
Mendilleriniz hazırsa iyi okumalar :')
"Edric! Beni duyabiliyor musun? Ah, hadi ama..." Alvaro'nun telaşlı ve gergin sesinin yankıları kulaklarına doldu. Zavallı kuzeninin sesine bakılırsa epey korkmuş gibiydi. Onu daha fazla endişelendirmemek için gözlerini açmaya çalıştı, ne kadar zamandır bilinçsiz bir halde olduğu konusunda hiçbir fikri yoktu.
Gözüne ilişen ilk şey, meşalelerin yaydığı loş ışık oldu. Bu iyiydi, etrafının az da olsa aydınlık olması, Edric'e iyi gelmişti. Maruz kaldığı işkence ve karanlığın derinliğinden sonra yeryüzünün bütün aydınlığına ihtiyacı varmış gibi geliyordu.
Gözlerini birkaç kez kırpıştırdı, bulanık ve karaltılarla lekelenmiş görüşünün düzelmesi için bir süre beklemesi gerekti. Başı ve bedenindeki tüm kaslar korkunç bir şekilde ağrıyordu. Bedenine zerk edilen şey sanki tüm hücrelerini tiksindirmişti, midesi bulanıyordu. Ancak ona en büyük azabı veren bunların hiçbiri değildi.
Edric kirlenmiş, hakarete uğramış gibi hissediyordu. Sanki cennetin tapılası güzellikteki ovalarında dolaşırken tutulup bir cehennem çukuruna atılmış, boğazına kadar pisliğe batmış gibi.
Dengesi bozulmuştu, ancak her ne olursa olsun o karanlığın derinliklerinden kurtulabildiği için mutluydu. Her şeyden ve kendisinden vazgeçmeye öyle yaklaşmıştı ki... Ona kim olduğunu, ne için savaşması gerektiğini hatırlatan tek şey Morrigan olmuştu. Bundan sonra da tutunacağı yegâne şey o olacaktı.
Titreyen kollarından destek almaya çalışarak doğrulurken Alvaro ve Elamire'in içlerini rahatlatabilmek için "İyiyim, bir şey yok. Geçti." diyebildi. Bunu onlar için olduğu kadar kendisini ikna edebilmek için de söylüyordu. Şakağından bir damla ter süzülüp taş zemine damladı. Edric'in bedeni isyan eder gibi hala titriyor, uzuvları ara ara seğirmeye devam ediyordu. Geçecek, diye düşündü. Bunun bir daha ne zaman başına geleceğini düşünmeye, Alvaro'ya sormaya korkuyordu. Bu şeytanlıktan kaç kere daha kendisi olarak çıkabileceğini düşünmektense daha da çok korkuyordu. Bu yüzden kendine gelmeye çalışırken düşünmemeye ve bunun yerine Collin'i kontrol etmeye karar verdi.
"Collin, beni duyabiliyor musun? Bizimle misin? Collin!" Karşıdaki hücreden gelen yüzeysel ve seyrek nefes alışverişler dışında hiç kimse ona yanıt vermedi. Edric şimdi Collin'in ne çeşit bir bataklıkta debelendiğini bildiğinden genç adam için daha da endişeliydi.
"Sen iyisin, değil mi? Ah... Ona her ne yaptılarsa bir daha hiç uyanmadı, yaşadığına dair tek iz hala nefes alıp veriyor olması. Ama sen uyandıysan, yani belki o da..." Elamire yeniden ağlamaya başladı. "Büyüm çok güçlü değil ama eğer ona ulaşabilseydim, belki onu iyileştirebilirdim. En azından bir şansımız olurdu!" diye hıçkırmaya başladığında Edric'in ruhunun derinliklerinde bir şeyler yıkıldı.
Karşı hücrelerden bir diğerinde olan Alvaro, Elamire'i teselli etmek için "Edric de bir süre uyanamadı sonuçta, değil mi? Ama şimdi iyi, arkadaşın da uyanacaktır." dese de Edric, genç prensle göz göze geldiğinde onun buna hiç inanmadığını anlamıştı. Alvaro, Elamire'in ona bakıp bakmadığını kontrol ettikten sonra Edric'in gözlerinin derinliklerine baktı ve başını yavaşça iki yana salladı.
Edric, Collin'in üzerinde belirmeye başlamış siyah ve damarları andıran çizgilere ve rengi dönmeye başlayan tılsımına umutsuzlukla baktı. Sersemliğinden kurtulabilmek için başını hızlıca salladıktan sonra tılsımının bulunduğu elini kaldırarak dikkatlice inceledi. Tılsımı hala engin sular gibi soluk bir maviyle parıldıyordu. Collin'in kararmaya ve parıltısını kaybetmeye başlayan tılsımının aksine.
Bunun iyiye işaret olmadığını söyleyebilmek için Alvaro'ya ihtiyacı yoktu. Elamire'e Collin'in bir daha ona dönemeyebileceğini, cehennem zebanilerini bile ürkütecek bir karanlığın derinliklerinde yitip gitmiş olabileceğini söyleyemedi. Soğuk, yıkıcı bir gerçeğin içten içe bilinmesiyle sesli bir şekilde dile getirilmesi insanın kalbini farklı şekillerde acıtırdı.
Her ruh kendi toprağında büyürdü. Köklerinin ne kadar sağlam olabileceğini, onu dik tutan gövdesinin hiddetli bir fırtınaya dayanıp dayanamayacağını nereden bilebilirdiniz ki?
Edric de Collin'in ne kadar dayanabileceğini bilemiyordu. Bunu ancak tanrılar bilebilirdi, ama bir şey yapmaları gerektiği kesindi. Bu cehennem kuyusundan kurtulmaları gerekiyordu. Hem de bir an önce, belki o zaman iyi bir şifacının yardımıyla Collin'i kurtarabilirlerdi.
Bu düşüncelerin arasında kaybolan Edric, gözlerinin yavaş yavaş kapandığını hissetti. Göz kapaklarının bu pes edişine engel olmak istese de gücü buna yetmedi. Soğuk soğuk terliyor, bazen ellerinin titrediğini hissediyordu. Vücudu belli ki zorlu bir savaş vermeye devam ediyordu. Edric şu an dünyanın en bitkin adamı olabileceğini düşünerek kendini uykuya teslim etti.
---------------------------------
Derin uykusunun arasında bazı sesler ve konuşmalar duyduysa da gözlerini bir türlü açamamıştı. Ne kadar zamandır uyuduğundan emin değildi, ancak artık onun için dünyanın en dehşet verici seslerinden biri olan botların sesini duyduğunda nihayet uyandı. Oturduğu yerde doğrulduktan sonra kendini zorladı, pasın eskittiği parmaklıklardan destek alarak ayağa kalktı.
Yerlerde sürünecek halde de olsa bunu o adama göstermeye hiç niyeti yoktu.
Belki hissettiği öfkeden, belki de yaşadıklarının yan etkilerinden dolayı titreyen ellerini önünde bağladı ve amcasını süzdü. Gördüğü manzara karşısındaysa öfke içinde kaynayarak yükseldi ve en yakın dostu olan nefreti besleyip büyüttü.
Amcası siyah, sade tuniğinin üzerine giydiği kral pelerinini kadim taşların üzerinde sürüyerek ağır ağır ona doğru yaklaşıyordu. Yüzünde, yaptığı şeyin her anından zevk aldığını belirten geniş bir sırıtış vardı. Edric kendisine hâkim olmakta bir hayli zorlanıyordu, bütün bedeninin titrediğinin hayal meyal farkındaydı. Birbirine kenetlediği elleriyle paslı parmaklıkları kavrayıp koridora yanaştı ve gözlerini ağır ağır ilerleyen amcasının üzerine dikti. Birini bakışlarla öldürebilmek mümkün müydü?
Değilse bile Edric bir yolunu bulup bu adamı parçalarına ayırarak ağır ağır öldürecekti. Bu dünya üzerinde onun pisliğinden geriye hiçbir şey kalmasın diye de o parçaları yakarak yok edecekti.
Doğa Ana'nın yarattığı en güzel ormanlar gibi koyu, zengin bir yeşil olan kadife pelerinin üzerinde gümüşi ve yeşil ipliklerle işlenen sarmaşıklar vardı. Pelerinin uzun etekleri yerleri süpürürken kısa olan bir kat kumaş da omuzların üzerinden göğse doğru dökülüyordu. Asıl sahibi, şimdi onu giyen adamdan daha uzun bir boya, daha geniş omuzlara sahipti. Bu yüzden veya belki de amcasında kral kumaşının olmamasından, pelerin onun üzerinde bir şekilde emanet duruyordu.
Babasının bu pelerinle ana salonda tahta doğru yürüyen neşeli, muzaffer görüntüsü gözlerinin önünde belirdiğinde Edric'in içi cız etti. Doğru değildi bu.
Mevsim kadife bir pelerin giymek için fazlasıyla sıcaktı. Dük'ün yapmaya çalıştığı şey belliydi: Edric'in sinirlerini bozmak, dengesini yitirmesini sağlamak istiyordu. Bir şekilde iradesini kırabileceğini düşünüyor olmalıydı. Ancak Edric ona bu zevki tattırmayacaktı. Bu yüzden sıkıca kavradığı parmaklıkları bıraktı, iki adım geri çekilerek o soğuk ve ukala maskeyi yüzüne geçirdi. Boğazından yükselişine engel olduğu hırlaması damarlarında yankılandı, kalbini titretti.
Ağır adımlar tam karşısında durdu, o tanıdık yarı deli yarı sadist bakışlar onunkilere kilitlendi. Edric, iki kolunu arkasında kavuşturup sırtını dikleştirdi. Kendi sessiz köşelerinden onları izleyenlerin aralarında sürüp giden sessiz, ancak yıkıcı savaşın gürültülerini duyamamalarına şaşırıyordu. Belki ortalık kırılıp dökülmüyordu, ancak bu savaş bittiğinde yok olan ikisinden birinin iradesi olacaktı. Ve Edric eğer ucundan döndüğü o uçurumun kıyısına tekrar gelir ve bu kez düşerse, değer verdiği her şeyin sonu da o uçurumun dibi olacaktı. Bunun olmasına izin veremezdi.
Dük, ona dik dik bakmayı keserek neşeli bir ifadeyle Collin'in hücresine doğru ilerledi, tek kelime etmemişti. Elinin gelişigüzel bir hareketiyle yanına çağırdığı bir asker mekanik hareketlerle hücrenin kilidini açtı.
Genç adamın göğsü alıp verdiği sığ nefeslerle inip kalksa da Edric'in zar zor işittiği kalp atışları gitgide yavaşlıyordu. Alvaro da bunun farkındaydı, endişeyle yan hücreleri ve Dük'ü görebilmek için parmaklıklara yapışmıştı.
"Açıkçası bu genç askerin biraz daha dayanabilmesini ummuştum, ne büyük bir hayal kırıklığı." Ayağıyla Collin'i kaburgalarının yan kısmından dürttü, tıpkı bir çöpü veya bir hayvan leşini eşeler gibi. Edric, parmaklıklara yapışıp Elamire'e bakmamak için kendisini tuttu.
"İşime yarayabilirdi oysa, özellikle de ağabeyi ona yardımcı olamadığı için sağda solda dolanmaya mahkûm olan genç prensesi bulup yola getirme konusunda." Dük, Collin'in yanı başında diz çökerek tuhaf bir gülümsemeyle bir kaşını kaldırarak genç adamı izlediğinde Edric'in boğazına safra yürüdü. Lütfen tanrım, düşündüğüm şeyi yapmasın.
Yan hücresinden yıkılmakta olan umutların yarattığı sarsıntıya kapılan birinin titreme sesleri gelmeye başlamıştı. Elamire'in titremeleri, üzerindeki zincirlerin kuru ve neşesiz seslerle şıngırdamalarına yol açıyordu.
Dük, bulunduğu hücrenin hemen dışında dikilen askere elini uzattığında Edric o elde yine o metal şırınganın belireceğini çoktan biliyordu. Ölümün adım adım yürüdüğü bu uğursuz yerde sesinin duyulacağını bilse de korkuyla yutkundu. Gözlerini kaçırmamak için tüm iradesini kullandı, olacakların gerginliği ve kendi tecrübesinin taze hisleriyle birbirine kenetlediği çeneleri gıcırdadı.
Amcası ellerinin becerikli hareketleriyle şırınganın ucundaki metal kılıfı çıkardığında sakin, buz gibi bir ses zindanın tüm taşlarında yankılandı.
"Bırak onu."
Elamire'in hızlanan kalp atışları yan hücreden çok net bir şekilde duyulabiliyordu. Korkusu, endişesi o kadar kuvvetliydi ki Edric bu hisleri kuzeninin üzerinden koklayabiliyordu.
Dük bir an durdu ve kızının bulunduğu yöne doğru baktı. Edric ona baktığında yüzündeki ifadeyi tam olarak tanımlayamamıştı. Hissiz? Sıkılmış? Bilmiyordu.
"O benim eşim, bırak onu." Elamire'in sesi yorgun ve umutsuzdu. Ancak o ses, bir zamanlar en sevdiği insanın şimdi düşmana dönüşmüş olmasına duyduğu öfkenin zehrine de bulanmıştı.
Dük bir an için Collin'i bıraktı, kızının bulunduğu hücreye doğru yöneldi. Metal şırınga hala iri parmaklarının arasındaydı. Yüzündeki ifade tekinsiz bir şefkatti şimdi. Edric, kuzeni ve Dük'ün karşı karşıya gelişini görebilmek için parmaklıklara yaklaştı.
Babası, yumuşak bir ifadeyle bir kolunu kaldırdı ve kızının yanağını okşadı. Elamire'in güzel yüzü tiksinti ve nefretle çarpılsa da o elden kurtulmak, kaçınmak için hiçbir şey yapmadı. Bir damla gözyaşı yanağından aşağı süzülerek o büyük, nasırlı elini ıslattı. Dük nemlenen eline bakarak gülümsedi. Edric bir an için gücün kışkırttığı o adamın değil, kızını çok seven ve halkına sadık görünen o adamın yumuşak bakışlarını gördü.
"Sevmek, sevilmek ve bunun sonsuza kadar süreceğine inanmak... Sana bir sır vereyim küçüğüm, güzel olan hiçbir şey sürmesi gerektiği kadar uzun sürmez ve nihayetinde senin bir parçanı da alıp götürerek ellerinin arasından kayar ve gider. Böyle böyle her bir hayal kırıklığında kendinden bir parçayı yitirirsin ve bu, böyle devam eder. Ta ki geriye senden ve içindeki güzel şeylerden hiçbir şey kalmayana kadar."
Nazik tutuşu bir anda sertleşti, pençeyi andıran parmakları kızının yüzüne gömüldü. Yüz ifadesi bir anda nefrete bulanmıştı, çarpılmış çehresini kızınınkine daha da yaklaştırdı. Birkaç santim ötesinde ona bir böceğe bakar gibi bakan kızının gözleri kıvılcımlar saçıyordu şimdi. Dük tekrar konuşmaya başladığında gürleyen sesinde az önceki o nezaket ve sevgiden eser yoktu.
"Konu insanlar ve onların kalpleriyse, orada güvenip inanacak hiçbir şey yok. Sevgi sandığın şeyin buz gibi menfaatten başka bir şey olmadığını göremeyecek kadar toysun. Bak bana! Gözlerinde tiksinti ve nefret var, öyle mi? Tanıdığım, sevdiğim herkesin acımasızlığıyla yüzleşmeden önce ben de sizin kadar aptaldım! Aslolanın, saygı duyulanın yalnız güç ve kudret olduğunu, birer birer inanıp güvendiğiniz şeyleri kaybettiğinizde anlayacaksınız."
Hemen sonra sert bir hareketle Elamire'i bıraktı, kuzeni birkaç adım gerileyerek yere düştü. Dük, tekrar karşıdaki hücreye doğru ilerlerken buz gibi bir kahkaha attı.
"Ben sadece bu süreci hızlandıracağım, kızım."
Pelerinini savurarak döndü, Edric'in gözlerinin derinliklerine bakarak "Onu kurtarmak istiyorsun, değil mi? Evet, neler yaşadığını biliyor olmalısın..." diyerek sırıttı. Ardından birkaç büyük adımla koridoru aştı ve tekrar Collin'in başucuna çöktü.
"Pekâlâ, yapabilirsin eğer o kadar çok istiyorsan. Her zaman bir yol vardır, öyle değil mi? Taç büyüsü için bana yardım et, karşılığında arkadaşınızın yaşamasına izin vereceğim." Metal şırıngayı Collin'in boynunda gezdirmeye başlamıştı, genç adamın boynundan başlayıp gömleğinin yakalarından aşağıya doğru devam eden siyah, örümcek ağını andıran çizgileri takip ediyordu.
Edric, Elamire'in nefesini tuttuğunu hayal meyal duydu. Bir süredir sessizce onları izleyen Alvaro'nun savurduğu galiz küfürler eşliğinde parmaklıklara yapışmasını da.
Hissettiği şeyi tanımlayabilecek bir kelime varsa onun da ancak 'çaresizlik' olacağını düşündü. Sanki daracık ve karanlık bir odanın ortasında yere çökmüş ve üzerine gelen duvarları izliyordu. Dört bir yandan üzerine gelen duvarlar çok yakında onu ezecekti, ancak elinden bir şey gelmezdi. Çaresizliğini kucaklayarak kabullenmeye çalıştı, yine de birazdan yapacağı şeyin vicdan azabını hep kalbinde taşıyacağını biliyordu.
"Collin, iyi bir adam olduğu kadar iyi bir asker de. Ülkesini korumak için her şeyi yapacaktır, prens olarak benim de halkımı korumak isteyişimi anlayacaktır." derken sesinin titrememesi için sıktığı yumrukları titriyordu. Elamire'in hıçkırarak ağlamaya başlamasıyla o zamana kadar rahat olan vicdanı bir kora dönüşerek kalbinde yanmaya başladı.
Amcasının Collin'in boynuna tüm gücüyle sapladığı enjektörün içindeki sıvının zavallı askerin bedenine karışmasıyla da o kor tutuşup onu tamamen esir aldı.
Dük, hızla Collin'in hücresini terk ederek kapıyı kilitlemelerini emretti. Genç adamın önce parmakları, ardından kol ve bacakları kasılmaya başladığında Edric'in damarlarında buz yürüdü. Ancak ölüme yollamak zorunda kaldığı dostunun son anları karşısında kaçmayacak, başını çevirerek ona saygısızlık etmeyecekti. Hiç değilse bu kadarını yapmalıydı. Titreyen çenesi aralandığında parmaklıkları sıkıca kavrayarak amcasına doğru hırladı.
Collin'in bedeni kasılmaya, titremeye devam ederken gözleri hızla açıldı. Gözlerinin beyazı tamamen kaybolmuştu, bir şeyler arar gibi fıldır fıldır dönseler de karanlığın ele geçirdiği o gözlerin çevresini gördüğü yoktu.
Siyah örümcek ağları ağır ağır Collin'in bedeninin tamamına yayılırken Elamire'in çaresizlikle attığı çığlıklar genç adamın artık insani hiçbir yanı olmayan kükremelerine karıştı.
Genç adamın bedenindeki kasılmalar gitgide şiddetlenirken kükremeleri, boğulma seslerini andıran hırıltılara dönüştü. Kısa bir süre sonra bu hırıltılar yerini ıslak öksürüklere bırakmıştı. Nefes almaya çalışsa da başaramıyordu, boğulma sesleri taş duvarlara çarparak yankılandı. Collin son bir kez nefes almaya çalışıp öksürdü, ağzından püsküren siyah kan tazyikli bir şekilde fışkırdı.
Hücrenin dışında onu izleyen Dük'ün gözleri, gücüyle yaratabildiği buz kütleleri kadar soğuktu. Püsküren siyah kandan büyük bir tiksintiyle kaçarken pelerinini kontrol ederek küfretti.
Edric, gözlerini Collin'den ayırmaya cesaret edemiyordu. O kargaşada karşı hücresindeki Alvaro'nun "Gökteki tüm tanrılar adına..." diyerek yere çöktüğünün hayal meyal farkındaydı.
Collin'in hareketleri kesilip göğsü artık inip kalkmaz olduğunda Elamire'in attığı çığlık en acımasız yürekleri bile merhamete çağırabilecek kadar acı doluydu. Ancak ağlayan ve tutunduğu parmaklıkların yardımıyla bile ayakta kalamayıp diz çöken kızına bakan Dük hiç istifini bozmadı.
Keder içindeki kuzeninin dudaklarından tekrar tekrar dökülen cümle "Ölümün benim elimden olacak." oldu. Hıçkırıklara karışan bu cümle insanın ürpermesine yol açacak kadar nefret doluydu.
Edric, kalbinden kopup yanağından aşağı süzülen bir damla yaşı silerken yine de dik durmaya çalışıyordu. Dizlerinin onu taşımaya devam edebilmeleri ve beyninde Collin'i ölüme gönderen cümlesinin dönüp durmaması için ciddi bir savaş veriyordu.
Baştan kaybedilmiş bir savaştı bu.
Collin'i ayağının ucuyla son bir kez dürttükten sonra yürümeye devam eden Dük, Alvaro'nun hücresinin önünde durdu.
Kuru bir sesle "Sonunun bu olmasını istemiyorsan sana bizimle gelip söylenenleri yapmanı tavsiye ederim, Simyacı." diyerek başıyla hücre kapısını işaret etti. Alvaro'nun yüzüne baktığında genç prensin bu şekilde kullanılmak düşüncesinden nefret etse de çaresizlikten karşı çıkamadığını gördü. Şok içindeki gözleri sabit bakıyordu.
Her zaman başka bir seçenek vardır diyenlere inat, bazen hayatta öyle günler oluyordu ki kaderin karşınıza geçip sizinle alay ettiğini düşünüyordunuz. Bu da o seçeneksiz, biçare günlerden biri olmalıydı. Edric, ayakta durabilmek için uğraşırken onları bir yerden izleyen kaderlerine ve acımasız tanrılara içten içe küfretti.
Dük, yanından geçerken Edric'e "Eninde sonunda ikna olacak ve bana istediğimi vermek zorunda kalacaksın. O zamana kadar, elinden teker teker her şeyi ve herkesi alacağım. Bana yardım etmediğin her gün, her birini senden koparışımı izleyeceksin." demeyi ihmal etmedi. Sonrasında zafer sinmiş bir gülümsemeyle taş koridoru adımlayarak çıktı ve gitti.
Hemen ardından askerler de Alvaro'yu yaka paça aynı koridordan çıkardıklarında, Edric ve Elamire baş başa kalmışlardı. Etraftaki cesetler hariç.
Kuzeninin hıçkırıkları kontrolsüz iç çekişlere dönmüştü, titremelerinin yarattığı hafif seslerden başka zindanda tek bir ses dahi duyulmuyordu şimdi.
Edric "Başka çarem yoktu, özür dil-" diye konuşmaya başladığında Elamire gece ayazını andıran bir sesle "Biliyorum. O adam o tacı asla giymeyecek, Edric. Bunu göreceğime ölürüm daha iyi, lütfen söz ver bana." dedi. Çöktüğü yerde kıpırtısız bir şekilde duruyordu, başını yasladığı parmaklıkların arasından titreyen elini Edric'e uzattı.
Edric daha fazla onu taşıyamayan bacaklarına itaat ederek yere çöktü ve kendi parmaklıklarının arasından elini uzatarak o minik eli tuttu, güç vermek ve teselli etmek istediğini anlatır gibi sıktı.
Acımasız bir şekilde karanlığın pençesinde ölen arkadaşları Öte Diyar'a gidebilecek miydi acaba? Elamire belki de bulduğu gibi kaybettiği eşine orada bile kavuşamayacaktı. Bunu düşününce ruhunu acıtan ince bir sızı hissetti.
"Bu diyarın prensi olarak sözüm senindir, Elamire." demekle yetindi.
Günler birbiri ardına dizilirken buradan çıkmak gitgide daha da imkânsız görünüyordu. Kalbindeki umut bugün bir yara almış olsa da onu diri tutmak için çabaladı ve başını yasladığı parmaklıklara karşı gözlerini yumdu.
----------------------------------------
Herkese tekrardan merhaba, nasılsınız? Bölümü nasıl buldunuz? İçim acıyarak yazdığım bir bölüm oldu, ancak napalım... Lütfen oy ve yorumlarınızla destek olmak dışında eğer beğendiyseniz kitabımı paylaşmayı da unutmayın :) Haftaya görüşmek üzere!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 7.17k Okunma |
727 Oy |
0 Takip |
51 Bölümlü Kitap |