3. Bölüm

Bölüm 3: Külkıran Krallığı

Zeynepsu
milyofay

Karanlığın ortasında hiçliğe doğru koşuyorum. Koştukça rüzgâr yüzüme vuruyor, nefes almamı zorlaştırıyor. Fakat içimden bir ses durma diyor, durursan ölürsün diyor. Bilmiyorum, nereye koştuğumu bilmiyorum. Korkuyorum, ihanete uğramış yapayalnız hissediyorum. Koşmaya devam ettikçe ayaklarıma siyah, yapışkan eller dolanıyor. Adım atamıyorum, olduğum yere saplanıyorum. Karşımda bir ışık beliriyor, gözlerim kamaşıyor bakamıyorum. Işığın arkasından karanlık bir figür bana yaklaşıyor, gözlerimi açamıyorum. Figür, ışığı tamamen engellediğinde gözlerimi açabiliyorum. O an karşımda amcamı görüyorum. Elimi uzatmaya, ondan yardım almaya çalışıyorum. Amcam elini uzatıyor, elimi tutacağını düşünürken boğazımda bir baskı hissediyorum. Nefes almaya çalışıyorum ama amcam boğazımı sıktığı için nefes alışverişlerim hırıltıya dönüşüyor. Kulağımın dibinde bir fısıltı hissediyorum, bir çığlık kadar gürültülü.

“Sen hainsin, bana ihanet ettin!”

Korkuyla olduğum yerde doğruldum. Sırtımda, omuzlarımda, tüm vücudumda hissettiğim keskin ağrı ile çığlık attım. Bu çığlık vücudumdaki tüm hücrelerin sızlamasına sebep oldu. Hareket etmeden durdum, en ufak hareketimde canım daha çok yanacaktı. Birkaç dakika böyle durduktan sonra gözlerimi araladım. Evimdeydim, sonunda evimdeydim.

Ayaklarımı yataktan sarkıtıp etrafıma baktım. Örtünün altından çıkan ayaklarım üşümeye başladı. Geceliğimin eteklerini aşağı çekiştirdim.

Yüksek tavanın altındaki dört direkli büyük yatak, koyu mavi ve altın renklerindeki ipek örtülerle kaplıydı. Direkler, altın varaklarla süslenmiş her biri özenle işlenmişti. Odanın duvarları beyaz renklerle boyanmıştı. Yüksek pencereler koyu mavi ipek perdelerle örtülmüştü. Mermerden yapılan pervazların üzerinde nadide çiçeklerle dolu vazolar vardı.

Odanın bir köşesinde, koyu meşe ağacından yapılmış büyük bir şömine vardı. Şöminenin üzerinde üstü örtülü bir çerçeve vardı. Önceden bu çerçevenin üstü örtülü değildi. Neden örtmüşlerdi anlayamadım.

Odanın içindeki mobilyalar dönemin tarzını yansıtıyordu. Yatak odasının bir köşesinde, ince bir işçilikle yapılmış makyaj masası ve puf vardı. Yan tarafında ise uzun ve geniş bir ayna vardı.

Kendimi güçlükle ileriye doğru itip yataktan indim. Ayaklarım soğuk zemine değdiği an tüm hücrelerimde bir sızı hissettim. Yere düşmek üzereyken yatağa tutundum. Kanatlarımın ağırlığı şu an bir yükten farksızdı. Kendimi sakinleştirerek olduğum yerde doğrulmaya çalıştım. Çarşafa tutunup dikelmeye çalıştıkça dokunduğum her yere kan bulaştırıyordum.

Ayaklarımın üzerinde durabildiğimde yattığım yatağın neredeyse yarısı kana bulanmıştı. Yatağa tutunarak kapıya ilerlemeye çalıştım. Aynanın önüne geldiğimde gözlerim yansımama takıldı. Kanatlarım, parçalanmıştı. Bu acıya son verebilmek için onları kopartmam gerekiyordu. Şu an yaşadığımdan daha büyük bir acı vereceğini biliyordum ama bu acı kanatlarımı kopartmadığım sürece geçmeyecekti.

Sağ kanadımı gövdeme en yakın yerinden sıkıca kavradım. Çığlığımı bastırmak için dudağımı ısırdım. Derin bir nefes alıp kanadımı aşağı doğru çektim. Kanadım elimde kalırken ciğerlerim yırtılırcasına çığlık attım. Dizlerim titredi, ayakta duramadım ve yere düştüm. Ellerim titremeye başladı. Diğerini de şu an kopartmazsam sonrasında yapamayacaktım. Gözlerimin önünde siyah noktalar belirirken görüşüm bulanıklaştı. Diğer kanadımı da el yordamıyla aynı yerden kavrayıp hızlıca çektim. Kanadım elimden kayarken donakaldım. Bu öyle bir acıydı ki sanki vücudumdaki tüm kan donmuştu. Çığlıklarım boğazımda kalmıştı.

Titreyerek öne doğru düştüm. Gözlerimden akan yaşları hissediyordum, dudaklarıma kadar ulaşan ama dışarı çıkamayan çığlıkların acısını hissediyordum. Yanağıma değen yumuşak halı tüyleri yanağımı okşuyordu. Nefes alışverişlerim zorlaştı, kulaklarım uğuldamaya başladı. Gözlerimi kapatıp iyi olacağımı umdum. Uykuya dalarken bu uykunun sonsuzluğa uzanacağını hissettim.

 

“Neden hala uyanmadı?”

“Ben uyutuyorum çünkü, insan uykuda iyileşir.”

Duyduğum sesler ile gözlerimi araladım. Etrafa hızlıca bir bakış attım. Daha önce burayı görmemiştim, yabancı bir yerdeydim. Karşımda arkası dönük, uzun boylu ve yapılı iki adam vardı. Onlara seslenmek için ağzımı açmıştım ki adamlardan biri arkasını döndü. Oda loş bir ışıkla aydınlatılmasına rağmen adamın gözleri cam gibi ışıl ışıl parlıyordu. Siyah saçlarından birkaç tel alnına düşmüştü. Üzerinde beyaz bir gömlek, altında siyah bir pantolon vardı. Omuzlarından koyu mavi, kadife bir pelerin sarkıyordu.

Genç adamın sessizliğini fark eden diğer adam da bana döndü. Açık kahve saçları özenle şekillendirilmişti. Üzerinde beyaz bir gömlek ve siyah bir pantolon vardı. Koyu kahve gözleri dikkatle beni inceliyordu.

“Neredeyim ben? Buraya nasıl geldim?” Adamlar birbirine baktılar. Aralarında ne oluyordu bilmiyordum ama bana cevap vermeleri gerekiyordu.

“Konuşacak mısınız yoksa çığlık mı atayım?” Kahverengi saçlı adam öne atılarak konuşmaya başladı. “Güvendesiniz majesteleri, Külkıran Sarayındasınız.” Külkıran Sarayına nasıl gelmiş olabilirdim? Benim prenses olduğumu nasıl öğrenmişlerdi.

“Majesteleri mi?” Arkada kalan adam konuşan adamın omzuna elini koyarak konuştu.

“Kanatlarınız o kadar görkemli ki sizin Son Ateş Krallığı prensesi olduğunuzu anlamak zor değil.”

“Siz kimsiniz? Ben buraya nasıl geldim?”

Genç adam devam etti. “Ben Külkıran Kralı Ender Rakul, arkadaşım Kül Vadi Kontu Sagar. Aynı zamanda emrimdeki şifacıların başında. Sizi iyileştirmek için burada.”

“Külkıran Kralı mı? Ben buraya nasıl geldim?” Ender, Sagar’ın omzuna vurup ona çıkması için işaret verdi. Sagar’ın adımlarını takip ederken gözüm kaldığım odaya takıldı. Loş ışıklarla aydınlatılan odanın derinlerini seçemiyordum ama ihtişamlı bir odaydı.

Yüksek tavanın altındaki dört direkli büyük yatak, koyu mavi ve altın renklerindeki ipek örtülerle kaplıydı. Direkler, altın varaklarla süslenmiş her biri özenle işlenmişti. Odanın duvarları beyaz renklerle boyanmıştı. Ender’in arkasında kalan yüksek pencereler koyu mavi ipek perdelerle örtülmüştü. Mermerden yapılan pervazların üzerinde çiçeklerle dolu vazolar vardı.

Odanın bir köşesinde, koyu meşe ağacından yapılmış büyük bir şömine vardı. Yanan odunların ışığı odaya aydınlık katıyordu. Şöminen üzerinde üstü örtülü bir çerçeve vardı.

Odanın içindeki mobilyalar dönemin tarzını yansıtıyordu. Yatak odasının bir köşesinde, ince bir işçilikle yapılmış makyaj masası ve puf vardı. Yan tarafında ise uzun ve geniş bir ayna vardı.

Bu kadar özenli bir odayı benim için ayırmaları şaşırtıcıydı.

Gözlerim Ender’in üzerine geldiğinde bana baktığını fark ettim. Yüzünde hiçbir duygu belirtisi göremiyordum. Odanın derinliklerinde kalan bir sandalyeyi çekip yanıma getirdi. Bana bakmayı bırakmadan sandalyeye oturdu. Anlaşılan uzun bir konuşma olacaktı.

Ender oturunca doğrulmaya çalıştım. Ancak sırtımda hissettiğim acı ile kendimi olduğum yere bıraktım. Bu acı yaşadığım şeylerin gözümde canlanmasına sebep oldu. Endişeyle elimi sırtıma götürüp kanatlarımın olduğu yere dokundum. Kanatlarım yoktu, yaralarım iyileşmemişti. Başımı kaldırınca Ender ile göz göze geldim. Yardımcı olmak için elini uzatmıştı ancak bir şey onu durdurmuştu. Elleri benden birkaç santim uzakta kalmıştı. Elimi kaldırıp ona halledebileceğimi gösterdim. Dikkatle doğrulup arkamdaki yastığa yaslandım. Ender, iyi olduğumu görünce tekrar yerine oturdu.

“Buraya nasıl geldim?” Ender biraz düşünüp cevap verdi.

“Sizi Külkıran sınırındaki uçurumun dibinde buldum. Bazı yerleri yanmaya devam eden küllerin üzerinde yatıyordunuz.”

Oradan düştüğüm an ölmem gerekiyordu. Anlaşılan Anka Sihri beni kendi kendine korumaya geçmişti.

Bakışlarımı kaçırıp ellerime baktım. Vücudumun birçok yerinde yaralar vardı. Bazıları iyileşmeye başlamıştı.

“Ne zamandır buradayım?”

“Dört gündür.” Başımı salladım. “Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz?” Başımı kaldırıp gözlerinin içine baktım. Bir anlığına Ender’in dudaklarının kenarının kıvrıldığını gördüğüme yemin edebilirdim.

“Evet majesteleri, kim olduğunuzu biliyorum.”

Ona başıma gelenleri anlatmam gerekiyordu ama hiç tanımadığım bir adama nasıl güvenebilirdim? Gerçi amcamı doğduğum andan beri tanıyordum ama beni böyle kolayca gözden çıkaracağını tahmin etmemiştim.

“İstediğiniz kadar burada kalabilirsiniz majesteleri.” Ender’in sebepsiz yardımını anlamlandırmakta zorluk çekiyordum.

“Neden bana yardım ediyorsunuz majesteleri? Huzurunuzun bozulacağından korkmuyor musunuz?” Sormak istediğimi doğrudan sorduğum için Ender bir saniyeliğine duraksadı. Sonrasında devam etti.

“Son Ateş Krallığı ile yıllardır süregelen bir ittifakımız var. Siz de Son Ateş Varisi olduğunuz için sizi korumakta bir sakınca görmüyorum majesteleri.”

Ender’in dürüst sözleri karşısında ona başıma gelenleri anlatmaya karar verdim. Ne kadar süre burada kalacaktım bilmiyordum ama Ender başına gelebilecekleri bilmeliydi. Ne olursa olsun beni kurtarmıştı.

“Devlerin Ankalarını avladığını biliyor musunuz?”

Ender başını salladı.

“Kral öldükten sonra amcam tahta geçti. Devler ile ittifak kurabilmek için beni Kral Elijah’a gelin olarak verdi. Ben de kaçmaya çalışırken bu hale düştüm.”

Ender’in gözleri koyulaştı. İçimden bir ürperti geçti.

“Ruhal Krallığının size saldırmasından endişeleniyorum. Halkınızı riske atamam majesteleri.”

“Elijah beni yenemez. Burada istediğiniz kadar kalabilirsiniz prenses.” Ender’in sözlerinin boş sözler olmadığı belliydi. Kendine ve gücüne güveniyordu. Zaten her krallıkta Külkıran Kralı’nın gücünden bahsedilirdi.

“Neden beni saklıyorsunuz majesteleri? Amcam bile benden bu kadar kolay vazgeçmişken yardımınıza anlam veremiyorum.”

Ender’in yüzü yumuşadı. Şefkatli bir ses tonu ile konuştu. “Bu sizin suçunuz değil. Ben amcanız gibi sizi bırakmayacağım. İstediğiniz kadar, isterseniz sonsuza kadar burada kalabilirsiniz majesteleri.” Duraksayıp devam etti. “Daha nesnel bir cevap isterseniz krallığınız ile atalarımdan gelen bir dostluğumuz var. O yüzden size yardımcı olmaktan mutluluk duyarım. Ayrıca Elijah iyice yoldan çıkmaya başladı. Onunla karşı karşıya gelmek için bir sebebim daha olur.”

Bildiğim kadarıyla Ender ve Elijah arasında siyasi bir problem yoktu. Ne diyeceğimi bilemedim. Ender’e karşı minnet duyuyordum ancak bunu nasıl dile getirebilirdim emin değildim. Henüz kendime gelememiştim ve kafamı toparlamakta zorlanıyordum.

Aramızdaki garip sessizliği Ender bozdu. “Kanatlarınız çok güzelmiş, onları kurtaramadığımız için üzgünüm.”

Burukça gülümsedim. “Böyle olacağını bilseydim, merhemlerimi yanımda taşırdım.” O an Ender hızlıca yatağın yanındaki komodine uzandı. Çekmecelerden birini açıp içinden bir kavanoz çıkardı. Kapağını açıp kavanozu bana uzattı. Titreyen ellerimle kavanozu sıkıca tutmaya çalıştım. O an burnuma gelen koku ile şok oldum, bu benim yaptığım merhemlerdendi. Ancak bu formülü bir başkasının bilmesi imkansızdı, sadece ben biliyordum. Şokla Ender’e baktım. Bu tepkiyi bekliyor gibiydi. Gözlerinde bir ışıltı belirmişti.

“Bunu nasıl elde ettiniz?”

“Yıllar önce benim için çok değerli bir arkadaşım bunu vermişti. Bir gün sizin gibi yaralı bir prenses ile karşılaşabilirim diye.”

“Bu imkânsız! Bu formülü sadece ben biliyorum. Bunu bir başkası yapamaz.”

Ender ellerini dizlerine koyup konuştu. “Demek ki sizin gibi zeki kadınlar yıllar öncesinde de varmış majesteleri.”

Bakışlarım merhem ve Ender arasında gidip geldi. Böylesine etkili bir merhemin formülünün şifa kitaplarında geçmemesine şaşırmıştım.

“Bunu size daha önce getiremediğim için beni bağışlayın. Üzerinden o kadar uzun zaman geçti ki nereye koyduğumu hatırlayamadım.”

Hayal kırıklığı ile güldüm. “Düşünceniz için teşekkür ederim ama bu merhem yaralara daha çabuk etki etmesi için özel bir uygulama şekline sahip. Herkes bilmiyor.”

“Arkadaşım bana öğretmişti, izniniz olursa yardımcı olabilirim.”

Hiç tanımadığım bir adamın vücuduma dokunması düşüncesi içimin ürpermesine sebep oldu. Ancak kötü niyetli biri olsaydı bunu çoktan yapardı diye de düşünmeden edemedim. Öte yandan o kraldı ben ise prensestim. Böyle bir şey çok uygunsuzdu. Fakat canım çok acıyordu ve bu merhem olmadan yaralarımın iyileşmesi ve kanatlarımın çıkması aylar sürebilirdi. Bu merhem ile bu süreci birkaç günde tamamlayacaktım. Çekinerek merhemi Ender’e uzattım. Yavaşça örtünün altından çıkıp yatağın ortasına oturdum. Böylece Ender arkama geçip merhemi rahatça uygulayabilecekti. O an üzerimdeki uzun, beyaz, ipek geceliği fark ettim. Yumuşacıktı ve sıcacık tutuyordu. Uzun kollu olmasına ve her yerimi kapatmasına rağmen sırtımda yaralarımın açıkta kalacağı şekilde bir açıklık vardı. Böylece yaralarım kumaşa sürtünmüyor ve kanamaya devam etmiyordu. Aynı zamanda yaraya müdahale edilmesini kolaylaştırıyordu. Karşıma benim gibi bir hasta gelse ben de aynı şeyi yapardım.

Ender merhemi aldığı çekmeceden bir şeyler daha alıp arkama geçti. Ağırlığının yatağa yaptığı baskı ile dengemi kaybedip arkaya doğru düşecektim ama hızlıca toparlandım. Ender komodinden aldığı şeyleri yatağın üstüne bıraktı. Geniş bir bez parçasını açıp yatağın üstüne yaydı. Yanına birkaç sargı bırakıp sırtıma uzandı. Karşımda kalan ayna sayesinde hareketlerini takip edebiliyordum. Önce eski sargıları özenle çıkarıp yatağın üzerine serdiği bezin üzerine bıraktı. Merhemi dikkatlice eline aldı ve yaranın üzerine kalın bir tabaka halinde sürdü. Canım o kadar yandı ki çığlık atmamak için dudağımı ısırdım.

“Özür dilerim majesteleri. Elimden geldiğince canınızı yakmamaya çalışacağım.”

“Sorun değil.” Ender çok dikkatli davranıyordu. Yaralar dışında tenime dokunmamaya çalışıyordu. Bu nazik düşüncesi gülümsememe sebep oldu. Sonra Ender kendi kendine fısıldamaya başladı. Oda o kadar sessizdi ki dediklerini duyabiliyordum.

“Önce boca ediyoruz.” Önce boca ediyoruz.

“Sonra alttan başlayarak yaraları ortada birleştiriyoruz.” Sonra alttan başlayarak yaraları ortada birleştiriyoruz.

Ender’in dediklerini ben tamamladım. “Böylece merhem içeride kalıyor ve yara çabucak iyileşiyor.”

Seslerimiz birbirine karışınca Ender aynadan bana baktı. Benim de ona baktığımı fark edince gülümsedi. Konuşmamızın başından beri ilk defa gülümsüyordu.

“Bu sözleri nereden duydunuz?” diye sordum. Bu sözler merhemin nasıl sürüleceğini birine öğretirken söylediğim şeylerdi. Kelimesi kelimesine aynısı nasıl bilebilirdi?

“Tedavi aynı, sözler de aynı.” Şüpheyle Ender’e baktım. Bu kadar tesadüf şüphe çekmeye başlamıştı.

Ender aynısını diğer yaraya uyguladıktan sonra temiz sargılar ile yaranın üzerini kapattı. Merhem yaraya nüfuz etmeye başlayınca gözle görülür şekilde rahatlamıştım. Ender işini bitirince yataktaki çöpleri topladı. Ellerini ıslak bir bez ile temizleyip her şeyi ortadan kaldırdı. Tekrar eski yerine oturdu. Ben de geriye kayıp eski yerime geçtim.

“Teşekkür ederim, nasıl rahatladığımı size anlatamam.” Ender başını sallayıp konuştu.

“Görebiliyorum, yüzünüze renk geldi.” İstemsizce yanaklarıma dokundum.

“Kabalık olarak görmezseniz buraya gelirken ne düşündüğünüzü sorabilir miyim?”

Sorabilirdi.

“Halkın arasına karışıp bir şifacı olarak hayatıma devam edecektim.” O an aklıma saraydan kaçarken yanıma aldığım çanta geldi. Onu yanımda bulmuş olabilir miydi?

“Beni bulduğunuz yerde bir çanta var mıydı?”

“Evet, onu da yanıma aldım. Kimsenin ulaşmaması için odamda duruyor.”

“Onu bana getirir misiniz?”

“Elbette, yarın getiririm.”

“Teşekkür ederim.”

Ender başını salladı. “Size bir teklifim var.” Merakla Ender’e baktım. “Burada kalın, Sagar’ın kardeşi olarak.” İstemsizce kaşlarımı kaldırdım. Böyle bir teklif beklemiyordum.

“Elijah’tan kaçmanız gerekiyor, siz de biliyorsunuz. Burada kalın, sizi diğer insanlara Sagar’ın şifacı kardeşi olarak tanıtalım. Böylece hem sarayda hem ülkede özgürce dolanabilir hem de şifacı olmaya devam edebilirsiniz.”

Duyduklarımı sindirmem zaman aldı. Ender’in neden bu kadar yardım etmeye çalıştığını hala anlamlandıramıyordum. Ben cevap vermedikçe Ender açıklama yapmaya devam ediyordu.

“Sagar öylesine biri değil, o bir kont. Ataları da öyleydi. Bu sayede eski ihtişamlı hayatınıza da devam edebilirsiniz.”

Ender’in daha fazla devam etmesine izin vermeden konuştum. “Majesteleri, bana neden yardım ediyorsunuz hala anlamıyorum.”

Ender oturduğu yerde dikleşti. Yüzünde öyle bir ifade vardı ki, sanki acı çekiyordu.

“Elijah çok sevdiğim iki insanı benden aldı. Bir başkasını daha almasını istemiyorum.”

“Beni tanımıyorsunuz.”

“Sizi tanımama gerek yok. Krallığınız ile ittifak halindeyim. Bu sizi korumam için gayet yeterli bir sebep.”

Bu haldeyken onun beni korumasına izin vermekten başka bir çarem yoktu. O yüzden bu tartışmaya devam etmedim. Sessizliğimi kabul olarak gören Ender ayağa kalkıp bana yaklaştı.

“Yürüyebilir misiniz majesteleri?”

“Sanırım.”

Ender elini uzatıp kalkmama yardımcı oldu. Cildi bir mermer yüzeyi kadar soğuktu. Ayaklarımı yataktan sarkıtıp yatağın yanındaki terlikleri ayağıma geçirdim. Ayaklarımın üzerinde durabildiğimde Ender pelerinini omuzlarıma bıraktı. “Henüz terziler size özel bir pelerin yapamadı. O zamana kadar bu sizin yanınızda kalsın.” Pelerinin kenarlarını tutup çekiştirdim. Ender kapının yanına ilerleyip yanına gelmemi bekledi. Yanına yaklaşınca kapıyı açıp geçmeme izin verdi. Önümüzde uzun ve geniş bir koridor vardı. Koridorun sağ tarafını işaret edip konuştu. “Bu tarafta geniş bir salon var.” Salonun gerisinde kalan kapılardan ilkini gösterip devam etti. “Burası benim çalışma odam ancak genelde burada çalışmıyorum. Bir kat aşağıdaki odada oluyorum. Kral odası da denilebilir.”

Çalışma odasının yanındaki kapıyı işaret edip konuşmaya devam etti. “Burası da benim yatak odam.” Koridorun sol tarafını işaret edip konuştu. “Bu tarafta ise geniş bir kütüphane var. Orayı dilediğiniz gibi kullanabilirsiniz. Çalışma masasını kullanabilir, kütüphanedeki her şeyden faydalanabilirsiniz. Siz dışında kimse o kütüphaneye giremez.” Kütüphanenin solunda kalan kapılardan birini gösterdi. “Bu kapının arkasında ise mutfak ve yemek alanı var. Bu mutfağa hiçbir aşçı giremiyor ama siz bir şeyler yapmak isterseniz bu mutfağı kullanabilirsiniz.”

Koridorun ortasında kalan gösterişli merdivenleri işaret etti. “Bu kat tamamen size ait majesteleri. Merdivenlerin başında iki muhafız bekliyor. Buraya sizin ve benim dışında kimsenin erişimi yok. Aynı zamanda sizinle tanıştıracağım yardımcılar ve muhafızlar dışında kimseden bir şey istememenizi rica edeceğim. Size güvenliğiniz için güvendiğim insanları atayacağım.”

Başımı sallayarak Ender’i onaylıyordum. “Bu kat dışında sarayda özgürce dolaşabilirsiniz ama dediğim gibi size atayacağım yardımcılar dışında kimseden bir şey istemeyin.”

“Anladım majesteleri, teşekkür ederim.”

“Kaldığınız odada kalmaya devam edeceksiniz. Bir ihtiyacınız olursa bana söyleyin, en kısa zamanda temin ederim.”

“Teşekkürler majesteleri. Odadaki her detay ince düşünülmüş, bir şeye ihtiyacım yok.”

“Odanıza dönebiliriz, size bir şey daha göstermek istiyorum.”

Odaya döndüğümüzde Ender beni odanın derinliklerinde kalan ve fark edemediğim bir kapının yanına götürdü. Karanlıkta kalan kapıyı yavaşça açıp geçmemi bekledi. Kapıdan geçtiğimde büyüleyici bir manzara ile karşılaştım. Odanın geniş bir balkonu vardı. Gökyüzündeki yıldızlar karanlığın arasında bir umut ışığı gibi ışıldıyordu. Balkonun ilerisinde iki demir sandalye ve bir sehpa vardı. Bu oda çok güzeldi, acaba önceden kime aitti? Bu durumda bunu sormak kabalık olurdu.

Kapının kapanma sesi ile arkamı döndüm. “Siz üşümüyor musunuz majesteleri?” Ender yanıma yaklaşıp konuştu. “Soğuk beni etkilemiyor.” Başımı sallayıp önüme döndüm.

“Buradan tüm bahçeyi görebilirsiniz, gündüz gözüyle bakmanızı tavsiye ederim.” Gülümseyerek Ender’e döndüm. “İyileşince bakacağım majesteleri.” Merhem sayesinde çok daha iyi hissediyordum ama hala halsizliğim vardı. Bir anlığına boşluğa düşmüş gibi hissettim. Elimi havada sallayıp dengemi sağlamaya çalıştım. Başaramadım ama sırtımda Ender’in ellerini hissedince düşmekten kurtuldum.

“Özür dilerim majesteleri, bir an ayaklarım uyuştu sanki.”

“İzninizle.” Ne için izin istediğini anlamadım ama başımı salladım. Ender çevik bir hareketle beni kucağına aldı ve yürümeye başladı.

“Benim düşüncesizliğim, sizi yormamalıydım.”

“Majesteleri gerek yok, yürüyebilirim.” Ben itiraz edene kadar Ender yatağın yanına varmıştı. Beni yavaşça bırakıp sırtımdaki pelerini aldı. Pelerini puflardan birine bırakıp bana döndü.

“Beni bağışlayın, sizi yormamalıydım. İzninizle gideceğim ve sizi dinlenmeniz için bırakacağım. Yarın sizi yardımcılarınız ve muhafızlarla tanıştıracağım. O zamana kadar bir şey isterseniz seslenmeniz yeterli.”

“Teşekkür ederim, her şey için.”

Ender içtenlikle gülümsedi. Bu ikinci gülümsemesiydi. “Benim için bir onur majesteleri. İyi geceler.”

“İyi geceler.” Ender odadan çıkıp kapıyı arkasında kapattı. Yatağa yerleşirken hala kafamda yerine oturtamadığım bazı şeyler vardı. Ancak şu an o kadar çaresiz bir durumdaydım ki kralın teklifini kabul etmekten başka çarem yoktu. Düşünceler kafamda dönüp dolaşırken göz kapaklarım ağırlaştı. Uykuya daha fazla direnemeyip kendimi uykunun güvenli kollarına bıraktım.

Bölüm : 21.12.2024 00:48 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...