5. Bölüm

Bölüm 5: Unutma Beni Çiçeği

Zeynepsu
milyofay

Külkıran Sarayı, devasa bir labirent gibiydi. Sonsuz odaları ve koridorları arasında kaybolmak mümkündü. Benim kaldığım kat, sarayın en eski ve en görkemli bölümünde yer alıyordu. Benim ile birlikte kralın da yaşadığı bu kanatta özel bir güvenlik sistemi vardı. Diğer kanatlarda ise farklı soylu aileler yaşamlarını sürdürüyorlardı. Bazen tüm saray, akşam yemeklerinde bir araya geliyor ve kralın sofrasında önemli konular görüşülüyordu.

Sagar'ın kardeşi olmak, bana sarayın kapılarını aralayan sihirli bir anahtar gibiydi. Herkes beni, sanki onun bir parçasıymışım gibi karşılıyordu.

Sarayın duvarları arasında geçen on beş gün, bana uzun yıllar gibi geldi. Soylu kadınların samimiyeti beni etkilemese de onların çay sohbetlerine katılıyordum. Büyükbabama duyduğum özlem içimde büyüyüp duruyordu, onu ve Arhan’ı düşünmeden edemiyordum. İç dünyamdaki bu karmaşa dünyadan kopmuşum gibi hissettiriyordu.

Oturma salonunun balkonunda oturmuş bahçeyi izliyordum. Bahçedeki çiçekler öyle bir düzenle ekilmişti ki sanki gökkuşağı yeryüzüne inmişti.

"Leydi Denis, sizi burada görmeyi beklemiyordum." Duyduğum sözlerle birlikte arkamı dönüp bana bakan bir çift gözle karşılaştım; Merlin... Kara Vadi Kontunun kızı. Hatırladığım kadarıyla, birkaç kez düzenlenen çay sohbetlerinde karşılaşmıştık. Sarı bukleleri ve yeşil gözleriyle oldukça etkileyici görünüyordu. Ancak, o masum yüzünün ardında yatan zehirli bir bakış vardı. Üzerindeki koyu kırmızı elbise, sanki iç dünyasının aynasıymış gibi tehlikeli bir hava yayıyordu.

“Leydi Merlin, ben de sizi görmeyi beklemiyordum.” Cümlemi görmezden gelerek yanımdaki sandalyeye oturdu. Saçlarını savurup bahçeye uzun bir bakışa attı. “Hava ne kadar güzel değil mi?” Gözlerimi devirerek cevap verdim.

“Evet.” Merlin’den arkadaş olunmayacağını çay sohbetlerindeki hallerinden anlamıştım. Herkesle iyi anlaşmaya çalışıyordu ama hareketlerindeki sinsiliği anlamıştım.

“Saraya alışabildiniz mi? Bu kadar büyük bir yerde yaşamaya alışmak kolay olmamalı.” Bakışlarımı Merlin’e çevirdim. Yüzünde boş bir tebessümden başka hiçbir şey yoktu. Beni aşağılayarak kendini yüceltmeye çalışıyordu ama benim bir prenses olduğumu bilmiyordu.

“Haklısınız, saray oldukça büyük. Ancak uyum sağlamakta zorlanmadım. Sanki bir sarayda yaşamak için doğmuşum.”

Merlin küçümseyici bir kahkaha attı. Bakışları üzerimde gezindi. Yorum yapacak bir şey aradığından emindim ama kendimden emin duruşum ona fırsat vermedi. Hayal kırıklığını belli etmeden gülümseyerek konuştu.

“Kontun kardeşi olduğunuzu duydum. Fakat anlamadığım şey neden abiniz ile kalmak yerine kralın kanadında kalıyorsunuz?” O an Merlin’in derdini anladım. Hırslı, azimli bir genç kadındı. Büyük ihtimalle kral ile evlenmek istiyordu. Bu yüzden Ender’e karşı engellenemez bir kıskançlık duyuyordu. Zayıf noktası buydu, hırslarıydı.

“Kralımızın kararlarından şüphe etmek bize düşmez. O en iyisini bilir.” Ender’in kararı olduğunu vurgulayarak Merlin’in yüzünü izledim. Bir saniyeliğine seğiren gözü ile gülmeye başlayacaktım ama kendimi ele veremezdim.

Arkadan bir ses konuşmamıza dahil oldu. “Leydi Denis, Leydi Merlin! Sizi gördüğüme çok sevindim. Hanımlarla çay sohbetimiz var, lütfen siz de katılın.” Leydi Sanar’ın gülümsemesi o kadar samimi ve içtendi ki reddetmek imkansızdı. Zaten işim yoktu, katılıp kafamı dağıtmak iyi olacaktı.

“Leydi Sanar, katılmaktan onur duyarım.” Sinsi bir gülümseme ile Merlin’e döndüm. “Leydi Merlin, siz de katılmaz mısınız?” Merlin yüzüne samimiyetsiz bir gülümseme yerleştirip ayağa kalktı. “Elbette, mutluluk duyarım.”

Külkıran hanımları çaya inanılmaz bir ilgi duyuyordu. Fincandaki çay bitmeden yardımcılar ellerinde çaydanlıklar ile hanımlarının yanında beliriyordu. Konuşmaların çoğunu dinlemesem de bazı entrikalar kulak kabartmama sebep oluyordu. Parmaklarımı avcumda tuttuğum fincanın kenarında gezdirirken Leydi Sanar bana seslendi.

“Leydi Denis, saraya alışabildiniz değil mi?” Gülümseyerek yanıtladım.

“İlginiz için teşekkür ederim. Evet, alışabildim.”

“Yirmi yaşındaydınız değil mi?” Konunun nereye varacağını merak ederek cevap verdim.

“Evet, abim ile aramızda beş yaş var.”

Leydi Sanar üzüntü ile konuştu. “Sizin gibi güzel bir genç kız ev değiştirdiği vakit kocasının evine gitmeli. Böyle, tek başınıza taşınmanız, yalnız yaşamanız garip değil mi?” Belli belirsiz dişlerimi sıktım. Leydi Sanar’ın cahil merakı beni sinirlendirmişti. Yanımda bir kıkırdama duyunca başımı çevirdim. Merlin yanlışlıkla gülmüş gibi eliyle ağzını kapatmıştı.

“Buraya, abimin yanına geldim.” Leydi Sanar’ın meraklı gözlerinden cevabımın onu tatmin etmediğini fark ettim ve devam ettim. “Yalnız olmam talibim olmadığı anlamına gelmiyor. Abim benim için her şeyi düşünüyor ve güvendiği biri olduğunda beni tanıştıracaktır.”

Merlin konuştu. “Neden abinizi bekliyorsunuz? Siz kendinize bir eş bulamaz mısınız?”

Sahte bir gülümseme ile Merlin’e döndüm. “Tahminimce aynı yaştayız Leydi Merlin, ancak görünüşe bakılırsa siz de bir eş bulamamışsınız.”

Merlin bir şey demek için ağzını açtı ama diyecek bir şey bulamamış olmalı ki sustu. Leydi Sanar aramızdaki gerginliği hafifletmek için konuştu.

"Ben sadece..." diye mırıldandı Leydi Sanar. "Sizin iyiliğinizi düşündüm. Bir genç kızın yalnız kalması... Yani demek istedim ki..."

“Demek istediğinizi anladım Leydi.”

“Soylu bir hanımefendinin görevi sadece güzel görünmek değil, iyi bir eş olmak ve ailesine varis vermektir. Onu söylemek istedim.”

“Sizi hayal kırıklığına uğratacağım hanımefendi. Bir şifacı olarak önceliğim yardıma muhtaç insanlara yardım edebilmek. Bu konuda abimi örnek alıyorum.”

Leydi Sanar gülümseyerek konuştu. “Ne kadar erdemli bir hedef, tıpkı abiniz gibi.”

“Leydi Merlin, endişelenmeyin! Belki bir gün bir prens ile evlenirsiniz. İzninizle benim odama gitmem gerekiyor.” Hızlıca selamlaşıp kimsenin konuşmasına fırsat vermeden ortamdan uzaklaştım. Merlin’in anlamsız kaos yaratma çabasına daha fazla katlanmak istemiyordum. Sohbetleri yaşadığım şeylerin yanında o kadar gereksiz geliyordu ki dayanmakta zorlanıyordum. Amcamı beni böyle bir ortamın içine düşmek zorunda bıraktığı için asla affetmeyecektim. Amcamı beni bir eşya gibi bu kadar kolay gözden çıkardığı için affetmeyecektim. Amcamı büyükbabamın ölümünü fırsata çevirdiği için affetmeyecektim.

Titreyen dudağımı ısırıp ağlamamı engellemeye, güçlü duruşumu korumaya çalıştım.

Odama geldiğimde kapımı kapatıp sırtımı kapıya yasladım. Her şey çok tazeydi, kanatlarımın acısını dün gibi hissediyordum. Büyükbabamın yasını yaşamama izin verilmeden birçok acıya maruz bırakılmıştım. Biz bir aile değil miydik? Amcamın, bana ve Arhan’a sahip çıkması gerekirken beni ortada bırakması aile olmadığımızı bir tokat gibi suratıma çarpmıştı.

Bir prensese yakışmayan şekilde ayaklarımı kürüye kürüye camın yanındaki koltuğa ilerledim. Kendimi koltuğa bırakıp bakışlarımı tavana sabitledim. Artık prenses olmamın bir önemi var mıydı? Tanımadığım bir sarayda yaşıyor, amcamdan ve müstakbel eşimden saklanıyordum. Bu prenseslik miydi? Ender bana her şeyin en güzelini sunmasına rağmen huzursuz olduğum konular vardı. Evimde olmam gerekiyordu. Arhan’ın yanında olup ona destek olmam, onunla acımızı paylaşmamız gerekiyordu.

Gözümden yaşların aktığını hissettim. O kadar çaresiz bir durumdaydım ki kime kızıp öfkelenmem gerektiğini bilmiyordum. Gözyaşı dökmenin bir faydası olmadığını biliyordum ama ağlamadan duramıyordum. İçim öyle bir yanıyordu ki gözyaşlarımın söndüreceğine dair çaresiz bir umudum vardı. Arkama yaslanıp başımı geriye attım. Ellerimle gözlerimi kapattım. Ne zaman ağlasam başım ağrımaya başlardı ve bundan nefret ederdim.

Kapının çalınması ile gözyaşlarımı sildim. Kendimi toparlayıp konuştum. “Gelebilirsiniz.”

Aralanan kapıdan Ender başını uzattı. Bugün onunla görüşmek gibi bir planım olmadığı için şaşırdım.

“Girebilir miyim?”

“Elbette!” Ender içeriye girip kapının yanında durdu. Beyaz bir gömleğin üzerine lacivert bir ceket giymişti. Ceketin yakasında siyah ve altın rengi ince işlemeler vardı. Altında siyah bir bot, omuzlarının üzerinde lacivert bir pelerin vardı. Bir krala yakışır şekilde giyiniyordu, etkileyiciydi. Bir şey diyecek gibi oldu ama duraksadı. Bana doğru yaklaşıp birkaç adım ötemde durdu.

“İyi misiniz majesteleri? Bir sorun mu var?”

Onu iyi olduğuma inandırmak için gülümsemeye çalıştım. “Bir sorun yok majesteleri.”

“Emin misiniz? Kirpikleriniz ıslak, burnunuz kızarık…” Ender’in beni dikkatle incelemesi utanmama sebep olmuştu.

“Biraz yorgunum.”

“Yorgunluğun gözyaşı dökmeye sebep olduğunu bilmiyordum. Ağrınız mı var? Sagar burada, yanına gidebiliriz.” Durmadan konuştuğu içi dikkatini çekebilmek adına bir adım yaklaşıp elimi salladım.

“Gerçekten bir sorun yok, bildiğiniz şeyler.”

“Sizi dinlemeye hazırım.”

“Teşekkür ederim majesteleri ama bunlar sizin bile çözemeyeceğiniz sorunlar.” Ender bir adım daha yaklaştı. “Çözemiyorsak birlikte üzülebiliriz.” İçten teklifi bana iyi hissettirmişti.

“Tekrar tekrar anlatıp sizi sıkmak istemiyorum.”

Ender gülümseyerek konuştu. “İstediğiniz kadar anlatabilirsiniz, sizi sonsuza dek dinlerim. Yeter ki yalnız olmadığınızı bilin.” Gülümsedim, henüz Ender’e karşı ne hissetmem gerektiğinden emin olamasam da birinin beni düşünmesi içimi rahatlatmıştı.

“Madem konuşmak istemiyorsunuz, size bahçede bir yürüyüşe davet edebilir miyim?”

Şu an yalnız kalmak istiyordum ama yalnız kalırsam kendi kendimi yiyeceğimi biliyordum. O yüzden teklifini kabul ettim.

“Evet, lütfen.”

Dolabıma uzanıp pelerinimi aldım. Omuzlarıma yerleştirirken Ender’in arkasını döndüğünü fark ettim. Bir beyefendi olarak dolabımı görmekten kaçınması takdire şayandı.

Bahçeye doğru birlikte sessiz adımlarla ilerledik. Güneş tepede olmasına rağmen hava serindi. Bahçe, her detayı özenle işlenmiş bir tablo gibiydi. Bahçede ilerledikçe çiçeklerin mis gibi kokusu içimi ısıttı. Ender'in yanında yürürken, kalbimin atışlarının hızlandığını fark ettim. İkimiz de konuşmuyorduk ama bu sessizlik bana iyi hissettiriyordu.

Birkaç metre ötemizde geniş camdan duvarlara sahip büyük bir botanik bahçe vardı. Ender oraya baktığımı fark edince konuştu.

“Orası sarayın botanik bahçesi. İçeride birçok farklı türde çiçek var. Görmek ister misiniz?”

Çiçekleri çok severdim. O yüzden çiçeklerden konu açıldığında benim için akan sular dururdu. Ayrıca buraya geldiğimden beri evimdeki çiçek bahçesine hasret kalmıştım.

“Evet, çok isterim.” Hızlanan adımlarımız bahçenin kapısında durdu. Ender, önce kilidi, sonra kapıyı açarak geçmeme izin verdi.

Kapıdan adımımı atar atmaz, büyüleyici bir manzara beni karşıladı. Yemyeşil bitkiler, rengârenk çiçekler ve çeşit çeşit ağaçlar... Sanki başka bir dünyaya gelmiş gibiydim. Bahçenin ortasında, taşlarla örülü bir yol vardı. Yolun her iki tarafında upuzun masalar vardı. Masanın üzerinde birbirinden farklı bitkiler vardı.

Yol boyunca bir sağa bir sola yaklaşarak bitkileri inceledim. Külkıran ile iklimlerimiz benzer olduğu için çok fazla farklı çiçek türü yoktu. Yolun sonuna geldiğimde köşede yalnız başına duran solmak üzere bir çiçek gördüm. Geniş, kare bir masanın üzerinde, korunaklı bir camın arkasında duruyordu. Merakla Ender’e döndüm. Birkaç adım arkamda beni takip ediyordu.

“Bu çiçek neden yalnız?” Ender çiçeğin yanına yaklaşırken onu takip ettim. İkimiz de masanın yanına geldiğimizde konuşmaya başladı.

“Bu çiçeğin ismi Unutma Beni Çiçeği.” Ender uzanıp camı kaldırdı ve çiçeği daha yakından incelememe izin verdi. Çiçeğin yaprakları koyulaşmış ve aşağı sarkmaya başlamıştı. “Neden solmuş? Hem de bu kadar korunurken.”

Ender, belli belirsiz gülümsedi. Ancak bu gülümsemenin arkasına saklanan acıyı görmek için zihin okumaya gerek yoktu.

“Bu çiçek türü sahibine çok bağlıdır. Sahibi ölürse yaşamayı kendine hak görmez. Fakat sahibinin anısını hatırlatmak için ölmez. Bu çiçeği güneşe götürürsen sadece yaşamasına yetecek kadar ışık alır. Göle atarsan da sadece yaşaması için yetecek kadar su içer. Adı da bu bağlılığından gelir.”

Hayranlıkla çiçeğe baktım. Sahibine olan bağlılığı insanlara özgü sadakat duygusundan gelmesine rağmen birçok insandan daha sadıktı. Sahibi ölse de onu bırakmıyordu ama amcam büyükbabam ölünce beni bırakmıştı. Bir çiçek kadar bağlılığı yoktu.

“Sahibi öldü mü gerçekten?” Ender acıyla başını salladı. Aklıma gelen fikirle konuştum.

“Sahibini geri getiremem ama çiçeği iyileştirmeyi deneyebilirim.” Ender birkaç adım geri çekilip bana izin verdi. Bu sihri daha önce ölmek üzere olan birçok çiçeğe yapmıştım ve her seferinde işe yaramıştı.

Çiçeğe yaklaşıp ellerimi mermer saksısının yanlarına koydum. İçimden sihri tekrar etmeye başladım. Birkaç cümleden sonra çiçek canlanmaya başladı. Solan kısımları dikleşmeye ve tekrardan yeşermeye başladı. Sihri tamamladığımda karşımda capcanlı, geniş mavi yapraklara sahip bir çiçek vardı. Heyecanla Ender’e döndüğümde kaşlarını çatarak çiçeğe baktığını fark ettim.

“Umarım sahibi çiçeğini iyileştirdiğimiz için kızmaz.”

“Kızmaz, sevginizi anlar.” Başımı salladım. Ender’in hala bu ölüm yüzünden acı çektiği gözlerinden okunuyordu. Başımı tekrardan çiçeğe çevirdim. Bir şeyi iyileştirmek, ona sahip çıkmak bu kadar kolayken amcam nasıl beni terk ederdi?

Yanağımda hissettiğim ıslaklık ile tereddütle Ender’e döndüm. Ağladığımı görmediğini umarken onunla göz göze geldim. Endişeli gözleri adeta ruhuma işliyordu. Ne olduğunu merak ediyordu ama soramıyordu.

“Bir çiçek bile sahibine bu kadar bağlıyken amcam beni nasıl bıraktı anlamıyorum.” Ender tedirginlikle yanıma yaklaştı. “Bu sizin suçunuz değil. Anlamlandıracağınız bir durum yok. O sadece yaptı.”

“Evet ama bu kadar kolay nasıl yaptı? Başıma gelecekleri biliyordu.” Ender dudaklarını birbirine bastırdı. Neyden bahsettiğimi anlamıştı.

“Üzgünüm majesteleri. Amcanızın bunu neden yaptığına dair mantıklı bir sebep bulmakta zorlanıyorum.”

Omuzlarımı silktim. “Bir çiçek kadar değerimin olmaması beni çok üzdü.” Ender koruma camını çiçeğin üstüne indirirken cevap verdi.

“Herkes çiçeklere değer vermez. Bazıları üzerinden geçip gider. Fakat bu çiçeğin mavi değil de kırmızı yaprakları olmasıyla ilgili değildir. Basan kişinin kalpsiz olmasından kaynaklanır. Hiçbir sebep bir arının çiçeğe konmasına engel olmaz.”

İyi insanları arıya benzetmesi gülümsetti. Gülümsediğimi görünce yumuşadı ve konuşmaya devam etti.

“Bir çiçeği hayata döndürdünüz. Peki ya hayata döndürdüğünüz insanlardan haberiniz var mı?”

“Bana çok içten ve yardımsever davranıyorsunuz. Benimle evlenmek istemiyorsunuz değil mi?” Ender sorum karşısında gülümsedi ve cevap verdi. “Siz isteyene kadar hayır.”

Ender’in cevabı beni derin bir düşünceye itmek üzereyken Ender devam etti. “Size bir yer daha göstermek istiyorum.”

“Sarayınız her geçen gün beni şaşırtıyor. Neden böyle yerler olduğunu daha önce söylemediniz?”

“Vaktim oldukça size bizzat göstermek isterim.”

Birlikte yürümeye devam ettik. Onun peşinden sessizce ilerlerken bir masalda gibi hissediyordum. Bahçenin her bir köşesi o kadar güzel düzenlenmişti ki peri masallarını andırıyordu. Ender, beni sarayın gizli kalmış bir köşesine götürdü. Burası, daha önce hiç görmediğim bir taraftaydı.

Bahçe, diğerlerine göre daha küçüktü. Etrafı yüksek duvarlarla çevriliydi ve içerde sadece birkaç çeşit çiçek ve ağaç vardı. Bahçenin ortasında, büyük bir havuz vardı. Havuzun içinde renkli balıklar yüzüyordu. Merakla balıklara yaklaştım. Denize yakın bir krallığım olmasına rağmen daha önce böyle balıklar görmemiştim.

“Balıklar, çok güzeller.”

Ender balıkları anlatırken, büyülenmiş bir şekilde havuza doğru yaklaştım. Su o kadar berraktı ki, sanki bir camın arkasından balıkların renklerini ve hareketlerini izliyordum. Ellerimi havuzun mermer kenarına dayayıp, merakla eğildim. Her biri, gökkuşağının bir tonunu taşıyan, eşsiz renklerdeki balıklar, suyun içinde dans ediyordu. Kimisi yalnız yüzüyor, kimisi de grup halinde hareket ediyordu.

Tam o sırada, gözüme bir balık takıldı. Diğerlerinden farklıydı; sanki bir gökkuşağı su damlasına dönüşmüş gibiydi. Parlak renkleri, suyun içinde ışıldıyordu. Yavaşça yanıma yaklaştı ve bir an için göz göze geldik.

Balık, sanki beni selamlamak istercesine, aniden suyun yüzeyine sıçradı. Bu ani hareketle irkildim ve ellerim mermerden kaydı. Panikle gözlerimi kapattım; düşeceğimi, soğuk suyla buluşacağımı düşündüm. Fakat hiçbir şey olmadı.

Gözlerimi açtığımda, suyla aramda sadece birkaç santim vardı. Korkuyla gözlerimi kırpıştırdım. Az önceki balık, hala yanı başımdaydı.

Sonra bir el, güçlü ve soğuk bir el belimi kavrayıp beni nazikçe geriye çekti. Her şey o kadar hızlı olmuştu ki ne olduğunu anlamam birkaç saniyemi aldı.

Yavaşça doğruldum ve Ender’ teşekkür etmek için döndüm. Gözlerimiz buluştu ve onun derin bakışlarında bir sıcaklık hissettim. Yüzünün her tarafına dağılmış çilleri yakından daha güzel gözüküyordu. İnkar etmeyecektim, Ender gerçekten yakışıklıydı.

“Kendinizi tehlikeye atmaktan hoşlanıyor gibisiniz majesteleri." Aramızdaki yakınlıktan utandım ama Ender’in meydan okumasına karşılık vererek gözlerinin içine bakmaya devam ettim.

“Sanırım öyle.”

“Size göz kulak olmam gerekecek.”

“Bu sefer yanlışlıkla oldu. Balıklar o kadar güzel ki!”

Gözlerimi yeniden suyun yüzeyine çevirdim. Az önce sıçrayan o renkli balık, sanki olanları anlamış gibi yavaşça uzaklaşıyordu. Diğer balıklar da onun etrafında dans ediyordu. Planını uygulamış ve kaçmıştı. O an Ender’in elinin hala belimde olduğunu ve birbirimize çok yakın olduğumuzu fark ettim. Yavaşça geri çekilerek Ender’den uzaklaştım. Konuyu dağıtmak için bir süredir aklımda olan soruyu sordum.

“Burada sihrimi geliştirebileceğim bir yer var mı?”

“Kütüphanede kültürünüze ait kitaplar bulabilirsin. Fakat sana en çok Sagar’ın yardımı dokunur. O sihirler konusunda uzman.”

“O zaman abimle görüşmem gerekecek.” Ender güldü.

“Neden öğrenmek istiyorsun?”

Ender’in sorusu içten içe hissettiğim korkuyu ele verdi. “Bir gün güçlerimi kullanmam gerekeceğini hissediyorum.”

Bölüm : 06.02.2025 18:27 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...