
Anka Sihri, özel bir varoluşa sahiptir. Anka Sihri varoluşu gereği kime ait olacağını seçer ve sadece Ankalar bu sihre sahip olabilir. Ağır ve kudretli bir sihir olduğu için insan bedeni onu taşıyamaz. Pek çok insan bu sihre sahip olmayı düşler ancak sihir bir Anka’dan zorla ele geçirildiği takdirde ele geçiren vücut sihrin ağırlığına dayanamaz ve sihir, vücudu parçalara ayırır. Özgür kalan varoluş geri dönmek üzere evrene saklanır ve sahibini bekler.
Anka Ateşinin bir kaynağa ihtiyacı yoktur, kendiliğinden var olur. Varoluşa sahip bir Anka’nın, sihrini kullanabilmek için bir ateş kaynağının yanında olmasına gerek yoktur. Bu ateş Anka’nın içinde gelir ve sonu yoktur. Anka, onu yaratabilir. Anka’nın vücudu dayandığı sürece varoluşu yaratmaya devam edebilir.
Anka Sihri ait olduğu Anka’yı korur. Sahibinin, var olan tüm gücünü kullanmasına izin verir. Anka Sihrinin yapabildiği birçok özellik henüz bilinmese de bilinen en önemli özelliği ateşinin her şeye dönüştürülebilmesidir. En çok şifa sihrine dönüştürülür.
“En sevdiğim.” diye fısıldadım kendi kendime. Şifa sihri ile ilgili satırları atlayıp okumaya devam ettim.
Seçilmiş Ankalar, Anka Kuşu’ nu çağırabilirler. Kimin seçilmiş olduğunu belirlemek zordur ancak imkânsız değildir. Sadece mühürlenen kitaplar bunun cevabını verebilir.
Anka olduğum için kendimle gurur duyuyordum. Seçilmiş Ankalardan olabilmeyi ve Anka Kuşu’ nu çağırmayı çok isterdim. Okumaya devam ettim ama nasıl anlaşılacağına dair bir açıklama yoktu. Mühürlü kitapların hepsi Son Ateş Krallığındaydı. Büyükbabam her kitabı okumuştu. Sonra kötü niyetli insanların eline geçmemesi için kitapları tekrar mühürlemişti. Mühürlerin çözülme mantığını biliyordum ama kitaplara ulaşmam imkansızdı.
Anka Sihrine sahip Ankalar doğal yangınlara sebep olabilirler. Ateş kristalleri ile sihirlerini daha etkili kılabilirler. Ateşi, alevden kılıçlara, yay kullanımı biliniyorsa alevli oklara dönüştürebilirler.
Bazı durumlarda adım attıkları yerler yanabilir ve ateşten yollara dönüşebilir. Ateşi kullanarak mühürleme yapabilirler ve mühürlenen parçaların mühürlerini çözebilirler.
“Biraz daha eğilirseniz omurga ameliyatı olmanız gerekecek majesteleri.”
Arkamdan duyduğum ses ile irkilerek kitabı kapattım. Başımı çevirip sesin sahibine baktım, gerçi sesin kime ait olduğunu anlamak için arkamı dönmeme gerek yoktu, Ender olduğunu, sesi duyduğum an anlamıştım.
“Affedersiniz, sizi korkutmak istemedim.”
Ender’e daha fazla aşağıdan bakmanın garip olduğunu düşünerek yerden kalktım. Bir prensese yakışmayan şekilde, sihir salonundaki rafların arasında kitapları bulduğum rafın önüne oturmuş kitapları okumaya başlamıştım. Kitabı yerine yerleştirip üzerimi silkeledim.
“Sorun değil. Kendimi o kadar kaptırmışım ki geldiğinizi fark etmedim.”
Ender başını salladı. “Sagar size burayı gösterdiğinden beri buradan çıkmıyorsunuz, sürekli çalışıyorsunuz.”
“Öğrenmek istiyorum. Yalnız kaldığımda kendimi koruyabilmek istiyorum, sevdiklerimi koruyabilmek istiyorum, ülkemi koruyabilmek istiyorum.”
Ender kaşlarını çattı. “Yalnız kalmak mı?”
“Sonsuza kadar sizin kalenizde saklanamam majesteleri.”
“Gitmek mi istiyorsunuz?”
Gitmek mi istiyorum? İstemiyorum.
“Hayır, sadece sonsuza kadar burada saklanamam. Elijah, beni bulmak için buraya da gelecek. O zaman ne yapacaksınız? Halkınızı riske atma düşüncesi bile beni huzursuz ediyor.
Ender rahatlamış gibi omuzları düştü. Serbest kalana kadar kendini kastığını fark etmemiştim.
“Elijah, kimseye zarar veremez. Size de zarar veremeyecek. Halkım için endişelenmenize gerek yok. Siz de en az halkım kadar önemlisiniz. Lütfen değerinizi küçümsemeyin.”
Ender’in sözleri kafamı karıştırdı. Yine de neye güvendiğini merak etmeden duramadım.
“Majesteleri beni yanlış anlamayın, gücünüze sonuna kadar güveniyorum. Fakat nasıl bu kadar eminsiniz?” Ender duruşunu tekrardan dikleştirdi. Bir saniyeliğine bana içini açmıştı ama şimdi tekrar kral kimliğinin arkasındaydı.
“Elijah beni yenecek kadar güçlü değil, zamanı gelince siz de göreceksiniz.” Bir şey daha soracaktım ama Ender tekrar konuşarak bana izin vermedi.
“Akşam yemeği vakti geldi, katılmaz mısınız?” Konuyu değiştirmesine saygı duyarak kocaman bir gülümseme ile cevap verdim. “Onur duyarım majesteleri.” Ender’in yanından geçip sihir salonunun kapısına ilerledim. Salonun girişinin aksine normal bir çıkışı vardı. Kapıyı açıp adımımı attığımda koridordaydım. Birkaç haftadır tam anlamıyla burada yaşıyordum ve bu geçişlere alışmıştım.
Koridora çıktığımda Ender hemen arkamdan gelmedi. Onu beklerken elbisemin kırışan kenarlarını düzeltmek için eğildim. Kaç saattir orada oturuyordum fark etmemiştim. İçimdeki korkuyu bu kitapları okuyarak yatıştırıyordum.
“Endişelenmeyin, her zamanki gibi çok güzelsiniz.” İrkilerek ayağa kalktım. Düşmemek için duvara tutunmam gerekti.
“Bir anda ortaya çıkmanız beni korkutmaya başladı.”
“Aslında gayet sesli geliyorum. Siz çok dalgınsınız.”
“Diken üstünde yaşıyorum, sizce de normal değil mi majesteleri?” Ender yardımcı olmak için elini uzattı. Tereddütle elini tutup yardımını kabul ettim.
“Birine güvenmenin kolay olmadığını biliyorum ama lütfen burada güvende olduğunuzu bilin. Burada kimse size zarar veremez. Bana inanın.” Ender güvende olduğumu hatırlatmaktan ziyade ona güvenmem için yalvarıyor gibiydi. Onun hareketleri kafamı karıştırıyordu. Onun için yardımcı olduğu bir prensesten fazlası mıydım?
“Yarın şehre ineceğim. Eşlik etmek ister misiniz?” Ender’in teklifini beklemiyordum. Ancak halkı ile iletişimi bana birçok şey gösterebilirdi.
“Çok isterim.” Ender başını sallayıp elini koridora doğru uzattı. “Geç kalmayalım, herkes bizi bekliyor.” Yürümeye başlayıp merakla sordum.
“Bizi mi bekliyor?” Ender adımlarıma eşlik ederken cevap verdi.
“Evet, kral gelmeden akşam yemeği başlamaz.” Dudağımın kenarı kıvrıldı. Herkes Ender’i bekliyordu ama o beni bizzat çağırabilmek için yanıma gelmişti. Sihir salonu ve yemek salonunun farklı kanatlarda olduğunu göz önünde bulundurarak oraya varmamız biraz vakit alacaktı. Ender’e hızlı bir bakış atıp önüme döndüm. Her zamanki gibi düşünceliydi. Üzerinde her zamanki lacivert askeri forması vardı. Lacivert rengini o kadar çok kullanıyordu ki en sevdiği renk olduğunu düşünmeye başlamıştım. Ender hakkında bilmediğim birçok şey vardı. Fakat o neredeyse benim tüm hayat hikayemi biliyordu.
Yemek salonuna geldiğimizde Ender ile girip gereksiz dikkati üzerime çekmek istemedim. Ancak Ender bu durumdan rahatsız gibi görünmüyordu. Koluna dokunup onu durdurdum. Ender ilgiyle bana döndü.
“Majesteleri, sizce de birlikte girmemiz garip karşılanmaz mı?”
Ender başını iki yana salladı. “Siz Sagar’ın kardeşisiniz. Saraydaki herkes Sagar’ın yakın arkadaşım olduğunu biliyor. Ayrıca garip karşılansa bile bir önemi yok. Ancak rahatsız oluyorsanız-“ Ender’in lafını keserek konuştum. “Hayır majesteleri.”
Ender’in arkasından salona girdim. O yerine oturduktan sonra ben de selam vererek yerime geçtim. En başta Ender, sağında Sagar, Sagar’ın yanında ise ben oturuyordum. Ender’in solunda Merlin’in babası Kont Karan vardı. Kontun yanında eşi Leydi Elara, leydinin yanında ise Merlin oturuyordu. Masa boyunca birkaç kont ve leydi daha vardı. Ancak isimlerini ve hangi bölgeye sahip olduklarını bilmiyordum.
Kralın izniyle servis başladı. Yardımcıları beklerken Sagar bana doğru eğildi. “Sana sihir salonunu göstermemeliydim.” Sagar ile resmi konuşmayı kenara bırakmıştık çünkü toplum içinde birbirimize karşı samimi olmalıydık.
“Sen de gelirsen daha iyi olur. Beni yalnız bırakıyorsun, tüm kitapları ezberledim.”
Sagar kıkırdadı. “Merak etme, sihrini ortaya çıkarmamıza yardımcı olacak bir yöntem buldum. Zamanı gelince göreceksin.”
Yemek servisinin yapılmasıyla başımı sallayıp bu konuşmayı sonraya bıraktım. Herkes yemek yemeye başlayınca masada bir sessizlik oldu. Kralın masasında yemek yerken genelde konuşmaz etrafı dinlerdim. Leydilerin aralarındaki sohbetler birçok sır barındırırdı. Bunları duymanın bir faydası olmayacaktı ama eğlenceliydi. Bana Arhan ile sohbetlerimizi hatırlatıyordu.
Aristokratlar kendi halinde ülke için fikirlerini belirtirken sakince onları dinliyordum. Bakışlarım kontlar arasında gidip gelirken Leydi Elara ve Merlin’in bana bakarak fısıldaştığını fark ettim. Gayri ihtiyari bana baktıklarını düşünerek önemsemedim.
“Majesteleri, sizi malikanemde ağırlamak isterim. Yakın zamanda bir tadilattan geçti ve çok güzel oldu.” Kont Karan, abartmayı seven bir tipti. Gösterişten ve kendini övmekten hoşlanıyordu. Bir Ağarmaya başlayan saçlarını geriye doğru taramıştı. Kalın ve gür bıyıkları neşeli gülüşünü örtüyordu. Üzerine oturan kahverengi bir takım giymişti. Kilolu olması üzerindeki takımın özel dikim olduğunu düşündürtmüştü.
Ender soğuk bir ifade ile başını salladı. Kont, gülerek devam etti. “O kadar güzel oldu ki düğününüzü burada yapmak isteyeceksiniz!” Ağzımdaki lokmayı püskürtmemek için kendimi zor tuttum. Kontun hadsizliği ve bunun farkında olmaması beni güldürmüştü.
“Öyle bir planım yok, Kont Karan.” Ender’in cevabı kontun susması için yeterliydi.
“Belki Leydi Denis’in düğününü yaparız babacığım, olmaz mı?” Şaşkınlıkla başımı kaldırdım. Merlin’in iyi niyet göstergesi altındaki saldırganlığı beklenmedikti.
“Leydi Denis’in düğünü, zamanı geldiğinde burada olacak.” Ender’in cevabı daha da beklenmedikti. Sagar gülerek araya girdi.
“Kardeşimin talibi kim?” Kont Karan abartılı bir şekilde kahkaha attı. Kontun ortamı yumuşatmaya çalıştığı belliydi ama ben gözlerimi Ender’den alamıyordum. Bunu normal bir şeymiş gibi söyledi ve yemeğine devam ediyor. Merlin’e baktığımda beklediği tepkinin bu olmadığı yüzünden anlaşılıyordu. Ortamı sakinleştirmek için susacaktım ancak Leydi Elara’nın küçümseyici ifadesini beni sinirlendirdi. Bu aralar evliliğim herkesin dilindeydi ve rahatsız edici bir hal almaya başlamıştı.
“Duyduğunuz üzere evleneceğim zaman düğünüm burada olacak. Bu konunun üzerine daha fazla konuşmamıza gerek yok.”
“Evet.” Ender’in cevabı ile sustum. Bu kaosa devam etmekte bir sakınca görmüyordum, ne de olsa ben politikacıydım. Fakat Ender’i zor durumda bırakacak bir şey söylemek istemiyorum. Merlin, konuyu değiştirdi.
“Kont Sagar, kardeşinizin burada kalması çok hoş. Onunla bolca vakit geçiriyoruz.” Yapmacık bir gülümseme ile Sagar’a baktım. Gözlerimiz buluştuğunda beni anladığını gördüm.
“Evet, burada yalnız kalmadığı için mutluyum.”
“Neden sizinle malikanenizde kalmıyor?” Sagar alaycı bir gülümseme ile cevap verdi.
“Ben görevim gereği tüm gün evde olamıyorum. O yüzden burada kalması onun için daha iyi olacak.”
Merlin elindeki çatalı yavaşça bırakıp samimi bir ifade takındı.
“Kralın kanadında yaşaması sizi rahatsız etmiyor mu?” Dehşetle Merlin’e baktım. Bu bardağı taşıran son damlaydı.
“Haddinizi bilin Leydi. Benimle böyle konuşamazsınız.”
Merlin normal bir soru sormuş gibi dudaklarını büzdü. “Yanlış anlamayın, sadece merak ettim.”
Ayağa kalkmak üzereyken Sagar koluma dokunup beni durdurdu. Gözleri ile Ender’i işaret etti. Sonraki saniye Ender öfkeyle elini masaya vurdu. Öfke, gözlerinde pek denk gelmediğim bir duyguydu.
“Yeter! Benim sarayımda, benim misafirimle böyle konuşamazsınız leydi. Haddinizi bilin!” Ender’den bir tepki beklemeyen Merlin şaşırdı. Masadaki tüm dikkat önce Merlin’e sonra Ender’e döndü. Merlin, üzerindeki dikkati göze alarak duruşunu dikleştirip konuştu. “Bağışlayın majesteleri. Merakıma yenik düştüm.”
“Masamda böyle bir saygısızlık istemiyorum.” Merlin başını salladı. Sinsice Merlin’e baktım. Öfkeden yerinde duramadığını görüyordum. Gülümsediğimi görünce daha da sinirlendi. Herkesin içinde küçük düşmesi beni sevindirmemişti ama en azından artık bana saldırırken iki kere düşünecekti.
“Leydi Denis, çok iyi bir şifacı ve rahatsızlığım yüzünden hep yakınımda olması gerekiyor.” Ender’in itirafı ile kaşlarımı çattım. Masada bir sessizlik oluştu. Herkes arasındaki konuşmayı bırakıp krallarına bakmaya başladı. Bir yemekte bu kadar şaşkınlık fazla değil mi majesteleri?
Misafirler arasında fısıldaşmalar başladı. Bazıları sesini yükselterek Ender’e iyi olup olmadığını sormaya başladı. Ender elini kaldırıp kuru gürültüyü kesti ve ayağa kalkıp konuştu.
“Endişelenecek bir şey yok. Leydi Denis’in tedavisi sayesinde iyiyim.”
Ender yerine oturduğunda merakla ona bakıyordum. Sagar’a döndüğümde onun hiç şaşırmadığını fark ettim. Ender’in böyle diyeceğini biliyor muydu? Sagar aklımı okumuş gibi başını salladı. Bunu daha sonra sormayı aklıma not ederek duruma ayak uydurdum.
“Yemeğe devam edelim.”
Ender’in çıkışı ile yemeğin kalanı olaysız geçti. Elara ve Merlin ile muhatap olmamaya çalıştım. Ancak ara sıra onların bana baktığını hissedebiliyordum.
Yemeğimi bitirir bitirmez kaldığım kata çıktım. Ender aşağıda kaldı ama Sagar benimle kaldığım kattaki oturma salonuna geldi. Pencerenin kenarına geçip dışarıya bakmaya başladım. Saat ilerlemişti, birazdan gece yarısı olacaktı. Ender ile konuşup uyuyacaktım. Sagar koltuklardan birine oturmuş kendi halinde bir şeyler düşünüyordu.
Sırtımı pencereye verip Sagar’a baktım. Hareket ettiğimi fark edince bakışlarını bana çevirdi.
“Merlin neden benimle uğraşıyor?”
Sagar alaycı bir şekilde sırıttı. “Ne kadar safsın kardeşim.” Gözlerimi devirdim. Sagar’ın alaycılığına alışmıştım.
“Anlamıyorum Sagar, neden evlenmemi bu kadar dert ediyor? Ne halde buraya geldiğimi sen biliyorsun.”
Sagar elini kaldırıp bir yeri işaret etti. Elini takip edince duvardaki aynayı işaret ettiğini fark ettim. “Kendine bir bak Denis.” Bakışlarımı tekrar Sagar’a çevirdim. “Güzelsin, zarifsin, akıllısın, nerede nasıl davranman gerektiğini biliyorsun. En önemlisi benim kardeşimsin.” Gülümsedim, bu adam hiç ciddi kalamıyordu.
“Merlin seni kendine rakip olarak görüyor.” Merakıma yenik düşerek sordum.
“Ender ile aralarında bir şey mi vardı?” Sagar sorumu bekliyormuş gibi gülümsedi.
“Hayır, yok. Ender uzun zamandır sadece halkı ile ilgileniyordu.”
İlgileniyordu, artık başka ilgi alanı mı var? Ben bunu niye merak ediyorum ki?
“Bana kalırsa Merlin sadece hırs yapıyor. Kontun kızı, her şeye sahip ama durmayı bilmiyor.” Sagar’ın da benim gibi düşünmesine şaşırdım.
“Ender ile ne zamandır tanışıyorsunuz?” Sagar uzun bir hikâye anlatacakmış gibi arkasına yaslandı.
“Tahmin ettiğinden bile çok.” Başımı yana eğdim. “En fazla doğduğunuzdan beri tanışıyor olabilirsiniz. Yaşlarınız yakın değil mi?”
“Ender benden küçük.”
“Sen yirmi beş yaşında değil misin abiciğim?” Sagar alaylı bir şekilde başını salladı. “Ender ile aranda sadece iki yaş var.”
“Evet, bu benden küçük olduğunu kanıtlıyor.”
Gözlerimi devirip en yakınımdaki koltuğa oturdum. Uykum ağırlaşmaya başladı.
“Uyumak için Ender’i mi bekliyorsun?” Sagar’ın çok fazla doğru tahminde bulunması sinir bozucu olmaya başladı.
“Evet, neden böyle bir şey dediğini merak ediyorum.”
“Daha fazla üstünüze gelmelerini istemedim.” Ender’in kapıda aniden belirmesi ile şaşırdım. Bazen Sagar’ın her şeyi bildiğini ve her hareketinin planlı olduğunu düşünüyordum. Sagar ellerini dizlerine vurup ayağa kalktı.
“Ben yatsam iyi olacak.” Bana dönüp gülerek selam verdi. “İyi uykular majesteleri.” Kapıdan çıkarken Ender’in omzuna dokundu. Ender yavaşça yanıma geldi. Sanki her adımında sahip olduğu güç etrafa yayılıyordu.
“Neden hasta olduğunu söylediniz majesteleri?”
“Sizi korumak için, neden burada kaldığınız daha fazla soru işaretine sebep olmayacak.”
Başımı iki yana sallayıp konuştum. “Majesteleri anlamıyorum, neden benim için bu kadar fedakârlık yapıyorsunuz? Sizin için sadece ittifakta olduğunuz bir krallığın prensesiyim.”
Ender cevap vermedi. Gözlerini boşluğa dikti. Yüzünde hiçbir ifade göremiyordum. Onu ilk gördüğüm andaki ruhsuz haline dönmüştü. Dediğim şey onu incitmiş olabilir miydi? Prenses ve kral ilişkisi sınırında gidip geliyorduk. Ne ilerisi oluyordu ne gerisi.
Ender cevap vermediği için ayağa kalktım. “Anladım majesteleri, iyi geceler.” Kapıdan çıkarken göğsümde bir ağırlık hissettim. Bu Ender’in cevap vermemesinden mi kaynaklanıyordu yoksa vereceği cevaptan mı emin değildim. Ne demesini umuyordum? Burada mecburen kalan bir prensestim, ondan daha ne bekleyebilirdim? Odama girip kapıyı arkamdan kapattım. Sara’yı beklemeden üzerimdeki kıyafetleri aceleyle çıkardım. Geceliğimi giyip hızlıca yatağıma girdim. İpek çarşafların serinliği beni sakinleştirdi. Komodine uzanıp kütüphanede bulduğum tüyü elime aldım. Dikkatlice parmaklarımın ucuyla tutup çevirdim. Başım yastığa, tüy kucağıma, bilincim karanlığa düştü.
“Lütfen izin ver! Canın yanıyor.” Kanlar içindeki elini zorla uzatıyor. Ben ilgiyle eline bakarken o yüzüme bakıyor. Yaranın derinliğini kontrol ediyorum, çok derin değil ama cildi hasar almış.
“Gel benimle, eline pansuman yapacağız.” Ender elini tutan elimi sıkıca kavrıyor ve gitmeme izin vermiyor. Bakışlarımı elinden gözlerine çeviriyorum. Gözlerinde korku görüyorum, kırgınlık görüyorum, acı görüyorum. Eli, tahminimden çok acıyor.
“Özür dilerim, arkamdan geleceğini düşünmedim.”
“Seni ne zaman yalnız bıraktım?” Mahcup bir şekilde ona bakıyorum. Düştüğü için dağılan saçları, güneşte parıldayan çilleri, benim için endişelenen gözleri çok hoş görünüyor.
“Senin gibi bir prens nasıl ağaca tırmanmayı bilmez anlamıyorum.” Ender gözlerini deviriyor.
“Ağaca tırmanmayı biliyorum. Fakat kimse beni, âşık olduğum kız beni ağaçtan itince ne yapacağımı öğretmedi.” Gülümsüyorum. Ender’in bu ani itirafı kalbimi hızlandırıyor. Bir an için az önce Ender’in ağaçtan düştüğünü ve başında, ayağa kalkması için dikildiğimi unutuyorum.
“Özür dilerim Ender, sinirliydim ve gelmeni istemedim.”
Ender bana sıkıca sarılıyor. Benim yüzümden düşmesine rağmen benden düştüğü için özür diliyor. Kollarımı, kollarının altından geçirip sırtına doluyorum. Henüz genç bir oğlan olmasına rağmen kaslı ve güçlü bir vücudu var. Kollarını bana dolandığında resmen kayboluyorum, bunu seviyorum.
“Seni üzmek istemedim, ben özür dilerim.” Başımı kaldırıp Ender’in gözlerine baktım. “Benim yüzümden düştün, benim özür dilemem gerekmiyor mu?”
“Sen diledin, şimdi ben diliyorum; seni üzdüğüm için.” Dudaklarımı büzerek Ender’e bakmaya devam ediyorum. Göğsünde nasıl bir kalp taşıyor tahmin edemiyorum. Ancak o kalbin içinde olduğum için sonsuza kadar mutlu olacağımı biliyorum.
“Hadi gel, eline bakalım.” Ender az önceki inadını bırakıp teslim oluyor. Elinden tutup onu çalışma odama götürüyorum.
Odanın kapısını açıp Ender’in içeri geçmesine izin veriyorum. Masanın yanındaki taburelerden birini işaret ediyorum. “Sen otur, ben geleceğim.” Arkamı dönüp dolaba uzanıyorum. Elini temizlemek için birkaç eşya ve ihtiyacım olan ilacı alıyorum. Ender’in yanına dönüyorum ve elimdekileri masaya bırakıyorum. Ender’in yanındaki tabureye yerleşiyorum. Dikkatlice Ender’in elini tutuyorum ve yarasını temizliyorum. Canının yandığını biliyorum ve Ender sessizce acısını kabullendikçe üzülüyorum. Ağacın tepesindeyken arkamdan geldiğini fark etmiyorum ve ters bir el hareketim onun düşmesine sebep oluyor. Gözlerim doluyor, görüşüm bulanıklaşıyor.
“Tamam düşünme artık.” Dolan gözlerimi saklamak için başımı kaldırmıyorum. Ender elimdeki bezi alıp kenara bırakıyor. Nazikçe çenemi tutup başımı kaldırıyor. Gözlerimiz buluştuğunda gözlerinde endişe görüyorum.
“Lütfen ağlama, canım acımıyor.”
“Ben şifacıyım, canının yandığını biliyorum.”
“Seni böyle görmek canımı daha çok yakıyor.”
Yarayı temizlemeyi bitirirken soruyorum. “Neden bana kızmıyorsun?”
Ender gülümsüyor. “Beni itmedin, ben bilerek düştüm.” Dehşetle gözlerine bakıyorum, yalan söylemiyor. Bir şey demeden ilaca uzanıyorum ve dikkatlice eline uyguluyorum.
“Gerçekten benim gibi eğitimli birinin, ağaçtan düşebileceğine inandın mı?” Dudaklarımı birbirine bastırıyorum, cevap vermiyorum. O devam ediyor. “Tutunup ağaçta kalabileceğim birçok dal vardı ama ben tutunmadım. Ayrıca o kadar yüksekten gerçekten düşen biri sadece elini yaralamaz, değil mi?”
“Sen çok kötü bir insansın.” Ender kahkaha atıyor.
“Özür dilerim, sadece seninle barışmak istedim.”
Ender’in elini dikkatlice temiz bir bezle sarıyorum. “Bir daha beni seni kaybetmekle sınama.”
Ender diğer elini yanağıma koyup yanağımı okşuyor. “Bu hayatta kaldıramayacağım tek şey seni kaybetmek.” Elimi elinin üstüne koyuyorum. Elinin sıcaklığı ruhuma huzur veriyor, beni canlı hissettiriyor.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |