19. Bölüm

Özel Bölüm:1.2. Kurak Bir Hiçlik

Minasotaa
minasotaa

 

 

 

İyi okumalar dilerim...

*

Şuan yaşadıklarım gerçek miydi? Ne düşünmeliydim? Ne yapmalıydım ki tüm bunlardan bir çırpıda kurtulabileyim? Her zaman böyle mi olurdu hayat? Gülerken biranda göz yaşı dökmeden gün tamamlanmaz mıydı?

 

İçimde bir yerlerde; bastırdığım o acı hâlâ yaşıyordu. O iftira, çalınan çocukluğum, bir çöp gibi değersizleştirildiğim yer... Ve bana yeniden değer veren adama yaptıkları... Yıllarca kin gütmeyi bırakıp her şeyin Barlas ve beni bir araya getirmek için, hayatın oynadığı oyunlar olduğuna inanmıştım. Tüm yaşananları sildim, unuttum demiyorum ama bastırmıştım. Düşünmezsem, kimseyi görmezsem hiçbir sorun yoktu işte. Ama şimdi, baya baya kovulduğum o eve gidiyordum. Barlas sadece cenazeyi kaldırıp geri döneceğiz demişti. Nasıl ikna oldum bilmiyorum. Düğünden apar topar ayrılıp çocuklar ve Melek anneye haber verişimiz, her şey çok hızlı olmuştu. Barlas, çocuklar annemde kalsınlar bu gece dediğinde hemen onaylamıştım. Sabah erkenden gidecek ve bu işi halledip dönecektik. Ne kadar kolaydı değil mi söylemesi?

 

Gece boyunca gözümüze tek bir uyku girmemişti. Barlas'ın omzuna başımı yaslayıp karanlığın içinde anılarımı yaşatmıştım saatlerce. Bazen Barlas konuştu, dinledim. Benimle birlikte kendini de rahatlatmak için bir şeyler anlattı sürekli. Bazen de ikimiz de sustuk, geceyi dinledik. Sabah ezanıyla birlikte kalkmıştık ve kendimi arabada bulmuştum. Neyi neden yaptığımı tam olarak bilmiyordum sanki. Beynim bir süre düşünmeyi ertelemişti sanırım. Yoldaydık bildiğiniz. Ve ben buna hazır olmadığımı an itibariyle anlamıştım.

 

"Barlas dur lütfen..." dedim zar zor. Yine tüm düşüncelerim midemden çıkmaya karar vermişti. Barlas durur durmaz hızla indim ve yere çömeldim. Bitti dedikçe yeniden istifra ediyordum. Allak bullak olmuştum.

 

"Güzelim... "

 

Barlas suyla yüzümü yıkarken gözlerini kısmış iyi olup olmadığımı anlamaya çalışıyordu.

 

"İyiyim... İyi geldi..." dedim yavaşça ayağa kalkarken. Gerçekten hafiflemiştim. Yol boyunca kurduğum düşünceleri kusmuştum sanki. Rahatlamış şekilde arabaya tekrar bindim. Barlas arabayı çalıştırmadan önce elime uzandı. Sımsıkı tutup birbirimize baktık bir süre. Gözlerimiz konuşmuştu yine. Ben ne hissediyorsam aynı duyguları Barlas da paylaşıyordu. İkimiz için de sonun başladığı yerdi gittiğimiz yol. Bunu yapmasak ne olurdu diye de düşünmüştüm? Gitmesek ve artık bir yabancı olan adamın vasiyetini görmezden gelsek? Defnedilmese... İşte bu noktada kalbimin acısının önüne vicdanım geçiyordu. Bana ne diyip gidemeyeceğiniz bir noktada bırakmıştı sizi. Ben de ölecektim günün birinde. Benim de çocuklarım vardı. Kendime yapılmasını istemeyeceğim bir şeyi herhangi bir insana yapamazdım. Ne kadar zalimliğe uğrasam da ben de zalim olamazdım. Kimsenin yaptığı yanına kalmazdı. Ben kimdim ki... Ben de bu dünyada bir "kimse" değil miydim?

 

"Hadi Bismillah..." dedi Barlas derin bir nefes alarak. Birbirimizin gözlerinden aldığımız güçle yeniden koyulmuştuk yola.

 

Gün ışığıyla beraber köye giriş yapmıştık. Doğup büyüdüğüm yere ait olmayan bir yabancıydım artık. Fazlasını da beklemiyordum elbette. Sadece "ben geldim işte." demek için buradaydım. Sıradan bir insan gibi...

 

Koşup oynadığım toprakların kuraklığı, sanki bu köyü lanetlenmiş gibiydi. Çatlayan yolların arasından geçtiğimizde, içeride sızmayı bekleyen acıların sessiz çığlıklarını duyabiliyordum.

 

Barlas arabayı evin önünde durdurduğunda hızla ona döndüm. Gözlerini bir saniye kırpmadan bir süre evi izledi. Her şeyi bu süre içinde yeniden yaşamıştı sanki. Demir kapı, yılların değiştirmediği gıcırtı ile açılınca ikimiz de bize doğru gelen kişiye odaklanmıştık. Ağzım şaşkınlıkla açılırken Barlas inince ben de yavaşça arabadan inmiştim.

 

"Geldiniz! Geldiniz..."

 

Arabanın yanından ayrılmadan Barlas'ın ağır adımlarla ilerlemesini izliyordum. Murat abi tek ayağı ile seke seke Barlas'ın koluna sımsıkı tutunduğunda gözünden bir damla yaş, çatlamış toprağın arasına düşüvermişti.

 

Gördüğüm şeyler neden bu kadar ağır gelmişti bilmiyorum. Göz kapaklarım bu ağırlıkla yere indirmişti kendilerini. Bağımı kopardım dediğim bir insanı bu halde görmek... Yüreğimde garip bir sızı hasıl olmuştu.

 

"Zümra..." dediğinde Murat abinin yüzüne baktım. Hiçbir şey söylemedim. O da sustu. Bakışlarında, af dileyen acizliğini hissediyordum. Bu beni daha çok acizleştiriyordu.

 

"Biz arabada bekleyelim. Defin bir saat sonraydı değil mi?" derken Barlas kolunu kurtararak yanıma gelmişti. Murat abi başını sallayıp konuşacağı sırada Barlas arabanın kapısını açıp binmemi işaret etmişti. Bakışlarında ortaya çıkan öfkesini görmek kalbimi hızlandırmıştı. O an yapabileceği şeylerden korktuğumu fark etmiştim.

 

Murat abi geri dönüp yavaş yavaş giderken Barlas hızla arabaya binmişti. Kalbi göğsünden taşacak gibi atıyordu. Öfke sanmıştım oysa başka bir duyguydu bu. Başını geri attığında gözlerini sımsıkı kapatmıştı. Ve bir damla yaş beraberinde bir sel getirmek üzere, gözünün kenarından inmişti.

 

"Barlas..."

 

Elimi yüzüne yasladığımda, elini elimin üstüne koymuştu.

 

"Niye böyle oldu? İçimdeki öfke getirmişti beni buraya Zümra! Şimdi niye ağlayan yine biz oluyoruz?"

 

Başını göğsüme bastırıp hıçkırıklarına ortak olmuştum. Bizleri bırakan ailemiz, kardeşlerimiz dediğimiz insanlar... Herbiri yaptıklarının hesabını ödemiyor muydu? Herbiri çölleştirdikleri toprakları gözyaşları ile sulamıyor muydu? Bu düşen mazlumun göz yaşları iken mazlum ne diye hâlâ sevinemiyordu?

 

"Abii!!! Meşhur asker abi sen misin?"

 

Cama tıklayarak bağrışan çocukları görünce ikimiz de doğrularak ne olduğunu anlamaya çalıştık. Bir sürü küçük çocuk arabanın etrafını sarmış, cenaze evinin soğukluğuna zıt bir şekilde sıcak bir hava oluşturmuşlardı. Hepsinin gözleri bizi süzerken garip bir ilgi ve heyecanla konuşuyorlardı.

 

"Siz onlar mısınız? Meşhur aşıklar?"

 

"Asker abi ben seni çok seviyorum. Büyüyünce ben de senin gibi güçlü olacağım."

 

"Ben de büyüyünce gelin abla gibi güzel ve akıllı olacağım."

 

Barlas ile birbirimize bakıp arabadan indik. Tüm çocuklar bizi aralarına alıp sarılmışlardı. Bizi bir sebeple tanıyorlardı ama kötü şekilde değil. Küfürler, iftiralar ile gönderenlerin çocukları; sevinç ve heyecanla karşılıyorlardı. İkimiz de bu güzel kucaklaşmaya tebessümle karşılık veriyorduk.

 

"Ne oluyor orada!?"

 

Bahçeye, çocukları azarlamak için çıkan kişiyi görünce tüm tebessümüm silinmişti. Çocuklar, ablamın sesini duyar duymaz bağırarak kaçışmıştı. Ablamın koşmasıyla beraber Barlas elimi tutup hafifçe önüme geçmişti.

 

"Sen de kimsin?" diye atıldığında Barlas koluyla engellemişti. Bense kendimi geri çekmiştim. Ablam şaşırmıştı. Gerçekten şaşırmıştı. Yüzünde en ufak bir sahte ifade yoktu. Sanki, daha 5 yıl önce gelip de yaptıklarının cezasını çekiyorsun diyen o değilmiş gibi, şimdi de seni sildim hayatmdan mı demeye getiriyordu?

 

"Hey korktun mu? Korkma... Ben sana zarar vermem..."

 

"Leyla... Rezil kız! Gel buraya!"

 

Ablamın arkasından koşturarak gelen genç bir oğlan çocuğu onu çekiştirerek eve doğru götürdü. Çocuğun bakışları bir saniye gözlerime değdiğinde, onu tanıyormuş gibi hissetmiştim. Basit bir his değildi biliyorum. Arkalarından bakarken her yeri buğulu görmeye başlamıştım. Yine...

 

"Deniz... Deniz'di o." dedim yere kendimi bırakırken. "Annesine neden... Ablama ne olmuş... Barlas herkese ne olmuş böyle?"

 

Barlas yanına çöktüğünde, bu ağırlığı paylaşsak da yine de altında ezildiğimizi görüyordum.

 

"Zümra kızım, sen misin?"

 

Başımıza dikilen kişiyi tanımıştım. Barlas'ın yardımıyla yerden kalkıp gözlerimin yaşını sildim. Başımı sallayıp Mehmet amcayı onayladığımda, gözlerini Barlas'ın yüzünde gezdirip hızla yere indirmişti.

 

"Başınız sağolsun... Ne denir bilmem. Ama siz gittikten sonra her şey çok değişti kızım. Tüm köy size ettiği işlediği şeylerin bir bir altında kaldı. Kimsenin beli doğrulmadı."

 

"Ablam..." diye söze başladığımda Mehmet amca soracağım soruyu anlamış olacak ki yüzü üzüntüyle büründü.

 

"Onu 5 yıl önce gördüm. Hiçbir şeyi yoktu. Nasıl bu hale geldi, geldiler?"

 

Mehmet amca bir şey demeden önce etrafına bakındı.

 

"İçeri girmezsiniz bari gelin muhtarlığa gidelim. Orada konuşalım."

 

Barlas onaylayınca Mehmet amcanın peşinden muhtarlığa gittik. Yeni muhtar o olmuş iki yıl önce. Koltuğuna oturduğunda biz de karşısındaki koltuğa yerleşmiştik.

 

"4 yıl önce oldu ne olduysa... Murat büyük bir kaza geçirmiş askeriyede. Bacağını kaybetti. Zor günlerdi sizinkiler için. Leyla onu öyle görünce aklı gitmiş biranda. Anlık bir şey sandılar ama hâlâ aynı. Köye yerleştiler annengil bakar eder diye. Annen de bakmam dedi kaçtı gitti köyden. Nerede bilen yok..."

 

"Nasıl yani? Babam falan gitmedi mi peşinden? Nasıl kaçtı gitti?"

 

Aklım duyduklarımı bir çerçeveye oturtamıyordu artık. Kim olsa üzülürdü insan. Bu kişiler bir zamanlar benim ailemdi. Nasıl bu kadar gaddar olabilirdim yaşadıkları şeylere hak ettiler diyerek?

 

"Babanın kendine hayrı mı vardı kızım? Borç içinde borca battı. Her gün içer milletin kapısına dayanırdı. Ablan aynı, geceleri çıkıp seni arardı orada burada. Çocukların maskarası oldu. Elimizden de bir şey gelmiyor..."

 

Derince yutkundum. Bir ailenin nasıl paramparça olduğunu bilmek çok fazla gelmişti.

 

"Hakkınızı helal edin. Barlas oğlum... Eden, ettiğini buldu. Bir kıvılcım hepimizi yaktı. Ardınızdan bağıran insanların herbirinin ocağı yandı. Ne diyeyim... Biz ettik siz etmeyin. "

 

Saat gelmişti. Mehmet amca vasiyeti önüme verdiğinde tek cümlelik yazıyı okudum.

 

Zümra gelip helallik vermeden gömmeyin beni kurak toprağa, vasiyetimdir.

 

"Kızım, ben ve kocanın şahitliği var; geldin peki helallik verir misin babana?"

 

Anne karnında nasıl bir dünyaya geleceğini bilmeden bekleriz her birimiz. İçinde doğduğumuz yer bir yuva mıdır, taştan dört duvar mı? Yuvaysa ne mutlu o çocuklara. Dört duvardan ibaretse şayet, annenin de babanın da pek bir hükmü olmuyor orada. Onlar yaşıyor belki hayatı ama gün gelince çocuklarına yaşatıyorlar tüm acıyı. Acıya acıya öğreniyorsunuz hayatı. Acıta acıta öğretiyor...

 

Geriye dönüp baktığımızda o dört duvar da kalmıyor bazen. Koskoca bir hiçlik yer alıyor onun yerine. Anlıyorsunuz ki orası zaten bir hiçti, siz de o hiçlikten doğmuşsunuz.

 

Hâl böyleyken bir hiçe değer veremezdiniz. Ne öfke, ne nefret, ne acıma... Hiç...

 

"Veririm. " dedim kararlılıkla. Bir hiçe atfedebileceğim tek değer, onu geldiği yere geri göndermekti.

 

Barlas ile arabada bekledik cenaze namazı ve defin sırasında. Tek kelime konuşmadan karşımızdaki hiçliğe baktık uzun uzun. Kalabalık mezarlıktan dönmeye başladığında, Barlas arabayı çalıştırdı.

 

"Bitti." dedi kısık bir sesle. "İyi misin?"

 

Gülümsedim. "İyiyim, hafifledim." dedim arkama yaslanarak. Geldiğimiz yerden geri dönerken başımı cama yasladım. Hâlâ gülümsüyordum. Bir daha gelmem dediğim yere, ağlayarak çıktığım yere dönmek... Kimseyi o halde gördüğüm için mutlu değildim. Ama benim için hiç olanlara, benim de hiç olmam huzura erdirmişti beni. Barlas'ın da dediği gibi. Bitmişti...2

*

 

 

Bölüm : 08.12.2024 23:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...