
Düşüncelerinizi belirtin lütfen!
* * *
"Hayat mucizelere gebedir. "
~Geçmişten kesit~
Kız etrafta sinirle eşyalarını fırlatıyor ve çığlık atarak anlamsız sözler geveliyordu.
"Nefret ediyorum herkesten her şeyden nefret ediyorum neden ben bunları yaşamak zorundayım? Sadece sevilmek istiyorum neden kimse sevemiyor ben bu insanlara ne yaptım? "
Her şeyi fırlatıp attıktan sonra etraf tamamen sessizliğe bürünmüştü.
Kız, kızarmış şiş gözlerle etrafa baktı.
Sanki bir saniye önce sinir krizi geçiren kişi o değilmiş gibiy gözleri ruhsuzca bakıyordu.
Sakince oturduğu yerden kalktı yatağına doğru ilerledi ve yatağın üstünde duran eşyaları itip sessizce yatağa uzandı ve ağzında küçük sessiz bir mırıntı ile gözlerini kapattı.
"Anne.... "
Ve bir sonraki sabaha gözlerini tamamen başka biri açmıştı.
* * *
~Şimdiki zaman~
Mucize ne demek?
Mucize; akıl yoluyla açıklanamayan, bu yüzden de Tanrısal bir güç tarafından yaratıldığına inanılan doğaüstü olay demek.
Bu noktada benim ölüp başka bir bedende tekrar can bulmam bir mucizeydi.
Ama şunun farkına vardım ki Layla benim geçmişte yaşadığım kişiydi tüm yaşadıklarını kendim yaşamış gibi hissediyordum bu demek oluyor ki o ve ben aynı kişiyiz. Anlatmak çok zor bir durumdu bu ama geçmişte ki ben olmuştum tekrardan, artık aynı hataları yapmayacaktım. Uzun uzun düşündükten sonra karar vermiştim bu ülkeden ayrılmak zorundaydım bana dair hiçbir güzel anılar ve insanlar yoktu burada o yüzden ayrılmak daha kolay olacaktı.
Dük'ün Layla ile konuşmak istemesi mucize gibiydi.
Çünkü Dük kızını sevmiyordu yüzüne dahi bakmıyordu ama şimdi yanına çağırmıştı.
Kafamda böyle saçma düşünceler dönerken çalışma odasına doğru yürüyordum.
May odama gelip dük seni çağırıyor dediğinde kısa süreli bir şok yaşadım.
- 10 Dakika önce -
"Ne??"
"Dük beni mi çağırıyor? Hem de çalışma odasına?"
Beynim çalışmayı durdurdu. Dük? Beni çağırıyor Dük? Ne???
Kesinlikle kötü bir şey oldu.
Derin bir nefes aldım May de benim kadar şaşırmış durumdaydı.
Hızlıca üstümü başımı düzelttim ve çalışma odasına gitmek için yavaş ama emin adımlarla yürümeye başladım.
-Şimdi-
Sanki saatler geçmiş gibiydi zaman yavaş akıyordu ya da ben savaş alanına gideceğim için böyleydi.
Her adım da ayaklarım geri geri gidiyordu.
Hiç gitmek istemiyorum hatta yüzünü dahi görmek istemiyordum. Geçmiş anılarım aklıma geldikçe dük'ten nefret ediyor yüzünü dahi görmek istemiyordum.
Ama işte benim elimde olan bir durum değildi.
Dük neden beni çağırıyor ki sanki biri bana komplo kurmuş gibi hissediyorum.
Eski yaşamda ki anılarına göre dük bana hep soğuk ve sert davranıyordu.
Uzun bir koridor vardı karşımda hiç bitmek bilmeyen bir yoldu bu ve sonunu görmek dahi istemiyordum, kalbim hızlıca çarpıyordu.
Korku mu bu hissettiğim ya da heyecan?
Hayır hiçbiri.
Eski Layla'nın kalbinde küçük ufacık bir beklentisi vardı ona gülümseyerek bakmaları en çok bunu istemişti Layla..
Ama hiçbir zaman olmadı.
Ben bu düşünceler içindeyken çalışma odasına gelmiştik bile.
Kapıda iki tane muhafız bekliyordu uzun boylu ve kalıplı vücutları vardı.
Kapıya yaklaşınca ikisinin de gözü benim üstümde durdu.
Arkamda duran May ise durumu açıkladı.
"Düke haber verin lütfen."
Muhafızlar bir zavallıya bakar gibi bize bakıyordu.
Bu durum benim canımı çok sıkıyordu kendi evinde çalışanların seni eziyor ne acı değil mi?
Ona güvenen veya onu düşünen biri yoktu.
Ah doğru May hariç sadece beni düşünen o vardı. Giderken onuda yanımda götürmeli miydim?
Daha fazla kendimi üzmek istemediğim için bu konuyu hızlıca uzaklaştırdım kafamdan.
Sağ tarafım da duran muhafız kapıyı açmıştı.
Yavaşça nefes alıp verdim.
Odaya adımımı attım.
Oda klâsik bir çalışma odasına benziyordu.
Etrafa kısaca göz gezdirdim kahverengi tonları ağırlıklıydı, büyük ve uzun kitaplıklar, büyük kaliteli bir ağaçtan yapılmış gibi duran masa ve çok rahat duran koltuk takımı oda harikaydı ama benim bunları düşünecek zamanın yoktu.
Çalışma masasında oturan dük'e çevirdim bakışlarımı ama o bana değilde elinde ki çalışma kağıtlarına bakıyordu.
Pekala hiç şaşırmadım.
Sessizce işini bitirmesini bekledim. Eğer ilk ben konuşmaya başlarsam yine kızacaktı ben böyle hataya düşemezdim.
Kaç dakika geçti hiç bilmiyorum ama bana göre zaman durmuş gibiydi.
Sonunda işini bitiren Dük yavaşça bakışlarını bana çevirdi gözleri o kadar duygusuz ve ruhsuzdu ki..
O bana bakarken ben de onu inceliyordum.
Hiç yaşlı durmuyordu sadece gözlerin atlı uykusuzluktan kararmıştı ama saçları parlaktı ve güzel duruyordu.
Gözleri ise çok soğuk ve ölü gibiydi. Sanki ben düşmanıydım onun kendime engel olmasan dükün omuzlarından tutup sallamak ve ben senin kızınım diye bağırmak isterdim ama bu bile onu kendine getirmezdi. Boşa uğraş olurdu eminim ki.
Ben ona bakarken söze girdi.
"Otur."
Basit kısa bir komut, on dakika bana yarım saat gibi gelmişti, on dakika sonra söylediği şey bu muydu cidden!?
Tekrar söze girdi.
"Seninle konuşmam gereken konular var."
Sesi yabancı biri ile konuşyor gibiydi. Soğuk ve rahatsız edici.
Yavaşça masanın yanında duran tekli koltuklardan birine oturdum.
Başımı hafife eğdim ve yüzü hariç etrafa odaklandım.
"Yakında Veliaht Prens'in doğum günü kutlaması olacak."
Bakışlarımı ona çevirirken evet anlamında başımı salladım.
"Her ne kadar seninle aynı ortamda bulunmak istemesem de, buna mecburum. Ne demek istediğimi anlıyor musun?"
Kalbime bir iğne batmış gibi ağrı girdi, gözlerim doldu ama kendimi sakin olmaya ittim ve titrek bir sesle konuşmaya başladım.
"Anlıyorum Dük, hareketlerime dikkat edeceğim sizi utandırmayacağım."
Kelimeler zorla olsada çıktı ağzımdan.
Bir kaç dakika baktı yüzüme.
"O baloda senden tek bir şikayet istemiyorum hele ki Veliaht prensten!"
Veliaht prens!! Tanrım.
Tekrar özür dileyip yapmayacağımı belirttim. O kadar iğrenç bir durum ki bu sadece babasının dikkatini çekmek için yaptığı bu saçmalıklar onu daha da kötü bir duruma sokuyordu.
Kazadan bahsedeceğini düşünürken sadece kendi itibarını düşünmek için beni yanına çağırmıştı bu durum midemi bulandırıyordu.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum en sonunda Dük çık dedi bende hızlıca selam verip çıktım.
Kapıdan çıktığım gibi odama ilerledim.
* * *
Yatakda uzanmış biraz önce ki olayı düşünüyordum.
Ne zamana kadar böyle devam edecekti.
Benim istemediğim duyguları yaşamak canımı sıkıyordu. Ve bu duyguları kontrol altına almak o kadar zordu ki. Ne yapacağımı bilmiyorum bile. Kafam allak bullak olmuştu.
Biraz daha düşündükten sonra zaten burayı terk edeceğim için fazla düşünmeye gerek olmadığına karar verdim ve kendi işime devam ettim.
Terzi gelmişti onları salona göndermelerini söylemiştim.
Salona geldiğimde iki kadın ve May vardı.
Beni gördükleri anda selam verdiler.
"Selamlar Leydim ben Aden Klade ve yardımcım Eli, nasılsınız? "
"Selam hanımlar hepiniz hoş geldiniz peki sizler nasılsınız? "
Klâsik konuşma bitince onlar koltuğa geçtiler ben de elbiselerin olduğu yere ilerledim.
Bir sürü güzel elbiseler vardı.
Biraz baktım ve yanıma Aden geldi elbiselere uzanıp anlatmaya başladı.
"Leydim tam sizin tarzınıza göre elbiseler getirdim. Lütfen beğenmediğiniz ne varsa söyleyin onu hemen değiştirebilirim. "
Hepsine göz ucuyla baktım ama pek dikkatimi çeken bir şey yoktu, hepsi renkli süslü çok abartıydı ama en sonunda bir tane bulmuştum, bu elbise âdeta ben buraya ait değilim diye bağırıyordu: elbise siyahtı, beyaz dantel bir yakası ve birde kurdelesi vardı o kurdele'nin içinde de lacivert taşlar işlemişti çok beğenmiştim bu elbiseyi bunu alacaktım.
O elbiseyi gösterdim.
"Bunu alıyorum."
Aden önce şaşırdı gözleri ve ağzı açılmış bir şekilde bana bakıyordu, tıpkı diğerleri gibi.
Neden şaşırdıklarını biliyordum.
Eski ben hiçbir zaman bu renkte elbise giymezdi çünkü Veliaht prens onu kötü ve iğrenç biri olarak görüyordu. Hoş bunu nasıl böyle anlam yükledim acaba? Sanırım saçım ve göz rengim yüzünden olmalı 'kasvetli' gözükmemek için renkli şeyler tatlı ve çocuksu şeyler tercih ederdim. Ah rezalet gerçekten de. Ama artık ne yapacaksam tam tersini yapmalıyım ölmemek için.
"Ne bakıyorsun hadi acele et o elbiseyi bana ver!"
Yüzünü hızlıca eski haline getiren Aden, elbiseyi titrek bir şekilde alıp bana uzattı.
Hemen elinden alıp denemek için kabine ilerledim.
Elbise işini bitirdikten sonra sıra takılara ve ayakabıya gelmişti.
Onları da hızlıca bitirip odama gidiyordum.
O kadar yorulmuştum ki üç saati bunlarla harcamıştım elbiselere biraz daha taş eklenecekti ve bedeni bana göre ayarlanacaktı kol detayına bir kaç tane daha dantel eklenecekti. Yarın akşama doğru biterse konağa gönderilecekti.
Ara sıra May ile konuşup bilgi alıyordum.
Oda'ya doğru ilerlerken karşıdan biri geliyordu.
Gelen kişiyi net olacak gördüğüm zaman içimden koca bir küfür ettim.
Şansıma tükürüceğim artık!!
Gelen kişi benim pek sevidiğim ağabeyim Leonardo'dan başkası değildi.
Bana bir böceğe bakar gibi bakıyordu bu bakış beni o karar sinir etti ki yüzüne bile bakmadan ilerlemeye devam ettim.
Leonardo'nun bana seslenmesiyle adımlarımı durdurmak zorunda kaldım.
* * *
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |