
“Kaçman lazım Denis, babam seni evlendirmek istiyor!”
Sanki ayaklarım yerden kesildi. Sanki bacaklarım daha önce beni hiç ayakta tutmamışlardı.
“Ne?”
Sendelediğimi gören Arhan beni elimden tutup koltuğa oturttu. Yanıma oturup konuşmaya başladı.
“Çok vaktimiz yok, bir an önce kaçman lazım.”
“Arhan ne oluyor, anlamıyorum.” Arhan derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.
“Babam, Devlerin Kralı Elijah ile bir anlaşma yapmış.”
“Ne anlaşması?”
“Kralın ölümsüzlük için Ankaları avladığını biliyorsun. Büyükbabam, Anka Sihri ile ülkeyi koruyabiliyordu ama babam-“Cümlesini ben tamamladım.
“Ülkeyi koruyamıyor ve barış için beni feda edecek.” Arhan belli belirsiz başını salladı. “Seni kral ile evlendirmek istiyor.”
Duyduğum her şey şaka gibi geliyordu.
Yaşadığımız dünyada birçok farklı krallık ve imparatorluk vardı; Ankaların yaşadığı Son Ateş Krallığı, normal insanların yaşadığı söylenilen Külkıran Krallığı, Devlerin yaşadığı Ruhal Krallığı, cadıların yaşadığı Tılsım Krallığı, trollerin yaşadığı Köprüaltı Krallığı, kurt adamların yaşadığı Ayışığı Krallığı, denizkızları ve sirenlerin yaşadığı Okyanus İmparatorluğu ve perilerin ve ejderhaların yaşadığı Gök İmparatorluğu. Her krallık yüzyıllar boyunca birbiri ile huzur içinde yaşarken devler yaklaşık iki yüz yıl önce huzursuzluk çıkarmaya başlamıştı. Bu yüzden diğer krallıklar Ruhal Krallığı ile iş yapmak istemez, mümkün oldukça temasta bulunmaktan kaçınırdı.
Devler, uzun zaman önce başka ırklarla aile kurduğu için safkanlıklarını kaybetmişti. Ruhal Kralı Elijah, bu duruma bir son vermek ve ülkesini tekrardan safkan yapmak istiyordu. Ancak devlerin şu anki ömürleri yaklaşık seksen yıldı ve kralın planı için yetersizdi. Bu yüzden ölümsüzlük büyüsüne ihtiyacı vardı. Bu büyüyü yapabilmek için Ankaları yakalıyor ve kanatlarını kopartıyordu. Kraliyet soyundan gelen Ankaların kanatları, ölümsüzlük büyüsünün yapı taşıydı. Ancak, bu büyünün de bir süresi vardı ve büyünün etkisi geçince, yeniden kanatlara ihtiyaç duyuluyordu. Kendi soyunu kurtarabilmek için bizi öldürüyordu. Atalarımın bu şekilde yakalanıp öldürüldüğüne dair birkaç şey duymuştum ama bununla yüz yüze gelmek, korkunçtu.
Kanatlar, Ankalar için kalpleri kadar önemliydi. Her Anka’nın kanadı vardı ancak sadece kraliyet soyundan gelen Ankaların kanatları ölümsüzlük büyüsü için kullanılabilirdi. Diğer kanatlar kullanıldığında ölümsüzlük büyüsü işe yaramıyordu. Kanatlarımız olası bir yaralanmada iyileşmiyordu ve onları kopartıp yenilerinin çıkmasını beklemek zorundaydık. Ancak bu çok acı vericiydi. Hem kanatların koparılması hem de yaraların iyileşmesi oldukça acılıydı. Öyle ki bir Anka en fazla beş defa kanatlarının koparılmasına dayanabilirdi, sonrasında ölürdü.
“Denis, beni duyuyor musun?” Başımı çevirip Arhan’ın gözlerine baktım. “Denis, kaçman gerekiyor.”
“Beni verdikten sonra ne olacak? Bunu uzun süre yapamayacak.” Arhan önüme geçip çömeldi. “Ankaların kanatları en fazla beş kez koparılıyor biliyorsun.” Başımı salladım.
“Ancak bilmediğin bir şey var. Hamile olan Ankaların dayanıklılıkları artar. Bu sayede kanatlarının kopartılmasına daha dayanıklı olurlar. Sınırı bilmiyoruz ama beşten fazla olduğuna eminim.”
Korkudan dondum, nefes dahi alamadım. Arhan tuttuğu ellerimi daha sıkı kavradı. “Denis, yalvarırım kaç. Ben bunu yaşamana dayanamam. Lütfen dinle beni.”
Konuşmakta zorlandım. Duyduklarım gerçek gibi gelmiyordu. “Arhan, korkuyorum.” Arhan ellerini yanaklarıma koyup şefkatle konuştu. Bana cesaret vermesine rağmen gözlerinde korku vardı.
“Hayır, korkulacak bir şey yok. Ben her şeyi hazırladım. Külkıran’a gideceksin, bir şifacı olarak hayatına devam edeceksin. Yetenekli bir şifacısın bunu yapabilirsin.” Arhan hızlıca yerinden kalkıp çantayı aldı. Fermuarını açıp çantayı yanıma koydu. İçinden bir kese çıkartıp salladı. “Burada kendi düzenini kurmana yetecek kadar altın var. Ne olur ne olmaz diye fazladan da koydum.” Arhan’ı durdurup konuştum. “Sen ne yapacaksın? Kaçmama yardım ettiğini anlamayacaklar mı?”
“Hayır, anlamayacaklar. Her şeyi planladım.”
“Peki ya devler? Buraya saldırmayı bırakmayacaklar.”
“Sen dert etme, ben elimden geldiğince koruyacağım. Büyükbabam kadar yetenekli olmasam da Anka Sihrini kullanabiliyorum.” Anka Sihri farklı şeylere dönüştürülebiliyordu; kalkan, ateş topu, alevden duvarlar gibi… Arhan’ın bu konuda ustalaştığını görmek gurur vericiydi.
“Bak, burada ihtiyacın olan her şey var. Sadece sınırı geçmen gerekiyor.”
“Arhan, bilmiyorum.”
“Hayır, hayır! Bilmeyecek bir şey yok. Bu gece yarısından sonra kaçacaksın. Ben muhafızların yerleşmesini ayarlayacağım. Büyükbabamın odasından geçerek aşağı uçacaksın ve güney kanadının altında kalan uçurumdan geçip yoluna devam edeceksin. Külkıran’a giden yolun haritası çantada var.”
“Ben gidersem Elijah ne yapacak? Sizi rahat bırakmayacağını biliyorum.”
“Elijah açık bir şekilde halka saldıramaz, bu savaş demek. Ne kadar güçlü olsa da ittifak olduğumuz devletlere karşı koyamaz. Külkıran ile olan ittifakımız bizi koruyacak. Yüzyıllardır Külkıran ile dostuz, bizi olası bir savaşta yalnız bırakmazlar. Elijah sadece senin peşinde, bize bir şey yapamaz.”
Elimi göğsüme koyup ovuşturdum. İçime bir sıkıntı basmıştı. Arhan her şeyi basit bir oyunmuş gibi anlatıyordu. Fakat yaparken öyle olacak mıydı?
“Arhan, bu kadar kolay mı?” Arhan başını salladı. “Evet. Sara da gizlice yayını getirecek.” Başından beri kafamı kurcalayan soruyu sordum.
“Nasıl öğrenmiş? Büyükbabam dün öldü, nasıl bu kadar çabuk öğrenebilir?”
“Ne kadar saf dev yeteneklerini kaybetseler de bazı yetenekleri koruyabilmişler. Elijah, büyükbabamın kötüleştiğini öğrendiği gibi sınıra gelmiş ve beklemeye başlamış. Kalkan düştüğü an kaleye doğru yola çıkmışlar.”
“Sen nasıl öğrendin?”
“Yemekten sonra görüşme yaptılar. Elijah her şeyin bir an önce olmasını istiyor ama amcam halkı karşısına almak istemediği için seni bir düğün ile buradan göndermek istiyor. Bunu yarın öğlen açıklayacaklarmış. Babam senin evleneceğinin sözünü vermiş bile.”
“İnanamıyorum, amcam bunu nasıl yapar bilmiyorum?”
“Bilmiyorum, seni nasıl onların önüne attı bilmiyorum. Özür dilerim, çok özür dilerim.”
“Arhan, bu senin suçun değil biliyorsun.” Arhan başını öne eğdi. Onun bu halleri içimi parçaladı. Nazikçe saçlarını okşadım. Arhan ayaklanıp gözyaşlarını sildi.
“Şimdi gitmem gerekiyor, plan bu.” Arhan bana sıkıca sarıldı. “Seni çok seviyorum güzelim. Her zaman yanında olacağım. Bana nerede olduğunu söylemene gerek yok, ben senin nerde olduğunu bileceğim.” Kollarımı Arhan’a doladım.
“Teşekkür ederim, teşekkür ederim. Seni çok seviyorum.” Arhan sarılmayı bırakıp bana gülümsedi. İçimden geçen bu gülümsemeyi son kez görmemekti.
Arhan’ın çarpıp çıktığı kapı sanki suratıma çarpılmıştı. Oturduğum yerden kalkamadım. Arhan’ın söyledikleri öyle bir ağırlık bindirdi ki omuzlarıma yerimden kımıldayamadım. Amcam beni böyle bir şeye nasıl sürüklerdi? Beni geçtim, kendi oğlunu nasıl böyle bir yükün altına atabilirdi?
Kapının çalınması ile ayağa kalktım. İzin verdikten sonra kapım açıldı. Sara elinde uzun ve görkemli bir elbise ile içeri girdi. Kapıyı arkasından kapattıktan sonra elbiseyi yatağa bıraktı ve eteğin altına sakladığı yayımı çıkarttı. Onu bana verip konuştu. “Duyduğum andan beri içim parçalanıyor, sizden ayrılmak istemiyorum.”
“Benim de Sara. Amcam bunu nasıl yapar bilmiyorum.”
“Majesteleri sizin için her şeyi ayarladı. Lütfen gidin, kendinizi kurtarın.”
Tereddütle yatağın ucuna oturdum. Yayımı kucağıma koyup yayın ahşap gövdesini okşadım. Bu yay anneme aitti. Annem, çok iyi bir okçuydu. Annem öldükten sonra büyükbabam yayını saklamış sonrasında bana vermişti. Çok küçükken ok atmayı öğrendim, şimdi ise çok iyi bir okçuyum. Asla hedefi ıskalamazdım. Ancak bu hiçbir zaman bir gereklilik olmamıştı. Kaçarsam hedefi ıskalamamak zorunda kalacaktım. Başıma ne geleceğini bilmiyordum.
Eğer bu sadece barış için planlanan bir evlilik olsaydı ülkemin huzuru için kabul edebilirdim. Fakat bu evliliğin arkasında düşüncesinin dahi kanımı dondurduğu şeyler vardı. Kanatlarımı benden faydalanabildiği kadar koparacaktı. Daha çok canımı yakan şeyse amcamın benden bu kadar kolay vazgeçmeseydi. Büyükbabam olsaydı beni korumak için elinden geleni yapardı. Desteği için Arhan’a minnettardım. Biz daha çok küçükken Arhan annesini kaybetmişti. O günden sonra amcam Arhan ile ilgilenmeyi bıraktı. İkimize de büyükbabam baktı. Bizi sevdi, güvenin, yuvanın ne olduğunu öğretti. Arhan benim için ne olursa olsun arkasına saklanabileceğim bir dağ.
Omzumda hissettiğim baskı ile başımı kaldırdım. Sara, dolu gözlerle bana bakıyordu.
“Lütfen gidin majesteleri. Ben babamın kanatlarının nasıl koparıldığını gördüm. O yaraların ne kadar acı verici olduğunu ne olursa olsun iyileşmediğini gördüm. Neyse ki saraya ulaşabildi ve sizin merheminiz sayesinde iyileşti.” O an yaptığım merhemi hatırladım, bu merhemin tarifini ben belirlemiştim. Şifalı bitkilerin ve Anka Sihrinin karışımı sayesinde bir merhem yapmıştım. Kopan kanatların arkasında bıraktığı yaraları hızlıca iyileştiriyordu. Yaraları daha çok kavrayıp bir arada tutabilmesi için özel bir sürülme tekniği vardı ama öğrenilmesi zor değildi. Komodine uzanıp çekmecesini açtım. İçinden bir kavanoz çıkartıp Sara’ya uzattım.
“Bunun içinde o merhemden var. Sevdiğin birinin başına gelirse bunu kullan, tekniği biliyorsun zaten.” Sara heyecanla omuzlarıma atladı.
“Gidiyor musunuz? Çok sevindim!” Sonra yaptığının farkına varmış olacak ki mahcup bir şekilde geri çekildi. Bu sefer ben ona sarıldım. Ayrıldığımızda gözlerimin içine bakıp konuştu.
“Elbisenin astarının arasında oklar var, onları almayı unutmayın.” Gülümsedim. Sara izin isteyerek odadan çıktı. Ben de Arhan’ın getirdiği çantanın içine birkaç bir şey koymak için ayaklandım.
Büyükbabamın bana okuduğu ilk kitabı alıp çantaya koydum. Komodinimin çekmecesini açıp yanımdan ayırmadığım mühre uzandım. Bu babama aitti. Büyükbabam anne ve babam öldükten sonra onların her şeyini saklayıp bana vermişti. Onlara ait her şeyi yanıma almak istiyordum ama o kadar yerim yoktu. Mührü çantaya koyup komodinde hemen yanında duran, anneme ait broşu aldım. Annem bitkileri çok severdi, kendine ait bir çiçek bahçesi vardı. Babam, bu broşu annemin bahçesinde bulunan çiçeklerden esinlenerek yaptırmıştı. Her bir çiçek kendine özgü renkteki taşlarla ışıl ışıl parlıyordu. Onu çantaya yerleştirip komodine döndüm. Anne ve babamın evlilik yüzüklerini alıp kalın bir ipe geçirdim. İpi iki ucundan birbirine bağlayıp boynuma astım.
Saat gece yarısına yaklaşıyordu. Elbisemi çıkartıp üzerime siyah bir gömlek ve siyah bir pantolon geçirdim. Elbiselerimden ayrılmak istemesem de bu yolculukta bana engel olacaklardı. Üzerime siyah bir pelerin geçirip beklemeye başladım.
Vakit yaklaştıkça göğsümdeki baskı artıyordu. Ailem ve anılarımı geride bırakmak istemiyordum. Fakat başka çarem yoktu.
Kapıyı dikkatle araladım. Koridor Arhan’ın dediği gibi boştu. Sessiz adımlarla büyükbabamın odasına girdim. İçimde inanılmaz bir korku vardı. Sanki her an vazgeçip odama dönebilirdim. Pencerenin önüne geldiğimde ellerim titremeye başladı. Pencerenin kolunu zorla kavrayarak ittirdim. Pelerinin kenarlarını toplayıp kanatlarımı çırptım. Göz alıcı bir kızıllıkla başlayan kanatlarım uçlara doğru altın sarısı ve turuncunun en canlı tonlarına dönüşüyordu. Her bir tüy, güneşin ilk ışıklarını ve gün batımının son sıcak tonlarını yansıtıyordu. Kanatlarımı hareket ettirdikçe yere ışıltılı tozlar düşüyordu. Bu yüzden kanatlarımı saklamak zor olacaktı ama kanatlarımı vücudumun içinde tuttukça sorun yoktu.
Pencereden atlayıp aşağı kadar dikkatlice süzüldüm. Ayaklarım yere değdiğinde kanatlarımı pelerinin altına sakladım. Çalıların arkasına saklanıp sürünerek ilerlemeye başladım. Yağmurlu hava her yeri ıslatmış ve çamur haline getirmişti. Bata çıka sürünmeye devam ettim. Çalıların sonuna geldiğimde ensemde bir soğukluk hissettim. Sonraki saniyede nefesim kesildi. Boynumda hissettiğim baskı ile boynumu kavrayan elleri tutmaya çalıştım.
“Nereye gittiğini sanıyorsun prenses?” Bu sesi daha önce duymamıştım. Korkuyla bakışlarımı kaldırdım. Karşımda hiç tanımadığım bir adam vardı. Yüzünü karanlıkta tam seçemiyordum. Ellerinden kurtulmaya çalıştım.
“Amcan seni saf bir kız olarak görüyor olabilir ama şu an beni etkiledin.”
Hala beni tuttuğu için konuşmakta zorluk çekiyordum. “Sen kimsin?”
“Ben Ruhal Kralı Elijah, müstakbel eşin.”
Korkuyla çırpınışlarım çoğaldı. “Bırak beni! Bırak!” Elijah tutuşunu gevşetti. “Gerçekten kaçabileceğini mi sanıyorsun? Sen artık müstakbel eşimsin.”
Tiksintiyle yüzüne baktım. Beni bırakmayacaktı, kaçmama izin vermeyecekti. Kendimi kurtarmam gerekiyordu.
“Değilim, asla olmayacağım!” Elijah kahkahayla güldü. “Yanılmışım, çok saf bir kızsın.” Elijah bir anda beni bıraktı. Bunu beklemediğim için geriye doğru savruldum. Elijah hareket etmeyeceğimi düşünmüş olacak ki dönüp arkasındaki muhafızlara seslendi.
“Bu kızı geri götürün. Yarın onun için geleceğim.” Elijah’ın uzaklaşmasını fırsat bilerek sessizce çantaya uzandım. Sonraki saniye arkama bakmadan koşmaya başladım. Peşimden geleceğini biliyordum ama uçurumdan atladığım an beni takip edemeyeceklerdi.
“Yakalayın onu! Buraya tek parça ve sağ gelecek! Yoksa sizi öldürürüm!” Arkamdan bağırışlarını duyuyordum. Arkama bakmadan uçurumun sonunda doğru koşuyordum. Uçurumun ucuna gelip pelerini çıkartıp kenara attım. Kanatlarımı çırpıp atlamak üzereyken sağ kanadımda ölümcül bir acı hissettim. Acıyla çığlık attım. Dengemi kaybedip uçurumdan yuvarlanmaya başladım. Son saniye çantamın askısına tutunup onu da yanıma çekebildim.
“Aptal! Ölecek, onu nasıl alacağız?”
Diğer kanadımı çırparak havada asılı kalmaya çalıştım. Sağ kanadımı kullanamıyordum ve tek kanatla çok zorlanıyordum. Kanatlarımın arasında geçen hava canımı yakıyordu. Dengemi az çok sağlayıp havada kalabildim. Başımı kaldırıp yukarı bakınca muhafızların bana baktığını gördüm. Muhafızlardan biri elindeki mızrağı bana doğru fırlatmaya hazırlandı. Bunu fark ederek kenara çekildim.
Daha fazla havada duramadım, yere inmeye hazırlanırken muhafızlardan birinin yayına uzandığını gördüm. Kalbim hızla çarparken gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. Diğer kanadımı da vururlarsa sert bir şekilde yere çakılacaktım. Ölmesem bile tüm kemiklerim paramparça olacaktı. Güvenli bir yere geçtiğimi düşünürken sağ kanadım zonklamaya başladı. Dengemi sağlayamadım ve öne doğru savruldum. Sağ kanadımda dayanılmaz bir acı daha hissedince acıyla çığlık attım. Kanadıma uzanırken sol kanadım bilinçsizce vücudumu gizlemek için öne doğru kıvrıldı. Havada asılı kalamadım ve boşluğa doğru düşmeye başladım. Rüzgâr, kanatlarımın içinden geçip gidiyor ve geriye tahammül edilemez bir acı bırakıyordu. Ciğerlerimdeki son nefesi verene kadar çığlık attım. Gözlerim kapanıyordu, bilincim bulanıklaşıyordu ama aklımın içinde net ve tek bir düşünce vardı; amcam neden beni bırakmıştı?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |