13. Bölüm

11. Bölüm

Merve Cengiz
miacengiz27

Keyifli okumalar ❤️

 

 

11. Bölüm

 

 

(2023, Günümüz)

Phoebe, ayakları kumlu bir plajın yumuşak dokusunda kayarken, etrafta bir sessizlik hakimdi. Az ileride koskocaman bir tapınak vardı. Phoebe tapınağa yaklaştıkça üzerindeki sembolleri seçebiliyordu. Phoebe tapınağın önünde durdu ve sembolleri incelemeye başladı. Her sembol, kendi hikayesini anlatmak için parlıyordu, ancak anlamları Phoebe'nin ulaşamayacağı kadar derindi. Tapınağın kapıları, gizemli bir şekilde açılarak ona davetkar bir şekilde parladı. Phoebe, bu çağrıya karşı koyamazdı ve tapınağın içine doğru adım attı. İçeride, sembollerle dolu bir oda onu karşıladı. Duvarlar, geçmişin hikayelerini anlatan sembollerle kaplıydı. Her sembol, bir sırrın anahtarını taşıyordu.

Bir sis bulutu, sembollerin etrafında belirirken, Phoebe, onun içine doğru yavaşça ilerledi. Sis, onu örtüp sararken, onu bilinmeyenin derinliklerine doğru çekiyordu. Yavaşça ilerlediği sırada, etrafındaki sisin yoğunluğu artıyor ve onu daha da içine çekiyordu.

Sonunda, sisin ardında, eski bir ormanın derinliklerine açılan bir yol belirdi. Yıldızların altında parıldayan yapraklar, Phoebe'ye yoldaşlık ederken, sembollerin ışığında yürümeye başladı. Her adımı, geçmişin izlerini takip eder gibi hissettiriyordu. Ama ileri gidemiyordu. Sanki ayakları bağlanmıştı. Etrafını sanki bir zırhlı güç sarmıştı. Tekrar bir ses duydu. Bu seferki ses daha önce hiç duymadığı kadar yüksek ve tedirgin ediciydi. "Gizemlerin karanlık perdesi altında, lanetin gölgesi yükselir. Gelecek, lanetli bir kaderin izlerini taşır ve gölgelerin arasında kaybolmuş gerçekler, lanetin sonsuz döngüsünü besler."

Bu kehanetin yankıları Phoebe'nin uyanmasına neden oldu. Gözlerini açtığında, yatağında uzanırken, rüyanın etkisi hâlâ üzerindeydi. Phoebe'nin kalbi rüyanın etkisiyle hâlâ hızla atıyordu ve bir an için rüyanın gerçekliğiyle savaşırken ter içinde kalmıştı. Oda, sessizlik ve camdan içeriye süzülen gün ışığıyla doluydu, ancak Phoebe'nin içindeki heyecan her zamankinden daha fazlaydı. Kafasını kaldırıp etrafına bakarken, rüyadaki sembollerin hâlâ zihninde parladığını hissetti.

Tapınağın görüntüsü, zihninde bir an bile soluklanmadan canlandı. O an, onun için gerçeklikle rüya arasında ince bir çizgi vardı. Şafak sökmek üzereydi ve Phoebe'nin hâlâ aklında rüyasında gördüğü imgeler ve duyduğu ses yankılanıyordu.

Phoebe, kendini toparladıktan sonra yataktan kalkıp elbiselerini giydi. Adımlarını sessizce koridorda ilerlerken, zihninde rüyanın yankıları hâlâ canlıydı. Kendini sakinleşmeye zorladı. Biraz zor olsa da sakinleşmeyi başarınca avluya indi. Babası ve Halası yemek masasında oturuyordu.

Phoebe onlara doğru yaklaştı. "Günaydınız."

London başını gazeten kaldırmadan, "Sanada," dedi.

Phoebe masadaki yerine geçip oturdu. Bugün masada bir sessizlik hakimdi. Babasının düşünceli yüzünden bir sorun olduğunu anlamıştı. Şehirde cinayetler arttıkça gözler daha çok babasının üzerine dönüyordu. Phoebe bir süre avlanmama kararı almıştı ama açlığını kan torbalarıyla geçiştirmek onu tatmin etmiyordu. Sessizce bir şeyler atıştırdı. Masada kimseden çıt çıkmıyordu.

Phoebe yemeğini bitirdikten sonra telefonunu aldı ve Kaiden'la bugün dışarda buluşup semboller ve ritüeller hakkında araştırma yapacaklardı. Kaiden'a mesaj attı: Birazdan evden çıkacağım.

Phoebe mesajı gönderdikten sonra telefonunu yemek masasının üzerine koydu ve yarılamış olduğu kahvesinden bir yudum aldı. Telefonun ekranı yandı. Kaiden'dan mesaj gelmişti. Ekranda gözüken mesajı okudu ve kahvesini bitirip ayağa kalktı. "Size afiyet olsun, ben biraz yürüyeceğim."

London gazetesinden başını kaldırdı ve Phoebe'ye baktı. "Kaiden gelmeden dışarı çıkmamalısın."

Phoebe babasına baktı. "Kaiden'la buluşacağız, babacığım merak etme..." Somurtarak ekledi. "Hâlâ sana itaat ediyorum, korkma," dedi.

London kızının küstah tavırları karşısında öfkeleniyordu. May, London'a baktı. London'ın öfkesi yüzüne yansımıştı. Bakışlarını Phoebe'ye dikmişti. May bakışlarını Phoebe'ye döndürdü. Babasının gözlerinin içine meydan okurcasına bakıyordu. May yerinde kımıldandı. "Bee, babanla düzgün konuş."

Phoebe'nin bakışları Halasının uyarı dolu bakışlarına çevrildi. Saçını geriye savurdu. Phoebe'nin içindeki huzursuzluk ve rüyanın bıraktığı izler hâlâ tazeyken, babasıyla olan bu tartışma onun sabrını zorluyordu. İçinden derin bir nefes aldı ve sakin kalmaya çalışarak, "Bu kadar baskı uygulamanız beni sıkıyor," dedi. "Sadece biraz hava almak istiyorum."

London kaşlarını çattı ama daha fazla üstelemedi. May ise Phoebe'ye yumuşak bir bakışla karşılık verdi ve hafifçe başını sallayarak onu onayladı.

Phoebe evden çıkarken, dışarıdaki serin hava onu biraz olsun rahatlatmıştı. Adımlarını hızlandırarak Kaiden'la buluşacakları yere doğru ilerledi. Kafasındaki semboller ve rüyanın yankıları, bir yandan onu bu buluşmaya iterken diğer yandan ona huzursuzluk veriyordu. Rüyanın anlamını çözmenin kendisi için ne kadar önemli olduğunu biliyordu.

Kaiden'la buluşacakları yere yaklaştığında Kaiden'ı gördü ama yanında bir kız vardı. Phoebe durdu ve kız izledi. Kaiden'la çok yakın gibi duruyordular. Kaiden elindeki kahvelerden birini kıza doğru uzatmıştı. Phoebe onların konuşmalarına kulak kabarttı.

Kız, "İşe dönmek zorunda mısın?" diye sordu. "Tekrar akademi için hazırlanmalısın."

Kaiden'ın dudakları ince bir çizgi halini aldı. "Korumalık pozisyonundan memnunum, iş adamları iyi ödeme yapıyor."

"O kaza olmasaydı," diye başladı kız ve Kaiden'ın elini tuttu. "Akademiyi birlikte bitirirdik. Bence akademiye dönmeyi düşün."

Kaiden bıkkın bir şekilde nefes verdi ve Phoebe'yle gözleri buluştu. Sonra kıza döndü. "Benim işe dönmem gerek," dedi ve kızın yanından ayrılıp Phoebe'ye aklaştı.

Phoebe kendini toparladı ama bakışları kızın üzerindeydi. Kız da ondan tarafa bakıyordu.

Phoebe'nin yüzündeki gerginliği fark eden Kaiden, "Merhaba, her şey yolunda mı?" diye sordu.

Phoebe, başını sallayarak, "Evet," dedi ve gözlerini kızdan ayırdı.

Kaiden, Phoebe'yi yönlendirdi. "Gel, bizi kimsenin rahatsız etmeyeceği bir yer biliyorum," dedi ve onu şehrin arka sokaklarına doğru yönlendirdi. Bir süre yürüdükten sonra, eski ve bakımsız görünen bir binanın yanındaki dar bir sokağa girdiler. Sokağın sonunda, neredeyse fark edilmeyecek kadar gizlenmiş bir kapı vardı.

Kaiden, kapının yanında durup gizli bir anahtar çıkardı. Kilidi açarken, "Burası benim gizli sığınağım," dedi. "Burada çalışırken kimse bizi bulamaz."

Phoebe merakla çevresine bakındı. Kaiden kapıyı açıp içeri girdi ve Phoebe'yi de peşinden sürükledi. İçerisi beklenmedik şekilde geniş ve düzenliydi. Ama tam bir erkek evine benziyordu.

Kaiden buz dolabına yaklaştı ve iki bira çıkarıp açtıktan sonra birisini Phoebe'ye uzattı. Phoebe şişeyi alırken bir taraftan Kaiden'ı izliyordu. Kaiden çiftli koltuklardan birine uzandı ve rahat bir nefes alıp verdi.

Phoebe boş yere geçip oturdu ve etrafı inceledi. Kaiden'ın ona baktığını hissediyordu. Bakışlarını ona çevirdi. "Bugün yanındaki kız sevgilin miydi?"

Kaiden hafifçe doğruldu ve birasından kocaman bir yudum aldı. "Özel hayatımı mı merak ediyorsun, Prenses."

Phoebe'nin yüzünde hafif bir kızarma belirdi. Kaiden'ın bu alaycı tavrı onu biraz rahatsız etmişti. "Ortağımın özel hayatının, bir şekilde önüme çıkmasını istemem," dedi, birasını yudumlarken bakışlarını kaçırdı.

Kaiden tek kaşını kaldırdı ve sonra gülümseyerek, "Hayır, sevgilim değil. O sadece eski bir arkadaş," dedi.

Phoebe, Kaiden'ın sözlerindeki hüznü hissetti ve daha fazla üstelemek istemedi. "Anladım," dedi sessizce.

Kaiden, konuya dönmek için çabuk davrandı. "Şimdi, semboller hakkında konuşalım," dedi. "Halan sembolleri çözmüş mü?"

Phoebe omuz silkti ve Kaiden'a gördüğü rüyayı anlatıp anlatmama arasında gidip geldi. "Biliyorum, fakat dün gece çok değişik bir rüya gördüm."

Kaiden alayla, "Şimdide rüyalarını mı anlatacaksın, Prenses?" dedi.

Phoebe göz devirdi. "Ben bir melezim, Kaiden ve hayatım boyunca hiçbir rüya görmedim," diye çıkıştı.

Kaiden ellerini teslim olurcasına kaldırdı. "Tamam, Tamam. Hadi anlat."

Phoebe, rüyasında gördüğü tapınağı, sembolleri ve duyduğu kehaneti detaylı bir şekilde anlatmaya başladı. Kaiden, onu dikkatle dinlerken notlar aldı ve duvardaki panolara bakarak bazı bağlantılar kurmaya çalıştı.

"Bu semboller ve kehanetin senin lanetinle ilgili olabileceğini düşünüyorsun yani," dedi Kaiden.

Phoebe başını salladı ve etrafı inceledi. Odanın bir kısmı kitaplarla doluydu. Kaiden ayağa kalktı ve raflardan birkaç eski kitap çıkararak masanın üzerine koydu. Kutsal birkaç kitap Phoebe'nin önündeydi. Phoebe, Kaiden'a baktı. "Bu kitapları nereden buldun?"

"Cadı mezarı tırtıklama diyelim."

Phoebe bir kitaba uzandı ve karıştırmaya başladı. "Ciddi olmazsın!"

Kaiden gülümsedi. "Atalarının mezarını karıştırmış olmam seni üzdü galiba."

Phoebe ona ters ters baktı. "Yarı vampir olduğumu unutuyorsun!"

Kaiden eline kitaplardan birini aldı ve incelemeye başladı. Ama gördükleri semboller ve ritüellere dair hiçbir şey yoktu.

Phoebe bıkkınlıkla nefesini dışarıya verdi ve elindeki işe yaramaz kitabı bitirip başka bir kitabı aldı. Sayfaları umutsuzca çevirirken bir sayfada rüyasında gördüğü tapınağa benzer bir çizimle karşılaştı. Heyecanla, "Kaiden, bir şey buldum galiba," dedi ve çizimi Kaiden'a gösterdi. "Bu rüyamda gördüğüm tapınağa çok benziyor."

Kaiden, Phoebe'nin bulduğu sayfayı dikkatle inceledi. "Hmm," diye mırıldandı ve eski yazıları okumaya çalıştı. "Bu tapınak resmen başka bir kıtada, Prenses."

Phoebe'nin heyecanı artmıştı. "Bu tapınağı bulmalıyız," dedi kararlılıkla. "Belki daha fazla bilgi edinebiliriz."

Kaiden başını salladı. "Batı'dan Doğu'ya gitmek konusunda endişelerim var."

Phoebe derin bir nefes aldı. "Biliyorum, ama başka şansımız yok," dedi. "Hazırlık yapalım."

Kaiden, Phoebe'nin kararlılığını gördü ve iç çekerek başını salladı. "Peki, haklısın," dedi. "Hazırlık yapalım ve mümkün olan en kısa sürede yola çıkalım."

Phoebe'nin yüzünde bir kararlılık ifadesi belirdi. "İlk olarak, babamı atlatmalıyım," dedi.

Kaiden başını salladı. "Bu iyi bir fikir," dedi. "Ben de seyahat düzenlemeleri için birkaç şey ayarlarım. Yolculuk uzun ve tehlikeli olabilir."

Phoebe yerinden kalktı. "Beni eve götür, dikkatleri üzerime çekmek istemiyorum."

Kaiden yerinden kalktı ve Phoebe ile birlikte sığınaktan çıkıp dar sokakta yan yana yürümeye başladılar. "Babanı nasıl atlatmayı düşünüyorsun, peki?”

Phoebe iç çekti. "Bilmiyorum ama bulacağım," dedi ve çaktırmadan Kaiden'ı incelemeye başladı.

Kaiden, Phoebe'yi eve götürürken dikkatli ve temkinliydi. Phoebe, babası London'ın ve halası May'in endişelerini düşündü. Onlara doğruyu söylemenin, planlarının suya düşmesine neden olabileceğini biliyordu. Eve vardıklarında, Phoebe'nin aklında bir plan şekillenmişti. Ama pek emin olamıyordu.

"Tamam, buradan sonrası bende," dedi Phoebe, Kaiden'a bakarak. "Ne zaman yola çıkacağımızı konuşuruz, sonra."

Kaiden, Phoebe'nin gözlerinde kararlılığı gördü ve başını sallayarak onayladı. "Tamam, dikkatli ol," dedi ve Phoebe'ye bir an için duraksayarak baktı. "Eğer bir şey olursa, hemen haber ver."

Phoebe, Kaiden'ın endişesini anlayarak hafifçe gülümsedi. "Merak etme, her şey yolunda olacak," dedi ve kapıya doğru yöneldiler.

Eve girdiklerinde, London ve May'in salonda oturup konuştuklarını gördü. Babası, Phoebe'nin içeri girdiğini fark ettiğinde, gözlerini ondan ayırmadı.

"Bee, gel bakalım buraya," dedi London, sesi ciddi bir tonda. "Bugün neler yaptığını konuşmalıyız."

Phoebe içinden derin bir nefes aldı, Kaiden'a kısa bir bakış attı ve babasının yanına oturdu. "Tamam, baba. Konuşalım," dedi, sesinde saklamaya çalıştığı bir kararlılık vardı.

London, kızının yüzüne dikkatle bakarak, "Bugün neler yaptın? Neden bu kadar uzun süre dışarıdaydın?" diye sordu.

Phoebe, babasının sorularına hazırlıklıydı. "Sadece biraz hava almak istedim," dedi. "Düşünmem gereken şeyler vardı ve kafamı toplamak için yürüdüm."

London tek kaşını salladı. "Sadece bu kadar mı?"

Phoebe iç çekti. "Sanki farklı şeyler yapmama izin veriyorsun ya."

London iç çekti. "Phoebe çok dik başlı olmaya başladın, inan bu sabrımı zorluyor artık."

Phoebe kaşlarını çattı. "Hiçbir şeye karışmamı istedin, karışmıyorum. İstediğin bu değil mi?"

May iç çekti. "Yine başladınız," dedi ve London'la Phoebe arasında bakışları gidip geldi. "Bazen London niye bu kadar inat ettiğini anlamıyorum, sonuçta o senin kızın ve duracağını mı sanıyordun?"

London hiddetli bir şekil de "Benim evimde yaşadığı sürece bana itaat edecek," dedi. "Yoksa ikinizde tabutlarınızdaki yerinizi alırsınız."

Phoebe, babasının bu sert çıkışı karşısında sakin kalmaya çalışarak derin bir nefes aldı. İçindeki öfkeyi bastırmaya çalıştı, ancak artık daha fazla dayanamayacağını biliyordu. "Hayır, baba," dedi Phoebe, gözlerinde kararlılıkla. "Artık sana itaat etmeyeceğim. Kendi hayatımı yaşamak istiyorum ve bu laneti çözmek için ne gerekiyorsa yapacağım."

London, Phoebe'nin bu çıkışına şaşırmış ve öfkelenmişti. "Ne dediğinin farkında mısın, Phoebe?" diye hiddetle sordu. "Bu tehlikeli bir oyun. Kendini ve bizi riske atıyorsun."

Phoebe, babasının gözlerine bakarak, "Bu benim kararım," dedi. "Ve bu kararı senin izin vermen ya da vermemenle ilgili değil. Bu benim hayatım ve kendi yolumu seçmek istiyorum."

May, Phoebe'nin bu kararlılığı karşısında şaşırmış ve etkilenmişti. "London, belki Phoebe'ye biraz daha güvenmeliyiz," dedi, yumuşak bir ses tonuyla. "O büyüdü ve kendi kararlarını alabilir."

London'ın öfkesi dinmiyordu. May'e bakmadan, "İksiri getir May," dedi ve Phoebe'ye doğru ilerledi. "Tehlike geçen kadar hanımefendi tabutta olacak."

Phoebe başını iki yana salladı. Ellerini kaldırdı. Babası ona karşı bir şey yaparsa büyüyle kendisini korumak zorunda kalacaktı. "Büyü kullanmak istemiyorum, baba."

May, London'ın kolunu tuttu. "London, dur!"

Kaiden sessizce duramayacağını anladı ve Phoebe'ye yaklaştı ve kolunu tuttu. Sonra London'a baktı. "Efendim, onu birkaç günlüğüne buradan götürsem iyi olabilir. Tabii bir öneri."

May, Kaiden'ı destekledi. "Doğru bir karar olabilir. İkinizin bir süre birbirinizden uzak kalması herkes için iyi olacak." London'a baktı. "Hem Kaiden onu korur," dedi ve Kaiden'a Phoebe'yi buradan götürmesi için işaret etti.

Phoebe'nin içindeki gerilim, babasının hiddeti ve Kaiden'ın desteği arasında gidip gelirken zirveye ulaştı.

London, öfkesine hâkim olamıyordu, ama May'in ve Kaiden'ın önerisi karşısında bir an duraksadı. Derin bir nefes aldı, öfkesini kontrol altına almaya çalışarak. "Tamam," dedi, sesi hâlâ sert ama biraz yumuşamıştı. "Ama sadece birkaç gün. Ondan sonra geri dönmesini bekliyorum."

Kaiden, Phoebe'nin elini tutarak onu malikâneden dışarıya çıkardı. Dışarıda, sokaklarda yürürken ikisi arasında sessizlik hakimdi.

Phoebe, derin bir nefes alarak, "Nereye gideceğiz şimdi?" diye sordu. "Planımız nedir?"

Kaiden, Phoebe'yi güvende hissettirecek bir yer ararken, "İlk olarak, güvenli bir yere gitmemiz gerekiyor," dedi. "Sığınak yeterince gizli ama daha fazla dikkat çekmemek için başka bir yer bulmalıyız. Bir arkadaşımın ormanın kenarında eski bir kulübesi var. Bir süre orada kalabiliriz."

Phoebe, Kaiden'ın bu planına güvenerek başını salladı. "Tamam," dedi. "Oraya gidelim ve bir sonraki adımımızı planlayalım."

Kaiden, Phoebe'yi ormanın derinliklerindeki kulübeye doğru yönlendirdi. Yol boyunca sessiz kaldılar, ikisi de düşüncelere dalmıştı. Phoebe, içinde büyüyen kararlılığı ve babasının öfkesini düşünürken, Kaiden ise Phoebe'yi koruma görevine odaklanmıştı.

Kulübeye vardıklarında, Kaiden kapıyı açarak içeri girmelerini sağladı. İçerisi sade ama güvenli görünüyordu. "Burası bir süreliğine idare eder," dedi Kaiden, etrafı gözden geçirirken. "Şimdi, planlarımızı detaylandırabiliriz."

Phoebe, Kaiden'ın yanında kendini daha güvende hissediyordu. "Evet," dedi kararlılıkla. "Lanetin sırrını çözmek için neler yapabileceğimizi düşünmeliyiz. Rüyamda gördüğüm tapınak ve semboller hakkında daha fazla bilgiye ihtiyacımız var."

Kaiden, Phoebe'ye ciddi bir ifadeyle baktı. "Bu yolculuk tehlikelerle dolu olacak, Phoebe," dedi. "Ama bu gece bunu konuşmayalım. Şimdi dinlen bende sana kan bulayım."

Phoebe başını salladı ve yatağa doğru ilerleyip yatağın üzerine oturdu. Kaiden kulübeden ayrıldı ve Phoebe kulübeyi incelemeye başladı. Büyü malzemelerinin yanında olmamasından dolayı kendine küfretti.

Phoebe birkaç dakika etrafı karıştırarak oyalandıktan sonra Kaiden elinde kan torbalarıyla kulübeye girdi.

Kaiden, Phoebe'nin açlığını anlayarak sessizce izledi. Phoebe, kanı içerken gözlerini kapattı ve bir süre sonra doygunluk hissiyle rahatladı. Kaiden, Phoebe'nin yanına yaklaştı ve onun yanında oturdu.

Phoebe, içtiği kanın etkisiyle daha da rahatladı ve Kaiden'ın yanında huzurla uyumaya daldı. Kaiden, Phoebe'nin yanında nöbet tutarken, içindeki endişelerle baş başa kaldı. Yarın, birlikte tehlikeli bir yolculuğa çıkacaklardı ve Kaiden, Phoebe'yi her türlü tehlikeden korumak için kararlıydı.

____________

İletişim Bilgileri

Instagram: _miacengizkitapligi_

Twitter(X): merve_author

Gmail: merveauthor215@gmail.com

Bölüm : 22.03.2025 18:18 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş