
Toprağın üzerine serpilen her bir toprak tanesi yüreğimde kocaman bir delik açıyordu. Her kürek darbesi sanki kalbime saplanıyordu. Ağlamaktan bulanıklaşan gözlerim mezarın başında duran insanlara kaydı. Herkes sessizdi, herkes üzgündü ama kimse benim kadar acı çekmiyordu.
Büyükbabam; anne ve babamı kaybettikten sonra beni ayakta tutan tek şeydi. Annem ve babam öldükten sonra beni kollarına almış bir an bile bırakmamıştı. Dün geceye kadar, dün gece son kez beni kollarının arasına aldı. Amansız hastalığı onda çabalayacak bir güç bırakmamıştı. Onun kollarının arasındayken korkunun ne olduğunu bilmiyorken o kollardan mahrum kalmıştım. Dün gece kocaman saray başıma yıkılmıştı, benim için sona ermeyecek bir kış başlamıştı. Sanki hayat bunu doğrular gibi dün geceden beri korkunç bir fırtına vardı.
Fırtına gittikçe daha da şiddetleniyordu. Şemsiyeler yağmur damlalarını engelleyemiyor, törene gelen herkes ıslanıyordu. Şu an yağmurdan ıslanan eteğim dert edeceğim son şeydi.
Şiddetli fırtına yüzünden töreni erken bitirmek zorunda kalmışlardı. Ülkesi için kendinden birçok şey feda eden bir adamı basit bir törenle uğurladığı için amcama çok kızgındım. Ölen onun da babasıydı ama sanki babasının ölmesi umrunda değildi. Önemsediği tek şey tahta geçmekti. Büyükbabamdan sonra tahta o geçecekti. Ülkenin savunmasız kalmaması için taç teslimini hızlıca tamamlamışlardı.
Herkes gittikten sonra mezara yaklaştım. Toprağa dokundum, sanki toprağa dokununca onun sıcaklığını yeniden hissedebilecektim. Fakat hissettiğim tek şey yağmurdan yumuşamış, ıslak topraktı. Onun sesi, gülüşleri, beni sarıp sarmalaması birer anıdan ibaretti. Her sabah selamlayacağım, sohbet edip gülebileceğim bir büyükbabam yoktu. Hayat, o olmadan devam ediyormuş gibi hissetmiyordum. Göğsümdeki boşluk tarif edilemez bir ağırlıktaydı. Boşluk ne kadar yer kaplayabilirdi ki?
“Hadi Denis, gitmemiz lazım.” Arhan’ın sesi ile gözlerimi kapattım. Büyükbabamı bırakmak istemiyordum. Bu yağmurda tek başına nasıl kalabilirdi?
Arkamda bir hareket hissettim. Arhan yanıma yaklaşıp dizlerinin üzerine çöktü. “Denis, o benim de büyükbabamdı. Islanmana izin verdiğim için bana ne kadar kızardı düşünsene.” Başımı çevirip Arhan’a baktım. Gri gözleri yaşlardan buğulanmıştı. Gözlerindeki acı benimkinden farksızdı. Siyah saçları bana şemsiye tutmaktan sırılsıklam olmuştu. Onun desteği için minnettardım.
Kendimi tutamayıp Arhan’ın boynuna atladım. Arhan, şemsiyeyi bırakmadan diğer kolunu bana doladı. Ona iyice sokulup kendimi tutmayı bıraktım. İçimdeki acı ne kadar ağlarsam ağlayayım geçecek gibi değildi. Ben de acının geçmesini istemiyordum, büyükbabamdan geriye bir tek bu kalmıştı.
Yağmur damlalarının üzerime düştüğünü hissedince Arhan’ın da bana sıkıca sarılıp ağladığını fark ettim. Biz dün gece büyükbabamızı kaybetmiştik, biz dün gece kalbimizi kaybetmiştik.
Mezarın başında geçirdiğimiz üç, belki beş saat sonra fırtına dışarıda kalmamıza izin vermeyecek hale gelmişti. Kıyafetlerimiz ağırlaşmıştı. Ruhumdaki ağırlığa kıyasla kıyafetlerimdeki ağırlık hiçbir şeydi. Arhan’ın kolunun altına girdim ve saraya doğru yürümeye başladık. Attığım her adım beni daha da derine çeken bir bataklık gibi hissettiriyordu.
Görkemli saray kapıları bu sefer boğucu bir hüzne açılıyordu. Sevinçle yürüdüğüm uzun koridorlar bana acıdan başka bir şey hissetmiyordu. Başımı kaldırıp Arhan’a baktım. Beni teselli etmek için güçlü durmaya çalışsa da teselliye muhtaç olduğu her halinden belli oluyordu.
Odamın olduğu koridora girdiğimizde Arhan’a sarılmayı bıraktım.
“Ben büyükbabamın odasına gideceğim.” Arhan gülümseyerek saçlarımı okşadı. “Küçükken de her üzüldüğünde büyükbabamın yanına giderdin.”
Gülümseyerek başımı salladım. “Ne yapacağımı bilmiyorum. Keşke burada olsa da bana ne yapacağımı söylese.”
“Burada olsaydı bunu düşünmezdin zaten.” Arhan’ın cümlesi yüzüme bir tokat gibi çarptı. Büyükbabam gerçekten gitmişti.
Büyükbabamın yatak odasına girdim. Bu oda sadece kralın odası değildi, bu oda babamın odasıydı. Bir gün önce ihtişam ve güçle dolup taşan bu odada şimdi sessizlikten başka bir şey yoktu. Yüksek tavandaki altın süslemeler artık ışıldamıyordu. Yüksek pencereleri gizleyen ağır ipek perdeler sıkı sıkı kapanmıştı. Zaten bu oda büyükbabam ölünce karanlığa gömülmüştü. Komodine yaklaşıp üzerinde duran çiçeğe dokundum. Bu çiçeği dün sabah getirmeme rağmen mavi yaprakları bir yıl geçmiş gibi kurumuştu. İpek yastıklara dokunmak üzereyken geri çekildim. Büyükbabamın hatırasını üzerimdeki pis kıyafetlerle kirletmek istemedim. Hızlıca odasından çıkıp kendi odama doğru yürümeye başladım.
Odaya girer girmez kendimi banyoya attım ve güzelce temizlendim. Üzerimdeki yağmurdan kurtulunca biraz olsun hafifledim. Üzerime siyah, uzun kollu bir elbise giyip saçlarımı ördüm.
Odamın ortasında beyaz çarşafların altına saklanmış bir yatak vardı. İki yanında komodinler, birinin üzerinde porselen bir vazonun içinde çiçekler vardı. Beyaz dekorasyonu ile içimi açan odam bu sefer hiçbir işe yaramamıştı.
Pencerenin önündeki koltuğa oturup pencereden dışarıyı izlemeye başladım. Kollarımı pencere pervazına koyup yanağımı koluma yasladım.
Duyduğum gürültü ile gözlerimi araladım. Ne zaman uyuyakalmıştım anlamamıştım. Gözlerimi ovuşturup oturduğum yerden kalktım. Ses dışarıdan geliyordu. Dikkatlice kapıyı açıp sesi takip etmeye başladım. Koridorun sonuna kadar yürüdüm, merdivenlerden aşağı indim, karşıma çıkan koridorun sonuna kadar yürüdüm. Sesin geldiği odaya ulaşınca yaşadığım şok ile bir yere tutunma ihtiyacı hissettim. Büyükbabamın çalışma odasını düzenliyorlardı. Eşyalarını çıkartıyor, yerine yenilerini getiriyorlardı. Öne atlayarak onları durdurdum.
“Ne yapıyorsunuz? Burası kralın çalışma odası.”
Odanın girişinde olan muhafız önümde eğilip selam verdi. Ardından konuşmaya başladı. “Majesteleri bu odanın onun için hazırlanmasını emretti.” Majesteleri mi? Amcam mı ama daha büyükbabam yeni öldü. Nasıl bu kadar sevgisiz olabilirdi? Ölen onun da babasıydı. Yanımdan geçen muhafızlardan birini durdurdum. Elindeki kutuda büyükbabam ile birlikte okuduğumuz kitaplardan biri vardı. Kitabı alıp sıkıca sarıldım. Bağırıp çağırıp buradaki muhafızları durdurmak istiyordum ama hiçbir işe yaramayacağını biliyordum. Bu odanın toparlanması kralın emriydi, prensesin sözlerinin bir önemi yoktu.
Öfkeyle odama girdim. Etrafımdaki her şeyi yakıp yıkmak istiyordum. Onun ölümünü bu kadar kolay kabul etmelerini kabullenemiyordum. Daha düne kadar Anka Sihri ile ülkeyi koruyan oydu. Nasıl yapabilir, nasıl?
Kapımın tıklanması ile duraksadım. Kimsenin bu rezilliği bilmesini istemiyordum.
“Girin!” Kapı yavaşça açıldı. Arkasından yardımcım Sara selam vererek içeri girdi.
“Majesteleri sizi akşam yemeğine bekliyor.” Arkamı dönüp yüzümü ovuşturdum. Şu an çok sinirliydim ve amcamı görmek istemiyordum. Bu kadar acı içindeyken birbirimize destek olmamız gerekirken onun ilk yaptığı şey çalışma odasını kendisine göre dizayn etmekti. Derin nefesler alıp vererek kendimi sakinleştirdim. Sara’ya dönüp konuştum.
“Lütfen ona rahatsızlandığımı ve yemeğe katılamayacağımı söyle.” Sara, bir an tereddüt etse de halime acımış olacak ki ısrar etmeden odadan çıktı. Kendimi yatağa bırakıp büyükbabam ile okuduğumuz kitaplardan birini alıp okumaya başladım. Satırlar arasında dolaşırken büyükbabam yine baş ucumda gibi hissettim. Sanki güzel sesiyle cümleleri bana ulaştırırken bir yandan saçlarımı okşuyordu.
Kapının çalınması ile kitabı olduğu gibi yatağa bıraktım. Ayaklanıp kapıya doğru seslendim. Kapının aralanması ile Sara elinde bir tepsi yemek ile içeri girdi. Gülümseyerek bir şey dememe fırsat vermeden tepsiyi en yakınındaki sehpaya bırakıp odadan kaçtı. Sara ile aramızdaki ilişki statülerden fazlası olduğu için zaman zaman böyle şeyler yapabiliyordu. Benim için bir yardımcıdan fazlasıydı, benim de onun için bir arkadaş olduğumu biliyordum. Gülümseyerek bıraktığı tepsiye yaklaştım. En sevdiğim yemeklerden bir tepsi oluşturmuştu. Kan bağım olmayan birinin beni amcamdan çok düşünmesi gözlerimi yaşarttı. Sehpanın yanındaki koltuğa çöktüm. İçimden hiçbir şey yemek gelmiyordu ama büyükbabam yemek yemediğim zaman bana çok kızardı. Fiziksel olarak yanımda olmamasına rağmen beni izlediğini biliyordum.
Birkaç şey atıştırıp tepsiyi kenara bırakmıştım. Yatağıma dönüp kitabıma devam ettim. Oda iyice karanlığa gömüldüğünde ay ışığı pencereden sızmaya başladı. Saate bakmak istemiyordum, artık benim için bir önemi yoktu. Kitabı bitirip komodinin üstüne bıraktım. Uzun süredir hareketsiz kaldığım için vücudum uyuşmuştu. Zorlanarak ayağa kalkıp pencerenin yanındaki koltuğa oturdum. Büyükbabamı yanına alan gökyüzü eskisinden daha parlaktı. Annem babasına kavuştuğu için çok mutlu olmalıydı ama onun ihtiyacı yoktu ki. Ben burada yalnızdım benim büyükbabama ihtiyacım vardı.
Elimin tersi ile yanağıma düşen gözyaşını sildim. Ne kadar gözyaşı dökersem dökeyim sonu yoktu, bu acının sonu yoktu.
Kapının sertçe vurulması ile irkildim. Henüz gece yarısı değildi ama bu saatte kimse odama gelmezdi. Ayaklanıp kapıyı açtım. Karşımda elinde büyük bir çanta ile Arhan’ı görünce şaşırdım. İzin istemeden içeri girdi ve arkamdan kapıyı kapattı. Normalde izin almadan odama girmezdi, bir şeyler yolunda değildi.
“Arhan, ne oldu?” Arhan çantayı yatağımın ucuna bırakıp bana döndü. Gözlerinde daha önce hiç tanık olmadığım bir endişe vardı. Elini saçlarına atıp özensizce saçlarını karıştırdı. Eli ensesine doğru inerken gözleri ile odayı tarıyor, bir kaçış yolu arıyor gibiydi.
“Arhan beni korkutuyorsun. İyi misin? Ne oldu?” Telaşlı sesim onu kendine getirmiş gibiydi.
“Kaçman lazım Denis, babam seni evlendirmek istiyor!”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |