
Herkese merhabalar... Hikâyeyi tamamlanmış olarak burada yayımlamıştım ancak özel bölüm eklemek istedim. Wattpad'de de bununla ilgili yorumlar yapılmıştı. Yükleyebilirsem oraya da yükleyeceğim. Okuduğunuz ve destek olduğunuz için teşekkür ederim 🙏🏻☺️
*
Aynanın karşısında takılarımı takarken gözüm kapının kenarında bekleyen küçüğüme ilişmişti. Elleri arkasında, bir dizini bükmüş sessiz sessiz beni izliyordu. Üstündeki beyaz elbise bir tık büyük gelmişti sanırım. Ama böyle daha bi tatlı olmuştu. Bıcır bıcır dolanıyordu etrafta. Evin neşesi Melek hanım neden şimdi pek bir mahçup duruyordu acaba?
"Miniğim... Gelsene yanıma?"
Melek pıtı pıtı yanıma gelince diz çöküp onunla aynı hizaya gelmeye çalışmıştım. Üç yaşındaki kızım pek bir minik olduğundan; yüzünü ellerimin arasına aldığımda kayboluveriyordu adeta.
"Anne..." dedi demeye çalıştığı ama çekindiği bir şey olduğunu belli ederek. Genelde böyle bir ses tonuyla konuşunca ya çikolata isterdi ya da yeni bir oyuncak. Ama bu sefer işler daha da ciddiydi.
"Söyle kuzucuğum?" dediğimde elimden tutup çekiştirmeye başlamıştı. Peşinden koşturarak odalarına girdim. Melek'im yüzüme bakarak tepkimi ölçmeye çalışıyordu sanırım. Yaptığı şeyin doğru olmadığını anlamış olacak ki sessizce gelmiş, bir şey söylememi beklemişti.
"Kızdın mı?"
Başımı hızla sallayarak gülümsedim. Ne tepki vermem gerekiyor bilmiyordum ama kızmamıştım. Epey şaşırmıştım...
Melek'i kucağıma alarak yatağına oturdum. Derince bir nefes alarak miniğimin gözlerime bakmasını sağladım.
"Neden attın anneciğim kardeşinin kıyafetlerini yere? "
Melek dağıttığı odaya göz gezdirip ellerini önünde birleştirdi. Kardeşleri olacağını duyunca Ahmet Umut da Melek de çok sevinmişti. Ne zamanki onun küçük kıyafetlerini yeni bebeğe giydireceğimi söyledim, ipin ucu kopmaya başladı. Melek'in eski beşiğini de odalarına koyunca ilk prensesim, daha doğmadan ikinci prensesimi kıskanmaya başladı. Konusu açılınca kaşlarını çatıp ilgiyi kendine çekmeye çalışıyordu. Bir şekilde oyuna kaptırınca unutuyor sanmıştım ama öyle olmuyormuş demek ki.
"Anne... Ben bebek istemiyorum. Senin tek prensesin ben değil miyim?"
Gözyaşları boncuk boncuk kaymaya başlamıştı ay gibi parlak yüzünden. Sakinleşmesi için sımsıkı sarıldım. Küçük aklında ve kalbinde neler düşünmüş kim bilir. Hiç böyle bir şey beklemediğim için afallamıştım. Mutludurlar sanmıştım ama karşımıza alıp böyle böyle olacak diye konuşmak gerekirmiş meğer. Ahmet Umut, Melek doğacağı zaman hiç böyle yapmamıştı. O da küçüktü ama oyun arkadaşı geliyor diye el çırpıp dururdu. Melek'e de ilkten bu şekilde söyleseydik belki daha farklı davranırdı. Nereden bilebilirdik ki?
"Gel bak sana ne göstereceğim." dedim kucağımdan indirerek. O an gözüme ilişen ilk şey logolardı. Bir çocuğun anlaması için oyundan daha iyi araç var mıydı?
Elime en uzun lego parçasını aldım. Sonra da dört küçük parçayı seçerek ayırdım. Melek gözünü ayırmadan beni izliyordu.
"Ne yapıyorsun anne?"
"Şimdi bu uzun parça var ya, işte bu benim kalbim..." dedim tüm odağımla. Ama küçüğüm gülerek "Anne sen logo değilsin ki, kalbin nasıl lego olsun?" dedi. Zeki çocuğum benim. Baban gibi sen de annene çok güzel kal getirebiliyorsun.
"Mış gibi yapıyoruz ya bitanem. Kalbimmiş gibi düşün." diyince "Hee... Mış gibi oyunu." diyerek ilgisini vermeye başladı.
"Bu kalbim böyle yalnız başınayken, baban gelip kalbimin bir parçasına yerleşti."
Küçük parçalardan birini büyük olanın üstüne takmıştım. Bu esnada Barlas ve Ahmet Umut da dışarıdan gelmişti. Biri sağ biri sol yanağıma öpücük bıraktıktan sonra Barlas Melek 'i kucağına alarak yanıma oturmuştu. Ahmet Umut aramıza oturup logolara elini uzatınca Melek hanım abisine meşhur parmak sallama hareketini yapmıştı. Sonrasında bilgili bir edayla abisi ve babasına oyunumuzu özetlemişti.
"Bakın bu annem, hayır annemin kalbi. Baba bak bu da sensin..." dedi arkasına dönerek. Barlas ne yaptığımı anlamıştı. Her zaman beni anlardı. "Evet güzelim bak şimdi ne olacak?" diyerek çocukları iyice meraklandırmıştı.
"Babanız geldi kalbime yerleşti ama buralar boş kaldı." derken bir parça daha yerleştirdim. "Derken bir paşa da geldi kondu."
"Ben!!!" diyerek zıplamaya başlamıştı oğlum. Melek de ona eşlik edip alkış yapıyordu. "Ama hâlâ boş yer var!" dedi birden. Yeni parçayı yerleştirdiğimde Melek gülerek Barlas'ın yüzüne bakmıştı.
"Benim değil mi baba?"
"Evet tabi ki meleğim!" derken bana da gülerek göz kırpmıştı. Buradan sonrasını bana bırak demekti bu işareti.
"Ee ama hâlâ boş annenizin kalbi? Ne yapmalı şimdi acaba?"
Çocuklara alttan alttan bakıp ne diyeceklerini merakla beklemeye başladım. Biraz da endişeliydim. Biraz değil baya baya içim içimi yiyordu. Melek ya Bence böyle boş kalsın gibi bir cümle kurarsa?
"Ben biliyorum ne yapacağız?" dedi Ahmet Umut heyecanla. Ah oğlum... Her abi olacaksın dediğimizde büyük bir olgunlukla karşılıyordu.
"Annemin karnındaki bebeği koyalım..."
Melek yerden küçük parçayı alarak boş kalan yere takmıştı. Şuan hüngür hüngür ağlayabilirdim. Basit bir lego parçasıydı hepsi. Ama işte benim hayatımdı...
"Annenizin kalbi kardeşiniz ile tamamlanacak. Onun gelmesi ile diğer parçalar çıkmayacak gördünüz mü? İki tane tatlı prensesimiz ve onların biricik abileri olacak. "
"Sen de varsın baba!" dedi Melek.
"Doğru kızım. Ben de varım, her zaman..."
Barlas'tan gözlerimi kaçırıyordum. Çünkü gözlerine bakarsam çocuk gibi ağlayacaktım. Melek babasının kucağından kalkıp karşıma geçtiğinde ne yapacağını kestirememiştim. Boynuma sarılıp "Özür dilerim anneciğim. Kardeşimi çok seviyorum." dediğinde daha fazla tutamamıştım gözyaşımı. Çocuklar korkmasın diye bir yandan da gülmeye çalışıyordum.
"Aferin güzellerime... Hadi bakalım babaannenizi daha fazla bekletmeyelim."
El birliği ile odayı toplayıp çocukları hazırlamıştık. Melek'in bakışları değişmişti artık. Evden çıkmadan önce karnıma öpücük bile kondurmuştu. Bunu 4 aydır ilk kez yapmıştı. Miniğim yavaş yavaş büyüyordu.
Melek anneye çocukları bıraktıktan sonra yeniden arabaya bindik. Biz düğündeyken iki üç saatliğine onda duracaklardı. Melek annem tek kişi kalmıştı artık. Babamı, babamızı kaybedeli yaklaşık iki ay olmuştu. Camiye gitmiş bir daha dönememişti. Beni sarıp sarmalayan, derdimi dert bilip kızı yapan, gerçek babalığı tattıran kişiyi bir daha göremeyecek olmak çok koymuştu ilk zamanlar. Öz ailemden kaçıp gerçek aileme keşke daha önce kavuşsaydım demiştim. Onu bu kadar geç bulup erken kaybetmek canımı yakmıştı. Her gün ağlamışımdır. Günlerce... İçimde bir yerlerde konduramıyordum artık olmayacağını.
Sonra bir gün Melek anne yanıma yanaşıp sımsıkı elimi tutmuştu. O an fark etmiştim ki Melek anne tek bir gözyaşı dâhi dökmemişti. Sakın üzülmedi mi diye düşünmeyin. Aksine, gözlerindeki hüznü, yüreğinizi ilmek ilmek yakabilecek kadar güçlüydü. İradesi de öyle.
"Babanız çok mutlu ayrıldı kızım bu dünyadan. Oğluna kavuştu, senin gibi güzel bir kızı oldu. Üçüncüyü göremedi belki ama iki tane her şeyden çok sevdiği torunu oldu. Bir insan daha ne ister ki? Hep gülerdi... Sen de duydun, gözlerini son kez kapatırken bile hala yüzünde bir tebessüm varmış. Demem o ki, daha fazla üzülmek onu geri getirmeyecek. O siz mutlu oldukça mutluydu. Hadi sil gözyaşlarını... Gül ki babanı üzme."
Melek annenin o gün söylediklerinden sonra ağlamadım bir daha. Benim de hüznüm gözlerime yerleşti ve ne zaman babam aklıma gelse buruk bir tebessümle yetinir olmuştum.
"İyi misin güzelim?"
Yine kendi düşüncelerime dalmış gitmiştim. Barlas'a gülümseyerek "İyiyim." derken derince bir nefes alıp verdim. Şimdi daha iyiydim.
"Bence kardeş problemi çözüldü artık, ne diyosun?" dediğinde kafamı salladım. Küçük çocuktu her ikisi de. İlla ki ister istemez böyle bir düşünceye gireceklerdi. Önemli olan bunu en erken zamanda ortadan kaldırabilmekti. Bence bunu başarmıştık. Melek en azından beşinci bir üyenin varlığını anlamıştı. O bebek her türlü gelecekti, bir sorun olmadığı müddetçe. Yani alışacaksın küçüğüm, başka yolu yok.
"Gülay kızacak kesin, geç kaldınız diye."
Barlas eliyle boşver işareti yapsa da benimle birlikte o da azar işitecekti. Hatta Gülay ben hamileyim diye benim payımı da Barlas'a aktarabilirdi. Bu hakka sahipti. Bir nevi akraba oluyorduk artık. Barlas'ın kardeşim dediği yakın arkadaşı Gökhan ile evleniyordu Gülay'ım. Pastahenede karşılaşmış ve birbirlerine iğneleyici laflarla karşılık vermişlerdi sürekli. Ortada bir sebep yokken bu kadar hararetli hareretli tartışmalarından belliydi ama sonlarının evlilik olacağı. Düğün daha başlamamıştı elbette ama nedime ve sağdıç olarak geç bile kalmıştık.
Salona geldiğimizde arabadan zar zor inmiştim. Niyeyse üzerimde bi yorgunluk vardı bugün. Karnımdaki ağırlıkta giderek artıyordu zaten. İkisinde bu kadar yorulduğumu hatırlamıyorum. Bu seferki epey zorluyordu beni.
"Bu arada..." dediğinde yanıma yanaşan Barlas'a döndüm. Etraftaki insanları umursamadığı belliydi ama ben umursuyordum. Elini karnıma koyup okşarken boynuma da minik bir buse kondurmuştu.
"Barlas..." diye fısıldasam da duyan kimdi? Sırıtarak alnını alnıma yasladığında gözlerimi kapatmıştım.
"...Çok güzel olduğunu söylemiş miydim?" demişti gülerek. Aklımı başımdan almayı yine başarmıştı işte. Ama bunun yeri kesinlikle burası değildi. Neyseki yan tarafımızda bulunan akraba teyzeleri de böyle düşünüyordu.
"Abovv... Kız yürü bakma ayıp ayıp sokak ortasında."
Ayağına büyük gelen topuklunun da etkisiyle teyzenin ittirmesi sonucu seke seke yürüyen kıza acıyarak baktım. Barlas hala gülüyordu.
"Yapma şunu... Yürü hadi...Hadi..."
Elimi tutmayı bırakıp bir anda balimden tutup kendine çekmişti. Dip dibe siyam ikizleri gibi yürürken az önceki teyzelerin öldürücü bakışlarına maruz kalmıştık. Barlas...
"Hoş geldiniz. Gelin çıldırdı gelmeyeceksiniz diye. Siz benimle geliyorsunuz Zümra hanım. Damat bey de hemen şurada."
Daha önce görmediğim ama anlaşılan bizi tanıyan kızın peşine takıldım. Barlas dudağını büzerek damadın yanına gidiyordu. Kaç çocuk annesiyim ben? Gerçi az önce hiç de çocuğum gibi durmuyordu. Aklı başka yaramazlıklardaydı.
"Buyurunuz..." diyerek kapıyı açan kıza teşekkür ettim. Hâlâ kim olduğuna dair bir fikrim yoktu ama tatlı birisiydi. Belki Gülay ' ın kuzeni falandır.
"Şekerpare... Neredesin sen ya! Öleceğim heyecandan..."
Sırıtarak Gülay'a sarıldım. Bu onu sakinleştirecekti. Öyle de oldu. Gökhan ile ilişkisiye başladığından beri hep bi tatlı telaş ve heyecan içindeydi. Aşk insanı kuş misali yapıyordu işte.
"Çocuklar canım benim... Şükür geldim işte. Sakin ol sen de. Her şey çok güzel ve yolunda..."
"İyi ki varsın be..."
Ah yine duygusallık modunu artışa geçirmişlerdi. Yine mi ağlatacaktınız beni?
Oturup gelini sakinleştirme görevini yerine getirmiştim. Yaklaşık bir saat burada vakit geçirmiştik. Sonradan Barlas ve Gökhan da gelmişlerdi. Kızları etkilemeye çalışan iki ergen gibi, geçen ay gittikleri ve Barlas'tan bin kez dinlediğim operasyonu; bu sefer iki askerden dinlemiştim. Gülay rahatladı mı yoksa eşinin bu denli zorlukla baş ettiğini kaldıramadı mı bilmiyorum ama epey sessizleşmişti. Nikâh öncesi kızı korkutmuşlardı resmen. Saçma sapan gülerek gerginliğini almaya çalışırken kapı çalmış ve içeri yine o tanımadığım kız gelmişti.
"Misafirler salonu doldurdu efendim. İsterseniz siz de yerlerinize geçin. Birazdan başlıyoruz."
Barlas'ın kolundan çekiştirerek dışarı çıkardım. Kaşlarını kaldırarak yüzüme bakıyordu.
"Ne yaptım?" diye soruyordu bir de.
"Gülay'ı bilmiyor musun? Kendi kendine ben askerle evlenemem tribine girerse ne olacak? Sırası mıydı bunu anlatmanın?"
"Zümra, güzelim... Sanki bilmiyor mu askerîn neler yaptığını? Eşi artık Gökhan'ın. Alışacak bunlara. Sen nasıl alıştıysan o da alışacak."
Haklıydı ama ne bileyim işte. Yüzü bembeyaz olmuştu diye endişelenmiştim ben de. Gergindi ve elimden bir şey gelmiyordu. Her neyse... Oyun havasına geçince rahatlardı her halükarda.
Yerlerimize geçip beklemeye başladık. Çok geçmeden Gülay ve Gökhan gülümseyerek giriş yapmıştı. Bir yandan alkışlıyor bir yandan da her şeyin iyi olduğuna emin olmaya çalışıyordum. Çok şükür ki her şey yolundaydı. Nikâh ve dans merasiminden sonra hız kesmeden oyun havasına geçildi. Hamilelik dinlemedim elbette çıktım oynadım. Ve fark ettim ki üstümdeki yorgunluk Gülay'ın telaşını üstlenmemden kaynaklanıyormuş. Onu böyle görünce ben de hafiflemiştim.
Ne kadar süre kendimi kaptırdım ve oynadım bilmiyorum. Halaya geçtiklerinde artık dinlenmem gerektiğini hatırlamıştım. Masaya döndüğümde gözüm Barlas'ı aramıştı ama ne oynayanlar arasında ne de salonda yoktu. Lavabodadır diye bir süre bekledim ama gelen giden olmamıştı.
Aklıma bin bir türlü şey gelmeden önce Barlas'ı aradım. Başka birisiyle konuşuyordu. İçime ister istemez bir ağırlık oturmuştu. Paniklememeye çalıştım. Derken nihayet Barlas salona girmişti. Yüzündeki o ciddiyeti tanıyordum. Bir şey olmuştu...
"Ne oldu?" dedim yanıma gelir gelmez. Yavaşça yanıma otururken ellerimi sımsıkı tuttu.
"Zümra'm... Baban... Vefat etmiş, başın sağolsun."
Ne tepki vermeliydim? Baba dediğim adam ile babam olan adam aynı kişi değildi. Ve babam vefat etmişti zaten. Diğeri için de göz yaşı dökmeli miydim şimdi?
"Ne diyim... Allah rahmet eylesin." dedim oynayanlara dönerek. Barlas'ın gözleri hâlâ yüzümdeydi, hissediyordum. Umursamazlığım acıya verilen bir tepki değildi. Barlas öyle sanıyordu belki de. Ama hayır... Gerçekten umursayacağım bir durum değildi. Fazla mı bencildim, gaddardım ya da vefasızdım? Belki de...
"Güzelim... Ne hissediyorsun?"
"Hiçbir şey." dedim tekrar Barlas'ın gözlerine bakarak. "Gerçekten... Üzülmedim sanırım. Bu beni kötü birisi yapar mı?"
Durduramadığım göz yaşı yanağımdan akarken Barlas hızla sarıldı vücuduma. "Asla..."dedi fısıldayarak. Onca gürültü arasında duyabiliyordum onu fısıldasa bile. "Asla bir daha kendine böyle bir şey yakıştırma. Seni buna zorlamam ama bir şey daha var..."
Barlas'ın boynundan geri çıkarak yüzüne baktım. Asıl mesele farklıydı. Basit bir vefat haberinden daha fazlası...
"Ne?" dedim sesim titreyerek.
"Vasiyet etmiş öncesinden... Ölürsem, Zümra gelmeden beni defnetmeyin diye..."
...Devam edecek...
Yorumlarınızı bekliyorum...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 46.92k Okunma |
2.15k Oy |
0 Takip |
21 Bölümlü Kitap |