
Annemin narin eli dikkatle çiçeğin gövdesini tutuyor. Merakla ona bakıyorum. Bir gün çiçekler konusunda onun kadar bilgili olabilir miyim merak ediyorum. Annemin kocaman bir çiçek bahçesi var. Benim de var ama henüz annemin bahçesi kadar büyük değil.
"Anne, bu çiçeğin adı ne?" diye soruyorum merakla. Annemin özenle toprağa ektiği çiçeğe hayranlıkla bakıyorum. Annem de en az benim kadar etkilenmiş bir şekilde çiçeğe bakıyor.
Annem gülümsüyor. "Bu bir orkide, özel bir çiçek türüdür. Bakımı özen ister.”
"Orkide mi? Çok güzel!” Çiçeğin zarif yaprakları ve canlı rengi beni büyülüyor.
"Ben de senin gibi çiçekler hakkında bu kadar çok şey bilmek istiyorum."
Annem elimi tutuyor. "Zamanla öğrenirsin, canım. Önemli olan sevmek ve merak etmek. Çiçekleri merak ettiğin sürece her şeyi öğrenirsin.”
Annemin ışıltıyla parlayan gözlerine bakıyorum. Çiçeklere olan sevgisi bana ilham veriyor. "Ben de senin gibi çiçeklerle ilgilenmek istiyorum. Bana da öğretir misin?”
Annem gülüyor. “Elbette çiçeğim, birlikte çok güzel çiçekler yetiştiririz.”
Heyecanla anneme sarılıyorum. Çiçeksi kokusu burnuma doluyor. Annem kollarını bana dolarken gülüyor. Sesi içimin ısınmasına sebep oluyor.
Yanımıza bir genç geliyor. Uzaktan kim olduğunu seçemiyorum. Yaklaştıkça annem kim olduğunu anlıyor ve gence doğru sesleniyor. “Ender, gel lütfen! Bize katıl!” Ender yaklaştıkça elinde bir saksı tuttuğunu görüyorum. Heyecanlı bir şekilde saksıyı bana uzatıyor ve ikimize selam veriyor.
“Bu çiçeği sizin için topraklarımdan getirdim majesteleri, umarım kabul edersiniz.” Saksıyı Ender’in elinden alıp kenara koyuyorum. Çiçeğin yaprakları masmavi görünüyor. Doğrulduğumda Ender heyecanla bize çiçeği anlatmaya başlıyor. “Bu çiçeğin ismi Unutma Beni Çiçeği.” Annem heyecanla araya giriyor.
“Bu çiçeği hep kitaplarda görüyordum ama canlısını görmemiştim.”
“Umarım bahçenize renk katar majesteleri.”
“Teşekkür ederim, onu özel bir yere koyacağım.”
Çiçeğin hikayesinin devamında ne olduğunu soruyorum. Ender ilgiyle anlatmaya devam ediyor. “Bu çiçek türü sahibine çok bağlıdır. Sahibi ölürse yaşamayı kendine hak görmez. Fakat sahibinin anısını hatırlatabilmek için ölmez. Bu çiçeği güneşe götürürseniz sadece yaşamasına yetecek kadar ışık alır. Göle atarsanız sadece yaşamasına yetecek kadar su içer. Adı da bu bağlılığından gelir.”
Ender’in gözlerine bakıp konuşuyorum. “Ölsem de beni hatırlatacak bir çiçeğim var artık. Teşekkür ederim.”
Annem gülümseyerek bir Ender’e bir bana bakıyor. Gözlerinde anlam veremediğim bir ışıltı var. “Benim gitmem gerekiyor çocuklar.” Ender’e dönüp konuşuyor. “Bir süre daha misafirimiz olacağınızı duydum ve çok sevindim. Anneniz ile görüşmek istiyorum. Size iyi eğlenceler.” Annem alnıma bir öpücük bırakıyor ve arkasını dönüyor. Elimi uzatıyorum, ona gitme diye bağırmak istiyorum ama sesim çıkmıyor. Annem karanlığa gömülüyor, onu daha fazla göremiyorum.
“Anne!”
Korku içinde doğruldum. Ellerim titreyerek yatağın kenarına tutundu. Gözlerim yavaşça karanlığa alışırken, etrafımdaki tanıdık eşyalar bile yabancı görünüyordu.
Ellerimi saçlarımın arasından geçirip saçlarımı geriye attım. Kalbim hızla çarpıyor, nefes alışverişlerim düzensizleşiyordu. Gecenin sessizliğinde yankılanan kalp atışlarım, odanın boşluğunu dolduruyordu. Aralık kalan pencereden hafif bir rüzgâr esiyordu. Ağır perdeler sessizce dans ediyor, karanlık odanın derinliklerinde beliren gölgeler gibi görünüyordu.
Başucumdaki mum rüzgârdan dolayı sönmüştü. Yatağın kenarına oturup ayaklarımı sarkıttım. Soğuk zemine değen ayaklarım beni mantığa geri döndürmüştü. Şiddetli bir fırtına kopmuş ve pencereyi aralamış olabilirdi. Ayaklanıp pencereyi sıkıca kapattım. Dolaptan bir battaniye alarak pencerenin yanındaki koltuğa kıvrıldım. Bulutları anlamsız şekillere sokarken uykuya dalmak üzereydim.
Kapının gürültü ile çalınması ile yerimden sıçradım. Gözlerim yere düşen battaniye ile kapı arasında gidip gelirken duyduğum ses ile rahatladım.
“Majesteleri, gelebilir miyim?”
“Gel, Sara!” Bu huzursuz geceden sonra tanıdık bir yüz içimi rahatlattı. Kapı aralanırken yerdeki battaniyeyi kaldırıp kenara bıraktım. Sara, elinde tepsiyle aralık kapıdan zarifçe süzülüp yanıma geldi. Üzerinde koyu yeşil bir elbise vardı. Saçları omuzlarından dökülüyordu. Sara, burada benim yardımcım olmaktan ziyade bir arkadaş gibi davranıyordu. Benim açımdan değişen bir şey yoktu çünkü Sara, benim için zaten çok değerli bir arkadaştı. Ancak onun adına sevindiğimi inkâr edemezdim.
“Günaydın Sara, ne kadar güzelsin!” dedim, içtenlikle. Sara, mahcup bir ifadeyle başını öne eğdi ve hafifçe gülümsedi.
“Teşekkür ederim majesteleri. Umarım geceniz güzel geçmiştir. Bir süredir birlikte değildik, o yüzden sizinle kahvaltı ederiz diye düşündüm.” Zorla gülümsedim. “Çok düşüncelisin Sara, hadi gel!”
“Ayrıca Kont Sagar iki saate sizinle sihir salonunda görüşmek istiyor.”
“Sihir salonu mu?” Demek ki Ender benden önce Sagar ile konuşmuş ve sihrimi geliştirmek istediğimi söylemişti.
“Evet majesteleri.”
“Sağ ol Sara. Hemen geleceğim, sen otur.” Banyoya girip kapıyı kapattım. Musluğu açıp yüzüme soğuk suyu çarptım. İpek havluyla yüzümü kurularken gözlerim aynadaki yansımama takıldı. Hayatım bir anda tahmin edemeyeceğim kadar değişmişti. Halledecektim, Denis bunun da üstesinden gelecekti.
Banyoda çıktığımda Sara çoktan koltuğa oturmuş tepsideki yiyecekleri sehpaya yerleştirmişti. Onun pratikliği her zaman hayatımı kolaylaştırırdı. Karşısına oturup hazırladığı lezzetli yiyeceklere baktım.
“Yorgun görünüyorsunuz majesteleri.”
Bakışlarımı ona çevirdim. “Sadece uyum sağlamaya çalışıyorum.” Duraksadım. “Sen nasıl alıştın Sara?” Sara elindeki çayı sehpaya bırakırken konuştu. “Sizin olduğunuz yer benim evim majesteleri.”
“Kendi güvenliğimi bile sağlayamıyorum. Ya sana bir şey olursa?” Sara uzanıp elime dokundu. “Bu günleri geride bırakacağız. Sadece zamana ihtiyacımız var.”
“Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun Sara? Bilinmezliğin içindeyiz, başımıza ne geleceğini bilmiyoruz.”
Elimi daha sıkı kavradı. Başımı kaldırınca gözlerinde derin bir hüzün gördüm. "Majesteleri," dedi sakin bir sesle, "size bir şey itiraf etmeliyim. Yıllar boyunca size sadakatle hizmet ettim, ama bu sadece görevden kaynaklanmıyordu."
Merakla ona baktım, ne demek istediğini anlamaya çalışıyordum. "Ne demek istiyorsun, Sara?" diye sordum.
Sara gözlerini yere indirip derin bir nefes aldı. "Sizi her zaman bir prenses olarak değil, bir dost olarak gördüm. Sizle paylaştığım her an, benim için çok değerliydi. Buraya gelmem sadece görev için değil, aynı zamanda sizin için."
Bu itiraf beni şaşırttı ve derinlemesine etkiledi. Sara'nın samimiyeti ve cesareti karşısında içimde bir sıcaklık hissettim. "Sara," dedim nazikçe, "benim için de senin varlığın her zaman çok değerli oldu. Sen sadece sadık bir yardımcı değil, aynı zamanda güvenilir bir dostsun."
Sara'nın gözleri parladı ve hafifçe gülümsedi. "Bunu duymak beni çok mutlu etti, majesteleri. Bu zor zamanlarda birbirimize olan desteğimiz, her şeyi aşmamıza yardımcı olacak."
O an, Sara ile aramızdaki bağın ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha anladım. Onun varlığı ve desteği, bana güç ve umut veriyordu.
“Hadi kahvaltımızı edelim, çaylarımız soğumasın.” Gülümseyerek elimi bıraktı.
Sara, geniş gardırobun önünde durmuş elbiselere bakarken konuştu. “Majesteleri size daha fazla kıyafet getirmeye devam ederse eşyalarınız bu dolaba sığmayacak.” Elimi salladım, ne kadar basit bir dertti.
“İtiraf etmeliyim ki majestelerinin inanılmaz bir zevki var. Her elbise çok güzel.” Bana dönüp devam etti. “Prensesimin üzerindeyken daha güzeller.” Gülümsedim.
“Ne giymek istersiniz majesteleri?”
“Her zamanki gibi, sana bırakıyorum.” Sara dolaba dönüp bir süre kıyafetleri karıştırdı. Onu bu şekilde görmek bir anlığına evimdeymiş gibi hissettirdi. Her sabah gözümü açtığımda onun heyecanlı arayışlarını görürdüm.
Sara, mürdüm rengi bir elbise çıkartıp giyinmeme yardım etti.
Elbisenin kadife gibi yumuşak kumaşı çok hoşuma gitti. Dikkatle elbiseyi düzeltirken aynada kendimi inceledim. Elbisenin belimden başlayarak yere kadar uzanan kesimi, vücudumu zarifçe sarmıştı. Kollarımdaki dantel işlemeler, elbiseye ayrı bir zarafet katıyordu. Her adım attığımda etek kısmı hafifçe dalgalanıyordu.
Giyindikten sonra makyaj masamın pufuna oturdum. Sara, arkama dolanıp nazikçe saçlarımı taramaya başladı. Saçlarımın ön kısmından birkaç tutamı önde bırakıp geri kalanını arkada güzel bir örgü ile birleştirdi. Omuzlarımdan dökülen siyah tutamlar elbisenin güzelliği ile uyum içinde parlıyordu.
Sara ile vedalaşıp Sagar’ın benim için gönderdiği muhafız ile sihir salonuna doğru yürümeye başladım.
Muhafız beni boş bir koridora getirip yalnız bıraktığında merakla etrafıma bakınıyordum. Gri rengi duvar kağıtları ile kaplanmış duvarlarda birçok tablo vardı. Etrafta herhangi bir kapı yoktu. Muhafızın beni neden burada bıraktığını anlayamadım. Burada gidilecek başka yer yoktu. Geri dönmek üzereyken tabloları incelemeye karar verdim. Birçok tablo manzara resmiydi. Ancak koridorun ortasındaki bir tablo diğerlerinden farklı olarak karanlık bir odanın resmiydi. Resimdeki odada duvarlar boyunca uzun raflar vardı. Rafların üzerinde canlı renklerle boyanmış şişeler vardı. Şişelerin rengi o kadar güzeldi ki engelleyemediğim bir dürtü ile onlara dokunmak istedim. Elimi uzatıp resme dokunduğumda resmin pürüzlü yüzeyinde sarı parıltılar belirmeye başladı. Elimi geri çekmeye çalıştım ama resme dokunmaya devam etmem için güçlü bir arzu hissediyordum. Resme dokunmaya devam ettikçe resmin üzerindeki parıltılar çoğaldı ve tüm resmi sardı. Parıltılar yok olduğunda resim siyah bir boşluğa dönüştü. Boşluk bir anda büyüdü ve etrafımı sardı. Karanlıktan başka bir şey göremiyordum. Korktum ama Ender’in sarayında kötü bir şey olmayacağını hissediyordum.
Bir saniyeliğine gözlerimi kırptım ve gözlerimi açtığımda daha önce görmediğim güzellikte bir salon ile karşılaştım. Ormanın ferah kokusu burnuma çarptı. Duvarları saran yemyeşil sarmaşıklar tavana kadar uzanıyordu ve tüm salonu bir orman gibi sarmışlardı. Sarmaşıkların arasında, minik ışıklar parlıyordu. Sanki yıldızlar bu salona hapsolmuş, gündüz olmasına rağmen sarmaşıkların arasından ışıldıyordu. Sarmaşıkların arasında, sarmaşıklarla bütünleşmiş büyük kitaplıklar vardı. Kitaplıkların çoğu kitaplarla doluydu ama bazı raflarda kristal şişeler vardı.
Birkaç adım atıp etrafımda döndüm. Burası inanılmazdı! Bir peri masalından fırlamış gibiydi. Bir oda olmasına rağmen doğanın bir parçası gibiydi.
Odanın derinliklerine doğru ilerledikçe salonun tahminimden de büyük olduğunu fark ettim. Salonun farklı köşelerinde oturma alanları vardı. Salonun ortasında kalan duvarda kocaman bir şömine vardı. O kadar büyüktü ki tüm salonu ısıtabildiğine emindim.
Sihir salonu farklı bir dünya gibiydi. Sanki bu salonda her şey mümkündü.
“Beğendiniz mi majesteleri?” Duyduğum tanıdık ses ile arkamı döndüm. Sagar kitaplıklara yaslanmış, muzip bir ifade ile bana bakıyordu. Üzerinde kırmızı bir gömlek ve siyah bir pantolon vardı. Açık kahve saçları kendi halindeydi.
“Burası inanılmaz bir yer!”
Sagar ellerini iki yana açıp konuştu. “Bu salonun her köşesinde sihir var.”
“Büyüleyici ama girişinin normal bir kapıdan olmasını beklerdim.”
“Tabloya dokunduğunuzda ne oldu?”
“Sarı pırıltılar çıktı.” Sagar gülüp devam etti.
“Sihre sahip olmayan biri o tabloya dokunduğunda sarı pırıltılar çıkmıyor ve buraya geçemiyor.”
Başımı sallayıp bakışlarımı salonda gezdirdim. Sagar yanıma gelip oturma alanlarından birine kadar eşlik etti. Karşılıklı oturduğumuzda Sagar konuşmaya başladı.
“Ender bana sihir konusunda ustalaşmak istediğinizi söyledi. Yine de sizinle konuşmak isterim.”
Başımı sallayıp konuştum. “Basit sihirleri yapabiliyorum; ateş topu oluşturmak, fırlatmak gibi. Fakat bu benim için yeterli değil. Başıma neler geldiğini biliyorsunuz. O yüzden kendimi, gerekirse ülkemi koruyabilmek için daha fazlasını öğrenmek istiyorum.”
“Anladım.” Sagar arkasına yaslanıp düşünmeye başladı. Konuşmaya karar verdiğinde birkaç dakika geçmişti.
“Anka Sihri ile çok tecrübem olmadı. Ancak sihrin seçici olduğunu söyleyebilirim.”
“Nasıl yani?” dedim merakla.
“Anka Sihri tüm Anka soyunda olmaz. Anka Sihri kimde var olacağını seçer. Bu sihri kaldıramayacak birinde var olmaz. Onun kendi ruhu vardır.”
Bu sihre sahip olmama rağmen bilmediğim çok şey vardı.
“Daha detaylı anlatır mısınız?”
“Elbette! Anka Sihri genelde zor durumlarda, başınız dertteyken ortaya çıkar. Onu her an çağırabilmek için çok güçlü bir ruha sahip olmanız veya usta olmanız gerekiyor. Sahip olduğunuz Anka Sihri ne kadar güçlüyse sihrin üzerinde o kadar hakimiyetiniz olur.”
Sagar’ı dinlerken bir yandan başımı sallıyordum.
“Ayrıca Anka Sihri var olduğu kişiyi korur. Buna ilk defa sizinle şahit oldum.”
“Nasıl yani?”
“Sizi uçurumun dibinde bulduğumuzda hala yanmaya devam eden küllerin üzerinde, sarı parıltıların içinde yatıyordunuz.”
“Beni koruyordu, büyükbabam gitmesine rağmen beni koruyordu.”
Sagar gülümseyerek başını salladı. “Teşekkür ederim anlattığınız için. Bunların hiçbirini okuduğum kitaplarda görmemiştim.”
Sagar, anlayışla başını salladı. “Gayet normal, bu bilgiler kitaplarda yazmaz. Sihirde ustalaşan kişiler bunları bilir.” Sagar öne doğru eğilip konuşmaya devam etti. “Büyük ihtimalle büyükbabanız size anlatacaktı, Anka Sihrinin son ustası oydu.” Sagar’ın cümleleri bir ok gibi beynimde yankılandı. Saray duvarları arasında, odamın güvenli duvarlarının arasında küçük bir çocuk gibi saklanmıştım. Neyden saklandığımı bilmiyordum, ne olacağını bilmiyordum ama büyükbabamın son nefesine kadar beni koruduğunu biliyordum.
“Bağışlayın majesteleri, sizi üzmek istemedim. Ancak bilmeniz gerekiyordu.”
“Sorun değil.” Dedim kısaca.
Sagar ellerini çırpıp ayağa kalktı. “Lütfen bana bildiklerinizi gösterin, ben de size uygun bir yol izleyeyim.”
Ayağa kalkıp sırtımdaki pelerini koltuğa bıraktım. Kanatlarımı özgür bıraktığımda Sagar ilgiyle kanatlarıma bakıyordu.
“Son gördüğümden bu yana-“ Duraksadı, nasıl devam edeceğini bilmiyor gibiydi. Onun yerine cümlesini ben tamamladım. “Çok güzeller değil mi?” Sagar gülümseyerek başını salladı. “Anka Sihri böyledir, her an sizi şaşırtabilir.” Kanatlarımı esnetip Sagar’ın karşısına geçtim.
Tüm gün çalıştıktan sonra Sagar, akşam yemeği vaktinde dinlenmeme izin vermişti. Bir ara Ender yanımıza uğramıştı ve Sagar ile yaptıklarımızı izlemişti. Sagar tüm gün iyi bir ruh halinde olup beni desteklese de Enderde anlamını bilemediğim bir endişe vardı. Sonunda yorgunlukla odama döndüğümde kafamda oluşan yeni sorular dışında pek bir ilerleme kaydedememiştik. Artık sihrimin tahmin ettiğimden güçlü olduğunu biliyordum. Sadece bu gücü nasıl kullanacağımı öğrenmem gerekiyordu. Ender ve Sagar bana yardımcı olacaktı. Bu yolculuk tahminimden zor olacaktı ama hiçbir şey beni hedefimden vazgeçiremezdi. Çok güçlü olacaktım, kendimi koruyacaktım, Sara’yı koruyacaktım, Arhan’ı koruyacaktım, ülkemi koruyacaktım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |