15. Bölüm

9. Bölüm [Part 3]

Mevia_Jessica
mevia_jessica

Bazen hiç istemeden bir şeylerin içine çekilir, onların bir parçası oluruz. Peki bu her zaman kötü sonuçlanmaya mahkûm bir durum mudur?

Saat 21.00 civarı, öğrenciler son görevi tamamladıktan hemen sonra

"Ophelia'yı gördünüz mü hiç?" diye sordu Andrew diğerlerine dönüp. "En son görev için odalara dağılmadan önce görmüştüm ben. Sonra da bir daha rastlamadım." diye yanıtladı Cody onu.

Bunun üstüne konu hakkında bilgisi olan Beatriz de girdi söze. "Ben de onu hiçbir yerde bulamadım, telefonunu da açmadı. Sonra kurt adama sordum. Dediğine göre annesinin tansiyonu düşmüş, biraz kötü olmuş sanırım. O da onun yanına gitmiş."

Cody sordu. "Biz de yanlarına gitsek mi, herhangi bir şeye ihtiyaçları falan var mıymış ki?"

"Kurt adam gerek olmadığını söyledi. Zaten Ophelia'nın öğretmeni yardıma gitmiş."

"İyi o zaman."

Son görevin ardından yapılacak olan kutlama partisinin gerçekleşeceği odadaydılar. Çoğu öğrenci görevlerini bitirip eğitmenlerinin eşliğinde bu odaya gelmişlerdi. Henüz gelmeyen öğrencilerin de son beş dakikası kaldığı için partinin az sonra başlayacağı söylenebilirdi.

Şirketin en üst katındaki toplantı odası- programın ilk günü Bay Heath'in konuşma yaptığı- bu özel organizasyon için dekore edilmişti. Normalde zaten devasa gözüken oda, ortasındaki sandalyelerin çekilmesiyle birkaç kat daha genişlemiş gibi duruyordu.

Duvarın dibine çekilen uzun masa; siyah ve şık bir yemek örtüsüyle örtülmüş, üzerindeki tabaklara çeşit çeşit kanepeler ve kurabiyeler konulmuştu. Masanın önüne çekilen bar sandalyeleri öğrencilerin oturup görev sonrası streslerini atmaları amacıyla çekilmiş olmalıydı. Odanın öteki tarafına boydan boya gri renkli kadife kumaşla kaplı koltuklar yerleştirilmişti. Perdeler bile değiştirilmiş, bir toplantı odasının yansıtması gereken ciddiliği sağlayan perdelerin yerini patlak bordo olanları almıştı.

Karşıdaki sahnenin üstünde de bir uçtan diğerine uzanan pankart asılmış, iplerle tutturulmuştu.

"Tebrikler, umutluyduk."

Bembeyaz naylon kâğıdın üzerine koyu harflerle yazılmış bu yazı, bir şekilde insanları içine içine çekiyor gibiydi. Tuhaf bir şifre misalince ona bakmak zorunda hissediyordu önünden geçenler. Belki de amaçladıkları buydu. Çarpıcı bir başlık yaratmak.

"Ne zaman başlayacak ya? Sıkıldım ben." Andrew dudaklarını büzmüş yerdeki döşemeyle oynuyordu.

Beatriz onaylamazca iç çekerek "Sabırlı ol. Daha bitirmemiş olanlar var." dedi arkadaşına.

"Saymaya çok üşendim ama yandakilerden anladığım kadarıyla gelmeyen bir kişi kalmış. O da gelince başlar herhalde. Neyse onu boş verin de ben çok açım. Şunlardan atıştırsam kimse fark eder mi sizce?" Masada duran leziz kanepeleri gösteriyordu Cody.

"Abi, aynısını ben söyleyecektim az önce. Saatlerdir bir şey yemedik. Gel alalım bir tane. Kimse fark etmez." İki erkek anında, Beatriz'in itirazlarına rağmen kürdanları kapıp kanepeyi midelerine indirmişlerdi bile.

"Sen de denemelisin. Çok iyi olmuşlar."

"Sağ olun, almayayım. Davet vb etkinlikler başlamadan atıştırmalıklara yumulmamam gerektiği öğretilmişti bana." Erkeklerin onu taklit edişlerine karşı dilini çıkardı.

O sırada odanın kapısı metalik bir sesle açıldı ve dikkatleri üstüne çekti. Ardından da içeri giren kızın arkadaşları hariç herkes kafalarını geri çevirip yaptıkları işlere, yürüttükleri sohbetlere devam ettiler.

"Herkes çoktan gelmiş. Bir tek benim mi bu kadar uzun sürdü? Sonuncu bitirenim herhalde." dedi kız yanına yaklaştığı arkadaşlarına.

"Öğrencilerimizin dikkatine! Parti 10 dakika içerisinde başlayacaktır. Eğitmenlerinizi ve kurucuları beklemeniz rica olunur." Mikrofon kapanmıştı. "Tık"

Az önce gelen kızın son olduğunu bildirmişti bu duyuru. Koca program bitmişti. Yılların emeğinin verildiği proje başarıyla sonuçlandırılmıştı. Tabii kim için başarı sayılacağını daha sonradan öğreneceklerdi masum ruhlar. Her şey tersine dönecek, daireler çizecekti. Çalkalanan vahşi bir deniz gibi durulmayacaktı sular.

"Bakın, azıcık bekleyemediniz. Tabaktaki boşluğu Bay Cruz'a açıklarsınız artık."

"Sakin ol. İki tane kanepenin lafını edecek halleri yok herhalde. Zaten zenginler." Sonra da kızın omzuna şaka amaçlı bir yumruk attı Andrew. Kız da geri tepki verince aralarında ufak çaplı bir dalaşma başladı. Andrew'un attığı kocaman kahkahalardan arkadaşıyla uğraşmaktan zevk aldığı anlaşılıyordu. Beatriz bile gülümsemeye başlamıştı ki-

"AHHHH BOSE!"

"BOSE İYİ MİSİN? BENİ DUYABİLİYOR MUSUN?"

İkilinin oyununu bitiren bu çığlıklar olmuştu. Elleri hala havada, birbirlerine vurmak için hazır dururken oldukları gibi kalıp sese odaklanmışlardı. Az önce kapıdan içeri giren kızı gördüler ilk başta. Yerde yatan bir figürün yanında diz çökmüş hıçkırarak ağlıyordu. Etrafındakilere dikkat kesildiler sonra. Herkes şok halinde yere düşmüş olan çocuğa bakıyordu. Son olarak da sahneye daha geniş açıdan bakınca gördükleri manzara kanlarını dondurmuştu ikilinin. Birkaç kişi koltukta iki büklüm olmuş başlarını tutuyorlar, bazıları ise bulabildikleri ilk yere çökmüş acı içinde inliyor, titriyorlardı.

"LULA! HAYIR!!!"

Biri daha sertçe yere düşmüştü. Ona verilen tepki ise tepkisizlik olmuştu bu sefer. Etraflarındaki acı çeken insan sayısı arttığından mıdır bilinmez yerdeki kıza bakanların nutku tutulmuş gibiydi. Boş gözlerle izleyebiliyorlardı sadece.

Beatriz, Andrew'a tutundu. "Neler oluyor?"

"Bilmiyorum ama yardım çağırmalı- Cody...Cody iyi mi?"

Cody bir eliyle duvara yaslanmış, diğeriyle de sertçe zihninde başlayan savaşı durdurmak istercesine saçını çekiyordu. Gözleri kararıp sahip olduğu vizyonu kaybetmemek için direnç göstermeye çabalıyordu. Beatriz ve Andrew hemen yanına yetiştiler.

"Abi iyi misin? Hadi kolundan tut da koltuğa taşıyalım?" Andrew, Beatriz'i orada göreceğini düşünerek arkasını dönmüştü ki kızın cam pervazına tutunmuş başını sertçe iki tarafa salladığını gördü. Bir şeyler sayıklıyordu ama hiçbir şey anlaşılmıyordu.

"NE OLUYOR YA?"

Cody'yi sürükleyerek koltuğa çekti ve yavaşça gözleri kapanan arkadaşına baktı. Kendi gözleri ise yaşlarla dolmaya başlamıştı.

Anlamsızlık, şu anda en anlamlı olan duyguydu.

Etrafındaki seslere odaklandı. Tüm o bağırışlar yerlerini acı mırıldanmalara bırakmıştı. Kendinde olan sadece birkaç kişinin kaldığı anlatıyordu bu portre.

Beatriz'in yanına koştu hemen. Tam onu da koltuğa götürecekti ki gözü pencereden gözüken, şirketin arka tarafında yavaşça yürüyen bir silüete takıldı. Simsiyah giysisinden sadece bir çift göz seçilebiliyordu ancak bu gözler Andrew'un ürpermesine yetmişti.

Beatriz'in yere yığılmasıyla sıyrılabildi ancak adamın solgun gözlerinin etkisinden.

"Beatriz, Beatriz kendine gel lütfen. BEATRİZ!" Kızı sarsıyordu ama tepki alamıyordu. İşte artık hıçkırarak ağlamaya başlamıştı Andrew.

O sırada tüm vücuduna, her yerini delercesine bir ağrı saplandı Andrew'un. Başı ağır basıyor, kafatasının içerisinde sayısız insan konuşuyormuş gibi hissettiriyordu. Tüm kanının vücudundan çekildiğini hissetti. Tüm bunlara rağmen fiziksel olarak çektiği acı ruhunun parçalanmasının yanında hiçbir şeydi.

Bir anda hissizleşti. Ne bir tepki verebiliyor ne bir ses çıkarabiliyordu. Bir şeyler düşünmeye çalıştı ancak tüm çabaları boşa gidiyordu. Zihninde geçmişe dair hiçbir şey kalmamıştı. Gelecekse önceden olduğunda bile daha belirsizdi. Bu yokluk kalbine oturmuştu adeta.

Kendini göz kapaklarının ardındaki siyahlığa bırakmadan önce belki de zihnine yer edecek son ögeyi görüyordu. Sahnede, elinde kadeh tutup otuz iki diş sırıtan bir adamı.
Eseriyle guru duyan o adamı.
Alexander Cruz'u.

"Parti başlasın!"

Geleceğin rengi siyah mıdır? Gözünü kapatınca karşına ne çıkacağını bilemezsin. Göz kapaklarının perde indirdiği bir kara delikte boğulursun. Gelecek de böyle değil midir? Ucunu göremediğin bir yokuş, uçsuz bucaksız bir deniz... Bunların hepsi neden karanlığa mahkumdur?

                                                                              *****

Kararlı gözler. 23 yıl öncekilerin aynısı. Her şey kayıp gitmeden öncekinin. Aynı hissiyat, aynı donukluk, aynı arzu...

Hector Heath; bir elinde tablet, diğerinde Ophelia'nın makinesiyle ilerliyordu. Yere boylu boyunca serilmiş ipek halıda makinenin ağırlığının da etkisiyle bastığı noktalarda ayakkabı izi çıkıyor, bir süre sonra kendiliğinden siliniyordu.

Bu gecenin ödül köşesine doğru ilerliyordu. Alexander'ın dahiyane icatlarına. Evladı gibi benimsediği gurur kaynağına. Makinelerine...

Elindeki tabletten kontrol etti. Görevin bitiminde tüm makinelerin eğitmenler tarafından taşınacağı odanın yarısından fazlası dolmuştu bile. William Cruz'un gözcülüğünde her biri teker teker kontrol ediliyordu.

William onun için bir sivilceden farksızdı. Varlığı rahatsız ediyor ama kendisine zarar vermiyor, veremiyordu. Bu yüzden Alexander'a yakalanmadığı sürece işi sorunsuz ilerleyecekti.

Çatı katına giden merdivenlerin önündeki kapıyı açtı ve karşısına kurucuların odalarına, arşive, makinelerin tutulduğu odaya açılan katın ambiyansı yansıdı. Alexander'ın bu katı özenle yaptırdığı her yerinden belli oluyordu. Özel kaplamalar, duvarlardaki yer yer deri yapıştırılmış desenler...Hepsi ben pahalıyım diye çınlıyordu

Hector yavaşça Alexander'ın odasının önünden geçip makinelerin tutulduğu odaya yaklaştı. Kapısı hafif aralıktı ve içeride dört dönen William buradan görünebiliyordu. Ayrıca oda, ona yaklaşıldığında bir soğukluk yayıyordu. Şirketin sahiplenici, aydınlık havasına nazaran burası oldukça karamsardı.

Hiçbir şey düşünmeden kapıyı ardına kadar açtı. Makineyi diğerlerinin yanına bıraktı ve çıkmak için kapıya tekrardan yöneldi. Kimseye hesap vermeyecekti. Buna gerek yoktu.

"Hey, neden sen getirdin bu makineyi? Eğitmen nerede?"

Yere kenetlediği bakışlarını yavaşça karşısına çevirip başını hafifçe döndürdü Hector. Mekanik parçaları arızalanmış bir animatroniğinki gibiydi davranışları. Ağır ama dengesiz.

"Sana kendimi açıklamak zorunda mıyım?"

William karşısında duran adamı birkaç saniye süzdü ve ardından alaycı bir şekilde güldü. "Bu projenin sorumlularından biri olarak buna mecbursun. Başka çaren olsa zaten şu an burada olamazdık, değil mi?"

Hector bir anlığına çekip gitmeyi, içeri girdiği anda planladığı gibi hiçbir şey anlatmaya çabalamaması gerektiğini düşündü. Ancak makineyi bıraktığı anda William makinenin kontrolünü gerçekleştirecekti ve tamamlanmadığını anlayacaktı. Kendisi için değil de Dylan için buna izin veremezdi. Ophelia için ve...yıllardır ulaşmak, bir kere bile olsun kendisini tanıması için her şeyi verebileceği ruh için. Kim bilir az önce yaşadıkları açığa çıkarsa onlara neler yapabilirlerdi? Bu canice geceyi planlayanların elinden daha neler gelebilirdi?

"Beni burada tutuyorsun çünkü senin de başka çaren yok. Yoksa beni çekip çıkardığın küllerin arasına geri mi göndereceksin?" William'ın sözün etkisiyle giderek küçüldüğünü hissetmişti. “Bunu yapmak için fazla korkak değil misin?"

William huzursuzca iç çekmişti. "Bugün her zamanki saçmalıklarını dinlemeyeceğim. Bunun yeri değil. İstemiş olsan da olmasan da yıllardır burası için çalışıyorsun. Sorumluluklarını da yerine getirmek zorundasın. Nedenini biliyorsun?"

"Sen de seninkini çok iyi biliyorsun. Ya da biliyordun. ONCA YIL SONRA NE DEĞİŞTİ HA? ŞU AN TAM DA KARŞI ÇIKTIĞIN ŞEYİ GERÇEKLEŞTİRMEK İÇİN BABANA YARDIM EDİYOR-"

"E-efendim makineler..." Dışarıda bekleyen üç tane eğitmen birikmiş, odada görmeyi beklemedikleri manzara karşısında taş kesilmişlerdi. Ünlü dostluk:
Bay Cruz ve asistanı Bay Heath. İlişkileri iş ortaklarından çok yakın iki dost gibi değil miydi? Peki şu an neden böylelerdi? Tartışıyorlardı...Hayır, kavga halindeydiler. Bay Cruz orada her zamanki patron havasından sıyrılıp ezilmiş bir pozisyonda, Bay Heath ise yara izleri her zamankinden daha belli bir biçimde bağrışıyorlardı.

"Evet gençler, bırakabilirsiniz. Ben hemen kontrol edeyim. Hector sen de makineleri say. Galiba bunlar sondu." William iyi toparlamıştı ve Hector'ın da yapacak başka bir şeyi kalmamıştı. Kendi getirdiği makine, aynı planında olduğu gibi arada kaynamıştı. Artık yıllardır oynadığı rolüne geri dönebilirdi.

"Tabii efendim. Hemen.1,2,3...17,18,19. Evet efendim, bu kadarlar. Her şey...bitti."

"Bitmedi. Güzel sonuçlandı." Aralarında son bir bakışma oldu. Kısaydı ama ikisinin de gözleri birbirlerine çok şey açıklamıştı bu süreçte.

Son kontroller de yapıldı, sayım tekrarlandı ve odanın kapısı sertçe çekilip kapandı, kilitlendi. Gerçekten her şey bitmiş miydi?

Oysa bitmek denilen eylem, az sonra olacakların yanında ancak yeni bir perdeyi açabilirdi.

                                                                               *****

Belirsizlik. Karanlığın rengi, siyahın en yakın arkadaşı. Öldürmeyecek kadar zararsız, korkutacak kadar kibirli.

Bir belirsizlik yürüyordu koridorda. Simsiyah giyinmiş biri. Yüzündeki maskeden ayakkabılarının bağcığına kadar siyah, zifiri.

Şirketin en üst katına görülmeden ulaşmayı başarmış, zor kısmı atlatmıştı bu belirsizlik simgesi. Bir kişi. Bir adam.

Sırtındaki çantadaki objeyi sürekli olarak eliyle kontrol ediyordu. Hassas bir aletti. En ufak bir darbe geri dönülemez sonuçlar yaratabilirdi. Her an yok olabilirmiş gibi geliyordu ona. Yok olabilir ve yıllardır tamamlamaya çalıştığı her şey yerle bir olabilirdi.

Hedefi makine odasıydı ama ondan önce son bir görevi vardı. Kameralar onun için hiç sorun değildi. Burası onun mekanıydı sonuçta. Hector'ın izlediğini bildiği tablette çoktan aynı kliplerin dönmesini sağlamıştı. Bu engeli sorunsuz atlatmıştı. Ancak kilitlendiğini bildiği kapı için anahtarı almak çok riskliydi. Hem de çok daha kolay bir yöntemi varken. Yangın alarmı çaldığında tüm kilit sistemleri devre dışı kalmıyor muydu sonuçta?

Etraf oldukça karanlıktı. Çantasına uzandı ve ön gözünden bir adet çakmak çıkardı hemen.

Rotasını şirketin kuzey tarafına, yani giriş tarafına bakan odasına çevirdi. Çatı katının bu bölümünün altında şirketin girişi ve danışma vardı. Ayrıca bugün boş olan laboratuvarlar da bu tarafta yer alıyorlardı. Ancak bu kattaki oda daha çok bir depo gibiydi. Tüm ıvır zıvır içeri sıkıştırılmıştı. Hareket oranı kesinlikle kısıtlıydı ancak bu yapacağı işi engellemeyecek, hatta bu karmaşa ona yardımcı olacaktı.

Elinde duran çakmağa göz ucuyla baktı. Önündeki metal sandalyeyi çekti ve tam olarak yangın alarmının altına getirdi. Sandalyenin üstündeki birkaç parça eşyayı iteklerken gözüne eskimiş, gövde kısmı boğumlu ve çatlak bir şamdan takıldı. Onu yakabilirdi. Çakmağı sürekli açık tutmaktan daha kolaydı bu.

Sandalyeye çıkıp şamdanı alarma yaklaştırdığı anda sağır edici bir alarm sesi yankılanmaya başladı şirkette. En başta aşağı katlardan gelen şaşırma ifadelerinin sesi, ardından da korku dolu nidalar duyuldu. Adım seslerinden anlaşıldığı kadarıyla herkes şirketten çıkmak için kaçışıyordu. Ama adam böyle önemli bir günde, Alexander'ın şirketteki -özellikle üst kademe- çalışanlarının gitmesine izin vermeyeceğini biliyordu. Kendi kutlamasını yapmadan olmazdı. Bu yüzden alarmı kapatıp kilitleri tekrardan devreye sokması an meselesiydi. Hızlı olmalıydı adam.

Hemen yandaki makine odasına geçti. Etrafı daha net görebilmek için bu sefer şamdanı eline almıştı. Kapı kilitli değildi. Yangın alarmı az önce durmuştu ama sistem hala çalışmaya başlamamıştı. Bu konuda şanslıydı.

"Değerli çalışanlarımız. Yaptığımız kamera tespiti sonucu şirketimizi tehdit eden herhangi bir durumla karşılaşmadık. Alarmın çalması bir kazadan ibarettir. Hepiniz gönül rahatlığıyla içeri geçebilirsiniz."

Adam makinelerin arka tarafındaki pencereye doğru ilerledi. Aşağıda birikmiş olan kalabalığı görebiliyordu. Herkes birbirine tereddütlü bakışlar atıyor, içeri girip girmemek konusunda kararsız kalıyorlardı. Yine de yapacak başka bir şeyleri yoktu. Tüm eşyaları da içerideydi. Bu yüzden de bir bir içeri doğru yol aldı insanlar.

Çalışanların yeniden içeri doluşması adam için bir sorun değildi. Zaten en başından beri onları yoldan çekmeyi planlamıyordu. Hedefi hiçbir zaman insanlar olmamıştı.

Adam odada gözüne uygun bir alan kestirdi. Odanın en köşesi, masanın dibi. Tam ideal bir yerdi.

Eli son kez çantasına gitti ve defalarca kontrol ettiği objeyi çıkardı. Her tarafından kablolar fışkırıyordu bu aletin. Üzerindeki pim çekilmeye hazır duruyor, bir şeyleri harekete geçirmek üzere can atıyor gibi sallanıyordu. Boş ve siyah bir ekran ise boydan boya üzerini kaplıyordu. Bu bir bombaydı! Adamın bebeği gibi korumaya çalıştığı eşya bir bombaydı!

Özenle yerleştirdi onu. Pimi çekti ve ekranın üzerine sayıların gelmesine sebep oldu. Sayaç uzundu. Olması gereken de buydu. Her şey bu kadar hızlı bitemezdi. Durumun bu hale gelmesine sebep olanlarla yüzleşmeden olamazdı.

O sırada önüne döndü ve makinelerden bir tanesini kaptı. Makinenin ağırlığından dolayı şamdanı masaya bırakması gerekti ve yoluna onsuz devam etmeye karar verdi. Arkasında iz bırakmak hiç de sorun değildi. Sonuçta yakında böyle bir oda kalmayacaktı.

Arkasında bıraktığı iz olan şamdanı masanın kenarına çok yakın bir yere bıraktığının farkında değildi ancak...

Kapıyı sertçe çekip kendini şirketin karanlık çatı katına bıraktı. Nereye gitmesi gerektiğini bilmiyordu ama bir şekilde o tarafa sürükleneceğinden emindi adam.

Aşağıya indi. Eğitmenlerin çoğu üçüncü kata geri çıkmışlardı. Ancak kimse odalarına dönmüyordu. Herkes ortada, az önce yaşananlardan dolayı söyleniyordu. Bu yüzden onlara gözükmeden geçmesi hiç de zor olmamıştı.

Koridorlardan birine saptı. Kapıların bazıları açıktı. Onlardan birine girdi ve makineyi oraya bıraktı. Geri dönmesi gerektiği zaman hangisinde olduğunu bilmesi için de kapıdaki tabelayı defalarca okudu.

"Miles Treadwill, Miles Treadwill, Miles Treadwill. Tamamdır."

Geriye tek bir görevi kalmıştı. Alexander Cruz'u bulmak.

Emindi ki şu anda yaptığı tüm bu işlerden gurur duyuyordu. Orijinal fikirleri olmadığını kimler biliyordu peki? Amacını çarptırdığını, her şeyi çıkarları için kullandığı...

Yürüyordu. Maskesini tuttu sertçe. Artık ona ihtiyacı yoktu. Devam etti. Ta ki önce büyük bir sesle sonra da sarsıntıyla savrulana kadar.

"BAAM"

Bağırışlar. Hiç olmadığı kadar yüksek.

Sarsıntı. Her yer yerle bir olacakmış kadar güçlü.

Alevler. Olması gerekenden daha koyu, daha büyük, daha etkili.

Adam sarsıntının etkisiyle düştüğü yerde şirketin tüm kuzey tarafını kaplayan dumanlara bakıyordu. Bir odayı patlatmayı amaçlamıştı sadece. Bu...bu...bu da neydi?

"Ben...ne yaptım?"

                                                                          *****

Tırnaklarını kemiren sarışın kız, bakışlarını camdan dışarıya yöneltmişti. Cumartesi olmasının ve yolda meydana gelmiş olan bir kazanın etkisiyle trafik çok yoğun olduğundan normalde otuz dakikada gidilen yol saatlerini almıştı. Melinda defalarca kez arabadan inip yürümeyi düşünmüş olsa da şoför her seferinde ona karşı gelmiş ve şehrin bu taraflarını çok iyi bilmediğini söyleyerek onu engellemişti. Normalde ona karşı çıkmak için her sözü söyleyebilecek olan Melinda ise bu sefer sessiz kalmıştı çünkü içindeki huzursuz hisler devasa bir yağmur bulutu gibi büyüyor, onun içindeki tüm gücü emiyordu.

Bu uzun yolculuk sonrası nihayet şirkete yaklaşmışlardı. Etrafını süslediği belli olan ışıkları görebiliyordu. Bugün için çok özendikleri kolaylıkla fark edilebiliyordu. Tüm o aydınlatmalar karanlık geceyi delip geçiyordu adeta.

Ophelia'yı bir kez daha aramak üzere telefonuna yöneltti bakışlarını. Şimdiye kadar ki tüm denemeleri başarısız olmuştu.

Telefonuna odaklandıktan birkaç saniye sonrasında kafasını tekrar cama doğru çevirmesine sebep olan şey ise yer sarsıcı bir gürültü ve şoförün tepkisi oldu. "Neler oluyor böyle?!"

Diğerlerinin arasından parlayan binaya yöneltti bakışlarını. Daha doğrusu temin olduğu yere çünkü şu anda onun yerinde alevler vardı. Göğe uzanan alevler...

Şoför refleks olarak arabayı kenara çekerken Melinda da bir süre şok içinde bakışlarını alevlerden ayıramadan bakakaldı.

Bundan yıllar önce de bir kız alevlere bakıyordu. Uzun sarı saçları iki yandan sarkarken bağırıyordu.

"ANNE! BABA!"

Kazanın ardından alev alan aracın içinden çıkarmayı başardıkları kız yatırıldığı sedyeden ambulansa taşınırken bakışları geride bıraktıklarındaydı.

 

Geçen zamanın ardından konuştu Melinda.Gözleri hala aynı yere kenetlenmiş bir vaziyette, sadece bunu söyleyebilmişti zayıfça. "Gidelim!"

Yaşlı adamcağız karşı çıktı. "Ama efendim şu an orası... orası güvenli görünmüyor. Biliyorsunuz ki amcanız sizin güvende kalmanızı ister hep... Ayrıca-“

Kız tekrar konuştu. Gerçeklik yüzüne ilk kez çarpmış gibiydi bu sefer.

"Amcam mı?.. Şu anda başına ne geldiği belli olmayan amcam mı? HEMEN ORAYA GİTMELİYİZ, HEMEN!" Sesi başta titreyerek de çıksa sonradan toparlamıştı. Böylece birkaç saniye kararsız kalan şoför de tekrardan yola çıkmak üzere aynasını kontrol etti.

Oraya gitmeliydi, amcasını bulmalıydı...

O onun için başkalarının tahmin edebileceğinden de kıymetliydi. O muhteşem bir adamdı. Bunca yıl Melinda'ya hep kendi kızı kadar yakın ama babasıymış gibi davranmayacak kadar da saygılıydı.

Ayrıca kıza ailesinden kalan paradan asla yararlanmamış, hatta düşünmemişti bile bunu. Hem de Melinda'nın ısrarlarına rağmen.

Kızın yanına taşındığı malikane, şoför, araç ve onca varlık Melinda'ya anne ve babasından kalmıştı. Amcası bunların kızın hakkı olduğunda kararlıydı.
O yüzden de o şirkette çalışıyordu ya adam. Kendi kazandığıyla yaşamak için.

Peki ya en yakın arkadaşı? O da orada olmalıydı. Alevlerin yuttuğu şirketin derinliklerinde…

Geç kalmıştı. Kızı durduramamıştı. Şirkette duyduklarını niye ona direkt anlatmamıştı ki? Kimi rahatlatmaya çalışıyordu? Belki de Ophelia’nın sınava, bu cehennem alevlerinin arasına girmesine engel olabilirdi ama o kolay yolu seçmişti…Bir kez olsun bir şeye bulaşmamayı seçmişti!

Şirkete varmaları pek sürmedi. Tabii sokağına girdiklerinde çekilen şeritlerden dolayı tamamen yanaşamadıklarından arabayı daha geride durdurmak zorunda kaldı şoför. İtfaiye onlardan önce gelmiş, şeritleri çekmiş ve hortumları uzatmaya başlamışlardı bile binaya. Uzaktan, trafikte sıkışmış iki tane daha itfaiye aracı görülebiliyordu.

Melinda arabadan indiği sırada yaşlı şöför arkasından sesleniyordu ama kız bunun farkında bile değildi.

Gelen araçların siren sesleri birbirine karışırken küllerin kokusu burnundaydı. Soluduğu gazla bilinci kapanırken son kez kırmızı alevlere baktı. Yukarı uzanan alevlere.

Onlara doğru ilerlerken yüzünden süzülen yaşlar yeri ıslatıyordu. Sanırım birileri engel olmuştu alevlere daha çok yaklaşmasına.

Gözleri yükselen turunculuktayken bir itfaiyecinin daha kıdemli görünen birine söylediklerini işitti. "Anlaşılan patlama eşliğinde yayılan alevler giriş tarafını kapamış. Henüz içeriden çıkartılabilen biri olmadı. Alevler çok yoğun ve patlamadan oluşan yıkıntılar sürekli daha çok körüklüyor..."

Geri kalanını duymadı çünkü bilinci çoktan kapanmaya başlamıştı bile. Son hatırladığı ciğerlerini dolduran duman kokusuydu...

O sırada ona yakın bir yerde tanıdığı başkaları da vardı aslında.

İtfaiyecilerin elinden kurtulup içeri koşmak için çırpınan bir kız ve oğlan. Bundan bir saat öncesiyle hiçbir benzerliği kalmamış, saçı başı dağılmış, pahalı ceketi yerde, kravatı kaymış kumral saçlı oğlanla yoğun makyajı siyah çizgiler oluşturacak şekilde akmış, gösterişli ayakkabılarının topukları kırılmış, oğlanla aynı tonlardaki onca kalıp spreye rağmen bozulmuş saçlı kız...

Alevlerin etrafında çırpınan bu üç ruh yalnız da değildi aslında. Onlar binanın bu yanındaki şeritin gerisindeyken öbür yanında gerilmiş diğerinin ardında alevleri andıran renkteki saçları ile pislenmiş kıyafetleriyle bir kız ve onun hemen arkasında da koyu saçlı genç bir adam vardı.

Göğe yükselen alevler, sahnenin bitiminde kapanan tiyatronun perdeleri gibi kıpkırmızıydı. Baktıkça içine çekiliyordu insan. Sanki oyunun bu perdesinin sona erdiğini aktarmak istiyordu seyircilerine. Sanki her şeyin bir başlangıç olduğunu belirtmek istiyordu herkese.

Bölüm : 14.01.2025 21:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...