
Eve geçmeden önce alt katta oturan annemin yanına uğradım. Her sabah evime gelir, temizlik ve yemek yapardı. Bu yüzden sabah fark edebilmiş eve gelmediğimi. Kapıda kızgın bakışlarıyla beni karşıladı. Söylenerek içeri aldı. Kafam o kadar doluydu ki ne söylese kafamı sallayıp onu ikna etmeye çalışıyordum. Artık hiç odaklanamaz hale gelince gidip sarıldım gönlünü aldım ve eve çıktım. Saat daha erken olmasına rağmen üzerimi değiştirip direk yatağa geçtim. Kafam susmasa da vücudum yorgun düşmüştü. Bir süre sonra gözlerim ağırlaştı ve uykunun sessiz şarkısına kapılıp rüya kapısından içeri girdim. Rüyam çok karışıktı. Tıpkı kafamın içi gibi. Kendimi bir kamera olarak gördüm. Yönümü nereye çevirsem ayrı bir olaya tanıklık ediyordum. İlk olarak patronumu bir dev olarak gördüm. Nazan ve diğer arkadaşları yemeye başladı. Beni fark edince yönümü değiştirdim. Annemi gördüm, doğum yapıyordu. Çığlık çığlığaydı ve bütün akrabalar başındaydı. Bir an bana baktı ve gözlerinden kan gelmeye başladı. Korktum hemen yönümü çevirdim. Abim ve beni gördüm, çocuktuk. Abim sopayla her yerimi kan edene kadar vuruyordu. Bana bakıp “İbne!” diyerek üzerime yürüyordu. Çocukluk halimin nasıl korktuğunu görünce içimi bir acı kapladı. Sonra tekrar yönümü çevirdim. Bu sefer Tekin’i gördüm. Yatakta yatıyordu. Bir an iyi hissettim. Sonra kapıdan başka biri içeri girdi. Tekinin yanına uzandı. Sonra hakkımda konuşup gülmeye başladılar. Sanki cehenneme düşmüş gibiydim. Dünya başıma yıkılmış gibiydi. Sanki herkes hastalanmıştı ve korkunç bir zebaniye dönüşmüşlerdi. Uyandım gece 5’di. Saatime baktım. Uykum kaçmıştı. Telefonuma baktım. Ne yapacağımı bilmiyordum? Bir günde allak bullak olmuştum. Kafamın içinde sadece bir an vardı. Ona dokunup utandığım o vakit…
Günler birbirlerini kovalıyordu. Aklım hala Tekindeydi. Ama ne numarası vardı ne de onu bulacağım başka bir bilgi aklıma geliyordu. Niye bu kadar saplandım kaldım anlamıyordum. Hem iş hayatım hem ailemle ilişkim hem de kendimle olan bağım çok kötü hale gelmişti. Eskiden aklımın kıyılarında dolaşan kaçıp gitme isteği artık yüreğime saplanan bir duyguya dönüşmüştü. Nereye dönsem artık pişmanlık ve utanç duygusu kaplı düşüncelere çarpışıyordum. İyi bir şey olsa diyordum içimden. Bir şey olsa da eski halime dönsem…
İnsan bir kere birinin varlığını hissedince gerekirse kendini yok eder ama o hissi yok edemez yüreğinden. En azından benim için böyle olmuştu. Bir kere onu hissetmiştim. Artık utanç değil bir kabullenme oluşuyordu içimde. Onu tekrar görmek ve konuşmak istiyordum. Yanlış veya değil. İhtiyacım olan şey bu saçma ruh halinden kurtulup yeniden gülümseyişini görmekti. Kimse kusura bakmasın. Ben yoruldum artık sürekli köşesine çarptığım duvarların üzerime gelmesinden. Daha ne kadar sıkışabilirdim ki? Sığmıyordum beni çevreleyen bu döngüye. Demek ki bir şeyler eksikmiş hayatımda ve o bunu fark etmemi sağladı. Ben artık gülebilmek, fark edilmek, sevmek, sevilmek yani aslında nefes almak istiyordum. Evet, evet nefes almak. Ben boğuluyormuşum farkında değilmişim. Sıkışmışım görmemişim. Yokmuşum gibi yaşamışım ama varmışım. Peki bir güncük yaşanılan bir şeyin bu kadar derinde olan bir çatlağın patlamasına yol açmasını görmezden gelirsem ilerde kendime bunun hesabını nasıl vereceğim? Bir şey yapmalıyım. Bu şekilde olmuyor! Bir şey yapmalıyım…
Haftalar geçti ve kafamdaki mahkemeler son kararlarına imzalarını attılar. Bir şey yapılacaktı. O gün işten çıktım ve dolmuşla Kadıköy’e geçtim. Belki iki ay olmuştu. Yeri bulmaya çalıştım. Biraz kayboldum ama sonunda o kafeyi buldum. Yolun kenarındaki masaya oturdum ve bekledim. Bir saat geçmişti ve hava hafiften kararıyordu. Uzun zaman sonra ilk defa bir bira söyledim. Sanki o günü yad edercesine. Biraz daha bekledim. Saatler geçti ben sarhoşluğa yakın bir hale gelene kadar içtim. Ve sokağın başında Tekin göründü. Kolunda bir çocukla gülüşerek geliyorlardı. Kafam o kadar güzelken birden içimi kara bir bulut kapladı. Yüzüm düştü istemsizce. Gözüm başka bir yöne kaydı. Görmek istemedim. Çünkü aklımdaki kötü düşünceler gözlerime perde çekiyorlardı. Tekin beni fark etti. Gözlerinin beni süzüşünü hissettim. Garip bir şey ona bakmadan onun bana bakışını hissediyordum. Masama yaklaştı; “Rüzgâr! Sen misin?” dedi. Bir anda döndüm; “Aaa Tekin. Eeevet benim. Naasılsın?” kelimeleri toparlayamıyordum. Tekin fark etti durumu. Şaşıran gözlerle bana baktı. “İyiyim de sen Sarhoş musun? Oğlum sen sigara bile içmiyordun! Hayırdır?” dedi. Ben güldüm; “Evet ama çok iyi geldi şu an!” dedim. Gülmeye başladık. Yanındaki çocuğun kulağına bir şeyler söyledi oda kafasını tamam der gibi sallayıp gitti. Yanıma geldi; “Oturabilir miyim?” dedi. Kafamı salladım. Karşıma oturdu. Bir süre bana bakıp gülmeye devam etti. Sonra kendine de içki söyledi. Sanki hiçbir şey olmamış uzun zamandır geçmemiş gibi daldık sohbete. Ben saçma bir sarhoşlukla konuştukça o gülüyor ve arada taklidimi yapıyordu. Fark etmeden zaman hızlıca aktı gece vaktiydi. Hesabı ödedik. Koluma girdi; “Hadi bana gidelim. Bu kafayla o kadar yol gidemezsin.” Dedi. Hiç reddedilecek durumda değildim. Bir şeyde diyemedim. Yürümeye başladık.
Sabahın erkeninden kalktım. Hemen duşa girdim. Üzerimi giyerken Tekin uyandı; “Nereye gidiyorsun erken değil mi?” dedi. Bir yandan giyinirken bir yandan da ona cevap verdim; “Annem akşam mesaj atmış rahatsızım diye” oda telaşlandı. Yataktan kalkıp gömleğimi iliklememe yardım etti. Ben yüzüne bakamadım. Ama gülümsüyordu. Hızla çıkarken; “Bekle! Numaralarımı vereyim. Yoksa bir dahakine yine kafede beklemek zorunda kalırsın.” dedi gülerek. Sonra numarasını kaydettim. “Ben seni ararım” dedim ve çıktım. Aslında annem mesaj atmamıştı. Annem zaten rahatsız olsa bana değil abime yazardı. Neden bir anda oradan gitmek istediğimi ben bile bilmiyordum. Sadece bir an önce işe gitmek istedim. İçim huzursuzdu ve kötü hissediyordum. Aklıma gece yaptıklarımız geldikçe iyice rahatsız oluyordum. Ama düşünmekten de kendimi alıkoyamıyordum. Onu hissetmek, başka birinin vücudunu keşfetmek ve bir an insanın içinden çıkan o dizginleyemediği coşku, anlatılamayacak kadar güçlü bir şehvet dürtüsü. İnsan hatırladıkça utanıyor doğrusu. Ancak hatırladıkça da daha çok ona çekiliyordum. Sarılırken, sevişirken ve öpüşürken sanki birbirimizi parçalayıp içerisine girmeye çalışıyorduk. Sanki bir ağacın kovuğuna girip onunla bir bütünmüş gibi hissettiriyordu. Evet insan insanla bütünleşir. Bu eksik olduğumuz için değil bütün olmanın daha güçlü hissettirmesiyle alakalı bir durum. İlk defa bu kadar güçlü hissetmiştim. Ona dokundukça derisine nüfus etmiştim adeta. Hiç bitmesin istedim. Ancak bitince farkına vardım ki bu kadar tutku benim için iyi değil. Kafamın içindeki düşünceler uzaklaşmazsam çok kötü şeyler olacağını söyleyip duruyordu. Ama nasıl yapacaktım. Nasıl uzaklaşayım ki? Peki ben bunları nasıl unutacaktım? Unutmalı mıydım?...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |