13. Bölüm

12. BÖLÜM- AYNA

Ecenur Mısırlı C.
miadarknesss

Üzerimden kayan çarşağın hışırtısına gözlerimi araladım. O kadar yorgun hissediyordum ki kendimi, bir türlü uyanamıyordum. Saraya geldiğimiz gibi kendimi odama atmıştım ve yatağa yatar yatmaz uyuyakalmıştım. Hem açık havada zaman geçirmek hem de at sürmek beni oldukça yormuştu. Geceden beri de uyumadığımı varsayarsak uyanamamam çok normaldi. Dün çok güzel vakit geçirmiştim öyle büyülü bir zamandı ki benim için hiç bitmesin istedim. Benim düşmemi engellerken sıkıca kavradığı belimde parmak uçlarına kadar hissetmiştim. İtiraf etmeliyim ki etkilenmemek elde değildi. Barlas'la birlikte geçirdiğim anı düşünürken yatakta bir süre daha vakit geçirdim.

Saçlarım karışmış gözüm çapaklanmıştı. Bedenim iflas etmiş gibi sanki bir yığın ağırlığın altında kalmış gibi hissediyordum.Kendimi zorlayarak yataktan kalktım. Çıplak ayaklarım zemine değdiği an soğukla temas etmenin etkisiyle beynime şimşekler çaktı.
Küçük adımlarla banyoma giderek küveti doldurdum. Suyu çok sıcak olmayacak bir şekilde ısıttıktan sonra üstümdeki etekleri parçalanmış elbiseyi çıkarıp kenara attım. Suyun içine girerek güzelce bedenimin gevşemesine izin verdim. Başım zonkluyordu ağrının sebebi tamamen yorgunluk ve çok fazla düşünmekti. Düşünmekten ve düşüncelerin beni boğmasından yorulmuştum.
Bir süre sonra küvetten çıkmış sıradan mavi bir elbiseyi üzerime geçirmiştim. Tacı da başıma geçirdikten sonra aynada son halime baktım. Bitkin görünüyordum hala uykum vardı ama yapılacak işlerim vardı.
Odamdan çıkmaya hazırlanırken kapı çaldı. Gel dedikten sonra aralanan kapının ardından Gölge başını uzattı.
"Gelsene." dedim yüzümde oluşan gülümsemeyi engelleyemeyerek.
İçeriye girip yanıma ilerledi tam karşımda dururken her zaman ki kusursuz yüzünü inceledim. Benim aksime çok hoş görünüyordu. Bedenini saran muhafız kıyafeti kaslarını daha da belirginleştiriyordu. Alnına düşen saç tutamlarını elimle kenara itmek istedim.
"Nasılsın bir türlü konuşamadık." dedi. Kaşları havaya kalkmıştı.
"Dinlenmeye çalışıyorum. Oldukça yorgunum."
"Saraydan çıkarken gördüm sizi. Yalnız gitmeniz beni telaşlandırdı böyle tedbirsiz nasıl olabilirsin." dediğinde kaşlarım çatılmıştı. Sesindeki sertliği almıştım.
"Yalnız değildim."
" Az daha peşinizden geliyordum kendimi ne kadar zor tuttum bilemezsin. Biliyorum ama ona ne kadar güvenebiliriz." Şaşırdım. Bizi gördüğünde peşimizden mi gelecekti gerçekten? Neydi bu tavrı, kıskanmış mıydı? Yoksa kapris mi yapıyordu?
"Oldukça." diyerek tersledim onu. Bunca zaman beni yalnız bırakan yanımda olmayan kendisi değilmiş gibi nasıl konuşurdu. Nasıl olur da benimle böyle konuşabilirdi. Hiç yoktan bana az da olsa güvenmeliydi.
"Alin, onu daha yeni tanıyoruz. Saray muhafızı bile değil. Bir yabancı!"
Gözlerim ateş edercesine ona baktım. Küçüklüğümden beri yanımda olan adamı tanıyamıyordum. Benimle neden böyle konuştuğuna anlam veremedim. Neden Beni Barlas'dan uzak tutmaya çalışıyordu?
"Barlas bizim tarafımızda, ona güvenebileceğimi defalarca kanıtladı. Ayrıca onu tanıyabilmem için yeterli bir süre vakit geçirdim." dediğimde bir adım geri çekildi. Ona dokunmamak için ellerimi yumruk yaptım. İçimde, göğüs kafesimde belli belirsiz bir ağırlık vardı. Ona karşı olan hislerimin kalbimin bir köşesinde kafese kapalı öylece duruyordu. Onun yakınındayken bir kuş gibi kanatlanıyordu duygularım. Ama bir yandan hala onun benim emrimde olan bir muhafız olduğu gerçeği değişmiyordu benimle böyle konuşmamalıydı ayrıca ona açıklama yapmam bile gerekmiyordu. Ona olan hislerimin yaptıklarının üstünü örtmesine izin vermemeliydim.
Ona karşı içimde öfke oluşmaya başlamıştı. Beni olduğundan daha yalnız bırakmıştı. Nedenini bilmiyordum ama öncesinde hiç böyle değildi şimdiyse birbirimizi neredeyse göremez olmuşken canını sıkan bir durum olduğunda yanıma gelip hesap sormaya kalması canı sıkmıştı. O olmadığında onun yerini dolduran birileri olunca sinirlenmemeliydi. Barlas benimle ilgilenip gücümü kontrol etmeyi bana öğretirken o bunun üstünü örtüp bir daha benimle bu konuda konuşmamıştı bile beni yalnız bırakmıştı. Oysa Barlas benim güçlerimi kısa sürede kontrol etmemi, ona güvenmemi sağlamıştı. Şimdi karşıma geçip nasıl olur da ona güvenemeyiz derdi aklım almıyor. Ona olan öfkemi yansıtmamak ve kalbini kırmamak için bakışlarımın sert olduğunu fark eder etmez yumuşattım. Sonuçta o benim düşmanım değildi, böyle davranmamalıydım.

Kollarımı önümde kavuşturdum.

"Bak o beni koruyor, güçlerimi geliştirmemde de yardımcı oluyor. Merak etmeni gerektirecek bir durum yok. Sonuçta o ve diğerleri hepiniz beni ve sarayı korumaya çalışıyorsunuz. Hepinizin amacı bu ona güven olur mu?" diyerek onun düşüncelerini rahatlatmaya çalıştım. Belki de o bana karşı daha fazla öfke duyuyordu bilmiyorum. Barlas'la o kadar çok zaman geçirmiştim ki belki de o benim onu kendimden uzaklaştırdığımı düşünüyordu. Yüzünü inceleyip ne düşündüğünü anlamaya çalıştım ama o ifadesizdi. Öylece çatılmış kaşlarıyla bana bakıyordu.
Karmaşık duyguların içinde bir kördüğüm olup gitmiştim. Ne düşüneceğimi ne yapacağımı nasıl davranacağımı artık kestiremez bir hale gelmiştim.
Bu böyle olmayacaktı. Bazı şeylerin bir an önce netlik kazanması gerekiyordu. Gölge'yle aramıza böyle mesafe girmesinden hiç hoşlanmamıştım.
Ondan uzak kalmak beni üzüyordu.

Bana doğru bir adım atarak yakınıma geldi.

"Alin, benim sana söylemem gereken bir şey var." dediğinde merakla ona baktım.
Normalde söze asla böyle girmezdi.
"Evet?" diyerek devam etmesini bekledim. Söyleyeceği şey önemli olmasa lafı asla böyle dolandırmazdı.
"B-ben..."
Sözü yarım kaldı.
Kapı hızla açılıp duvara çarpıp geri sekerken odada büyük bir ses oluştu. Ona eşlik eden de Efinin bağıran sesiydi.
"Aliiiiiin!"
Şaşkın kocaman olmuş gözlerle ona baktım.
"Alin! Alin. Çabuk gel." Korkuyla ve merakla ona bakarken "Ne oldu sakin ol. Kötü bir şey mi oldu?" diye sordum aceleyle.
"Kötü değil mucize oldu MUCİZEEE!"
"Efi söylesene ne olduğunu?" dedim sabırsızlanırken. Umarım güzel bir haberdir yoksa kötü bir haberi kaldırabilecek potansiyele şimdilik sahip değildim.
Gölge bir bana bir Efi'ye bakıyordu. O da ne olduğunu çözmeye çalışıyordu. Sarayda kendisinden habersiz kuş uçmadığı için şu anda o da merakta bekliyordu. Sözü de yarıda kalmıştı bunun da canını sıktığının farkındayım. Önemli bir konu değilse de onu yarıda bölen Efi'nin sonrasında canına okuyacağına emindim.
"Hera. Hera uyandı Alin! İnanabiliyor musun? İyileşti. Sonunda açtı gözlerini!" sesi o kadar sevinçliydi ki yüzü deli gibi gülüyordu. Yerinde sıçrayarak bana koştu ve kolumdan tuttuğu gibi peşinden sürüklemeye başladı. Şaşkınlığı ben üzerimden atamadan ve sevinmeme fırsat vermeden koridorda beni peşinden koşturtmaya başladı. "Hemen onu görmeliyiz. Ah! onu o kadar çok özledim ki." sesindeki mutluluğu zaten çok ne alabiliyordum. Annesi bebekliğinde Hera'ya sahip çıktığı için ikisi ikiz gibi büyümüşlerdi. Onların arasındaki bağ benimkinden de güçlüydü aslında.

Hera'nın iyileşeceğini biliyordum ama gözünü bu kadar kısa sürede açmasını beklemiyordum. Darius'un sözünde durması beni şaşırtmıştı. Beni sırf Saray büyücüsü olmak için kandıracağını düşünmüştüm ama o gerçekten de bana verdiği sözü tutmuştu.
Peşimizden de Gölge sakin adımlarla bizi takip ediyordu. Muhafızlar kapıda beklemede kalmışlardı.
Klasrum'un odasının önüne geldiğimizde kapıdaki muhafızlar içeri girmemiz için kapıyı açtılar.
Oda da Klasrum ve Darius vardı. Artık odaya ortak mıydılar yoksa Klasrum'un yerine Darius mu geçecekti bilmiyorum. Bu kadar ayrıntı ile ben ilgilenmiyordum. Odaya girdiğimizde gözlerim Hera'ya takılı kaldı. Gözleri kısık göz altları ise koyu halkalarla çökmüş bir haldeydi, oldukça bitkin gözüküyordu. Kıvır kıvır olan saçları yüzüne düşmüş gözlerinin içi kızarmıştı. Onu böyle halsiz görmeye hiç alışık değildim. Enerjisi yüksek daima gülen ve etrafındaki herkesi mutlu eden biriydi. Bizi gördüğünde yüzünde buruk bir gülümseme oluştu.

"Alin." dedi kısık bir sesle. Sesi zorla cızırtılı çıkmıştı dudaklarının arasından.
Koşar adımlarla yanına gittim ve sıkıca boynuna sarıldım. Öyle zayıf düşmüştü ki bedeni kolları incecikti. Kaburgalarını elimin altında sayabiliyordum.
"Seni çok özledim."
"Bende sizi." diyerek o da sıkıca sarıldı bana. Efi'nin ardımızdan "Kıskanıyorum ama." diye isyan ettiğinde ikimizde kolumuzu ona uzatıp sarıldık.
Bu üçlüyü özlemiştim. Kollarımı ondan çekmeden "Nasıl hissediyorsun?" diye sordum.

"Bitkin."

Gözlerim Darius'a kaydı. Köşede durmuş bizi izliyordu.

"Ne kadardır bu haldeyim? Neler kaçırdım?" diye soru sordu peş peşe.
Eftalya "Neredeyse bir hafta." diye yanıtladı sorusunu.
"Bir haftadır baygın mıyım?" kızarmış gözleri kocaman açıldı.
"Peki ya Kraliçe? Bulundu mu?" meraklı gözlerle bana baktı. Başımı olumsuz anlamda sallamakla yetindim. Hera'nın kaşları havaya kalktı. Bana öyle bir baktı ki ne düşündüğünü anlayamadım. "Yani sen şimdi kraliçe oldun?" gözleri başımdaki tacı görmüştü ve şaşkınlıkla bakmaya devam etmişti.
"Evet." dedim kısa ve öz bir şekilde.
"Taç giyme törenini kaçırdığıma inanamıyorum!" diye feryat etti. Kaşları çatılmıştı. Üzgündü.
Eftalya, Hera'nın omzunu sıkarak "Üzülme senin için tekrardan bir balo düzenleriz." dedi "Bu seferki de senin uyanmanın şerefine olur. Aramıza tekrardan hoşgeldin kıvırcık. Seni özledik." yüzünde buruk bir gülümseme oluştu. Eftalya tekrardan Hera'nın boynuna sıkıca sarıldı.
Efi Hera'nın yanına otururken Hera "Yine de taç giyme törenini kaçırdığım için üzgünüm Alin." dedi alt dudağı büzülmüştü.
"Sen dert etme bunları, güzelce dinlenip bir an önce iyileşmene bak."
"Artık sana kraliçe mi diyeceğiz?" diye sordu.
"Hayır, siz bana sadece Alin diyeceksiniz. Çünkü biz kardeşiz." Yüzünde tatlı masum bir gülümseme oluştu. Efi yerinde durmakta zorlanıyordu, heyecanı ve mutluluğunu tüm bedeniyle yaşıyordu resmen. Hera'nın elini sıkı sıkıya tutmuş kocaman sırıtışıyla ona bakıyordu.

Eftalya "Annem senin en sevdiğin yemekleri hazırlıyor. Her gece senin başında dua okudu, senin en sevdiğin hikayeyi anlattı her gece bir umut onu duyuyorsundur belki diye." Hera'nın gözleri dolmuştu.

Şu an da Hera'nın uyanması ve iyileşiyor olması beni mutlu ediyordu. Onu böyle görmeyi özlemiştim. Beraber vakit geçirmeyi, gülmeyi, eğlenmeyi, saçlarımı tarayışını bile özlemiştim.
Darius yanımıza geldi.
"Küçük hanımı yalnız bırakalım hanımlar daha tam iyileşmedi onu daha fazla yormayalım. Dinlenmesi gerek."
Gümüş saçları gün ışığında parlıyordu. Kiraz rengi dudakları düz bir çizgi halini aldı. Parıldayan sarı gözleri vücudumu inceledi.
"Oldukça yorgun gözüküyorsunuz ekselansları size bir çay hazırlamamı ister misiniz?" diye sordu.
"Uykusuzum sadece." dedim. Darius'un yakınlığından rahatsız olmuştum.
"Güzel bir uyku çekmenize yardımcı olabilirim." sesi baştan çıkarıcı bir tınıya sahipti.
"Aslında sakinleştirici bir çaya hayır demem." diyerek sohbeti kesmeye çalıştım yoksa ısrara devam edecekmiş gibime geliyordu.
Bana olan bakışları canımı sıkmaya başlamıştı. Kehribar rengi gözleri ışıkta parlarken gözlerini bile kırpmadan bana bakıyordu.
"O halde sıcak bir çay getiriyorum." diyerek bitkilerin bulunduğu tezgağa gitti. Hera'nın bitkin halini gördükçe canım sıkılıyordu. Efi'yse Hera'nın uyanmış olmasına sevindiğinden dolayı yüzünde güller açıyordu. Böyle bir tabloya her şeyimi veririm. Onlara bir şey olması düşüncesi bile beni kahrederken Hera'yı neredeyse kaybediyor olmak beni mahvetmişti. Kaderin cilvesi midir bilmem ama bir yandan annem ve bir yandan kardeşim gibi gördüğüm arkadaşlarımla sınanıyordum.
Her şey o kadar üst üste geliyordu ki neye üzüleceğimi ne ile baş edeceğimi şaşırır oldum. Düşüncelerimi bile kontrol edemez haldeydim. Başım çatlayacakmış gibi ağrımaya devam ediyordu güzel, temiz bir hava almak istiyordum.
"Majesteleri, çayınız." dedi yanıma geldiğinde çayı bana uzatırken.
"Teşekkür ederim." diyerek çayı aldım ve sıcak olduğu için küçük bir yudum alabildim ama o yudum bile çok lezzetli gelmişti. Sıcak çay boğazımdan aşağıya inerken geçtiği yeri yumuşatmış ve ferahlatmıştı. Çok taze, ferah ve hoş bir kokusu vardı. Bu arada bitki çayını da pek sevmezdim ama nedense bu çay çok lezzetli gelmişti.
"Ne bu?" diye sordum merakla.
"Özel karışımım majesteleri, oldukça şifalı ve sakinleştiricidir. Müptelası olma garantilidir."
"Gerçekten güzel." dedim gülümseyerek.
Gözleri ışıldadı ve çarpık bir tebessüm oluştu yüzünde.
Çaya hafifçe üfledim ve bir yudum daha aldım. Lezzetli.
Efi "Bende istiyorum." dediğinde Darius sırıttı.
"Tabii ki." diyerek Efi ve Gölge'ye de birer fincan verdi.
Hera "Bana yok mu? Ben de merak ettim." dediğinde Darius yeterince karışım içtiği için onun içmemesi gerektiğini söyledi.
Hala tedavisi devam ediyordu. Bir süre daha dinlenmesi ve kendini toparlaması gerekiyordu. Hala kanında zehir olduğunu ve ilaçlarla onu da yakın zamanda vücudundan atacağını söyledi.
Düzenli bir şekilde küçük tüplerde Hera'dan alınan kanları görmüştüm. Onları neden atmadığı aklıma takılsa da sormadım.
"Dinlensen iyi olacak biz çıkalım." Hera halsiz bir şekilde başını salladı. Gözlerini zor açık tuttuğunu görebiliyordum. Büyük ihtimal uyumaya devam edecekti.
Hepimiz odadan çıkarken Efi de benim istediğim elbiseleri bitirmesi gerektiğini söyleyerek Gölge ve beni baş başa bıraktı. Ona yan gözle bakıp sonrasında gözlerimi kaçırdım. Sessizlik bir süre aramızda hüküm sürdü. Onunla aramızdaki bu kopuk bağları bir türlü geri bağlayamadığımı fark ettim. Git gide uzaklaşmıştık birbirimizden ve bu kalbimin bir köşesinde sızı gibi kalmıştı. Ondan bu kadar uzak olmak ikimize de yabancıydı.
"Biraz bahçede yürüyelim mi? Her zaman ki yerimizde." dedi kaşları hafif havalanırken. Başımı olumlu anlamda aşağı yukarı salladım.
Bahçeye çıkana kadar konuşmadık. Bahçenin ortasındaki süs havuzunun oraya doğru yürüdük. Çeşmenin şarkı söylemesini dinlerken sarayın üstünden rüzgar etrafımızda kükredi. Gölge uzun zamandır baş başa kalamadığımız için büyük ihtimal buraya gelmemizi istemişti. Gözlerinden anlaşılabiliyordu. Birbirimizi özlemiştik. Arkadaş olsak da aramızdaki çekimi sadece ben hissetmediğimi biliyordum. Gözlerine baktığımda bile anlayabiliyordum bunu. O da özlemişti.
Yoğun olduğunu biliyordum. Annemin kaybolmasından ve benim zehirlenmemden sonra bir çok yük onunda omuzlarına binmişti. Babası yani Komutan Zalton onu oldukça çalıştırdığını biliyordum. Kendisinden sonra yerine Gölge'nin geçmesini istediğini biliyordum. Eşi öldükten sonra Zalton oğluna daha çok düşkün olmuştu.
Bunca yaşanandan ne anlam çıkarabileceğimi bilmiyordum. Oynadığım rol ve giydiğim bu kıyafetler başımdaki bu taç bana ağır geliyordu ve ben güçlü durmaya çalışıyordum.
"Çok yorgun görünüyorsun." diye söze girdi. Söylemek istediğinin bu olduğunu sanmıyordum.
"Uykumu iyi alamadım." dedim.
Gözlerimi kaçırdım ve parıldayan gökyüzünde uçuşan kuşlara baktım. Ellerimi nereye koyacağımı bilmediğim için önümde birleştirdim. Bir elimle elbisemin eteğini avuç içimde buruşturmuştum.
"Hala çok güzelsin." dediğinde şaşkınlıkla ama utanarak ona baktım. Ne diyeceğimi bilememiştim.
"Ben-"
"Sabahki tavrımdan dolayı özür dilerim. Ben sadece sana bir şey olmasından korkuyorum Alin." dedi. Önümde birleştirdiğim ellerimi avuçlarının arasına aldı.
Ellerimi tutan ellerine baktım. Esmer teninde belirginleşmiş yeşil damarlarını görebiliyordum. Etkileyiciydi. Baş parmağıyla yumuşak tenimi okşadı. Ellerim avuçlarının arasında kaybolmuştu adeta.

Gözlerimin içine bakarken "Sana zarar vermeye çalışan herkesi öldürürüm Alin." başını eğdi ve önüne saç tutamları döküldü. Saçlarını kıvrımlığı ve yüz hatları onu bu kadar seksi gösterirken nasıl ondan uzak durabilirim ki? "Biliyorum, benim vahşi birine dönüşmemi istemiyorsun ama..." duraksadı ve başını kaldırıp gözlerimin içine baktı. Kahverengi gözlerinin içinde kaybolmak istedim. "Söz konusu sensen Alin, sen benim tek zaafımsın." sesi yumuşak kadife gibi çıkmıştı.
Bir anlığına kalbim durdu. Kulaklarımın doğru duyduğundan emin bile değildim. Yüzümü yalayıp yutan rüzgarla birlikte parfümünün kokusu ciğerlerime doluyordu. Kokusu bile başımı döndürmeye yetiyordu. Kendimden geçmemek için zor tuttum kendimi. Ayaklarım titriyordu ve toprağa sağlam basmakta zorluk çekiyordum.

"Bana kızma, benden nefret etme ben sadece sana bağlıyım bunu da hiçbir zaman unutma."
Onay bekler gibi gözlerimin içine bakıyordu.
"Biliyorum, sen benim en iyi dostumsun." dedim ve sonra buna pişman oldum.
O an gözleri dondu. Bunu söylememeliydim. Bunu söylememeliydim!
Kahretsin!
"Sen de benim en iyi dostumsun." dedi. Sesi çatlamıştı.
Şu an bir çığın altında kalmayı tercih ederdim. Çünkü bu yükü kaldıramayacaktım.
Ellerini yavaşça çekti. Sıcak avuçlarından kayıp giden ellerim üşüdü. Aynı kalbim gibi.
"Gitsem iyi olacak daha sonra yine çıkarız olur mu?" buruk bir gülümseme oluşmuştu yüzünde bunu gizleyememişti.
"Harika olur." Başını önüne eğdi ve kınında duran kılıcı sıkıca kavrayarak saraya ilerledi. Arkasından öylece bakakaldım.
Kalbini kırmıştım.
Ona sadece arkadaşlık sinyali vermiştim ve o üzülmüştü. Bunu çok net anlamıştım. Bir kez daha yaptığım aptallıkların kötü sonuçlarından nefret ettim. Ne zaman aptallık etmeyi bırakacaktım! Geri peşinden gitsem ve konuşsam? Hayır, yapamam.
Aklımı kaçırmamak için ne yapmam gerekiyor?

Saraya gitmek yerine hava kararana kadar bahçede oyalandım. Zihnimi boşaltmam gerekiyordu ve ben kendime olan öfkemi nasıl boşaltacağımı bilmiyordum. Sarayın koca bahçesini kaç kere turladım bilmiyorum. Ahırın oraya gittim ve dün bindiğim atın yanına ilerledim. Bana öylece bomboş bakıyordu. Yelesine dokundum ve yavaşça okşadım. Biraz da olsa iyi hissettirmişti. Hava kararana kadar orada kaldım sonrasında odama çıktım. Gölge ile olan konuşmamız zihnimde tekrar edip duruyordu. Ne kadar üzüldüğünü tahmin edebiliyordum çünkü bir o kadar da ben üzgündüm. Birilerinin kalbini kırmak hele ki Gölge'nin kalbini kırmaktan nefret ediyordum. Aptalın tekiyim. Yıllarca bu anı beklerken bok etmek...Kahretsin!

Aynanın karşısına geçip yorgunluktan kızaran ve göz altları morarmaya başlamış kendime baktım. Yüzüm ne kadar da mutsuz görünüyordu. Mutsuz ve yorgun. Düşününce mutlu olduğum anlar ne kadar da azdı kendimin farkında değilim. Şu an tek istediğim uyumaktı. Sorunlardan kaçmamı sağlayan da uykuydu. Saçımı yana aldım ve elbisemin fermuarını çekmeye çalıştım. Uzanmakta zorluk çekiyordum.
Sonra gözüme bir hareketlilik ilişti. Aynada görüntüm kayboldu ve yerini bir karartı aldı. Korkuyla geriye doğru adımladım. Karaltıdan başka bir şey görünmüyorken bir anda karşımda onu gördüm.
Anne!

Sarı saçları özenle taranmış ve güzel bukleler halinde omuzlarından aşağı sarkıyordu. Üzerinde koyu kırmızı bir elbise ve boynunda yakut taşından bir kolye vardı.
Bu görüntünün gerçek olmadığını düşündüm bir yanılsama olabilir miydi?
Annemin bu kadar iyi ve bakımlı gözükmesi normal değildi. Ben onu daha çok bir zindanda saçı başı dağılmış kir pas içinde düşünüyordum ama o oldukça güzeldi. Her zaman ki gibi.

"Alin." dedi kısık bir sesle, bana sesleniyordu.
"Anne! Gerçekten sen misin?"
Yüzünde bir gülümseme oluştu. Onu ne kadar çok özlemiştim.
"Zamanım yok, şimdi sana söyleyeceklerimi iyi dinle." Arkasını dönüp bir şeyleri kontrol etti. Birilerinden gizlice hareket ettiği belliydi. Olduğu yer loş bir odaya benziyordu. Sadece mum ışığının aydınlattığı kadarını görebiliyordum.
"Alin, Kızıl Ormana git, orada Marley adında bir cadı var ona git ve seni benim gönderdiğimi söyle, o ne yapması gerektiğini biliyor. Tamam mı? Sadece dediğimi yap."
"Anne anlamıyorum. Nerdesin? Neden şimdi?" sözümü yarıda kesti. Telaşlı görünüyordu. Bir kez daha arkasını kontrol etti.
"Dediğimi yap Alin, zaman kaybetme. Marley sana yardım edecek tek kişi."
Sonra gözleri dolarken bana baktı. "Gitmem gerek."
"Hayır, anne bekle." elimi öne ona dokunmak, sıkı sıkıya sarılmak ister gibi uzattım.
"Seni seviyorum kızım." dedi. Gülümsedi ve görüntü kayboldu.
Ve ben öylece aynadaki yansımama bakakaldım.

 

 

Bölüm : 13.08.2024 23:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...