
BÖLÜMÜ ERTELEMİŞTİM BİR KAÇ SAAT, İSTANBUL DEPREMİ YÜZÜNDEN ŞİMDİ ATIYORUM💓
Umarım iyisinizdir kendinize dikkat edin lütfen💞💞
YORUM YAPMAYI VE OY VERMEYİ UNUTMAYIN LÜTFEN İYİ OKUMALAR DİLERİM💖💖
''Ruhumda ince bir zincir vardı beni bu hayatta tutan, ve yine aynı zinciri beni bu hayattan koparan."
"RÖPORTAJ"
Sırtımda hissettiğim derin ağrılar sonucu yatamayacağımın kanaatına vararak inleyerek yataktan doğruldum.
Gece boyunca sessiz iç çekişlerle uyumak için çaba sarf etmiştim fakat ruhsal ve bedensel ağrılarım yüzünden pek sağlıklı bir sonuca ulaşamamıştım.
Yataktan bacaklarımı sarkıttığım sıra da sabahtandır susmayan telefonum bir kez daha ötmeye başladı.
Sıkıntıyla derin bir nefes bıraktığımda bu defa olacakları kabullenmiş bir şekilde telefonu kavrayıp kulağıma götürdüm.
"Efendim?"
Cılız diyebileceğim kadar kısık bir ses tonuyla konuşmak için nerdeyse kendimle savaşmıştım.
"Nerdesin?"
Taha'nın sesiyle dudaklarım iki yana doğru usulca kıvrıldı.
"Kafama esen her yerdeyim canım bunu sormak için mi aradın?"
Telefonun diğer ucundan bazı homurdanmalar yükseldiğinde gülümsemem kısa süreliğine bozguna uğradı.
Telefonun diğer ucunda röportaj sözcülerinden Ekin'in sesini duymakla bedenim gerim gerim gerildi.
Panikle telefonun ucundaki abime yakarmaya başladım, "Yapamam... yapamam Taha hayır lütfen, yok de gelemez de nolur-"
Lafımı tamamlayamadan telefondan yüksek bir hışırtı yükseldi ardından Ekin konuşmaya devam etti.
"Bir kaç dakika bile sürmeyecek bir konuşmadan korkan bir bölge komutanı," nıçlamaya başladı, "Senin gibi bir hanımefendiye yakıştıramadım doğrusu."
Tehditkar ses tonu tüylerimi ürpertmişti, çaresizce kabul etmek dışında bir çarem kalmamış gibiydi.
Umutsuzca kendi kendime kafamı iki yana salladım bir röportaj vermekten değil ama O adamın katılmasından ve izlemesinden çok korkuyordum.
Sakin ol Marian artık küçük bir kız çocuğu değilsin, sana zarar veremez.
Zoraki kendimi toparladım, "O gelecek mi?"
Fazla düşünmeden yanıtladı, "Seninki burdayken katılmaya korkacağını düşünüyorum açıkçası onunla karşı karşıya gelmek bile o ödlek sineğin içine sinesimesine yardımcı olacak."
Seninki. Saatler sonra ilk defa Ayaz'ın geldiğine sevindiğim birşey vardı, o pislik adamın ondan deli gibi korkmasıydı ve yanıma yaklaşamayacaktı.
O pis nefesini yakınlarımda duymayacaktım...
Düşüncelere kapılmış öylece dalmışken telefonu tekrardan Taha'nın almasıyla irkildim, "Kahvaltı bitmeden gel aşağıya bekliyorum hadi."
Yüzümü buruşturdum açıkçası midem bir parça suyu bile kaldırabilecek havada değildi fakat bunu söylemem onların da tadını kaçıracaktı bunu yerine saatin de epey geç olduğunu bilerek kullanma kararı aldım.
"Siz yapın benim hazırlanmam uzun sürecek. "
Onaylamaz bir söylenme beklerden arkadan Ayaz'ın sesiyle çenemi sanki o beni görüyormuşcasına kaldırdım.
"Dün akşamdan sonra yemek yiyecek halinin kaldığını düşünmüyorum açıkcası."
Kalabalık bir yerde oturduklarını ve sesi herkesin duyduğunu etraf sessizleştiğin de anlamıştım.
Kurduğu cümle yanlış anlaşılmaya fazlasıyla açık bir ifadeydi.
Anlımı ovalayarak açıklama gereği duydum fakat Taha buna fırsat vermeden telefonu kapattı.
Sabah 9.45'de Overls'dan aldığım mesaja göre benim, hükümet tarafından ayarlanan gazetecilere konferans salonuna röportaj vermem lazımdı.
Oflayarak ayağa dikildim ve duşa doğru ilerledim üstümü çıkarıp soğuk sudan önce sıcak suyla duş aldım.
Çıkarken soğuk suyu kafamdan aşağı tutup öyle çıkmıştım eğer bunu yapmasaydım uyku bastırdı ve ayakta bile kalamazdım.
Elimi başımın üstüne koydum kafa derim de çok ince bir sızı hissettim genelde her sıcak şoklamadan sonra soğuk su yapınca yanıyormuş gibi hissettiriyordu bunun yanında kafamdaki minik yaralarda tabi ki canımın acımasında etkiliydi.
Elimi başımdan çekip bornozumu giyidim. Banyodan çıkmadan hemen hızlı bir hareketle dişlerimi fırçalayıp yüzüme siyah maske yapıp öyle çıkmıştım.
O kadar hızlı hazırlanmayı kafama koymuştum ki az kalsın diş fırçasını ağzımda unutacaktım.
Yatağıma doğru ilerleyip soluklanmak amacıyla oturdum, bakışlarım gece okuduğum şiir derlemeleri kitabına değdiğinde uzanıp kitabı elime aldım aldım maske kuruyana kadar okursam pek sorun olmazdı hem daha yarım saatim vardı.
Bir kaç şiir okuduktan sonra gözlerim tanıdık bir eski dosta rastlamışım gibi durdu.
Ben, yine de vazgeçmedim seni sevmekten. Eskisi gibi değil ama. Biraz buruk, biraz küs, biraz sitemkar seviyorum seni.
Cezmi Ersöz'ün bu şiiri bana kendimi hatırlatıyordu bana kendimi tanıtıyordu sanki bu satırlarda sükunet bulmuştu ruhum. Bu satırlarla bulmuştu ve yine bu satırlarla kaybetmişti beni.
Diğer bir değişle ruhumda ince bir zincir vardı beni bu hayatta tutan, ve yine aynı zincirdi beni bu hayattan koparan.
Benim zincirimi parçalayan ise sevdiğim adam dışında kimse değildi.
Eskimiş satırlar arasında bulduğum cümleler benliğimi yansıtan nadir sözcükler zarif kıvrımlarıyla, sert bir müzik ama naif bir nota misaliydi acımasızdır cümleler derler evet öyle cümleler çok acımasız bir notanın sert vuruşu kadar değil ama sevdiğin insanın seni sevemeyeceği kadar acımasızdır.
Ruhumu okşayan bu güzel satırlardan uzaklaşıp hafifçe ayağa kalktım. Yüzümde ki maskeyi soyup temizce duruladım, daha gözümü açmadan geç kalacağım diye havluyu elime alıp öyle geçtim giyinme odasına.
Resmi birşeyler giymem lazımdı ama bu benim zerre umrumda değildi. Uzun zamandır renkli giyinmemiştim yaz bitmek üzereydi o yüzden güzel birşeyler giymeye odaklandım.
Fakat bu kararım pek olumlu değildi çünkü bakışlarım camdan dışarıya kaydığında toz duman içinde rüzgalar estiğini kestirebilmiştim.
Mevsime uygun giyinmek lazımdı o yüzden uzun kollu birşey giymeye koyuldum.
Siyah dantelli bir korse, altıma deri bir pantolon giymiştim omuzlarıma da siyah ceket atmıştım.
Ayakkabı olarak siyah bir steleoto giymiştim.
Çoktan kurumuş olan saçlarımı alel acele düzleştiriciden geçirip, boynumu ve parmaklarımı takılara boğmuştum.
Giyinirken canımı sıkan tek şey bedenimdeki yaralardı. Kolumdaki ve boynumda ki kızarıklıklara gece Ayaz'ın getirdiği kremi sürmüştüm, hayal meyal hatırlıyorum odama getirirken önce onun odasına uğramıştık ve bir tane krem almıştık istemesem de zorla sürmüştü sonra benle birlikte kremi de bırakıp sabah tekrar sürmemi söyleyip defolup gitmişti.
Bazen bu kadar ince düşünceli olması benim sinirimi bozuyordu ona karşı nefret beslemeye çalıştıkça inatla daha kibar davranıyordu duygusuz katil.
Düşüncelerimi yok sayıp yüzümde felaket duran morlukları kapatmak adına fondöten sürmüştüm hafif durmayacak ama abartılı da olmayan makyajımı borda rujum ile kapatmıştım.
Makyajımın ardından çok hoşuma giden parfümümü sıktım, elime siyah bir çanta alıp telefonumu ve kartımı alıp sonunda odadan çıkabildim.
Asansöre doğru hızlı adımlarla ilerledim kartımı okutup beklerken omzumda bir el hissetmemle gözlerimi deviridim Ayaz yine rahat duramamıştı değil mi?
Arkama doğru doğru döndüğümde Ayaz zanettiğim kişinin başkası olduğunu gördüm; Ateş'ti.
Kısa bir süre boyunca beni süzüp gülümsedi,"Çok güzel olmuşsun."
Süzmesine sinir olarak kinayeli bir ifadeyle iltifatına karşılık olarak bende ona baktım, "Teşekkür ederim çok naziksin."
Tekrar bir sohbet çabasına girmesin diye içimden dua ederken sonunda asansör gelmişti.
Asansör geldiğinde tekrar kartımı okuttum açılması için, açılınca ikimizde aynı anda binmiştik.
Ben bu adamlardan niye kurtulamıyorum.
Kısa bir sessizliğin ardından tekrar konu açmıştı, "Bu güzel hanımefendi bir kahve içer mi acaba benimle?"
Seninle kahve içeceğime Ayaz ile bir odaya kitlenmeye razı olurum.
Fakat yine de düşünüyormuş gibi yaptım.
"Hmm... Bir düşünmem lazım."
Zoraki gülerek verdiğim cevaptan sonra asansör durmuştu bahçeye doğru ilerlerken onunda benimle birlikte hâlâ yürüdüğünü fark etmiştim.
Bir süre sonra Ateş durduğunda onu takmadan ilerlemeye devam ettim açıkçası zerre umrumda değildi, amacım sadece onu gebertmeden konuşabilmekti.
Bahçeye adımımı attığımda gözüme ilk çarpan Ezgi denen o kız olmuştu.
İtiraf etmek gerekirse bu kızdan nefret ediyordum.
Hemen yanında ki Ayaz'ı fark ettiğimde ise bedenimde birşeyin yakıp kavrulduğunu hissettim bu duyguyu yaşamayalı uzun süre olmuş.
Gülümsemeye çalışarak yanlarına ilerledim bugün nedense sadece zoraki mutlu olmak için kalkmış gibiydim.
"Günaydın."
Zoraki kurduğum cümle Ayaz'ın suratını düzeltmesine sebep olmuştu.
Ezgi'nin ise ben günaydın diyince beş karış kalan suratını görmek dahi istemiyordum.
"Günaydın." aynı anda söylediklerinde gözlerimi devirmekle yetindim, bu kız fazla oluyordu.
Onları göz ucuyla incelemeye başladım. Ezgi, siyah bir pantolon beyaz bol bir tshirt giymişti saçlarını her iki yandan olacak şekilde küçük topuzlar yapmıştı. Yaptığı makyaj yüz hatlarını hafif belirgin etmişti.
Açıkcası kıskanmam gereken biri olduğunu düşünmüyordum artık.
Basit birşeye bakmış gibi gözlerimi yanındaki şahsiyete kaydırdım.
Ayaz, siyah bir gömlek altına siyah bir pantolon giymişti her zamanki gibi serseri gibi saçları anlına dökülüyordu, gömleğin iki üç düğmesini de açık bırakmıştı zaten...
Gömleğinin kollarını katladığı için dövmeleri de açık seçik göz önüne serilmişti.
Bu adam neden bu kadar yakışıklı olmak zorundaydı.
Zoraki bakışlarımı ondan çekip ilgilenmiyormuş gibi yapmaya çalıştım.
"Diğerleri nerde?"
Ayaz'a sorduğum soruya Ezgi'nin cevap vermesine aşırı kıl tilt oldum.
"Salonda sadece dört kişi olabilir malesef. "
Kollarımı önümde bağlayıp bedenimi Ayaz'a yönelik çevirdim, ona yönelik sorduğumu anlasın diye kafamı yana yatırarak ona baktım.
"Diğer iki kişi kim?"
Bu defa Ayaz'ın cevap vermesiyle memnuniyetle dudaklarım iki yana kıvrıldı.
"Overls ve Arslan. "
Anladım dercesine başımı salladım Ayaz boğazını temizleyip bana döndü, "Gidelim bakalım küçük hanım. "
Dayanamamış gibi uzanıp yanağımdan bir makas aldığında kaşlarımı çattım, "Kırarım seni o elini. "
Ellerini cebine yerleştirip beni utançtan yerin dibine sokacak cümleler kurdu.
"Dün akşamda aynısını söyledin ama hiçbir icraat göremedim."
Cümleleri özenle mi seçiyordu bilmiyordum ama o kadar yanlış anlamaya müsaitti ki anlatılmaz yaşanır derecedeydi yani...
Konuşmayı da unuttum mükemmel.
Gülüp arabaya bindiğin de ardından bende kendimi ön koltuğa atmıştım.
Ezgi bana göz ucuyla bakıyordu bunu fark ederek rahatsız bir tavırla ona döndüğümde üst dudağı kıvrılmış anlamsızca bana bakıyordu.
"Ne var Ezgi niye uzaylı görmüş gibi bakıyorsun?"
Laf dalaşı açtığımı fark etmiş gibi yüzünü sadece beni görebileceğim şekilde buluşturdu, "Röportaj vermeye değil kendini vermeye gidecek ya da kendini pazarlayacak gibi hazırlanmışsın."
Ağır ithamı karşısında kaşlarım olabildiğince yukarı kalktı, açıkcası bu kadar dürüst olacağını tahmin etmemiştim.
Bozuntuya vermedim ama tabi ki.
"Saol canım, en azından basit bir t-shirtle ve saçını iki yandan bağlayan bir velete benzemiyorum her durumda şık biriyim, ayrıca kendini pazarlayanların böyle göründüğünü bildiğine göre pek temiz bir geçmişin olmamalı."
Ayaz'a dönmesemde dudaklarının iki yana usulca kaydığını hissetmiştim.
Bana cevap vermek istese de bu sınırlar içerisinde pek mümkün değil gibiydi.
Arabayla yola koyulduğumuz da hâlâ taze duran sinirini hissedebiliyordum.
Yarım saat sonra Ayaz bir yere arabayı çektiğinde, bakışlarım ona döndü.
Açıklama yapmak ister gibi, "Birşeyler almam lazım balım biraz bekle olur mu?"
Bu adam benim kalbimi eritiyordu.
Umarım bu kelime ağız alışkanlığından kaynaklanmıyordur Ayaz efendi, yoksa size olan sinirimi on kat fazla çıkaracaktım.
Ben niye bu adamdan nefret etmeyi beceremiyordum ya?
Hiçbir cevap vermeyerek kafamı olumlu anlamda aşağı yukarı salladım.
Kısa bir süre sonra geri geldiğinde elinde poşet vardı, kaşlarım çatıldı ne halt yiyordu bu şimdi?
Arabaya geri bindiğinde poşeti bana uzattı.
Şahsen ona zerre kadar güvenmeyen biri olarak tereddütlü bir şekilde poşete bakıp konuştum, "Ne bu şimdi iyilik meleği olmaya falan kalma çabaları Ayaz? böyle yapınca ailemi yok ettiğini falan unutacak mıyım?"
Kurduğum cümle ona dokunmuş gibi bıkkın bir şekilde arabayı çalıştırdı yüzüme bakmadan poşeti kucağıma koydu konuştu, "Seni düşünmek bile hata mı oluyor artık Gece?"
Poşeti açıp baktığımda sandviç ve vişneli gazoz vardı tamam bir tık Pişman olmuştum kurduğum cümleden ama sonuna kadar hak ediyordu.
Poşeti arkaya doğru Ezgi'ye değmeyeceğinden emin olarak yavaşça fırlattım içinde nimet vardı şimdi çarpılmayalım da.
"Neden sabrımı bu kadar zorluyorsun Gece? "
Adımı tekrar tekrarlaması sonucu korkuyla Ezgi'ye baktım onun gerçek kimliğimi bilmesine gerek var mıydı ya o adamlara söylerlse benim yaşadığımı o zaman ne yapacaktım.
Korku iliklerime kadar yükselirken, sesim titremesin diye kontrol etmeye çalışarak adımı ona hatırlattım, "Mina!"
Uzun bir süre duraksadı ve öylece kalakaldı ardından arabayı hafifçe durdurup bana iyice döndü, "İki Dünya bir araya gelse hiçbir güç sana o şekilde hitap etmemi sağlayamaz! Sen benim Gece'msin ve bu böyle kalacak istediğin kadar değiştir adını ben hep gerçek adını dile getireceğim. "
Bağımlı hale geldiğimde kurtulmak için ilk sana koştum Ayaz, o zaman inatla bana Gece değilsin sen demişti. Ailemi öldürmesini bile yok sayıp ona sığınmıştım ama onun ilgi alanına bile girememiştim, o kazadan sonra öldüğümü düşünüp durmuştu.
Defalarca beni kurtarması için karşısına çıktığım halde beni yok saymıştı beni asıl kendi öldürmüştü.
Durgun bir şekilde başımı arkaya yasladım.
"Ufak bir hatırlatma yapayım o zaman senin Gece'n öldü Ayaz! onu kendi ellerinle ölüme ittin senden en zor zamanında yardım için sana yalvaran kadını sen, kendi ellerinle geberttin, senin kinin onu yok etti! "
Bağırarak kurduğum cümleler nefesimin daralmasına neden oluyordu. Buna rağmen duramadım ve tüm hızımla devam ettim.
"Zorunlu olduğum bir seçime mahkum kılındım... Tamam mı dünya adaletli bir yer değil. Baban tarafından o iğrenç maddeye sen zorunda kılınıcaktın babana benzemekten ölesiye korktuğun halde sana bunu yapamazdım tamam mı?"
Bakışlarında öyle bir boşluk oldu ki canının yandığını gözlerinin ruhsuzluğundan anlayabiliyordum.
"Ne olursa olsun, ben yinede o iğrenç maddeden kurtulmak için sana yalvardım! Üzerimde denenen o iğrenç maddeden arınmak için sana gelip yalvardım! Herşeye rağmen seni seçmemiş dahi olsam beni sevdiğine inandım!"
Bakışlarında korkunç bir acı vardı sanki ruhunu ondan almışım gibi davranıyordu.
"Ayaz ben...yerde kanlar içinde kaldığımda bile senin bana 'ne olursa olsun seni seveceğim' demene kanıp gelebilmişken sen yardım etmeyi reddettin o gün öldürdün sen zaten Gece'ni!"
Duyduklarını sindirmesi uzun sürmüştü başını arkaya yaslayıp titreyen eline zar zor bir sigara alıp yaktı, yutkunup bu defa sakin bir ses tonuyla bana bakıp konuşmaya çalıştı, " Gece ben, sen o bataklığa diye çok uğraştım ama sen-"
Dayanamıyordum bende en az onun kadar dayanamıyordum.
Anında lafının bıçak misali kestim, "Ben zaten bu bataklığın içindeydim Ayaz, defalarca kez kurtulmaya çalıştım olmadı. Seni bu bataklığın içine çekme fikirleri bile beni rahatsız ediyordu, işte o an senden uzak kalmam gerektiğini anladım."
"Çünkü sen baban gibi acımasız olmak istemiyordun Ayaz seni anlayan tek kişiydim bu hayatta, sen hayatı sevmek istiyordun yaşamaya değer birşey bulma istiyordun. Ben bunu sana yapamazdım. "
Bende annem gibi olmak istemiyordum Ayaz ama sen beni o kadına benzetmekten çok onun gibi dikenli yapmıştım beni...
Gözlerim onun elinde ki sigaraya kayınca nefesimin ufak bir siley uğradığını anladım.
Ayaz'ın hastalığı için defalarca kez söz verip bıraktığı sigara şimdi ellerinin arasındaydı, her nefes içine çektiğinde bedeninde oluşan hasarları görmek istemesem de göz ardı da edemiyordum.
Buruk bir kırgınlıkla devam ettim, "Verdiğin sözü hiçbir zaman tutmadın ama sırf sen nefret ettiğin şeylere maruz kalma diye yapmadığım şey kalmamışken şimdi burada bu konumda olman tüm çabalarımın boşuna olduğunu fark ettirdi bana... "
Yutkunamıyordum boğazımda oluşan yumru sert soluklar almamı umursamıyor kalbim anın heyecanı yüzünden göğsümü sıkıştırıyordu.
Ölüm sessizliğinin hakim olduğu bu ortamda daha fazla durmak istemediğim için arabanın kapısını açıp hava almak amacıyla hızlıca indim.
Şakalarıma baskı uygulayıp gözlerimi kapattım. Arabanın kapısının açılıp kapandığını duymuştum ama gözlerimi açmadım.
Yanıma gelip durduğunda kendine has kokusu burnuma doldu, bu kokuyla sarmalanmayı özlediğimi fark etmiştim.
Elimi hafifçe tutup başımdan indirdi ardından çenesini başımın üstüne koyup bir eliyle belimi kavradı diğer elini saçlarımın üzerine koydu.
"Sana huzur nedir öğretemem veya gösteremem ama huzur bulduğum şeyleri senin için yapabilirim, bencil herifin tekiyim hayatta tek seni sevmek istiyorum ama bunu sen istemediğin sürece yapamıyorum."
Bana bir şans ver demek istiyordu açtığı yaralar için...
Tolga bana Ayaz'ın her gün mezarıma çiçek bıraktığını söylemişti yıllar önce.
Üzüntüyle kıvrılan dudaklarımdan hiç hesaba katmadığım bir cümle çıktı, "O yaralar çoktan bir mezar çiçeğiyle kapatılmaya çalıştı zaten Ayaz, üzgünüm."
"Farkındayım... Bazı şeyler geç de olsa farkındayım ama herkes ikinci bir şans hak eder. Haklıyım demiyorum, çünkü suçluluk bulaşmış bir kitabın iki cümlesi gibi ikimizde suçluyuz ama kaybeden olmak için bir savaş başlatılması lazım. Bana son bir şans ver, bi ay istiyorum senden sadece otuz gün. Eğer otuz gün sonra da bana karşı nefret hissediyorsan o zaman söz veriyorum bir daha hayatına dahil olmayacağım. "
Aynı anda yutkunduk, hayatımda hiç olmama korkusu bedenimi ele geçirdiğinde titrek bir nefes verdim, bir cevap vermem lazımdı ama nedense dudaklarım kalbimin hissettiğinin her zaman tersini söylüyordu.
"Sadece otuz gün Ayaz sana olan güvenimi kırman kadar hızlı olacağını düşünüyorsun ama yanılıyorsun, çünkü ben eskisi kadar saf değilim. "
"Biliyor musun bu benim zerre umrumda değil sadece evet de. De ki bu savaşta kazanan biri olsun. "
Sesi umut dolu çıkıyordu sanki izin verirsem gerçekten herşeyi düzeltecek gibiydi.
"Kendinden bu kadar eminsen kabul ediyorum Ayaz İzgiç yap bakalım şovunu."
Ondan ayrılıp göz teması dahi kurmadan arabaya bindim o hâlâ dışarıdaydı gözlerimden akan bir damla yaşı elimin tersiyle sildim.
"Bazı şeyleri abartmıyor musun sen tam bir ilgi manyağısın."
Ezgi'nin iğneleyici ve samimiyetsiz sesiyle sabır çekerek hafifçe ona döndüm, "Sen herşeye karışmasana bizim ilişkimizin üç kişilik olduğunu hiç sanmıyorum! "
O kadar yaşadığım şey yetmezmiş gibi şimdi bu kadının sesi iyice beni çıldırtıyordu.
"Dışarıda onunla olmak için canını verenler bile var ama sende ne bulduysa dibinden bile ayrılma zahmetine girmiyor!"
Ayağımla ritim tutarak sakin olmaya çalıştım ama dilim pek rahat durmuyordu.
"Bana bak o dışarıda canını verenleri de seni de bir odada canlı canlı yakarım!"
Bedenimi tamamiyle ona döndürdüğüm de bileğini sertçe kavrayıp kulağına eğildim, "Ben aptal değilim Ezgi, senin Ayaz'a olan ilgini onun aksine görüyorum. Ona karşı tek bir yakın temasın olsun işte o zaman senin bu güzel canını öyle bir yakarım ki son duanı edecek bir dilin bile kalmaz."
Aynı sakinlikle kolunu itelediğimde gözlerimde ne gördüğünü bilmiyorum ama sus pus olmasını sağlamıştım.
Arabanın kapısı açıldığında Ayaz, içeri girmek yerine kafasını uzattıp bana baktı, "iki saatimiz var. Yakınlarda kahvaltı yapmak için güzel bir yer var oraya gidelim."
Omuz silkip cebimden telefonumu çıkardım, Taha bana yeni telefon almıştı. biraz kafa dağıtmak için sosyal medyada dolaşsam pek sıkıntı olur muydu sanmıyorum.
"En azından oraya gidip bir kaç birşey alsam yemez misin?"
Ayaz, kahvaltı yapmayı sevmezdi ama yapmadığı her gün sonu pişmanlıkla biterdi. Yine kahvaltı yapmadığını başına sıklıkla bastırmasından anlayabiliyordum.
"Sana kaç kere daha kahvaltı yapmadan çıkmamak gerektiğini anlatmam gerekiyor."
Şirin mi şirin bir kahvaltı yerine gelip durduğunda arabadan inecekken kolunu yakalayıp onu durdurdum.
Canı acıyordu bu fark etmemek için kör olmak gerekirdi.
Uzanıp cebindeki kartı aldım ve Ezgi'ye doğru fırlattım, "Birşeyler alıp gelebilirsin diye düşünüyorum."
İğneleyici sesimin ardından sinirle kalkıp arabanın kapısını çarpıp çıkmıştı.
İçgüdüsel bir şekilde ellerimi uzatıp başını kendime doğru çekip boyun hizama yasladım.
Kollarını belime sarıp başını iyice yasladı, biraz olsun iyi olmuş olmalı ki uzanıp saçımla oynuyordu.
Çenemi başının üstüne yasladığımda ön tarafta durup titreyen telefona kaşlarımı çatarak baktım.
Benim telefonum değildi, Ayaz'ın olma ihtimali de düşüktü çünkü kılıf pembeydi?
Geriye tek bir ihtimal kalıyordu o da bu telefonun Ezgi'nin olma ihtimaliydi...
Yapmamam gerekirdi ama fazla meraktan çatlarsan ölebilirdim.
Telefonu Ayaz'a çaktırmadan elime alıp mesaj ekranını açtım.
Açıkçası Tolga'yı görmeyi pek beklemiyordum.
O yılan ile abimin ne ilişkisi olabilirdi?
Sinirle soluduğumda Ayaz geriye çekildi, "Saçını acıttım özür dilerim."
Birşey anlamamış gibi öylece bakakaldığım da bilekliği ne takılan saçımı hafifçe tutup düzeltti.
Beynim resetlemiş gibi kalkaldığımda neyden bahsettiğini zar zor anlamıştım.
"Ha yok acımadı. Makyajım biraz bozuldu ben bir lavaboya gitsem iyi olacak."
Kafasıyla onayladığında arabadan hızla inip restorana girdim, yaptığım ilk şey Ezgi'nin nerde olduğunu görmek oldu. Sandviç hazırlama yerinde sipariş bekleyen o gözüme çarptığında ondan uzakta kalmayacak şekilde beni görmediği bir alana geçtim.
Telefonun ekranında şifre olmaması benim için büyük bir avantajdı.
Ekranı açıp mesajlaşma uygulamasına girdim.
Tolga: Konuşalım mı lütfen?
Tolga: Ne bu inat? Bilerek yapmadım biliyorsun sana bile isteye zarar verdirir miyim?
Tolga: Müsait değilsin heralde.
Abim ona konuşmak için rica edecek kadar bağlanmış mıydı gerçekten?
Siz: Konuşacak birşey yok ortada diye düşünüyorum.
Anında çevrim içi olması dikkatimden kaçmamıştı.
Tolga: Öylece herşeyi kafanda bitiremezsin?
Kafanda bitirmek mi? Tolga gerçekten Ezgi'ye aşık olabilir miydi?
Ama ona seni kız kardeşim gibi görüyorum demişti?
Korkuyla atan kalbime inat yazmaya devam ettim.
Siz: beni kız kardeşin gibi gördüğünü söyleyen sendin başlamayan birşeyin bitmiş olması kadar normal birşey görmüyorum Tolga.
Tolga: Nasıl hemen konuyu oraya çekebiliyorsun Ezgi, daha geçen aya kadar Ayaz'ın etrafından ayrılmıyordun. Şimdi kalmışsın beni seviyormuş gibi yapıyorsun. Senin yüzünden sevdiğim kadınla aramın bozulduğu yetmedi değil mi? Herkese kendini acındırıp beni seviyormuşsun gibi yaptın. Bunun yanında Ayaz'dan uzak durman gerektiğini söylediğimde dün ortalığı birbirine kattın. Kolunu o hale getiren benim sevgilim değil sendin. Senin Ayaz'a ilgini Mina duysa n'olacak biliyor musun seni parçalara ayırıp gömecek. Kız kardeşimin en hafif ölüm cezası senin sonun olacak anla artık bizden uzak durman gerekiyor.
Görüldü.
Hayatım boyunca şüphelendiğim birşeyin bu denli hızlı ortaya çıkması beklenmedik birşeydi.
Dona kaldığım da yapabildiğim tek şey tüm mesajları silip telefonu kolumun içine saklamak oldu.
O kadına gününü çok güzel bir şekilde gösterecektim.
Hızlı adımlarla arabaya ilerlediğimde çoktan gelmiş olduğunu gördüm bir de bu yetmezmiş gibi kendine aldığı şeyi bölüp Ayaz'a uzatıyordu.
Hışımla arabaya ilerleyip kapıyı açtım ve kendimi içeri attım.
Ayaz'ın bakışları bana dönerken ben öfkeyle Ezgi'nin ona uzanan eline baktım.
"Ne oldu güzelim?"
Sinirli bakışlarımın esiri olarak onu aldığımda kollarımı önümde bağlayıp konuştum.
"Öğrenmemem gereken birşey öğrendim onun sinirini kimden çıkarsam diye düşünüyorum."
Bana ne olduğunu sormak yerine uzanıp yanağımı okşadı, biliyordu çünkü o burdayken söylemezdim.
"Sandviç yer misin?"
Cevap vermeme izin vermeden ufak ufak lokmayı ağzıma sıkıştırdı.
Kafamı yana çevirip kaçmak istediğimde öncekinden daha büyük bir lokmayı ağzıma tıktı.
Elimle ağzımı kapatıp yarısı dışarıda kalan lokmayı tuttuğumda sabah aldığı vişneli sodayı alıp dişiyle açtı ve bana uzattı.
"İç de boğulma güzelim."
Dudaklarıma yasladığı sıradan sonra doyduğumu söyleyip geriye kaçmıştım, o da doyduğumu bildiği için zorlamamış kalan sodayı ve sandiviçi kendi yemişti.
"Flört etmeniz bittiyse gidelim artık!"
Kaşlarımı kaldırarak anlamaya çalıştım.
Fakat ona cevap vermedim çünkü telefonu hâlâ elimdeydi.
Yemek yemek flört etmek mi oluyormuş?
Ayaz, bana doğru eğildi ve saçımı arkaya yasladı, "Gidelim mi artık güzelim."
Ezgi, kudurmuş it gibi kafasını camdan dışarı çevirdiğinde elimdeli telefonunu yerine hızla bıraktım ve konuştum.
"Olur gidelim."
Ayaz arabayı çalıştırdığında zaten pek fazla yolumuz kalmamıştı bir saatten erken bir sürede varmıştık.
Konferans salonunun bahçesine girdiğimiz anda flaşlar patlamaya başlamıştı rahatsız olmuş bir şekilde kafamı eğdim bu kadar abartı bir flaşa gerek var mıydı?
Panik atağım tutmuştu bu kalabalıkta, "Ayaz korkuyorum ben giremem içeri!"
Ayaz arabayı park edip bana döndü ellerimi sıkıca kavradı, "Orasını bana bırak güzelim, sen korkma yeter."
Onaylarcasına başımı aşağa yukarı salladım nedense o yanımdayken fazla korkamıyordum.
Ardından inip yanıma geldi kapımı açıp inmeme yardım etti. Bir eli belimi sıkıca sarmış güven verici bir şekilde beni kendinden ayrımadan içeri girmiştik, tabi o sırada arkada olan kameramanlar yüzünden pek rahat içeri girmemiştik ama onları saymıyorum.
Kulisin önüne geldiğimizde Ayaz'a döndüm, Ayaz'ın bu tarafa geçmesi yasak olduğu için gitmesi gerekiyordu birşey söylemek için kolumu tutup kulağıma eğildi,"Eğer sana istemediğin sorular sorarlarsa hiç tereddüt etmeden onları doğduğuna pişman ederim bana güven olur mu?"
Kafamı olumlu anlamda sallayıp gözlerine baktım, ona gerçekten bu anlamda çok güveniyordum.
Geriye çekilip eliyle saçlarımı düzeltti, beni bekleyen iki asker kendi aralarında Ayaz yüzünden söylenmeye korkuyorlardı ama beklemekten sıkıldıklarını görebiliyordum.
Ayaz'dan korkmaları normaldi, 1.92 boylarında akademi askeriydi. Girdiği her ortamda sadece sırtına bakarak bile ona bulaşmaktan vazgeçecek milyonlarca insan tanıyordum.
Ufakça kırıkdadım bu durum komiğime gitmişti.
Ayaz'ın yanından ayrılıp beni bekleyen iki askerin yanına vardığımda kulis arkada kaldığı için ona sırtımı dönmüştüm. Yine de ona rağmen gitmediğini arkamdan beni izlediğini biliyordum.
Kulise girdiğimde makyaja ihtiyacım olup olmadığı soruldu, bense onlardan daha iyi yaptığım için kabul etmedim.
Ardından önüme, zorla katılmadığıma dair ıvır zıvır evrakları getirdiler, fakat imzalamak la uğraşamayacağım için çıkışı imzalayacağı o söyleyip başımdan savmıştım.
Röportaj saati geldiğinde aynı iki asker gelip beni sahnenin oraya götürmüştü.
Sahnede iki tane adam vardı önlerinde de bayağı kağıt topluluğu, muhtemelen onlara röportaj verecektim. Salon tıklım tıklım doluydu.
Esmer olan adam elini bana uzattı, "Hoş geldiniz Mina hanım. Ben Vilares."
Hiç memnun olmadım.
"Memnun oldum."
"Hazırsanız şuraya oturun başlayalım."
"Tamam."
Bu soruyu bekliyordum kameraya baktım, "Kumpas kursaydım şuan karşınızda olmazdım?"
Cevap onları rahatsız etmiş olmalı ki sinirle devam ettiler, "Bu durumdan pişman değil misiniz?"
Çenemi tutmak zorundayım çenemi tutmak zorundayım.
"Yapmadığım birşeyden pişman olup olmadığımı sorduğunuza göre pek de zeki bir birey değilsiniz demektir."
Sinirle art arda sorular yönlendiriyordular hepsine teker teker cevap verirken, tek bir soru tüm kanımın çekilmesine sebep oldu, "Halk tarafından bu soru çok sorulmuş, ailenizi siz mi öldürdünüz?"
Bakışlarım buz gibi bir şekilde kalakaldığında ilk yaptığım şey Overls'a bakmak oldu, ayağa tam kalkacakken ondan önce yanında oturan Ayaz karanlığın içinde ayağa kalktı.
Ayaz'ın yüzü tam görünmese de röportaj yapan adamları tedirgin ettiğini görebiliyordum,"Beyfendi ne yapıyorsunuz şuan kural ihlali bu yaptığı-"
Ayaz'ın bir adım daha atmasıyla sahne ışı onunda yüzüne vurmuştu, herkes sus pus oluverirken Ayaz'ın etrafını onu zapt etmek için on ikiye yakın asker etrafına sarıldı.
O bir akademi askeriydi diğerlerine göre daha çok zorluk görmüştü bunun yanında bu askerler ona göre çok çelimsizdi.
"O soruyu yiyorsa tekrarlasanıza?"
Rusça bir şekilde söylediği şeyle uzunca yutkundum sesi fazla çekiciydi.
Sabah akşam Rusça konuşan sesini dinleyebilirdim.
O kadar büyülenmiştim ki kalbimdeki asıl ağrıyı unutmuştum.
"Geriye çekilin bakın son kez uyarıyorum!"
Ayaz, bana yönelik konuştu, "Burada işimiz kalmadı in."
Elini bana uzattığında düşünmeden tutup aşağı indim.
"O kağıtları ne için imzalattık size sorularımız bitmeden gidemezsin!"
Omuz silkerek Ayaz'ın elini daha sıkı tuttum, "İmzalamadım ki ben onları."
Umursamadan hızlı adımlara ilerlemeye başladuk nereye gittiğimiz hakkında hiçbir fikrim yoktu.
Bense sadece sesleri yok edip koşar adım ordan uzaklaşmayı hedefliyordum.
Bahçeye çıktığımızda kameralardan kaçmak adına sağa sola doğru giderken Ayaz'ın elini bırakıvermiştim.
Nereye gittiğimi bilmeden koşar adım dümdüz ilerliyordum peşimden gelen onca kamera içinde o kadar boğuluyordum ki nefes almamın zorlaştığını hissettim.
Önümü görmeden dümdüz koşuyordum sadece.
Hissettiğim tek şey özgür olma duygusuydu.
Yavaşladığımda derin nefesler aldım bir elimi kalbime yasladığım da nefesim çıkmayacak kadar koştuğumu anladım.
Zoraki gözlerimi aralığımda etrafımda döndüm Ayaz yoktu ve ben kaybolmuştum.
Bir ormanın en içinde öylece duruyordum.
Hayır hayır bu gerçek değil şaka falan olmalı kaybolmadım kaybolmadım...
Gözlerimi kapattığımda ensemde soğuk bir metal hissetmemle içimde daha büyük bir korku filizlenmişti.
"Özledin mi bakalım beni?"
Duyduğum sesle tüm beynimden vurulmuş kadar olmuştum.
BÖLÜM SONU
BU BÖLÜMÜ DÜZENLEMEK 3 AYIMI ALDIIII
O YÜZDEN LÜTFEN OY VERMEYİ YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN İYİ OKUMALAR DİLERİM
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
