümseyerek beklemeye başladı. Ukala gülümsemesinde Morrigan'ın kanını kaynatan bir şey vardı. Hançerlerini çekmeden önce istemsizce Eamon'a baktı, o da her şafakta onu dövmeden önce böyle sırıtırdı.
Prens ona bakarak başını hafifçe salladı, Riona ve diğerlerinin önünde herhangi bir yorumda bulunarak onurunu kırmadı. Ona güveniyordu.
Morrigan ikiz hançerleriyle birlikte Riona'nın üzerine koştu, çapraz bir şekilde tuttuğu hançerlerle ağır kılıcı kıskaca almayı denese de Riona oldukça oldukça güçlüydü. Biraz yüklenerek Morrigan'ın geriye doğru birkaç adım sendelemesine sebep oldu, nefes almasına izin vermeyerek tüm gücüyle kılıcını indirdi.
Eamon'ın ona öğrettiği ilk şey, daima kıpırdamak olmuştu. Sabit durmak, ölüm için yalvarırcasına beklemek demekti. Dönerek saldırısından kaçtı, arkadan bir hamle denedi. Rakibinin kaburgaları arasından ciğerlerini hedefleyen, acımasız bir hamle.
Riona bu saldırıyı son anda fark ederek kılıcını geriye doğru uzattı ve onu engelledi. Yüzünde maharetini takdir eden hafif şaşkın bir bakış vardı şimdi.
Riona kılıcını toprğa saplayarak karşısında dikildiğinde Morrigan da hançerlerini kılıflarına geri koydu, dikkatle onu izliyordu.
"Edric tam bir bir baş belasıydı ancak seni iyi eğittiği kesin. Peki, ya büyün? Onunla neler yapabilirsin?" Merak, yüzeye çıkarak ifadesinde gezindi.
"Henüz basit şeyler, sanırım." Bunu söylerken sıvı ışık gibi görünen alevlerin avucunda dans etmesine izin verdi. Soğuk his hoşuna gidiyordu. Daha sonra alevli yumruk ve tekmelerini gösterdiği minik bir gösteri sundu. Riona başını sallamakla yetindi, düşünceliydi.
Birkaç saniye sonra Morrigan gökyüzünden gelen zikzaklı bir ışığın korkunç bir patlama sesi eşliğinde birkaç adım ötesine düşmesiyle irkildi. Elinden geldiğince hızlı bir şekilde kalkanını oluşturarak kendisine siper etti. Çimlerin üzerinde siyah, yanık bir alan meydana gelmişti. O ne olduğunu anlamaya çalışırken dumanlar yükselmeye başladı.
Riona tepkisini keyifle izlerken Eamon ona seslenerek "Riona, hava olaylarını kontrol edebiliyor." diye açıkladı.
"Bu çok... Hayranlık uyandırıcı. İnsanı hazırlıksız yakaladığı kesin." Tekrar doğrulmuştu ve gözleri, topraktaki yanık alana dikilmişti.
Bu yorumu Riona'nın hoşuna gitmiş olmalıydı, ya da belki de maharetlerini fena bulmamıştı ve artık ona saygı duyuyordu. Sonuçta, ifadesindeki meydan okuyan inatçı bir şeyler kaybolmuştu. Mesafe ve temkin hala orada olsa da bu da bir başlangıç sayılırdı.
"Birazdan Edric'i kurtarabilmek için bizimle gelecek asker grubunu seçeceğim. Büyüklerimizden birinin de yol göstermek, yardım etmek için bize eşlik etmelerini isteyeceğim." Morrigan'ın gözleri ışıldadı, sevinçle çırpınan kalbini alandaki herkes duyabilirdi. Riona'ya gülümsedi, bunu kesinlikle unutmayacaktı.
"Zor bir görev olacak, bunu biliyorsun. Bu yüzden Eamon, Brion'a hazırlıklar konusunda öncülük ederken Illarion ve senin de bu birkaç günü eğitimle değerlendirmeniz iyi olacaktır. Darragh, Faerghal ve Senan'ın tecrübelerinden yararlanmaya bakın. Onlar atan Feanaro'nun yanında karanlığın efendisine karşı savaşan, hepimizi eğiten komutanlar."
Morrigan'ın tahmin ettiği gibi, bu üç fey en azından elli asır görmüş olmalıydılar. Onlardan öğrenecek, dinleyecek çok şeyleri vardı. Bu yüzden başını sallayarak onayladı, çitlerin hemen arkasından bu söylenenleri işiten Illarion adeta yerinde duramıyordu.
Şimdiye kadar Edric dışında yalnızca Eamon'la antrenman yapmıştı, daha doğrusu yapmaya çalışmıştı. Bu birkaç gün pek de görüşemeyecek gibi görünüyorlardı, prense baktığında onun da gözlerinin üzerinde olduğunu gördü. İfadesi garipti, hemen sonra yanında duran üç feye bir bakış attı.
Eamon bir yana, bu kadim feylerle karşı karşıya gelme düşüncesi karşısında Morrigan'ın tüyleri diken diken olmuştu.
Riona ve o çitten çıktılar, bu sefer hep birlikte kaleye doğru ilerliyorlardı. Planlar yapma ve harekete geçme vaktiydi.
-------------------------------------
Merhaba, nasılsınız? İnşallah herkes iyidir. Ben biraz karman çormanım ve her şeyi toparlamaya çalışırken buraya biraz geciktiğimin farkındayım. Bunun için bekleyenlerden özür diliyorum, ama iki uzun bölümle telafi edebilirim değil mi bu bekleyişi ? :') Gecikmeli bir şekilde de olsa yeni yıl inşallah hepimize güzellikler getirir, yüzümüzü güldürür. Diğer bölümde görüşmek üzere birazdan udrgkdkgkd
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.17k Okunma |
727 Oy |
0 Takip |
51 Bölümlü Kitap |