32. Bölüm

SOLONOR ÇÖLLERİ'NDE (Kısım II)

Merve Gündoğmuş
mervegndgms

Tekrardan selam ve tekrardan iyi okumalarr jksrgkdrk Lütfen oy ve yorumlarınızı eksik etmeyinnn <3

"İçeri nasıl gireceğiz?" En önemli soru Illarion'dan gelmişti.

Üç kadim fey, Eamon, Illarion ve Riona'yla beraber oturmuş Edric'i nasıl kurtaracaklarını tartışıyorlardı. Sayıca az olacakları kesindi, bu yüzden olabildiğince az zararla sıyrılabilmek için güvenilir bir plana ihtiyaçları vardı. Toplantının odak noktası da bu plandı.

Nihayet, diye düşündü. Morrigan nihayet Edric'i oradan çıkarabilmek, evlerini ve ülkelerini habis bir yaratık gibi onun üzerine çöken karanlığın pençesinden kurtarabilmek için bir adım atıyormuş gibi hissediyordu. İşe yarar bir şeyler yapma hissiyatını çok sevmişti.

"Çok geniş bir birlik olarak ilerlememiz kolay olmaz, Daesha'ya oldukça uzağız. En iyi ihtimalle elli asker, ki bu bile yeterince dikkat çekecektir." Riona haklıydı.

Elli asker... Morrigan'ın elleri titredi, yalnızca elli askerden oluşan bir birlik onlara eşlik edecekti demek. Titreyen ellerini hızlıca yumruk yaptı. Başarabilecekler miydi? Eamon'la göz göze geldi. İfadesi anlayışlı ve tuhaf bir şekilde çok rahattı, Morrigan onun bu sayı hakkında hiç de endişeli olmadığını fark etti.

"O halde toplam elli dört kişi mi olacağız? Çok..." Durdu, Riona'nın onu yanlış anlamasını istemiyordu.

"Elli beş, ben de sizinle geleceğim. Ve hayır, genç prenses. Sayımız hiç de az değil. Eğer doğru kullanılırsa, bir asker bile çok kritik olabilir." Ciddi ancak umutsuz olmayan bir yüzle konuşan kadim fey Fearghal'in sesi anlayışlı ve sakindi.

Morrigan gülümsemeye çalışarak başıyla onu onayladı. Yüzlerce ömür süresince yaşayan bir komutanın söyledikleriyle ikna olması gerekirdi öyle değil mi? Peki Morrigan neden hala endişeleniyordu?

"Beraber geçirdiğimiz yıllar boyunca seni biraz olsun tanıyabildiysem, Fearghal, kafanın içinde çoktan A, B ve C planlarını hazır tutuyorsundur." Riona bunu söylerken sesinde muzır bir ifade olduğu kadar takdir de vardı.

Fearghal, arkasına yaslandı ve ona bakarak sırıttı. Çok şey bilen, bildiklerini iyi kullanan kurnaz birinin gülümsemesiydi. Morrigan o gülümsemeyi gördüğü anda Riona'nın az bile tahmin etmiş olabileceğini anladı.

"Alfabenin diğer harflerine geçmeden önce neden bize de anlatmıyorsun?" Riona'nın sesi hem heyecanlı hem de merak doluydu. Yüzünde ise onlara duyduğu saygının büyüklüğünü gösteren bir ifade vardı. Bakışları normalde delici olsa da bu üçüne değdiğinde yumuşuyordu.

"Ordunun önemli bir kısmı şatoyu içten ve dıştan koruyor olmalı, bu yüzden azınlık olacağız." Her şey o kadar aleyhlerineydi ki Morrigan çığlık atmak istiyordu.

"Bu doğru, bir şekilde dikkatlerini dağıtarak onları bölmemiz gerek." Eamon kollarını göğsünde birleştirerek arkasına yaslandı, düşünceliydi.

Fearghal onu başıyla onayladı. "İki gruba ayrılabilmek için yeterince kalabalığız. Bir kısmımız önden saldırarak dikkat dağıtırken, kalanlar tünellerden girerek zindana inebilir ve tutsakları çıkarabilir."

Morrigan şaşkınlıkla ona baktı. "Tüneller? Siz nasıl-"

"Atanız, Kral Feanaro'nun dört büyük komutanından biriyim. Büyük Savaş'ta ona Batı Ordu Komutanı olarak ona hizmet ettim elbette, ancak savaşın öncesinde de Şato'da uzun süre bulundum. Ben onun hocasıydım." Fearghal anlayışla gülümsedi.

Eamon kıkırdadı. Belli ki buna şaşıran bir tek Illarion ve Morrigan vardı. Eh, ikisinin bu grupta ancak birer çaylak olabilecekleri kesinleşmişti.

Kıkırdamayı ve Morrigan'ı bununla sinir etmeyi bıraktığında boğazını temizleyerek yeniden ciddi haline döndü. "Bu işe yarayabilir. Yeterince dikkat dağıtabilirsek, içerideki askerlerin de dışarıya çıkmaları olası. Böylece o hengameden yararlanarak Edric'i ve diğerlerini çıkarabiliriz." Bir anda kardeşine döndü. "Oldukça büyük bir şeylerle dikkat dağıtmaya ihtiyacımız olacak."

Riona zalimce sırıttı. "Hiç şüphen olmasın. Tanrıça Aveley'in onları cezalandırmak için bizzat geldiğini sanacaklar."

Morrigan'ın bundan hiç şüphesi yoktu.

Riona konuşmaya devam etti. "O halde Morrigan ve ben ana kapıdan saldıracağız. Onun varlığı bir hayli dikkat çekecektir. Fearghal, Eamon ve Illarion... Siz de tünellerden gireceksiniz. Olabildiğince çok vakit kazandırmaya çalışacağız ancak hızlı olmalısınız."

Plan buydu demek. Morrigan, göz ucuyla karşısında oturan prense baktı. Onu tehlikenin kaynağı olan ve artık bilmedikleri kötülüklerle dolu olabilecek olan o şatoya yalnız başına göndereceğini düşününce... Morrigan'ın bütün hisleri mantığıyla birlik olmuş, çığlık çığlığa bu fikre karşı çıkıyorlardı. Her şey çok ters gidebilirdi.

Yine de Riona'ya ne diyebilir, bu hissi nasıl açıklayabilirdi ki? Üstelik yapabilecekleri diğerlerine göre daha kısıtlıyken, planı ne gerekçeyle değiştirmesini isteyecekti?

Prens de hiddetli bir ifadeyle ona bakıyordu. Normalden daha sesli olan nefes alıp verişinden ve yumruk halini alan ellerinden onun da bu fikirden hoşlanmadığını anlayabiliyordu. Bir süre hiçbir şey demedi.

"Hayatta olmaz!" Sessizliğin ardından Eamon'ın gürlemesi Morrigan'ın yerinden sıçramasına neden oldu.

Büyüsünün meşaleleri gözlerinde yanıyormuşçasına kız kardeşine baksa da Riona bu tepkisinden pek de etkilenmişe benzemiyordu.

"Hislerinle hareket etmenin zamanı değil. Bir asker olarak, en mantıklısının bu olduğunu biliyorsun. Prensesin orada olması, Dük'ü ve tüm herkesin dikkatini direkt oraya çekecek." Riona'nın inatçı ve soğuk bakışları Eamon'ın üzerindeydi şimdi. Ve oldukça haklıydı.

"Öyleyse Morrigan ve ben dışarıdan saldıracağız, siz tünellere gidin." Eamon geri adım atmamak konusunda kararlıydı, şimdi Morrigan'a çevrilmiş bakışlarından bu rahatlıkla okunabiliyordu.

"İçeride büyümü kısıtlı kullanabildiğimi çok iyi biliyorsun. Senin şapşallığın yüzünden görevi ve diğer herkesi tehlikeye atmayacağım!"

Riona bunu dediğinde Morrigan, Eamon'ın kararlılığının nihayet tökezlediğini gördü.

"Riona haklı, onun dışarıda olması en beklenmedik şey olacak. İyi bir şaşırtmaca." Fearghal de Riona'ya katıldığında kimsenin söyleyecek başka bir sözü kalmamıştı.

Eamon derin bir nefes vererek bir ona, bir Riona'ya baktı. Nihayet başıyla sertçe bir onay verdi. "Herkesin tek düşündüğü onu ele geçirmek olacak. Elbette iyi eğitimli ve kendisini koruyabilir ama yine de..." Prens duraksayıp endişeli bakışlarla onu süzdüğünde Morrigan boğazının kuruduğunu hissetti. "Biz gelene kadar onu çok iyi koruyacaksın."

Morrigan'ın yüreğinin bir kısmı endişeyler değil neşeyle çırpınıyordu. Hislerinin karşılıklı olduğunu, onun da kendisi için endişelendiğini bilmek ne de büyük bir mutluluktu... Yine de ayrı düşecek olmaları hoşuna gitmiyordu. Sanki yanlıştı, doğal değildi.

"Elbette koruyacağım, seni budala. Sanki aksi mümkünmüş gibi..." Riona, gözlerini devirerek elini şöyle bir salladı ve konu böylece kapanmış oldu.

Planları gayet iyi görünüyordu, Morrigan şimdiden yerinde duramaz olmuştu. Bir yanı sayılarını ve günlerdir zindanda olan ağabeyiyle dostlarının belirsiz durumlarını düşünerek endişeleniyordu. Ancak diğer yanı, her şeyin iyi gideceğine dair güçlü bir umuda sarılmıştı bile.

Karanlık zindanı ve dostlarının orada tutulduğunu düşünürken oldukça önemli olan bir şeyi unuttuklarını fark etti.

"Bir şey daha var." dediğinde herkes merakla ona baktı.

"Edric'i zindanda bu kadar zaman tutabilmelerinin tek sebebi, büyüsünü kullanmasına engel olmaları. Kuzenim Alvaro bir simyacıdır, zamanında yakalanan suçluların gücünü kullanmalarına engel olmak için tasarladığı zincirler vardı. Dük onları kullanıyor olmalı." Edric'i o kalın, ağır zincirlerle sarılı halde düşününce... Boğazına yerleşen yumrudan kurtulmak için yutkundu.

Fearghal başını salladı. "Simyacılar her zaman baş belasıydılar, binyıllarca yıl önce bile. Bununla ilgili yapabileceğim bir şey var, yani öyle sanıyorum."

Morrigan mutluluk ve minnetle ona baktı. Bu feyler yıllarca önce atalarına kanlı bir savaşta yardım etmişlerdi. Binyıllar sonra aynı soydan gelen kendisine ve ağabeyine de yardım edeceklerdi. Sadakat, asırları ve mesafeleri aşabilen güçlü bir bağdı. Ancak bazen kan bağıyla bile kurulamıyordu işte.

"Peki öyleyse, her şey tamam. İki gün sonra, şafakta yola çıkacağız. Eamon o sürede hazırlıkları tamamlar. Ben de şimdi gidip bizimle gelecek askerleri seçeceğim." Riona ayaklanmıştı.

Bunları söyledikten sonra üç kadim feye döndü. "Illarion ve Morrigan'ı size bırakıyorum. Tecrübe etrafınızı görmenizi sağlayan bir fener gibidir, derler. Aydınlatın onları."

Üç fey başlarını sallamakla yetindiklerinde Morrigan bu sakinliğin endişe verici olduğunu düşündü. Illarion ve o, endişeyle birbirlerine baksalar da bu çok nadir ellerine geçecek bir fırsattı ve kaçırmaya ikisinin de niyeti yoktu.

Hepsi birden ayaklandılar. Planları hazırdı, herkes ne yapacağını biliyordu. Geriye sadece yaklaşan kavgaya, kana ve yüzleşmeye hazırlanmak kalıyordu. Morrigan bunun hepsinin içinde en zor olan olabileceğini düşünüyordu. Yaşanabilecekler karşısında ürkmekten kendisini alamıyordu.

Riona'nın arkasından herkes teker teker çıkarken bir süre hareket edemedi. Önlerindeki bir haftanın nelere gebe olabileceğini hesaplarken kalbi heyecanla ve korkuyla gümbürdüyordu.

En azından artık bir planları vardı, ne yapacaklarını biliyorlardı. Geriye sadece onu uygulamak kalıyordu. Ancak her şey o kadar pamuk ipliğine bağlıydı ki... Bir şeyler pekâlâ ters gidebilirdi. Birinin bu kurtarma görevi sırasında zarar görmesi ya da başarısız olmaları düşüncesi onu çok korkutuyordu.

Salon nihayet boşaldığında Morrigan düşüncelerinden sıyrılarak başını kaldırdı ve Eamon'ı gördü. Gitmemişti, onu bekliyordu. Birkaç adım atıp tam karşısında durdu. Yüzü her zamanki gibi sakin olsa da gözleri... Oradaki yangın hala devam ediyordu, geçmemişti.

"Bu iki gün, ikimiz için de oldukça yoğun geçecek gibi." Ah, Morrigan bu konuşmanın gideceği yeri anlamıştı.

"Evet, öyle görünüyor." Huzursuzca kıpırdandı, uzak kalacak olmalarında hoşlanmamıştı.

"Endişelendiğini biliyorum. Ancak her şey yolunda gidecek ve onları kurtaracağız, Morrigan. Söz veriyorum, kimsenin zarar görmesine izin vermeyeceğim." Morrigan onun bu sözü ciddi bir şekilde verdiğini anlamıştı, son derece netti.

"Tek temennim bu, Eamon. Edric'i de Elamire'i de öyle özledim ki... Ama onları kurtarırken içimizden biri zarar görürse..."

Morrigan daha önce hiç savaş görmemişti, hatta henüz çok genç olduğundan askeri herhangi bir göreve de katılmamıştı. Hayatı boyunca gördüğü tek ciddi kavgalar, başkent pazarında olanlardı. Bu yüzden, önlerindeki görev onun için bir bilinmezdi.

Ne var ki, onun için en korkuncu bilinmeyenlerdi.

"Sözüme güvenmiyor musun?" Eamon abartılı bir tavırla gözlerini kısıp hafifçe dudak bükerek ona baktı. Morrigan'ın dudakları bir gülümsemeyle titredi.

"Eh, beni ikna ettin. Hem, sana inanıyorum." Duraksayarak yeşil gözlerin derinliklerine baktı. "Ne dersen de, sana inanıyorum. Her zaman."

Eamon ona hiç görmediği, gizemli bir ifadeyle bakıyordu şimdi. Bir adım daha atarak aralarındaki mesafeyi tamamen kapattı. O kadar yakındaydı ki, Morrigan göz hizasında olan göğsünün ardında düzensiz bir şekilde gümbürdeyen kalbini berrak bir şekilde duyabiliyordu.

Başını kaldırarak o yakışıklı yüze baktı. O garip, gizemli ifade heyecanla karışarak Morrigan'ın içinde bir şeyleri harekete geçirmişti. Hızlanan nefesleri birbirine karışırken birbirlerini seyretmeye devam ettiler.

Yeşil gözler ta derinliklerine bakıyor, yüzeye çıktıklarında ise Morrigan'ın yüzünde gezinerek dudaklarında mola veriyorlardı. Prens bir elini yanağına yerleştirerek nazikçe yanağını okşadığında dokunduğu yerler alev almış gibiydi.

Morrigan o yakışıklı yüze bakmaktan hiç bıkmayacağını düşünüyordu. Çıkık elmacık kemikleri, güçlü bir burun ve sert hatları yumuşatıp gençleştiren şekilli dudakları izlerken içini çekti.

Kısa bir an için zıt kutuplu iki mıknatıs gibi, engellenemez bir şekilde birbirlerine çekildiler. İkisinin de kontrolü dışında gerçekleşen bu çekim, karşı konulamazdı. Burunları birbirine değdiğinde ikisi de irkilerek geri çekildi. Güzel bir rüyadan aniden uyandırılmak gibi bir histi.

Morrigan nefeslerini düzene sokmaya çalışırken sağa sola göz gezdirdi. Sıcaklık, boynundan yükselerek yüzüne yayılırken kızaran yüzünü düşünmemeye çalıştı. "Gitsem iyi olacak, Illarion ve diğerleri beni bekliyordur." Aslında, hiç gitmek istemiyordu.

Eamon başını sallayarak ondan uzaklaştı. "Üçü de oldukça iyi hocalardır, Fearghal'le iyi anlaşacağınıza eminim. Kolay gelsin." derken, nefes nefeseydi. Genelde yaptığının aksine artık gözlerini kaçırmıyordu artık. Göğsü hala hızla inip kalkıyordu, kokusu Morrigan'ın içinde bir şeylerin fitilini ateşleyen yegane şeydi.

Gitmeliydi, hem de hemen. Aceleyle "Sana da." diye mırıldanarak kapıya doğru yöneldi.

Birkaç adım atmıştı ki iri bir el, elini tutarak onu durdurdu. Morrigan, yavaşça dönerek bir kez daha Eamon'ın gözlerine baktı.

"Bu iki gün boyunca... Seni özleyeceğim." Sorularla dolu olan bakışları Morrigan'ı yakıp kavururken konuşmak, cevap vermek zordu. Morrigan birkaç saniye duraksadı.

Bu basit cümle, kalbinde bir yerlere yerleşip eksik bir şeyleri daha tamamladı.

"Ben de seni özleyeceğim." diyebildi.

Parmakları bir kez onları saran eli okşadıktan sonra elini çekti. Eamon, onu bırakmak istemese de. Ona bir kez içtenlikle, tüm sevgisiyle gülümsedikten sonra ana salondan çıkarak merdivenleri uçarcasına indi ve kendisini avluya attı.

Temiz havaya ve sakinleşmeye ihtiyacı vardı.

--------------------------------------

İki gün, normal şartlar altında göz açıp kapayıncaya kadar geçecek bir süreydi.

Ancak zaman, en yavaş beklerken geçerdi ve bu iki gün boyunca da öyle olmuştu.

İkinci günün akşamında, nihayet Fearghal'le olan antrenmanlarını bitirdiğinde Morrigan hiç ummadığı yerlerinin bile terlediğini hissetti. Böylelikle Morrigan ve Illarion'un hızlandırılmış eğitimleri de tamamlanmış oluyordu.

Bu iki gün boyunca, üç kadim fey ellerinden geldiğince çok şey öğrenebilmeleri için tabiri caizse pestillerini çıkartmışlardı.

Darragh, yakın dövüş eğitmenleri olmuştu. İlk antrenmanlarında Morrigan onun karşısına geçtiğinde ne yapacağını bilememişti. O kadar iriydi ki, hiçbir şansı olmadığını düşünmüştü. Ne var ki kadim fey, ona kuvvetin her şey olmadığını anlamasını sağlayacak birçok hamle öğretmişti. Ona göre en önemlisi hızlı düşünmek ve düşündüğünü hızlı uygulamaktı.

Morrigan da en büyük avantajının hız olduğunu ve buna odaklanması gerektiğini fark etmişti. Şaşırtmacalarsa en sevdiği, keyif aldığı kısım olmuştu.

Illarion, Darragh'la oldukça iyi anlaşmıştı. Antrenmanlar boyunca nasıl çalıştığını, hangi egzersizleri yaptığını ve kendisinin nasıl daha iyi olabileceğini sorup durmuştu. Hevesli bir çocuk gibiydi.

Senan için ise silah ustası, söylenecek en uygun şey olurdu. Kadim fey her türlü silahı mükemmel bir şekilde kullanabiliyordu. Üstelik, her bir silah için verdiği farklı dövüş taktikleri vardı. Morrigan, onunla olan eğitimleri iple çekmiş ve zamanlarının az olmasına çok üzülmüştü.

Fearghal ise büyü eğitmenleriydi. Kendisi bitkileri kontrol edebildiği için Morrigan'la da, ışığın gücünü kullanan Illarion'la da oldukça farklı bir büyü stili vardı. Yine de hemen hemen çoğu büyünün doğasını biliyor ve çok iyi anlıyordu. Morrigan ve Illarion'un da büyünün ne olduğunu, nasıl çalıştığını anlamaları konusunda çok yardımı dokunmuştu.

Morrigan, sebebini bilmediği bir şekilde büyüsünden ürktüğünü fark etmişti. Belki de hayatının en kötü anlarının hemen öncesinde ortaya çıktığı içindi.

Ancak Fearghal'le geçirdikleri bu iki günün sonunda, nihayet korkmak yerine onu kucaklamayı öğrenmişti. Güçleri onun ayrılmaz bir parçasıydı ve nasıl isterse öyle hareket edeceklerdi. Bunu kabul ettikten sonra, o muazzam gücü kontrol edebilmek biraz daha kolaylaşmıştı.

Artık daha tutarlı ve güçlü saldırılar yapabildiği gibi, kendisini de daha güçlü kalkanlar veya büyük alanlarla koruyabiliyordu. Büyüsünü dövüş stiline adapte etmek konusunda da çalışmışlardı. Mükemmel değildi elbette, ancak daha iyi olduğu kesindi.

Morrigan, bu feylerle geçirdiği iki günün bile bu kadar büyük değişiklikler yaratması karşısında bir hayli şaşkındı. Eğer bir gün her şey düzelirse, onlarla bir süre daha geçirmek için gerekirse Edric'e yalvaracaktı.

Barakaların ve kalenin sol tarafında kalan geniş düzlükteydiler. Biraz ötesinde yerde oturan Illarion'a doğru yaklaşarak yanına çöktü.

Kalede, avluda, barakalar ve ahırda bir hareketlilik ve telaşe hakimdi. Son hazırlıklar tamamlanmak üzereydi, onlar da bittikten sonra yola çıkmaları hususunda bir engel kalmayacaktı. Saatler sonra Solonor'u arkalarında bırakarak yeniden eve döneceklerdi.

Son saatleri olduğunu bilerek çevresine baktı ve bu büyülü yeri zihnine kazımayı denedi. Mermer kale tüm heybetiyle gökyüzüne yükseliyordu. Geniş avlusunun dışındaki arazide ordugahı oluşturan barakalar sıra sıra dizilmiş ve alanın neredeyse her yanına yayılmıştı. Askerler bu barakalarda birkaç kişi beraber kalıyorlardı.

Barakaların sol tarafında, az ileride de geniş ahırlar vardı. Devasa bir ordunun ihtiyacını karşılayabilmesi için inşa edilmiş, kocaman bir alandı. Morrigan'ın şimdiye kadar gördüğü -biricik dostu Alagos hariç- gördüğü en güzel ve güçlü atlar bu ahırlardaydı.

Barakaların sağında kalan ve şimdi oturdukları alan ise tüm bunları bir tepeden görmelerini sağlayan geniş, otlarla kaplı bir alandı. Bu alan, çitlerle çevrilerek ayrılmıştı ve eğitimler için kullanılıyordu. Yanlarından akan nehir coşkun bir şekilde çağlıyordu.

Morrigan burayı özleyecekti.

Illarion'un da düşünceli olduğunu gördü, tam ona aklından geçenleri soracaktı ki hiç ummadığı bir şey gördü.

Coşkuyla kanat çırpan bir kaknüs kuşu, Morrigan'ın biraz ötesinde yere kondu. Mavi, kırmızı, turuncu, sarı ve morun iç içe geçtiği tüyleri göz alıcı güzellikteydi. Başındaki üç tüy sayesinde bir taç giyiyor gibi görünüyordu. Uzun ve üçe ayrılmış kuyruğunun tüyleri, kuşun her hoplayışında dalgalanıyordu.

Efsanevi kuş, kafasını kaldırarak uzun uzun Morrigan'ın yüzüne baktı. Sanki onun tarafından beklenildiğini biliyor gibiydi.

Morrigan nefesini tutmuş kuşun ne yapacağını beklerken, Illarion heyecanla bağırdı.

"Bu bir kaknüs kuşu, majesteleri! Ama burada ne işi var ki? Yerde değil, ulu kayalıkların en tepelerinde olmalıydı."

Illarion'un çığlığını duyan kuş aceleyle güneşin arkalarına saklanmaya başladığı dağlara doğru uçtu ve gözden kayboldu.

"Öyleydi, evet. Çok güzeldi, keşke biraz daha izleyebilseydik." Gözlerini kısarak abartılı bir ifadeyle Illarion'a baktı. Genç adam mahcup bir ifadeyle gülümsedi.

Morrigan kuşu bir daha görme umuduyla bakınsa da kuş çoktan uzaklara gitmişti. Aramaya devam etmesi gerekecekti.

Kızıl gün batmaya devam ederken ayaklandı, yorgundu ve terlemişti. Banyo yapıp yemek yedikten sonra birkaç parça olan eşyasını toparlayacaktı. Sonrası, Solonor'daki son gecesi olacaktı. Yeni günle birlikte, kaderinin peşinden gitmeye devam edecekti.

Üstünü silkeleyip birkaç adım atmıştı ki, çimlerin arasında duran renkli bir şey gözüne çarptı. İyi görebilmek için yaklaştı.

Kaknüs kuşu, kızıl ufukta ve dumanlı dağların arasında kaybolmadan önce ardında parlak, rengarenk bir tüy bırakmıştı.

----------------------------------

Şafak ağır ağır sökerken göz alıcı leylak rengi, sonsuz karanlığı aydınlatıyordu. Hafif bir rüzgâr gizemli hışırtılarla etrafta oynaşıyor ve hepsinin tüylerinin ürpermesine sebep oluyordu.

Elli beş tane at, avlunun önünde hazır bekliyordu. Yanlarına alacakları her şey, maharetli askerler tarafından kısa bir sürede yüklenmişti.

Morrigan buraya gelirken ona eşlik eden güzel ata binecekti. Sabah rüzgarının karşısında pelerinine biraz daha sarındı. Son kez yaptığı keyifli ve uzun banyodan sonra ıslak saçları üşümesine sebep oluyordu.

Riona, hemen önlerinde kalenin yönetimiyle alakalı konular hakkında Brion'la konuşuyordu. Senan ve Darragh'la beraber her türlü işi ona devretmişti. Yine de gözü arkada kalacak gibiydi, onyıllardır Solonor'dan ayrılmamıştı ve kontrolü bırakmakta zorlanıyordu.

Illarion da sağda solda kalan ufak tefek işlerle ilgileniyor, yola çıkmadan önceki son kontrolleri yapıyordu. Her şey hazır olsa da Eamon oldukça garanticiydi. Herkes bir şeylerle uğraşıyordu, hemen hemen her şey tamamlanmak üzereydi.

Morrigan atlar ve askerlerden oluşan grubun ön tarafında duran Eamon'ın yanına doğru ilerledi.

Prens eyerini bağlı tutan kolanı kontrol etmekle meşguldü. Morrigan'ın yaklaşan ayak seslerini duyduğunda başını kaldırdı, onu görünce yakışıklı yüzüne yerleşen gülümseme ışıl ışıldı.

"Nihayet yola çıkıyoruz, ha?"

"Sanırım öyle. Tüm bu hengamenin arasında nasıl hissediyorsun?" İşini tamamlamış ve tamamen Morrigan'a dönmüştü. Hala nemli olan siyah saçlarını kısaltmıştı. Rüzgârın da etkisiyle her yöne doğru dağılan saçları, onu daha da gençleştirmişti. Bakanı yakıp kavuracak kadar yakışıklıydı.

"En sonunda onlar için bir şeyler yapabileceğimiz için mutluyum. Tabii, biraz gerginim de..." Morrigan, uçuşan rüzgarla havalanan saçlarını önünden çekerek gruba baktı. Riona'nın seçtiği askerlerin hepsi iri yarı, maharetini çoktan Solonor'un Komutanı'na ispatlamış olan erkeklerdi. Yine de, sayıları ona hala çok azmış gibi geliyordu.

"Her şey yoluna girecek, sana söz verdiğim gibi." Bakışlarından bu söylediğine tamamen inandığı, bunun için her şeyi yapabileceği okunuyordu.

Bu kararlılığı karşısında gülümsedi. "Evet, ben de buna inanmak istiyorum. Yine de..." Durdu ve derin bir nefes alarak ona dikkatle baktı. "Şatoya girdiğinizde, iletişimimiz olmayacak. Senin için endişeleniyorum." Cümlesinin sonuna doğru sesi gitgide kısıldı, gözlerini kaçırarak biraz ötelerinde duran Riona'ya odaklandı.

"Yani şey, hepiniz için elbette." Hızlı hızlı konuşarak cümlesini tamamladı. Gözlerini kaçırmaya devam ediyordu. Eamon'ın kalbinin gümbürtüsünü işittikçe ona bakmak daha da güç geliyordu.

Çekinerek de olsa, elini pelerininin cebine atarak saatlerdir nasıl vereceğini düşündüğü tılsımı çıkardı. Tam olarak hayal ettiği gibi olmamıştı, aceleyle yapılmış acemice bir şeydi. Yine de kendisine has bir güzelliği vardı.

Bir ipin ucuna tutturduğu kaknüs kuşunun rengarenk tüyü başlı başına göz alıcıydı. Morrigan, kendisinden de bir şeyler olması için özenle sakladığı gümüş renkli elbisesinden iplikler ve taşlar çıkarmış, bunları tüyün etrafından dökülecek şekilde tutturmuştu. Kaledekilerden bulduğu yeşil ve mavi iplerden yaptığı püskülü ve Mallorn'un büyülü toprağının olduğu keseyi de birleştirerek ilkel görünümlü olsa da hoş duran bir tılsım yapmıştı.

Hafifçe titreyen eliyle tılsımı havaya, Eamon'a doğru kaldırırken "Bunu sana vermemi Mallorn söyledi, seni koruyup kollayacak. Bu yüzden, senin hediyen kadar güzel olmasa da almak zorundasın." diye fısıldadı.

Eamon şaşkınlıkla ona bakakalmıştı. Elini uzatarak tılsımı avucunun içine aldı. Parmakları güzel tüyün üzerinde gezinirken ifadesi hala hayret doluydu.

"Bu çok... Çok güzel. Kesinlikle hiç yanımdan ayırmayacağım." Kendi kendine güldü. "Bir şekilde seni anımsatıyor, güzel ve alışılmadık."

Tılsımı bir arada tutan ipi kılıcının kınına iki kez dolayarak bağladı. Mükemmel bir şekilde uyum sağlamıştı, sanki hep aradığı yerini bulmuş gibiydi.

Eamon kılıcını tekrar kemerine astıktan sonra Morrigan'ın elini tuttu. Nazikçe kaldırdığı elini avuçları arasına alıp öptüğünde Morrigan'ın kalbi göğüs kafesinden fırlamak üzereydi.

"Teşekkür ederim." diye mırıldandığında sıcak nefesi Morrigan'ın tenini okşadı. Kendi elleri heyecandan buz kesmişken, Eamon'ın teni alev alevdi. Morrigan bu zıtlık karşısında gülümsedi. Kulaklarındaki gümbürdemenin kalbi olduğunu idrak etmesi biraz uzun sürmüştü.

O sırada kalın, tok sesli bir boynuza üfürüldü. İşte, bu da yola çıkmak için son işaretleriydi. Askerler ve diğer herkes atlarına atladıklarında geriye bir tek onlar kalmışlardı. Morrigan onları delip geçen onlarca çift gözü hissetse de Eamon'ın pek umrunda değil gibiydi.

Doğudan yükselen güneş küçük ama güçlü birliklerini kızılın güzel tonlarına boyamaya başlamıştı.

Morrigan, bir an önce atına binmeliydi. Bu yüzden, aceleyle ellerini çekerek o yöne doğru ilerlemeye başladı. Eamon çoktan kendi atına atlamıştı, atını şahlandırırken arkasından "Şato'ya kadar yanımdan ayrılayım deme!" diye seslendi.

İçinden bir ses, Eamon'ın onu toplum içinde utandırmaktan keyif aldığını söylüyordu.

Morrigan atına doğru koştururken kimseyle göz göze gelmemeye çabalasa da Illarion'un sırıtışı her şeyi daha da beter hale getiriyordu.

Son olarak o da atına atlayıp diğerleriyle birlikte en öne geçtiğinde, Riona bir kez daha üflemek için elindeki savaş boynuzunu havaya kaldırdı. O hariç elli dört kişi, elleri yularda bu işareti bekliyordu.

Riona, tam işaret vermek için son kez üfleyecekken durdu. Hemen önlerinde başlayıp Solonor'un doğusuna doğru uzanan toprak patikaya bakıyordu. Elindeki boynuzu yavaşça eyerine indirip kılıcını kavradı.

Bu hareket, sadece küçük birliklerini değil barakaların dışındaki tüm askerleri harekete geçirdi. Her biri, silahlarını çekerek savunma pozisyonu aldı ve yaklaşan tehlikeyi beklemeye koyuldu.

Eamon gözlerini kısarak gelenin kim olduğunu görmeye çalışsa da, bu mesafeden pek mümkün değildi. Solonor'un sınırları içerisinden giren her kimse, bir şekilde gözcüleri aşmıştı ve son sürat onlara doğru ilerliyordu.

Onlar daha iyi görebilmek için yabancının yaklaşmasını beklerken, parlak çelikten dövülmüş küçük bir bıçak yabancının geldiği yönden Eamon'a doğru neredeyse algılanamayacak bir hızla uçtu.

Prens, son saniyede ve güçlükle bu bıçağı yakalayabilmişti ve şaşkınlıkla inceliyordu.

Riona da özenle dövülmüş süslü çeliğe bakarken en az onun kadar şaşkın görünüyordu. Genişleyen bir gülümsemeyle elini kaldırdı ve tüm gücüyle "Silahlarınızı indirin! Gelen tanıdık." diye bağırdı.

Morrigan ve Illarion'un neler olduğuna dair hiçbir fikirleri yoktu. Illarion, Eamon'a dönerek "Buradan haberi olan başka birisi yoktu, değil mi? Öyleyse kim geliyor?" diye sordu.

Eamon'ın gülümsemesi o kadar içten ve memnundu ki, Morrigan da merak etmişti. Merakla prensin yüzüne bakarak bir cevap bekledi.

Eamon, neşeyle "O, Odhran." demekle yetindi.

"İsmi tanıdık geliyor. Kim o?"

Riona patikanın ilerisine bakarak gülümsedi. "Şu anda en çok ihtiyacımız olan kişi."

Fearghal atını öne doğru sürerek çevik bir hareketle yere indi ve onlara döndü.

"Kaderiniz hiç umulmayanları bize getiriyor, prenses. Odhran, dördüncü ve son Büyük Savaş Komutanı ve en eski dostumuzdur."

Atlı figür gitgide yaklaşırken Morrigan'ın tüyleri bilmediği bir sebepten ürperdi. Güneş tepelerinde yükselirken, beklenmedik daha nice olayın ayak sesleri sanki kulaklarında uğulduyordu.

----------------------------------

Evvet, nihayet geçen hafta ve bu haftanın bölümlerini sizinle paylaşmış bulunuyorum. Umarım beğenmişsinizdir. Benim için kurgulaması ve yazması bir hayli zor iki bölüm oldu, bu yüzden yorum ve eleştirilerinizi eksik etmezseniz çok sevinirim.

Bunun dışında bu sıralar staj tamamlama belgelerimle ve finallerimle uğraşıyorum, bu yüzden yeni bölüm cumartesi gününe yetişir mi bilmiyorum. Ancak elimden geleni yapacağım, gecikirse de bu kadar olmaz diye umuyorum.

Herkese iyi haftalar diliyorum <3

 

Bölüm : 28.08.2024 15:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...